23 Haziran 2010 Çarşamba

ADALAR POSTASI-2447: 'muhterem kolay merdivenleri'nden teşekkürlerimizle çıktık...

Büyükada'da...
http://urun.gittigidiyor.com/fotograf-buyukada-iskelesinde-hatira_W0QQidZZ28188102

* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

11 Nisan 1901 Perşembe günlü Büyükada'da İslam kabristanı yapılmak için arazi-i miriyeden münasip bir mahallin bulunmasına dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükadaland'a hoşgeldiniz, 6 Haziran 2010.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

23 Haziran 2010 Çarşamba
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Kuvvetli sağanak yağış
16/25ºC
% 66-84 nem
Günbatısı, B 22km/sa
Gündoğuşu 05:32... Günbatışı 20:39...

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarınca

* * *

Cicely Mary Barker, The Cherry Tree Fairy.

* * *

1- 'Muhterem Kolay merdivenleri'nden teşekkürlerimizle çıktık...

2- Dilek Zaptçıoğlu: "Sevgili Dostlar, Dilek Zaptçıoğlu ile Jürgen Gottschlich'in "Medeniyetler İttifakı" projesine davetlisiniz. Hepinizi bekliyoruz..."

3- Seneler senesi İlhan Selçuk'un penceresinden baktık şu garib dünyaya... Derken bir sonbahar günü ıssız Bahçelerönü Sokağı'nda rastlaştık...

4- Deniz Tüfekçi: "İDO'nun Adalar-Bostancı vapurlarını seferden kaldırması üzerine..."

5- İDO Deniz Otobüsleri 2010 Yaz Tarifesi peşi sıra İDO Şehir Hatları Vapurları ve Motorları (!) 2010 Yaz Tarifesi de yayımlandı en nihayetinde!

6- Nezih Bayraktar: "22 Haziran 17:00-19:00 saatleri arasında Büyükada Adalar İlçe Kütüphanesi'nde, Ayşegül Bayraktar Resim Sergisi'nin (22-27 Haziran 2010) açılış kokteyline katılımınızdan mutlu oluruz..."

7- İsmail Baysal: "Tüm babaların Babalar Günü'nü kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim..."

8- Ayşe Özdem: "Alp Aker tarafından 20 Haziran 2010 Pazar günü fırtına sürecinde Heybeliada'dan çekilmiştir..."

9- AİHM'nin 'Rum Yetimhanesi'ni iade edin' kararının yankıları sürüyor...

10- Oral Çalışlar: "Rum Yetimhanesi'nin tuşları kırık piyanosu..."

11- Aydın Ayaydın: "Kınalıada’da söz savunmanın..."

12- Oral Çalışlar:İskeçe'den Büyükada'ya dostluk köprüsü...

13- Adalar Belediyesi'nden ne haber?: "Binlerce Güvercin dostluk için uçtu... Park ve Bahçelerin Bakım ve Onarımı, Sokak Hayvanlarının Rehabilitasyonu, Temizlik, Bilgisayar Kullanıcısı Hizmetleri alınacaktır..."

14- Sibel Akkaşoğlu: "Bu hafta Adaevi'nde..."

ADALAR POSTASI'nın 2447. sayısında...

)O(

Büyükada Aya Yorgi Kilisesi, 5.5.2010.

Haydi siz de bir dilek dileyip atın Dilek Kutusu'na!
Ne olur ne olmaz tutmaz ya tutacağı da tutabilir!
)O(



..........................................................1

'Muhterem Kolay Merdivenleri'nden
teşekkürlerimizle çıktık...


Pek ince bir düşünüşle ne de faideli bir hayrat...
Sayın Özden Kolay, aklınıza fikrinize sağlık, gönlünüze kesenize bereket!
Belediye de lütfeder de merdivenin başlangıcındaki zemini çamur deryasından kurtarır hani belki...
Atla deve değil yapılan işin yanında devede kulak!
)O(







..........................................................2

From: DİLEK ZAPTÇIOĞLU
Subject: Davet
Date: June 22, 2010 11:24:32 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Sevgili Dostlar,

Biri bir türlü dönemedi.
Biri zaten buralıydı.

Sonunda:
Adaları ev belledik.
Çok çalıştık.
Bir türlü vakit bulamadık.
Ama şimdi:

2 Temmuz 2010 Cuma günü saat 15'te
Büyükada Belediyesi Nikâh Salonu'nda
ve
akşam saat 20'den itibaren Ada Camii Sokak 10'da

Dilek Zaptçıoğlu
ile
Jürgen Gottschlich'in
"Medeniyetler İttifakı" projesine
davetlisiniz.


Hepinizi bekliyoruz.

Dilek & Jürgen
Ayla & Can

Kuzguncuk, Çarşı Cad.
Yenigün Sok. 25 Üsküdar
Istanbul-Türkiye
Tel. 0090 216 492 07 27 216 531 71 80 (ISDN)
535 717 33 65 (GSM)
dilekmail@superonline.com



..........................................................3


Seneler senesi İlhan Selçuk'un penceresinden baktık şu garib dünyaya...
Derken bir sonbahar günü Büyükada'nın ıssız Bahçelerönü Sokağı'nda rastlaştık...
Şimdiyse bu dünyadan gider olmuş kalanlara selam olsun...
Ufkumuza açtığı pencere daima açık dursun...

"Ölürse ten ölür canlar ölesi değil" deyu
pek sevdiği/sevdirdiği
Bektaşi fıkralarıyla uğurlayalım üstadı...
)O(


Önüne geleni kapan
Ardına geleni tepen
Huysuz mu huysuz
Bir eşeği varmış Bektaşi’nin.
Bezdirmiş onu canından
Bu huysuz eşek.
Bektaşi
İlenirmiş Tanrı’ya,
“Al şu eşeğin canını da
Kurtar beni!” diye
Yakarırmış zaman zaman
Bir de ineği varmış
Kova kova süt veren
Güzelden de güzel
Gözleri sürmeli bir inek.
Bir gün yine, ahırda
Yemlerken ikisini,
İnatçı, huysuz eşek
Göstermiş eşekliğini
Bektaşi de açmış ellerini göğe
İlenmiş,
Yakarmış Tanrı’ya:
“Al şunun canını da
Kurtar beni!”
Ertesi sabah girmiş ki ahıra
Eşek tepinip, anırıp durmakta,
Ama inek,
Ölmüş, yatmakta boylu boyunca.
O zaman kaldırmış basını göğe
Bağırmış öfkeyle: demiş,
“Yazıklar olsun sana!
Hem görürsün, bilirsin her şeyi,
Hem de
Ayıramazsın
Bir inekle bir eşeği!”…

* * *

Bektaşi bulgurunu kaynatıp, kuruması için sermiş, bir yandan karıştırırken bir yandan da dua edermiş:

-Allah'ım bulgurlarım kurumadan yağmur yağdırma!

Bulgurlar tam kurumaya yüz tutmuşken yağan yağmur, Bektaşi’nin bulgur sergisini su içinde koymuş. Bu zor durumunun üzerinden bir hafta geçmeden, ineğini de ahırda ölü bulan Bektaşi, üst üste gelen kötü olayları kabullenmekte zorlanmış.

Ramazan ayının geldiğini fırsat bilen Bektaşi oruç tutmaya niyet etmiş ve Ramazanın ilk günü, iftara beş dakika kala sigarasını yakmış. Sigarasından içine çektiği dumanı büyük bir keyifle gökyüzüne üfleyerek:

-Nasıl, illet oluyorsun şimdi bana değil mi? Diyerek kendi kendine söylenmeye devam etmiş:

-Ölen ineği de kurbana saymazsam şerefsizim!

* * *

Adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek:

-Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek.....diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi dayanamayıp cevap vermiş:

-Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.

* * *

Bektaşi fukarasından birini daima yanından ayırmadığı sevgili bir nefîri vardı. Bir gün derviş hastalanıp iade-i afiyet etmesinden kat’ı ümid olunur. Arkadaşları yanına gelip, “İnşallah, kesb-i sıhhat ve afiyet edersin. Fakat her ihtimali nazar-ı dikkate almak icap eder. İnsan vasiyet etmekle göçmek iktiza etmez. Eğer bir vasiyetiniz, son arzunuz varsa haber veriniz” derler. Derviş, “Son arzum benim sevgili nefirimi benimle beraber gömmenizdir” dedikte huzzar hayretle, “Onu mezarda ne yapacaksınız?” der. “Dünyada bana çok defa lazım oldu. Mahşerde de lazım olacağına şüphem yoktur. Çünkü orada yuh borusu çalacak çokları vardır. Onlara karşı yuf borusu çalacağım” cevabını verir.

* * *

22.9.2009'da İlhan Selçuk yazmış:

Bektaşi her cenazenin arkasından dermiş ki:

- Yuh olsun gidene...

Sonunda hastalanmış, yatağa düşmüş, çevresinde toplananlar sormuşlar:

- Şimdi ne diyeceksin?..

Bektaşi hemen yanıtını yapıştırmış:

- Kalanlara yuh olsun...

* * *

Cumhuriyet, 22.6.2010
PENCERE

İLHAN SELÇUK


İlhan Selçuk by-pass ameliyatından bir gün önceki köşesinde şöyle yazmıştı:


İkisine de Eyvallah...

Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar:

“Yol kapalı.”

Bozulursun..

Ama yapacağın bir şey de yoktur.

Bugün pazar!..

Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız, söylenenlere bakılırsa epey gıllıgışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler...

*

Son haftalarda “nalları havaya dikmek” deyişini çok kullanmaya başladım. Benim hoşuma gidiyor; kimisi sevimsiz buluyor; ama, Türkçe mizahın başyapıtlarından biri...

İnsanlarla hayvanlar arasında eşitlik de sağlıyor...

Bektaşi’ye demişler ki:

- Nalları havaya dikenin nesine bakarsın?

- Sırtına.. demiş..

- Nasıl?

- Ya eyeri vardır, ya semeri...

Baba Erenler sınıfsallığı son nefeste bile unutmuyor, aşkolsun...

*

Gerçekte “nalları havaya dikmek” eğlencelidir, matraktır; ama, bizim temel felsefede böyle şey yok..

Ne var?

Ne olacak:

Enel hak...

Hiçbir din felsefesinin erişemediği bir öz...

Varlığın, evrenin, ruhun, maddenin, yerin, göğün, yaratanın, yaratılanın özdeşleştiği buluşmanın, birleşmenin, birliğin, tümleşmenin, eriyip kaynaşmanın dile daha yetkin ve güzel yansımasını düşünmek bile olanaksız...

Ortalıkta ne nal var..

Ne semer..

Ne eyer..

Neyin ne olduğunu bilen bilir, kimsenin kimseye malumatfuruşluk yapmaya hali yok, ayvayı bu dünyada yediğin zaman her şeyi anlarsın, edebiyata gerek yok...

*

Erenler’e sormuşlar:

- Allah neden ölmüyor?..

Yanıt:

- Onun Allah’ı yok da ondan...

*

Eskiden Adana’da kafası kızan, Allah’a söverdi...

Ama bu Allah, kişinin öfkelenip bozulduğu keratanın Allah’ıydı:

- Ulan, senin Allah’ını, peygamberini, kitabını, cüdamını, yedi sülaleni, yetmiş yedi ceddini, vesaire...

Cevap:

- Ulan, ben de aynen seninkini...

Sonra?..

Ya bıçaklar oynaşır..

Ya ayırırlar..

Şimdi kaldı mı bilmem, böyle öfkeler...

*

Dur bakalım, şimdiden merak etmeye başladım.. Yarın hekim takımı beni kesip biçecek, kolay iş değil, delip dikecek, ya da ben cahil kafamla öyle sanıyorum; peki ne olacak, gözümüzü tekrar açacak mıyız, yoksa ayvayı yiyecek miyiz?..

Biliyorum, şimdi kimisi diyor ki:

- Aman canım, merak ettiğin şeye bak.. deli saçması...

Doğrudur...

Yaşamak nedir ki zaten?..

Fasa fiso...

*

Yaşamak nedir mi?..

Bir sabah kalktın, sevdiğin kadının gözünün altında derin bir çizgi gördün..

O da gördü mü?..

Görmez olur mu?..

Ya da henüz aynaya bakmadı..

Soru:

- Yaşlanıyor muyum?..

Sen görmezlikten geldin diyelim, o düşünüyor, dupduru ten nasıl böyle oldu?..

Nasıl olmasın ki, yaşıyorsunuz.

Kim bilir, belki gözü de teni de daha güzelleşti.

Ama şartlanmış bir kez.. Şartlanmışsınız.

Çizgilerin, yaşlılığın insana güzellik verdiğini kişinin kültürüne aşılayan estetik kültürüne erişmek için, insanların daha ne kadar yaşamalarına gerek var? 100 yıl, 1000 yıl?

İlkellik daha ne kadar sürecek?

Sürse de alt gözkapağının altındaki bir yeni çizginin insanı bu denli düşündürüp oyalaması, işte insanın gözeneklerine dek yaşamasıdır...

Yaşamak güzel şey Taranta Babu...

*

Dünyanın bugünkü kepaze haline insan bozuluyor, bir yanda açlıktan ölen çocuklar, yoksullar, bir yanda sayılamayacak kadar çok kadın köleler...

Öyle kadın köleler ki köleliklerinin bilincinde bile değiller...

Ve bu kadınlar saraylarda yaşıyorlar...

Dünya böyle kalmaz...

Biz de böyle kalmayız...

Hem kim kalmış ki canım..

Kim kalır ki...

Çok ermiş gelmiş geçmiş bu dünyadan...

Biri, 13. yüzyıl şairi Âşık Paşa...

Der ki:

“Acı dirliğim isteyen

Tatlı dirilsin dünyaya

Kim ölümüm ister ise

Bin yıl ömür olsun ona”

*

Yine de tekerlemeye geliyorum:

Nalları dikmezsem..

Daha görüşürüz...

Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola...

İkisine de eyvallah...

(13 Nisan 2008)



...


Cumhuriyet, 23.6.2010

PENCERE

İLHAN SELÇUK























..........................................................4

From: DENİZ TÜFEKÇİ
Subject: Fw: vapur konusu ne oldu
Date: June 17, 2010 8:11:59 PM GMT+03:00
To: Undisclosed-Recipient:;


İDO'nun ADALAR-BOSTANCI VAPURLARINI SEFERDEN KALDIRMASI ÜZERİNE...

8-9 ay öncesine dönelim, İDO aldığı bir karar sonucu Bostancı-Adalar seferlerini iptal ederek vapurları seferden çekmiştir. Gerekçe, hattın ekonomik olmaması!!

Daha önceki yazılarımda bu gerekçenin sefer iptallerine dayanak olmaması gerektiğini, olamayacağını, bürokratik ya da ekonomik!! gerekçeler öne sürülerek AKP'nin Adalıları belediye seçimini kaybetmesi nedeniyle siyasi bir kararla cazalandırdığını yazmıştım.

İDO'nun profesyonel yöneticilerinin, bürokratlarının bir an için haklı olduklarını farzedelim. Peki hattın açık kalması kamu yararı açısından gerekliyse bu kararı kim alır? Bürokrat mı? Yoksa siyasetçi mi? Siyasetçiler bu tür kararları almak için vardır.

Yarın zarar ediyoruz!!! gerekçesi öne sürülerek Kabataş-Adalar seferleri de iptal edilebilir mi? Ya da sabah bir gemi, akşam bir gemi, başka saatlerde gitmek isteyenler ''haydi,motorlara!!'' denilebilir mi?
Mevcut uygulamaya göre denilebilir! Yarın Kabataş seferleri de iptal edilirse şaşırmayın!

Değerli Adalılar, İDO'nun kuruluş amacı halka hizmettir. Karlılık daha sonra bakılacak bir kriterdir. Devletin görevi halkının gönencini, mutluluğunu, güvenliğini sağlamaktır. İDO bu amaca hizmet etmesi için kurulmuştur.

Az gelişmiş, geri kalmış bir yöremize fabrika yapmak pek kârlı görülmeyebilir ama siyasetçiler o bölgede yapılacak yatırımlar için vergiden vaz geçebilir, hatta para yardımı yapar, teşvikler verir çünkü o yatırım sonucunda binlerce aile iş sahibi olup kazanç sağlarlar, ekonomik bir hareket oluşur, iyi okullar, dükkânlar, eğlence yerleri, sanat kuruluşları doğar, yaşama kalite gelir, ekonomik nedenler öne sürülerek dağa çıkanların önü kesilir, terör engellenir, bunun getirisi çok büyüktür, askeri harcamalar azalır, ufak bir katkı büyük bir dönüşüm sağlar.

Bunları yazmamın nedeni İDO'nun Adalar'a yaptığı seferlerin kamu niteliğinin olması nedeniyle zarar etse bile, birçok gizli ya da görünen yararının olduğunu, o nedenle vapur seferlerinin iptalinin bir siyasi karar olduğunu anlatmak içindir. Görüyorsunuz Heybeliada'dan Deniz Harp Okulu'nun taşınması, hastanenin kapatılması nedeniyle ciddi bir nüfus kaybına, ekonomik kayba uğramış, eğitim zayıflamış sosyal yaşam gerilemiş, ekonomi çökmüş, karşı kıyıya göç başlamıştır. Motorlar dışındaki bir ulaşım olanağının ortadan kaldırılması, ulaşım hızının 35 sene öncesine göre bile yavaşlaması,can güvenliğinin ciddi tehdit altına girmesi bunun sonuçlarıdır.

Hafta sonlarında ve iş gidiş-dönüş saatlerinde oturamadan Adalılar'ın nasıl seyahat etmek zorunda bırakıldığını herkes görmektedir.

Ne yazık ki konu vapur/motor çelişkisi üzerine oturtularak polemik meselesi yapılmış, hatta motorlar üzerine oturtulan argümanlar, asıl suçluyu, İDO'yu gözden ustalıkla uzak tutulmasını sağlamıştır.Yanlış politika ve stratejinin sonuç vermeyeceğini defalarca anlatmıştık.

Ne yapılmalı;
Eğer Bostancı-Adalar vapur seferlerinin sorumlusu olarak AKP Anakent Belediyesi yönetimini sorumlu tutuyorsak, kararın siyasi bir cezalandırma olduğunu saptıyorsak, yapılacak şey şudur:
Başta AKP Adalar İlçe Yönetimi olmak üzere CHP İlçe Yönetimi, Adalar Belediye Başkanı ve diğer partilerin ilçe yönetimleri olarak konu bir heyetle Anakent Belediyesi, —nedeni yerel yönetimlerin demokratik toplumlarda kentin sahibi olması ilkesi ve anlayışıdır— Bölge milletvekilleri ve Ulaştırma Bakanlığı nezdinde gündeme getirilmelidir.

Adalar'dan vapur seferlerinin kaldırılmasının ardında, arkasında herhangi bir parti olmamalıdır. Hele hele AKP hiç olmamalıdır. Çünkü cezalandırma anlayışı AKP yöneticisi olan Adsalıları da ailelerini de onlara oy vermiş olanları da etkilemektedir.

Bu uygulamanın son bulmasında AKP Adalar İlçe Yöneticileri'nin büyük payı olacaktır. Halka karşı bir eylemi savunur duruma düşürülmeleri herhalde tüm Adalılar gibi Adalı AKP yöneticilerini de üzmektedir (!?), eğer bu kararın gizli destekçileri değillerse.

Şimdi göreceğiz, kim neden yana.

Eğer vapur seferleri tekrar başlatılırsa bileceğiz ki Adalı olma bilinci, yanlışı yendi. Ve de öğreneceğiz, bu kararın gerçekten arkasında kimler var, karşı olan, karşısında olan kimler var.

Haydi Belediye Başkanı, dedikoduların hepsine toptan bir yanıt verip bu girişime CHP İlçe örgütüyle birlikte önder ol,

Haydi Adalar AKP örgütü, boynunuza asılmış şaibeyi ortadan kaldıran adımı, Adalılar'ın ortak çıkarı adına Belediye başkanına destek vererek parti yöneticilerini ikna ederek atın.

Yoksa Adalılar bu cezalandırma işini Allaha havale ederse, ondan isterlerse, Adalar'da nereye sığınırsınız?

Deniz Tüfekçi


..........................................................4

İDO Deniz Otobüsleri 2010 YAZ TARİFESİ peşi sıra
İDO Şehir Hatları Vapurları ve Motorları (!) 2010 YAZ TARİFESİ de yayımlandı en nihayetinde!


Adalar-Bostancı hattında 'Yaz Tarifesi'nde vapurlar da mı sefer yapacak ne?
Tarifenin 8. sayfasının sol üst köşesinde 'Yolcu Vapurları ve Motorları" yazılmış olup
her ne kadar tarifede hangi seferin vapur hangi seferin motorla yapılacağı belirtilmemişse de
artık ne çıkarsa ak/kara bahtınıza!
)O(

http://www.ido.com.tr/index.cfm?page=SubPage&kapsam=224&textid=2600&ln=TR




..........................................................5

From: NEZİH BAYRAKTAR
Subject: AYŞEGÜL BAYRAKTAR RESİM SERGİSİ 22 HAZİRAN
Date: June 19, 2010 10:31:12 AM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com


AYŞEGÜL BAYRAKTAR
RESİM SERGİSİ

22-27 HAZİRAN 2010
ADALAR İLÇE KÜTÜPHANESİ-BÜYÜKADA
KOKTEYL: 22 HAZİRAN 17.00-19.00

KATILIMINIZDAN MUTLU OLURUZ.
Nezih Bayraktar



..........................................................6

From: İSMAİL BAYSAL
Subject: Babalar günü mesajı
Date: June 20, 2010 10:09:44 AM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com>


Tüm babaların Babalar Günü'nü kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.

İsmail Baysal



..........................................................7

From: AYŞE ÖZDEM
Subject: Sizin için 13 tane resim
Date: June 21, 2010 2:17:50 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Alp Aker tarafından 20 Haziran 2010 Pazar günü fırtına sürecinde Heybeliada'dan çekilmiştir.















..........................................................8

Radikal, 27.6.2010

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1003026&Date=22.06.2010&CategoryID=98

AİHM'nin 'RUM YETİMHANESİ'ni İADE EDİN' KARARININ YANKILARI SÜRÜYOR

Büyükada’daki yetimhane, 1964’te kapandı.
FOTOĞRAF: GARBİS ÖZATAY


Yunanistan memnun: Karar dönüm noktası

ATİNA - Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris Delavekuras, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Büyükada’daki Rum yetimhanesini Fener Rum Patrikhanesi’ne iade etmesi yönünde karar vermesini memnuniyetle karşıladı.
Dün yazılı bir açıklama yapan Delavekuras, AİHM’nin önceki gün verdiği kararını, bu konuda 2008 yılında verdiği kararının bir devamı olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “Karar Patrikhane’nin uzun yıllar süren çabalarının hayırlı bir sonucu ve yasal haklarının teminat altına alınmasına yönelik mücadelesinde dönüm noktasıdır. Mahkeme bugünkü kararıyla yetimhanenin taşınmaz malının tekrar Ekümenik Patrikhane’nin adına kaydedilmesini talep etmektedir. Mahkeme tazminat ödenmesini değil, yetimhanenin olduğu gibi iade edilmesini emrederek, önceki duruma dönülmesi talebinde bulunmuştur.” (aa)

***
Bağış: Yetimhane çevre enstitüsü olacak

İSTANBUL - Başmüzakereci Egemen Bağış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Büyükada’daki Rum Yetimhanesi binasını Fener Rum Patrikhanesi’ne iaede edilmesi kararını değerlendirirken tuhaf konuştu. Dün gazetecilerin konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Bağış, AİHM’nin iade kararına rağmen şunları söyledi:
“Patrikhaneye ait olduğu söylenen binayı sayın Başbakanımızla, Başbakan Yardımcımız sayın Arınç ile beraber gittik, gezdik. Böyle bir karar bekleniyordu. O binanın uluslararası bir çevre enstitüsü olarak yeniden ele alınması konusunda şu an görüşmeler devam ediyor. Bu zaten uzun süredir üzerinde çalıştığımız bir konu. Dünyada çevre konusunu inceleyen bütün akademisyenlerin Türkiye’de çalışabileceği bir mekân oluşturma düşünceleri var. Bence de Türkiye’nin çevre konusunda öne çıkması için son derece yerinde bir fikir olur.” (Radikal)


..........................................................9

Radikal, 22.6.2010
Oral Çalışlar

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1002805&Yazar=ORAL%20%C7ALI%DELAR&Date=22.06.2010&CategoryID=98

RUM YETİMHANESİ'nin TUŞLARI KIRIK PİYANOSU

Yunanistan’ın İskeçe kentiyle İstanbul’un Adalar ilçeleri arasında Defne grubu tarafından düzenlenen Dostluk Festivali’nin son günündeyiz. Dokuz yıldır düzenlenmekte olan ve her sene iki ülkenin değişik bölgeleri arasında buluşmalar gerçekleştirilerek yapılan festivalin en çok işlediği konulardan birisi, azınlıkların iki ülkede yaşadığı sorunlar. Bu festivaller, yaşadıkları topraklarda ‘öteki’ haline gelenlerin iki yakadaki seslerine kulak veriyor. Yeni bir kardeşlik köprüsü ve yeni bir anlayış oluşturulmaya çalışılıyor.

Yunanistan’dan gelen konuklarımızla birlikte yaptığımız tekne yolculuğu sırasında, rembetiko müziği eşliğinde danslar edilirken, cep telefonlarına herkesi heyecanlandıran bir haber geldi: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyükada’nın tepesindeki Rum Yetimhanesi’nin üç ay içinde Fener Rum Patrikhanesi’ne teslimine karar vermişti.

İyiden iyiye yıkılacak duruma gelmiş, çatısı yer yer çökmüş bu muhteşem yapı için bir kurtuluş umudu doğmuştu...

Doğal olarak, teknede büyük bir sevinç dalgası oluştu. Angelopoulos filmlerinin değişmez senaristi Heybeliadalı ünlü yazar Petros Markaris, yazar Mıgırdıç Margosyan, Atina’da yaşayan Büyükadalı avukat İrini Noti, Apoyevmatini gazetesini ayakta tutmaya çalışan Mihail Vasilyadis, Zoğrafyon Rum Lisesi’nin efsanevi müdürü 80’li yaşlardaki Frangopoulos, Defne Grubu Genel Sekreteri Nilüfer Tarıkahya, İskeçeli gazeteci Sami Karabıyıkoğlu’nun gözleri, tüm teknedekilerle birlikte Büyükada’nın Manastır tepesinde uzaktan görünen Rum Yetimhanesi’ne çevrildi. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da teknedeydi.
Yunanlı gazeteciler, Farsakoğlu’na Yetimhaneye gitmeyi önerdiler. Tekne gezisinin sonunda bir grup gazeteci olarak Adalar Belediye Başkanı’yla birlikte yetimhanenin kapısındaydık. Kapıda bizi 25 yıldır binanın bekçiliğini yapan Erol karşıladı. Önce bu ihtişamlı binanın etrafında uzun uzun dolaştık.

Sonra üzerimize tuğla ya da tahta parçası düşme ihtimalinin az olduğu ön kapıdan binaya girdik. Yalnızca giriş katını gezebilecektik. Çünkü diğer katlar çatıdan akan suların etkisiyle çürümüştü. Zaten giriş katının da bazı yerleri çökmüştü. Binanın koruyucusu Erol yanında siyah köpeğiyle bizleri uyarıyor, nerelere basmamız, nerelere basmamamız gerektiğini gösteriyordu.
Mutfak bölümüne girdik. 110 yıllık mutfakta paslanmış, yer yer parçalanmış demir kazanlar, geniş ocak insana hüzün verecek şekilde duruyordu. Yüksek tavanlı mutfak, burada ne çok insana yemek pişirildiğini hayal etmemizi sağlayacak kadar büyüktü.

Gözümüz bastığımız esnek tahtalardaydı, kulağımız ise binanın acı hikâyesinde. 1899 yılında bir Fransız firması tarafından otel olarak kulanılmak amacıyla yapılan dünyanın en büyük ahşap binaları arasında sayılan yetimhanenin zengin bir öyküsü var. Yetimhanenin kaderinin değiştiği tarih ise 1964. Yargıtay bu tarihte binanın kapatılmasına karar vermiş.

1964, İstanbul’un ve Adaların yoğun bir acıyla hatırladığı bir tarih. Binlerce Rum, 1964 yılının mart ayında İsmet İnönü hükümeti tarafından çıkarılan bir genelgeyle Yunanistan’a sürgün edildi. Adalar o tarihte bu toprakların binlerce yıllık insanlarını kaybederken, Rum Yetimhanesi de yıkılmaya terk edildi, kullanımı yasaklandı.

***
Belediye Başkanı Farsakoğlu, bizi bir alt katı gören bir balkona götürdü. Burası binanın tiyatro salonuydu. Mimar Alexandre Vallaury’nin ince zevkini yaşatan salon, bu topraklarda 100 yıl önce kocaman tiyatro salonlarının bulunduğuna da tanıklık ediyordu.

Bir kenarda ise piyano duruyordu. Üst kısmı kırılmıştı. İnce demir yayları açığa çıkmıştı. Binanın bekçisi Erol, ‘Tuşları nerede?’ sorumuzu şöyle cevapladı: “Ben burada 25 yıldır yaşıyorum, tuşları o zaman da yoktu...” Demek ki daha önce kırmışlardı.

***
Elimdeki fotoğraf makinesinin objektifini piyanonun bir tarihi simgeleyen görüntüsüne çevirdim. Tuşlar yoktu.
Erol bizi yanında köpeğiyle kapıya kadar yolcu etti. Sonra elindeki küçük kilidi demir kapıya geçirdi. Kapı kapandı.
Benim aklım piyanoda kaldı...
Eğer bina gereğine uygun şekilde restore edilirse, belki piyanoya da bir çare bulunur, diye düşünmeye başladım...



..........................................................10

GazeteVatan, 7.6.2010
Aydın Ayaydın

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=309619&Categoryid=4&wid=153


KINALIADA'da SÖZ SAVUNMANIN

Geçen hafta Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu uygulamalarına yönelik, özellikle Kınalıada ile ilgili iddiaları gündeme taşımıştım. Belediye Başkanı Farsakoğlu, iddialarla ilgili elindeki tüm dosyalarla birlikte beni ziyarete geldi ve iddialarla ilgili tek tek açıklamalarda bulundu.

Farsakoğlu, sahil şeridindeki yıkımların tamamen yasal olduğunu belirterek “Ozan Narman ve Mustafa Bilgin’e ait tesisler ile ilgili yıkım kararları kendi döneminde değil, 2006 yılında dönemin Belediye Başkanı tarafından alınmıştır” dedi. Farsakoğlu, tesislerin söz konusu yıkım kararı gereğince mühürlenmiş olduğunu, ancak işleticiler tarafından bu tesislerin yasal olmadan mühür fekki yapılarak faaliyetinin devam ettiğini vurguladı ve kendileri tarafından yıkım kararının gereğinin yerine getirildiğini, bu yıkımları yapmadığı takdirde görevini kötüye kullanma suçu işlemiş olacağını söyledi.

Farsakoğlu’na çok tartışılan tarihi Lido inşaatı ile ilgili iddiaları da sordum. Farsakoğlu, “Biliyorsunuz Adalar, sit alanıdır ve her türlü inşaatlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararından sonra yapılır. Lido inşaatı da bu prosedürden geçmiş, üstelik bu izin süreçlerinin hemen hemen hepsi de bir önceki Belediye Başkanlığı döneminde tekkemül ettirilmiş ve inşaat yasal sürecinde devam etmektedir” diyor.

Başkan Farsakoğlu’na yeni yapılan iskele ile ilgili iddiaları da sordum. Farsaoğlu, “Söz konusu iskele Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir yer. Bu iskeleyi de Büyükşehir Belediyesi yapmış. Yasal olarak Bizim Büyükşehir Belediyesi’nin bu tür inşaatlarını men etme ve yasaklama yetkimiz yok. Eğer o iskeleden rahatsızlık duyanlar var ise, adres Adalar Belediyesi değil, Büyükşehir Belediyesi’dir” diyor.

Başkan Farsakoğlu’na en çok konuşulan şu soruyu da sordum. “Siz kıyılarda bulunan tesisleri tahliye edip bunları kendi yandaşlarınıza mı vereceksiniz?”

Farsakoğlu aynen şu cevabı verdi. “Biz kimsenin ekmeği ile uğraşmıyoruz. Yıktığımız kıyı şeridindeki ruhsatsız yerler, kesinlikle bir başkasına verilmeyecek” dedi. Ben de kendisine ‘Eğer bunlar birilerine verilecekse eski sahiplerine verilmeli’ deyince de Farsakoğlu, “Bu güzelim kıyılarımızdaki gecekondu tipi kaçak tesisler yıkım kararları doğrultusunda yıkılıyor ve kimse merak etmesin bunlar yandaş diye tabir edilen kimseye verilmeyecek” dedi. Ben de “O zaman bunun takipçisi olacağım” dedim. Farsakoğlu eşinin birilerine ortak olduğu yolundaki iddiaları da kesin bir dille yalanladı. “Bu tür iddialar kasıtlı ve beni yıpratmaya yöneliktir” dedi. “Bu konuda iddia edenler var ise bunun lütfen belgesini getirsinler” dedi.

Farsakoğlu, Kınalıada sakinlerini huzursuz eden Muzaffer Ergöz isimli şahıs ile ilgili iddiaları da cevaplandırdı. “Muzaffer Ergöz’ü Muğla Vali Yardımcılığı dönemimden tanırım. Ben seçildikten sonra tebrik etmek için aradı. Su sporları konusunda tamamen iyi niyetle bir rapor hazırlayıp bana vereceğini söyledi. Kendisi kesinlikle benim danışmanım değil, Belediyede yasal bir görevi yok. Hiç kimsenin inşaatını gidip yıkma gibi bir yetkiye sahip olmadığı gibi benim adıma işlem yapması doğru değil, bu iddiaları da takip edeceğim. Kınalıada sakinleri müsterih olsun, her türlü belediye hizmetleri ve yıkımlar belediyenin bizzat yetkilisi tarafından yapılır. Bunun dışında yetkisi olmayan birileri devreye giriyor ve adımızı kullanıyor ise bunu derhal bana ve yetkili mercilere bildirsin, gereği yapılır” dedi.



..........................................................11

Radikal, 20/06/2010
Oral Çalışlar

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1003549&Date=22.06.2010&CategoryID=97


İSKEÇE'den BÜYÜKADA'ya DOSTLUK KÖPRÜSÜ

Defne ekibi, birlikte barış teknesinde... Büyükada’da Rum, Ermeni ve Musevi mutfağının yemekleri yendikten sonra dans gösterileri yapıldı.

Yunanistan'ın İskeçe kenti ile İstanbul'un Adalar ilçesi, Türk-Yunan Dostluk Festivali'nin ev sahipleriydi. İskeçe'de gezimize geçmişte bir ayağı Osmanlı'da bir ayağı İngiltere'de olan Kuyumcuyan ailesinin öyküsünü dinleyerek başladık, hemen her sokakta Türkçe konuşan insanlara rastladık. Onlardan biri de sokakta Mısır satan Zehra'ydı

İskeçe’nin Mandıra köyünde barış için hamur yuğuran Mıgırdıç Margosyan önlüğüyle poz verdi. İskeçe sokaklarında mısır satan Türk kadını Zehra, İskeçe’de yaşamayı tercih ediyor.

IX.Türk-Yunan Dostluk Festivali’nin bu yılki buluşmacıları, Yunanistan’ın İskeçe kentiyle İstanbul’un Adalar ilçesiydi. İskeçe, resmi söyleme göre yüzde 30’u ‘Müslüman’ olan bir yerleşim yeri. O ‘Müslüman’ların tamamına yakını Türk. Ancak Yunan resmi söylemine göre bu bölgelerde yaşayanlar Türk değil yalnızca Müslüman. Kürtleri ‘Dağ Türkleri’ olarak tanımlayan bizim resmi söylemimizle olan paralelliği görmemek imkansız.

Yunanistanlı Türkler, bu çarpık duruma son vermek amacıyla İnsan Hakları Mahkemesine dava açtılar ve dava geçen yıl sonuçlandı. Onların ‘Türk’ olduğunu bir türlü kabullenmeyen Yunan hükümeti, mahkeme kararıyla, bir an önce bu hak ihlaline son vermesi yönünde uyarıldı. Ancak, Yunanistan hükümeti, şu ana kadar, bu durumu düzeltecek kanunu çıkarmış değil.

Adalarda tekne gezisinde avukat İrini Noti, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu’yla Rembetiko eşliğinde oynadı.

Defne Grubu'nun organizasyonuyla gittiğimiz İskeçe’de iki gün süren yoğun bir etkinlikler trafiği yaşadık. Hemen her sokakta Türkçe konuşan insanlara rastladığımız bu kentteki gezimize Kuyumcuyan ailesinin öyküsünü dinleyerek başladık. Kuyumcuyanlar, 18. yüzyılda bu kentte gelişen tütün ticaretinin zengin ettiği bir aile. Ailenin bir ayağı İngiltere’de, bir ayağı o dönem Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’daydı.

Kuyumcuyanların ikiz konağı, bir kent müzesine dönüştürülmüş durumda. Aileye ait eşyaların korunduğu bina, yörenin bir dönem ne kadar zengin olduğunu simgeleyen nitelikte. Kent müzesinin müdürü, tütün ticaretiyle İskeçe’nin (Xanthi) kaderinin ortak olduğunu anlattı. Kent, savaşlar, değişik devletler arasında el değiştirmeler, işgaller, ve İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin yok edilmesi gibi trajik olaylarla tanımlanan bir tarihe sahip.

İskeçe’nin Mandıra köylüleri, Adapazarı Serdivan köyünden getirdikleri folklorik giysileriyle.
Büyükada’da değişik kültürlerin mutfakları yan yanaydı.



Mısır satan Türk kadın
Sokakta mısır satan Zehra’ya, Yunanistan’daki son krizin etkilerini sorduğumuzda şöyle bir cevapla karşılaştık: “Kriz zenginleri, durumu iyi olanları vurdu. Biz zaten yoksulduk pek bir şey değişmedi. Tabii inşaat işçisi olan kocamın iş bulması zorlaştı.” Kentin ortasından geçen nehrin üzerindeki tarihi köprüye doğru mısır satan Türk kadınlar sıralanmıştı.

‘Şeriat kanunları’ sorununun tam olarak çözülemediği Batı Trakya’da, örtünen kadın oranının, iddia edildiği kadar yüksek olmadığını gözlemledik. Örtünenlerin oranının yüzde 30 civarında olduğu söyleniyor. Zehra’ya İskeçe’yi mi, birçok akrabasının yaşadığı Türkiye’yi mi tercih ettiğini sorduğumuzda, tereddütsüz “İskeçe” diye cevapladı. “Burada daha rahat hareket edebiliyoruz. Ben geceyarısı mısır tezgahımı kapattıktan sonra rahatlıkla evime dönebiliyorum. Kimse rahatsız etmiyor.”
1923 yılında Lozan antlaşmasının imzalanmasının hemen ardından iki ülkede yüzbinlerce insanı yerinden yurdundan eden ‘mübadele’ yaşanmıştı. Mübadele sırasında İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri mübadele dışı bırakılmıştı. Tabii o tarihten sonra Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan her gerginlik birebir bu insanlara yansıdı ve onların hayatını zorlaştırdı.
Kıbrıs gerginliğinin bir ürünü olarak İstanbul Rumlarının hedef alındığı 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 zorunlu sürgünü bunların bazılarıydı. Benzer şekilde 1974 Kıbrıs müdahalesi de Batı Trakya Türklerinin yaşamında derin izler bırakmıştı. Kıbrıs sorunu hala Batı Trakya’daki gerginliğin ana konularından birisi olmayı sürdürüyor.

Siyasetçiler karışmasa
Defne Grubu'nun Yunanistan tarafındaki başkanı Profesör Soufoulis’le, İskeçe’nin Avdira kasabasının Mandıra köyünde düzenlenen ‘Burada ekmek var’ etkinliğinde sohbet ediyoruz. Adapazarı’nın Serdivan köyünden buralara gönderilmiş köylülerle birlikte hamur yoğuruyor, ekmek pişiriyoruz, bir yandan da sohbet ediyoruz. Soufoulis, “Maalesef yörenin Yunan ve Türk politikacıları gerginliği seviyorlar. Bundan rant elde etmeye çalışıyorlar. Halkın içinde düşmanlık yok. Kin yok. Siyasetçiler karışmasa her şey daha kolay olacak.”

‘Binlerce güvercin’
Kuyumcuyanların bağışladığı Kent Müzesi binasının bahçesinde ‘Binlerce güvercin’ başlıklı oturumda iki tarafın milliyetçiliğinin yarattığı tahribatı ve verdiği zararı konuşuyoruz. İki akademisyen Vangelis Kechiriotis, Elçin Macar, iki sinemacı Petros Markaris ve Fehmi Yaşar, bizler iki gazeteci Takis Kambalis ve Oral Çalışlar, iki ülkenin resmi tarih tezlerinin dışına çıkıyor, kendi milliyetçiliklerimizi, kendi ülekelerimizde yaşanan olumsuzlukları masaya yatırıyoruz. ‘Başkasının milliyetçiliğini eleştirmek kolay” şeklinde özetlenebilecek bir ortak noktada buluşuyoruz. Ötekinin değil kendimizin hatalarını ele alıyoruz.

Kınalıadalı Efi
Akşam yemeğinde İstanbul Arnavutköylü Alexander Alexandris’in ve İstanbul Kınalıadalı eşi Efi’nin konuğu oluyoruz. Onlar doğdukları topraklardan buralara gelmişler, bir çok insan da buralardan Anadolu’ya gitmişlerdi. Tütün tüccarı Muzaffer beyin konağı, eski tarihe bir yolculuk gibi ayakta duruyor.

İskeçe modern bir kent. Gece gençler cafelerde, barlarda eğleniyorlar. Kaç yok, göç yok, bağnazlık yok. Sanırım bu yüzden çocukları bu yörenin kültürüyle yetişen Türkler de bu kentte yaşamayı tercih ediyorlar.
Suzan Kardeş’in kentin açıkhava tiyatrosundaki konserinde değişik etnik kökenlerden insanlar Balkan müziği eşliğinde gece boyunca dans etti. Gecenin yıldızı İngilizce öğretmeni Nina’ydı. İncecik vücudu, kıvrak danslarıyla herkesi kendisine hayran bıraktı.

Adalar'da değişik mutfaklar
Festivalin Adalar ayağı da aynı ölçüde heyecan vericiydi. Ksanthi(İskeçe) ve Adalardan alınan iki defne ağacı her iki kentte toprağa dikildi. Yunanlı sanatçı Adonis Kutsoubas ve Türk Yusuf Taktak hazırladıkları eserleri iki kentte kalıcı hale getirdiler.
Tekne gezisi dans ve müzik yarışmasına dönüştü. Büyükada’dan kalkan ve tüm adalara uğrayan teknedeki Rembetiko müziği coşkuyu artırdı. 85 yıllık Apoyevmatini gazetesini yaşatmaya çalışan meslektaşımız Mihail Vasilyadis, aynı zamanda iyi bir sunucu ve dansçı olduğunu bir kez daha kanıtladı. İrini Noti’yle bir gösteriye dönüşen dansları hayran bıraktı.

Tekne gezisi sırasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Büyükada’daki Rum Yetimhanesinin üç ay içinde Rum Patrikhanesine teslim edilmesi kararı da umutları artırdı.

İrini Noti, Mıgırdıç Margosyan, Mario Levi, Süreyya Sırrı Önder, Sami Karabıyıkoğlu, Yalım Eralp’in moderatörlüğünde iki halkı birbirine düşman etmeye çalışan anlayışı eleştirdiler. Toplantıya Süreyya Sırrı Önder’in “Rumları dövdürtmeyecektik” yorumu damgasını vurdu.

Bütün adalardan katılan ailelerin hazırladığı yemekler, geceleyin müzik ve dansla birleşti. Adaların eskiden beri yerlileri olarak kabul edilen Rumlar, Ermeniler, Museviler, festivale kendi yemeklerini, kendi mutfaklarını kattılar. Masalarda balıktan, topik yemeğine kadar her çeşit yer alıyordu. Tatlılar, dolmalar yendi, ülkemizin yok olup gitmeye yüz tutan renkleri “biz buradayız” diyerek festivale katıldılar. Gece yarılarına kadar danslar edildi. Türküler söylendi.

Festivalin son gecesinde limandaki Coşkun Sabah konseri binlerce Adalının ve konuk Yunanlıların katılımıyla tam bir şölene dönüştü...

Yazar dostum Petros Markaris’le iskelede vedalaşırken, heyecanla bana döndü “Yakında görüşeceğiz” dedi. Yeniden, doğduğu topraklara, Türkiye’ye dönmeye karar vermişti



..........................................................12

ADALAR BELEDİYESİ'nden NE HABER?

http://www.adalar.bel.tr/haberler/hbr97.asp

BİNLERCE GÜVERCİN DOSTLUK İÇİN UÇTU

14 Haziran 2010


Defne Türk-Yunan Derneği tarafından bu yıl 9'uncusu düzenlenen 'Dostluk Festivali' 14–15 Haziran’da Büyükada’da yapılan çeşitli etkinliklerle büyük bir coşkuyla kutlandı.

Türkiye ve Yunanistan arasında sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri daha ileri düzeye getirmeyi amaçlayan festivalin ilk ayağı 12–13 Haziran tarihlerinde Yunanistan’ın İskeçe kentinde yapıldı.

Festivalin Türkiye bölümü 14 Haziran’da Büyükada Çınar Meydanı’na defne ağaçlarının dikilmesiyle başladı.


Türk ve Yunan sanatçılarının gerçekleştirdiği enstalasyon ardından Yalım Eralp'ın moderatörlüğünde E. Pasxalis, Mario Levi, Mıdırgıç Margosyan, Sırrı Süreyya Önder ve Sami Karabüyükoğlu'nun konuşmacı olarak katıdığı panele geçildi.


Panelin ardından Belediye binası kıyı şeridinde Adalar'ın çeşitli lezzetlerini yansıtan “Barışa Kurulan Sofra” vardı.



Gecenin ilerleyen saatlerinde Fasa Fiso grubunun gerçekleştirdiği sirtaki gösterisi katılımcıların büyük beğenesiye karşılaştı.


Festivalin son günü Büyükada’dan kalkan ve diğer adalarda uğrayan Müzikli Tekne’yle başladı. Ksanthi'li Rembetiko grubu çaldığı müzikler eşliğinde adaların gezilmesinin ardından gecenin finali Coşkun Sabah’ın Atatürk Meydanı’nda verdiği konserle sona erdi.

...

http://www.adalar.bel.tr/ih_ilan/ihale15.asp

Park ve Bahçelerin Bakım ve Onarımı Hizmeti alınacaktır

İhale İlanı

Adalar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nce “Park ve Bahçelerin Bakım ve Onarımı Hizmeti” alınacaktır. 4734 sayılı kamu ihale kanununun 19. Maddesine göre 08.07.2010 tarihinde saat 11.00’da açık ihale usulü ile ihaleye çıkılacaktır.

...

http://www.adalar.bel.tr/ih_ilan/ihale14.asp

Sokak Hayvanlarının Rehabilitasyonu Hizmeti alınacaktır

İhale İlanı

Adalar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nce “Sokak Hayvanlarının Rehabilitasyonu Hizmeti” alınacaktır. 4734 sayılı kamu ihale kanununun 19. Maddesine göre 01.07.2010 tarihinde saat 14.00’da açık ihale usulü ile ihaleye çıkılacaktır.

...

http://www.adalar.bel.tr/ih_ilan/ihale13.asp

Temizlik Hizmeti alınacaktır

İhale İlanı

Adalar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nce “Belediye Hizmet Binası ve Ek Hizmet Birimleri Bina Temizliği Hizmeti” alınacaktır. 4734 sayılı kamu ihale kanununun 19. Maddesine göre 01.07.2010 tarihinde saat 11.00’da açık ihale usulü ile ihaleye çıkılacaktır.

...

http://www.adalar.bel.tr/ih_ilan/ihale12.asp

Bilgisayar Kullanıcısı Hizmeti alınacaktır

İhale İlanı

Adalar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nce “Bilgisayar Kullanıcısı Hizmeti” alınacaktır. 4734 sayılı kamu ihale kanununun 19. Maddesine göre 01.07.2010 tarihinde saat 10.00’da açık ihale usulü ile ihaleye çıkılacaktır.



..........................................................13

From: SİBEL AKKAŞOĞLU
Subject: ADAEVİ 21-27 HAZİRAN
Date: June 22, 2010 2:43:51 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com


SEVGİLİ ADAEVİ DOSTLARI,

BU HAFTA ADAEVİ'NDE 25 HAZİRAN CUMA SAAT 20.30 DA ÜNLÜ YÖNETMEN İNGMAR BERGMAN'IN
1950 LERDE ÇEKTİĞİ SİYAH BEYAZ HARİKA GÖRÜNTÜLERİ OLAN ''ÇIPLAK GECE'' FİLMİNİ İZLEYECEĞİZ. 26 HAZİRAN CUMARTESİ SAAT 20.30 DA DA İBB ORKESTRASI MÜZİSYENLERİNDEN EBRU KENNİNGTON'UN TROMBON,ÖZLEM HOCAOĞLU'NUN PİYANO ÇALDIĞI BİR KONSERİMİZ OLACAK. HEPİNİZİ BEKLİYORUZ.

SEVGİLER SELAMLAR,
SİBEL AKKAŞOĞLU
ADAEVİ

NOT : KONSER GİRİŞ 15.- TL(BİR İÇKİ İKRAMI DAHİL)