30 Kasım 2009 Pazartesi

ADALAR POSTASI-2351: adalar sakinlerinin isteği yerine getirilmiş bulunmaktadır...

http://urun.gittigidiyor.com/BUYUKADA-ISKELEDE-LISELI-TALEBELER-HATIRA-FOTO_W0QQidZZ21858470


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

30 Temmuz 1897 Cuma günlü Büyükada İcadiye Sokağı'nda Klamante nam kadının uhdesinde kayıtlı olup onbeş seneden beri kirayla Fransız Katolik Mektibi ittihaz edilmiş olan hanenin bahçesine iki ahşap odanın inşasına ruhsat itasına dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada, 8/6/2005.


* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

30 Kasım 2009 Pazartesi günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
10-16ºC
% 79-98 nem
GB 17km/sa

Gündoğuşu 07:07... Günbatışı 16:37

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *

Cicely Mary Barker, The Yew Fairy.


* * *

1- Su Yücel: "Contemporary (İstanbul 2009)...3-6 Aralık'ta Hobi Sanat Galerisi'nde..."

2- Ataol Behramoğlu'yla Büyükada...

3- Milliyet Gazetesi Arşivi'nden: "Yaz tarifesinde yapılan bu değişiklik ve ilavelerle Adalar, Boğaz ve Haliç sakinlerinin isteği yerine getirilmiş bulunmaktadır..."

ADALAR POSTASI'nın 2351. sayısında...

)O(


.........................................................1

From: TALAT HITAY
Subject: su yucel sergi
Date: November 29, 2009 9:55:32 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Su Yücel, Contemporary (İstanbul 2009)...
3-6 Aralık'ta Hobi Sanat Galerisi'nde...






.........................................................2

"İstanbul'un Yüzleri"
'Ataol Behramoğlu'yla Büyükada'
İz TV
2007

http://www.sizdeyiz.com/vidi/?p=1886




.........................................................3

MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...

Milliyet, 7.6.1950

Yaz Vapur Seferleri

Adalar, Anadolu, Boğaz ve Haliç için yaz tarifesi başladı

Şehir Hatları Yaz tarifesinin tatbikine bu sabahtan itibaren başlanılmıştır. Tarifeye 7:05'te Pendik-Heybeli-Köprü, 8:05'te Büyükada-Heybeli, Köprü-Kınalı-Burgaz-Köprü olmak üzere 3 direkt sefer ilan edilmiştir. Ayrıca Pendik'ten 14:45'te tekmil Anadolu iskelelerine uğrıyan yine Pendik'ten 19:45'te Kartal ve Adalar'a uğrıyan 2 sefer konulmuş ve Bostancı-Adalar irtibatı sıklaştırılmıştır. Gidiş tarifesinde ise ikisi direkt olmak üzere 13:30 - 17:50 ve 19:15'te Pendik'e kadar uzanan 3 sefer ilave edilmiştir.
[...]
Ada ve Yalova postaları Ankara, Anadolu ekspreslerine bağlanmıştır. Yaz tarifesinde yapılan bu değişiklik ve ilavelerle Adalar, Boğaz ve Haliç sakinlerinin isteği yerine getirilmiş bulunmaktadır.

29 Kasım 2009 Pazar

ADALAR POSTASI-2350: aliye ile ömer... ve de seyfettin...

Aliye, Büyükada'da Şakir Paşa Köşkü'nün bahçesinde 1909.
http://www.antikalar.com/v2/konuk/konuk0901.asp


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

16 Temmuz 1897 Cuma günlü Beyrut Valisi Nazım Paşa'nın Kudüs'e gideceğine dair Heybeliada'dan Kudüs Patrik vekiline çekilen telgraf suretine dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada, 26/5/2005.


* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

29 Kasım 2009 Pazar günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Sağanak yağışlı
12-13ºC
% 66-90 nem
G 18km/sa

Gündoğuşu 07:04 ... Günbatışı 16:38

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *
Cicely Mary Barker, The Lilac Fairy.
(ADALAR POSTASI da iyiden şaştı vaktini demeyin lakin leylaklar açtı bahçede... II. Leylak mevsimi zaar!)


* * *

1- Begüm Yavuz: "Heybeliada sanatoryum yangınında Belediye Baskanımız Mustafa Farsakoglu'nun bütün tespitlerine katılmamak mümkün değil..."

2- Taha Toros: "Büyük ailenin küçük çocuğu Aliye, büyük bir özen ve sevgiyle büyütüldü. Yukarıdaki fotoğraf 1909 yılında Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinde çekilmiş. Küçük Aliye bebeği, koltuğun altında köpeği ve arkasında Habeşiştan’dan getirilen bakıcısı Seyfettin ile poz vermiş..."

3- Aliye ile Ömer...

4- Hatice Ezgi: "Sait Faik' Abasıyanık... Sait Faik'in Adası: Burgazada..."

5- Milliyet Gazetesi Arşivi'nden: "[27.7.1950] Özel İdare malı Heybeliada ve Burgazada ilkokul binalarının tamiri..."

ADALAR POSTASI'nın 2350. sayısında...

)O(


.........................................................1

From: BEGÜM YAVUZ
Subject: Re: ADALAR POSTASI-2349: ada sahillerine mopurkondu!
Date: November 28, 2009 8:11:36 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com


Heybeliada sanatoryum yangınında Belediye Baskanımız Mustafa Farsakoglu'nun bütün tespitlerine katılmamak mümkün değil.
2004 yılında Adalar ilcesinden İstanbul İl Genel Meclis üyeligine seçilmiştim (10cu donem) ve ilk önergelerimden bir tanesi (yakinen bildiğim için) ne yazık ki kullanılmadan bir kenarda duran dializ makinesinin ADAlardaki dializ hastaları için kullanıma verilmesiydi..

Saglık İl Müdürü'yle defalaraca konuşmuş önergemi inatla takip etmiştim.

Birçok engeli aştığımda bu makineyi kullanacak hemşire sayısı az o yüzden burada (atıl) beklemek durumunda biz buraya hemsire atayamayız dediler...

Heybeliada sağlık ocağıyla ilgili de önergem vardı ve oraya da ne yazık ki sadece yaz aylarında sağlık ekibi göndereceklerini kış ayları için herşeyin tamam olduğuna karar verdiklerini yazılı olarak bana bildirmişlerdi.

Adalar Sağlık Grup Başkanımız Dr. Gülsen Erçetin'le 4 yıl Kınalıada, Büyükada, Burgazada ve Heybeliada icin bütün sağlık eksiklerimizi tamamlamak üzere canla basla çalıştık ama karar verenlere katlanmak durumunda kalınıyor ne yazık ki!!!

Farsakoğlu o kadar haklı ki bu söyleminde ben de kasıt olduğunu düşünüyorum ve yüreğim parçalanıyor, benim dönemimde tinerci ve sokak çocuklarına bir mekan oluşturulacağı soyleniyordu biz CHP Grup olarak itiraz etmistik...

Bakalım neler yasayacagız?

"Güzel günler bekliyor bizi çocuklar
Güneşli günler bekliyor..."
diyen Nazım'ı daha neler yaparak yanıltacağız çocuklarımıza mahçup olacağız... Ne yazık!!!!

Sevgi ve her zaman dayanışma dileklerimle,

Begüm Yavuz



.........................................................2

http://www.antikalar.com/v2/konuk/konuk0901.asp

ALİYE BERGER (1903-1974)

TAHA TOROS

AİLE GEÇMİŞİNE BİR BAKIŞ
Geçmişleri acı tatlı olaylar ve serüvenler ile dolu Şakir Paşa ailesi, İstanbul’un “kalbur üstü” ve soylu ailesi olarak tanınırdı. Soyağaçları, baba tarafından Türki memleketlerine, anne tarafından Girit’e dayanır. Erkek tarafı göçmen olarak Afyon’un Kabaağaç beldesine, din adamı olarak yerleştirilmişti. Ailenin sürmesini sağlayan Mustafa Asım Bey, asker olarak yetiştirildi. Albaylığa ve “askeri şura azalığı” gibi, o dönemde önemli olan, bir makama kadar yükseldi.

Erken ölümü üzerine, dokuz yaşındaki kızıyla beş ve yedi yaşlarındaki oğulları İstanbul’a getirildi. Cevat ve Şakir adındaki bu çocuklar baba mesleği olan askerliğe yöneltilerek, parasız yatılı okullara yerleştirildi. Her ikisi de pırıl pırıl zekalarıyla, övgüler kazanarak, kurmay subaylığa ve paşalığa kadar yükseldiler. Bu kardeşler askerlik mesleğinden başka, tarihçilik ve sanat alanında da ün yaptıkları gibi siyasi görüşleri ve bilgileriyle de tanınıyorlardı. Bunlardan büyüğü olan Cevat Paşa, Sultan Abdülhamit döneminin en genç sadrazamlarındandı. Fotoğrafçılığa yönelmiş olan Cevat Paşa, sanatçı yönü olan bir kişiydi. Her markadan fotoğraf makinesi toplayıp, koleksiyon yapmıştı.

Ara Güler’in objektifinden Aliye Berger’in çok beğendiği fotoğrafı. Duvardaki resim keman virtüözü Aliye’nin sevgilisi Karl Berger’dir.

Çektiği fotoğrafların banyosunu evinde oluşturduğu karanlık odasında yapar ve kendisi basardı. Bu fotoğraflardan biri, 1901 yılında Paris’te ödül kazandı. Yaklaşık beşbin kitaptan oluşan bir kitaplığı bulunan Sadrazam Cevat Paşa, Osmanlı askeri tarihiyle ilgili yapıtlar da kaleme aldı. Cevat Paşa’nın, Abdülhamit döneminin sert tutumuna karşı kıpırdanmalar ile Paris’te odaklanan “Jön Türkler”e karşı ılımlı yaklaşımından kuşkulanan Padişah, onu görevinden alarak Şam’a sürdü. Ne var ki, sağlığı oranın havasıyla uyuşmadığından, neredeyse sedyeyle İstanbul’a getirildi ve genç denecek bir yaşta öldü. İki evliliğinden de çocuğu olmadığı için ismi, kendi çocuğu gibi sevdiği, yeğenine verildi. Bu çocuk, kardeşi Şakir Paşa’nın oğlu Cevat Şakir Kabaağaçtır ve “Halikarnas Balıkçısı” ismiyle tanınır.

Ailenin ikinci ünlü çocuğu Şakir Paşa’dır. Resim sanatına karşı ilgi duyan Şakir Paşa da ağabeyi gibi bir tarihçiydi ve Jön Türkler’in düşüncelerini benimsemeye eğilimliydi. Bu yüzden Harbiye Mektebi’ndeyken onyedi gün hapsedilmişti. Ağabey’i Cevat Paşa gibi o da yabancı dil bildiğinden, Osmanlı devletini yabancı ülkelerde iki defa elçi olarak temsil etti. Şakir Paşa da iki defa evlendi. İlk eşinden doğan oğlu baba mesleğini seçti. İkinci eşi Girit’ten getirilen Sare İsmet Hanım’dı. Sare İsmet Hanım el işi masa örtüleri yapmakta hünerliydi. İngiltere ve İtalya’da eğitim gören, ailenin büyük oğlu Cevat Şakir, gençlik döneminde başarılı bir ressamdı. Sürgüne gönderildiği Bodrum’u yazarlığıyla dünyaya tanıtıp, ün kazandı.

Aliye Şakir, gençliğinde bir baloya Mimi (LaBohemé operasından) kıyafetiyle katılmıştı.

Büyük ailenin küçük çocuğu Aliye, büyük bir özen ve sevgiyle büyütüldü. Yukarıdaki fotoğraf 1909 yılında Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinde çekilmiş. Küçük Aliye bebeği, koltuğun altında köpeği ve arkasında Habeşiştan’dan getirilen bakıcısı Seyfettin ile poz vermiş.

Aliye kardeşi Cevat Şakir’in eşi Remze Hanım ile.

Şakir Paşa’nın büyük kızı Hakkiye Hanım (seramikçi Füreya Koral’ın annesi) el işlemeleriyle, ikinci kızı Ayşe Hanım ise piyanistliğiyle tanınırdı. Hakkiye Hanım Side’ye yerleşerek oradaki büyük bir konağı otele dönüştürmüştü. Selçuklular döneminden kalan eski yapıların renkli ve oymalı ahşap tavan, kapı vb. öğelerini toplayıp, Side’deki otelinin tavanlarına ve kapılarına monte ederek, bu kalıntılara hayat veren kişiydi. Ailenin üçüncü kızı Fahrünnisa Zeyd, bilindiği gibi bir dünya ressamıydı.1 Ailenin son çocuğu, bu makalemizin konusu olan Aliye Berger’dir.


Aliye Dame de Sion öğrencisiyken


Emin Paşa Eskişehir’de 4.Kolordu Kumandanı olduğu sırada, kızı Füreya ve Şakir Paşa’nın kızı Aliye eski Osmanlı kıyafetiyle (1926)


1964 Viyana Sergisi

ALİYE BERGER İLE TANIŞMA
Aliye Berger’i, Büyükada’da babasının adını taşıyan “Şakir Paşa Köşkü”nde, yazlıkçı olarak oturduğumuz zaman tanıdım. Büyük bahçeli, bol ağaçlı, iki sokağa kapıları olan bu zarif kırmızı köşk, yalnız Şakir Paşa ailesinin değil, Büyükada’nın da simgesi gibiydi. İstibdat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin acı tatlı anıları bu büyük köşkün duvarlarına ve tavanlarına sanki sinmiş gibiydi. Ne var ki, bu tarihi köşk de Ada’daki diğer yaşlı binalar gibi adeta bir yapı kıyımına uğrayarak yok oldu.

Aliye Berger’i köşklerinin bir bölümünde yazlıkçı olarak oturmamız sırasında tanımakla birlikte, adına olan aşinalığımız çok eski yıllara dayanıyordu. Kendisi o zaman sanatçı değildi; ama sanatçı olan kocasına sevdası yüzünden, bir kadına karşı tabancı kullanan bir genç kızdı. İstanbul sosyetesi bu olay ile aylarca çalkalandı. Sanık olarak Sultanahmet’teki Adliye’de yapılan duruşmaları sırasında, boy boy çekilen fotoğrafları, gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı. Olay, aşkın ve kıskançlığın neler yaptırılabileceğini göstermesi açısından ilginçti. Aliye Berger’in hayatına ilişkin yayımlarda bu konuya hiç değinilmemiştir; çünkü bunu bilen ve o dönemden hayatta kalan çok az kimse vardır.

Sözkonusu olayı öykülersek, o dönem sosyetesindeki geleneğe göre, her genç kız bir müzik aleti çalmayı öğrenirdi. Şakir Paşa’nın üçüncü kızı, Fahrünnisa Hanım, İnas Senayi-i Nefisesi’ne devam ederek ressam olmuştu.

Ailenin son kızı Aliye Hanım’ın müzik bilgisi edinmesi için, İstanbul’a yerleşen ünlü Macar virtüözü Karl Berger’e gönderilmesi uygun görüldü. Keman dersleri almaya başlayan küçük Aliye, kısa bir süre sonra ünlü hocasına aşık oluverdi. Karl Berger, cana yakın bir erkek güzeliydi. Türk ve gayrimüslim aile kızlarıyla bu türden ilişkileri vardı. Aliye Hanım’ın ablaları, Hakkiye ve Ayşe Hanımlar, küçük kardeşlerinin Karl Berger ile ilişkisini sezerek, onu uyarmışlardı. Ama Aliye Hanım, bu uyarıları, “Berger benimle evlenecek!” diye cevapladı. İstanbul’un değişik semtlerinde değişik sevgilileri bulunduğu söylenen müzik hocası, gün geçtikçe Aliye’den uzaklaştı, hatta müziğe yeteneği olmadığını ileri sürerek derslere son verdi. Aşkının reddedilmesi anlamına gelen bu olay üzerine, hırçınlığı ve asabiyeti artan Aliye Hanım, onu tehdit girişiminde bile bulundu. Bu durum karşısında Karl Berger, İstanbul’u terk etmeye hazırlanıyordu. İşyerini boşalttı ve geceleri ders verdiği öğrencilerinden Madam Onnig’in Üsküdar’daki evinde kalmaya başladı.

Şiddetli kıskançlık neler yaptırmaz ki!... Ailesinin şiddet ile uyarmasına karşın, bu evi saptayan Aliye Hanım, aşkının da verdiği taşkınlık ile kendisine rakip gördüğü kadına karşı tabanca kullanmayı planladı. Bir gece, eniştesinin tabancasını alarak, Üsküdar yollarına düştü. Karlk Berger’in kaldığı ev, Üsküdar’da Tophanelioğlu yokuşunda otuzdört numaradaydı. Paris’te eğitim görmüş, ünlü hukukçu Hırant Bey oturuyordu. Kendisi Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Babıali’de hukuk müşavirliği sırasında yardımcılığını yapmış, daha sonra da hukuk müşavirliğini üstlenmişti.

Karısı da, kibar bir Ermeni ailesinden olan, Madam Duruhi’ydi. Kızı Matmazel Mani beş-altı yıldan beri Karl Berger’den ders alıyordu. Bu aileyle içli dışlı olan ünlü Macar virtüözü buraya geç saatlerde geliyordu. Aliye Hanım, kıskançlığının verdiği asabiyet ve aşkının dürtüsüyle, bir gece yarısı bu evin kapısına dayandı ve onu yaraladı... Ama gerçekte kapıyı açanı yaralamıştı. Bu kişi de, galiba evde çalışan bir kimse ya da kızın annesiydi... Söylentiye göre Karl Berger bu sırada alt kattan kaçmaya çalışıyormuş.

Sonuç olarak Aliye Şakir, otuzbeş gün hapis cezasına çarptırıldı. Doktor raporlarına göre, bu suç asabiyetle işlenmiş ve suçlu da tanınmış bir aileye mensup olduğundan, aynı zamanda da, böyle bir suçu tekrar işlemeyeceğine kanaat getirildiğinden, cezanın ertelenmesine karar verildi.

Aliye Berger’in Narmanlı Yurdu’ndaki evinin salonunda duvardakiler: Karl Berger, altta son Halife Abdülmecid Efendi’nin Karl Berger’e imzaladığı resmi ve solda Aliye’nin fotoğrafı.

Aliye Berger’in portresi, Fahrünnisa Zeyd.

1973 Pakistan Sergisi.

ALİYE BERGER İLE GEÇEN HAYAT
Bu olaydan sonra Aliye Berger’in Karl Berger ile beraberliği yirmi üç yıl sürdü. Karl Berger’in ölümünden altı-yedi ay önce, beraberlikleri resmileştirilmişti. Aşkın simgesi olan Karl-Aliye Berger evliliği 1947 yılında Karl Berger’in ölümüyle son buldu. Büyükada iskelesinden kalkmak üzere olan Ada vapuruna binmek üzereyken, Karl Berger’in kalbi duruverdi. Bütün adalılar yasa boğuldu. Aliye Berger, zaptedemediği hıçkırıklar içinde, eşini Büyükada’nın tepesindeki müslüman mezarlığında yatan babası Şakir Paşa’nın yanına gömdürdü.

O güne kadar Karl Berger’in müslümanlığı kabul ettiği ve ismini değiştirdiği bilinmiyordu. Aliye Berger’in Cumhuriyet gazetesine verdiği ilan ile bu öğrenilmiş oldu.

17 Eylül 1947 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde şöyle yazıyordu:

“Ömer Baki-Karl Berger’in vefatı şehrimizin sanat mahitinde teessürle karşılanmıştır. Memleketimizin çok iyi tanıdığı keman üstadı Şakir Paşa’nın damadı ve Bayan Aliye’nin eşi Ömer Baki’nin (Karl Berger) cenazesi bugün öğle namazından sonra Büyükada mezarlığına defnedilecektir.

KARL BERGER AŞKINDAN SONRA RESME YÖNELİŞ
Aliye Berger’in gençlik yıllarında, keman çaldığı ve hiç resim yapmadığı bilinir. Karl Berger’in ölümünden sonra, ona olan şiddetli aşkını gravüre adayarak üne kavuştu. Kendisinin anlattığına göre, çocukluk ve gençlik yıllarında üç kez resim ile ilgilenmek istedi. Resme karşı ilk sevgisini babasının kitaplarını karıştırırken, Çin resimlerini gördüğünde duydu. Ağabeyi Cevat Kabaağaç’ın İtalya’dan dönüşünde getirdiği boy boy çıplak kadın resimlerini gördüğündeyse, resim sanatı ikinci kez ilgisini çekmişti. Babası Şakir Paşa, bu resimlere çok kızmış, köşkün her yerinden kaldırtmıştı. Aliye Berger çocukluk yıllarında gizlice tavan arasına çıkarak, o resimleri seyretmesini kendine özgü konuşmasıyla anlatırdı. Üçüncü kez ilgisiyse, ablası Fahrünnisa’nın köşkün bahçesinde resim yaparken bayılmasıyla ortaya çıktı. Aliye Hanım, ablasının içeriye taşınması üzerine onun palet, fırça ve boyalarıyla başbaşa bahçede kalmıştı. Böyle bir anda, içinde resme karşı bir kıpırdanma olmasına karşın, ressamlığa başlaması, Karl Berger’in ölümünden sonra, kaybının acısına dayanamadığını gören ablası Fahrünnisa’nın onu alarak Avrupa’ya götürmesiyle başlar. Artık Karl Berger yoktur! Aliye Berger eşine karşı olan bütün aşkını önce heykele, daha sonra da gravüre yöneltir. Hocası John Buckland Wright’ın atölyesinde üç yıl çalışır. Oymalar, kazımalar ve siyah-beyaz boyalar, Karl Berger’e karşı duyduğu aşkı gibi onu bütün varlığıyla sarar. Onun gravürleri, kendi iç dünyasının dışa yansımasıdır. Sanatçılığında Karl Berger’e karşı duyduğu aşkın mayası vardır. Daha çok siyah ile beyazı yeğler. Bu sanatı Karl’ın acısını unutmak için seçtiğini anlatır. İlk sergisini İstanbul’da 1951 yılında açar ise de, bu meslekteki çabasının ödülünü 1954 yılında alır. Yapı Kredi Bankası’nın Uluslararası Yarışması’nda birincilik ödülü Aliye Berger’e verilir.

İstanbul,-kağıt üzerine karışık teknik, 45x70 cm

Aliye Berger’in yaşlılığı

YURTTA VE DÜNYADA SERGİLER
Yirmi-yirmi beş yıl boyunca, dolu dolu çalışmalarıyla Aliye Berger, resmin en zor dalı gravürcülüğünü doruğa çıkardı. Açtığı oniki özel ve kırksekiz karma sergisi, sanat tarihinde ender görülen olaylardandır.

Özel sergileri Paris, Londra ve Viyana gibi büyük sanat merkezlerinde, katıldığı karma sergiler ise yine ondört yabancı kente açılmıştı. Bu arada, sanatçının İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde dört, Albertina Museum’da da üç yapıtı sergileniyor. Aliye Berger gravür sanatına geç başladı, ama bu sanatıyla yaşadığından, az zamanda rekor denecek sayıda yapıt üretti. Ne var ki, onun bu sanatta doruğa çıkmasını, hayatını uğruna adadağı aşkı, Karl Berger göremedi. Ama Aliye Berger onun şiirlerini derledi ve gravürlerini yaptı. 1974 yılında sanat dolu yüreği duruverdi. O, ölümünden sonra büyük aşkı Karl Berger’e kavuşacağına inanırdı. Belki de öyle olmuştur!... Aliye Berger’in yapıtları ölümünden sonra sergilendi. Bunlar arasında iki büyük sergiye değinmek yerinde olur. 16 Ekim- 1 Kasım 1975 tarihleri arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen sergi bunlardan ilkidir. İkincisi ve sonuncusuysa Yapı Kredi Bankası’nın 11 Şubat-6 Mart 1988 tarihleri arasında düzenlediği Aliye Berger’in seksen kadar yapıtını kapsayan sergidir.

Gecekondu, kağıt üzerine karışık teknik, 78x28 cm

Karl Berger, kağıt üzerine yağlıboya, özel koleksiyon, 30x27 cm

Halikarnas Balıkçısı, gravür baskı resim, 32x23 cm

SABAHA KADAR ÇALIŞAN ÜÇ KAFADAR
Bugün hazin olan bu üç kafadardan ikisinin dünyamızdan ayrılmış olmasıdır. İkisi de sanat dünyamızın ünlü, ünlü olduğu kadar da özgün kişileriydiler. Kendilerine özgü fırçalarıyla ve gerçek dostluklarıyla sanat dünyamızın arslanlarındandılar. Bunlar Aliye Berger ve Cihat Burak’tı...

Artık, Büyükada’daki “Şakir Paşa Köşkü” yitirdiği yaşamıyla insanın içine işleyen bir görünümdedir. Yıkıcıların varisler ile görüşmeleri sıklaştıktan sonra, bir gün köşk yıkıcılara teslim edilir. Aliye Berger, bu eski ve büyük ailenin bir bavul dolusu “evrak-ı metrukesi”ni buraya getirmişti. “Aliye Hanım bu eski zaman hatırası, solmuş, susmuş kağıtların tasfiyesini arzulamaktadır.” Ailenin yakın tarihini ve geçmişini iyi bildiğimden olacak ki, bu konuyla benim ilgilenmemi rica etti. Bir gecede iki işi birden çözümlemeyi amaçladığından, Cihat Burak’ı da çağırdı. Cihat Burak, bir portre ressamı olmamakla birlikte, Aliye Berger’in, saraylıların kıyafetini andıran, ipek giysiler içerisinde portresini yapacak ve biz de aile bavulundaki belgeleri birer birer inceleyecektik. O günlerde ülserim ilerlediğinden bana Markiz’den bol miktarda muhallebi ısmarlama inceliğini göstermişti. Cihat Burak ile karşılıklı içmek üzere de, masaya iki şişe şarap koymuştu. Aliye Berger sık sık yatak odasına girip, ipekli elbisesini değiştirerek, Cihat Burak’a poz veriyordu. O kadar hareketliydi ki, Cihat Burak’ın ricalarına aldırmayıp, gözlerine sürekli değişik kirpikler takıyor ve yakışıp yakışmadığını soruyordu. Bir yandan da kağıtları bavuldan tek tek alıp bana okutuyordu. Çoğu eski dönemden kalan, emlak, işleriyle ilgili mektuplar, elektrik faturaları ya da gereksiz hesap pusulalarıydı. Önce bana okuttuğu belgeyi sonra da kendisi göz atıp, sağdaki çöp sepetine bırakıyordu. Bavuldan çıkan Cevat ve Şakir Paşalar’ın kaleme aldıkları tarihe ilişkin el yazılarından oluşan eserleri, notları, kendilerine verilmiş berat, ferman, şehadetname ve nişan gibi belgeleri sınıflandırarak, özenle dosyalarına yerleştiriyordu. Bavuldan, Karl Berger’in yurtdışı yolculukları sırasında kendisine gönderdiği gezi mektupları da çıkıyordu. Bunlardan bir ikisi vardı ki, Cihat Burak ile yırtmaması için ricada bulunduk, ama Aliye Berger kabul etmeyerek, kendisine gelen mektupları çöp sepetine atmayı sürdürdü. Örneğin, Karl Berger’in bir mektubu, Tahran’dan gönderilmişti. İran Sarayı’nda verdiği konseri anlatıyor, Şah’ın övgü dolu sözlerini aktarıyordu. Okuyup kendisine verdiğim birçok önemli pusula vardı. Bir tanesi tarihi bir mahkumiyetin iç yüzünü açıklayacak nitelikteydi. Bunu yırtmaması için yalvardım ise de kabul ettiremedim. Bu mektup, babasını öldüren Cevat Şakir’in hapishaneden annesine gönderdiği pusulaydı ve inancıma göre, olayın gerçek yüzünü aydınlatabilirdi. Bugünkü gibi belleğimdedir; “Valideciğim...” diye başlıyordu, “Hamil-i mektup, dava vekilimizin arzu ettiği gibi konuşacaktır. Kendisine mahremane üç altın veriniz. “İmza yerinde “C” harfi vardı.

Cevat Şakir’in, İstanbul’dan Afyon’daki Kabaağaç çiftliğine giderek, hizmetkarlarını tehdit edip babası Şakir Paşa’yı tabancayla öldürdüğü ve elbisesiyle hemen orada toprağa gömdürüp İstanbul’a döndüğü bilinir.2

Aliye Berger’in aşkıyla büyük sanatçı olmasına yol açan Macar virtüözü Karl Berger (1894-1947)

Otoportre 3, kağıt üzerine karakalem, 23x15 cm, özel koleksiyon

Ara Güler’in objektifinden Aliye’nin atölyesi

O gece şakalar ve gülüşmeler arasında sabahı bulduk. Güneş doğduktan sonra evlerimize döndük. Füreyya Koral, sevgili Aliye Berger’in vefatından sonra, sınıflandırıp düzenlenen çoğu ferman ve nişanlar ile ilgili belgeleri ve yayımlanmamış nefis ciltli el yazması tarihleri, aynı bavul içerisinde, bir kere de onun evinde gözden geçirmek üzere, bizi davet etti. Fermanların aile fertlerine hatıra olarak dağıtılmasını ve Mısır tarihiyle ilgili, bir cildi eksik olan yirmi dört ciltlik nefis yapıtın Türk Tarih Kurumu’na satilmasını önermem üzerine, konu oraya bildirildi ve oradan gelen bir profesör yapıtı incelendikten sonra, bu değerli yapıt, uygun bir fiyat karşılığında, bu kuruluşun oldu.

SİLAH SESİ KARIŞAN BİR AŞK SERÜVENİ
Aliye Berger’i, gençlik yıllarında çılgına çeviren bu aşk serüvenini çok kimse bilmez, ya da dilden dile kendilerine aktarılanı bilir. Bir tomar tutan mahkeme kararlarıyla, 1929 ve 1930 yıllarının gazetelerindeki yayımlar, bir aşk uğruna sıkılan kurşunun ayrıntılarıyla doludur.

DİPNOTLAR
1- Antik Dekor, Sayı 70
2- Sırası geldiği için bu konuda kendilerini ailenin yakın dostlarındanmış gibi göstererek gerçek dışı yayımlar yapanlar görülmüştür. Örneğin, bunlardan biri, bu olayın İstanbul’da, geçtiğini, mütareke ve işgal dönemlerinde yer aldığını yazmıştır. Bunlar gerçek dışıdır. Olay I. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Afyon’da geçmiştir. Hiçbir tarihi araştırma yapmadan, gerçek dışı yayım yapanlara önerimiz şudur. Zahmet edip Büyükada’nın tepesindeki İslam mezarlığına giderek, Şakir Paşa’nın mezar taşındaki tarihi okusunlar. Üzerinde 1914 Ağustos tarihini göreceklerdir.



.........................................................2

Aliye ile Ömer!

Aliye Berger (1903-1974) ile Charles Berger (?-1948)
Büyükada Mezarlığı.



* Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi, İstanbul (2000)217’de Rezan Yalman anlatıyor:

...bir ara sanki işleri busbutun karistirmak ister gibi, komsu kilisenin katolik papazi da gorundu. Berger’in Musluman oldugunu, cenazesinin Musluman adetlerine gore kaldirilacagi soylendi. Az sonra, sokagin karsisindaki caminin imami geldi ve Berger’in Musluman olduguna dair resmi kagitlari gormeden tepedeki Musluman mezarligina gomulmesine izin veremeyecegini belirtti. Lala, kagitlarin durdugu Hakiye’nin dairesine gidip evraki ertesi sabah getirecegini soyledi. Sehre giden son vapura yetisti ve ertesi sabah ilk vapurla adaya dondu...


* Ayse Kulin, Fureya, Istanbul (2000)195-199:

..."Daha once de soyledim size sanirim, olum denince aklima, ilk once Berger gelir.

Kilic’la iskelede bulusup, Aksam vapuruyla Ada’ya gecmistik. Eve hizli hizli yurumustuk. Kapi acikti. Once ben girdim iceri. On salondan bir inilti geliyordu. Yarali bir hayvanin aglamasini andiran, ic parcalayan ince, uzun, acili bir inilti. Hic bitmeyen bir ciglik. Salona girdim. Dipte, masanin uzerinde duran tabuta egilmis biri vardi. Oda lostu. Iyi goremiyordum.

“Teyze, Ayse teyzecigim” dedim fisildar gibi. Dondu ve bana bakti. Saclari didik didikti. Gozleri insan gozu olmaktan cikmis, derin birer kan kuyusuydu, elinde gumus sapli bir ayna tutuyordu. ALİYE!

“Canlanacak,” dedi bana bakarak. “Bak Fureya, bak, nefes aliyor.”
Tanrim, Berger’mis olen. Berger’mis.

Kilic Ali arkamda durup beni tutmasa yere yikilacaktim. Telasli ayak sesleri duydum. Ayse teyzem, Ahmet eniste, cocuklari Erdem ve Nermidil, birileri dolusuyordu odaya.

“Acisiz, eziyetsiz bir olum,” diyordu Ayse teyze, “Ne kendi cekti ne etrafina cektirdi. Hepimiz ayni yolun yolcusuyuz, kizim, anlatamiyorum ki Aliye’ye.”

“Nasil olmus efendim?” dedi Kilic Ali. Olumun nasil geldigi her nedense pek onemlidir geri kalanlara. En ince ayrintiya kadar sorulur, en ince ayrintiya kadar anlatilir.

“Sabah Budapeste’ye gitmek icin, biletlerini ayirtmaya gideceklerdi. Vapura yetismek icin araba bulamayinca, yol boyu kosmuslar.” Teyzem sesini alcaltiyor, gozuyle Aliye’yi isaret ediyor, “Zamaninda hazirlanamamistir her zamanki gibi. Saraylihanimin (Buyukada iskelesindeki unlu dondurmaci) orada bir sanci girmis gogsune. Hemen iceri girmisler, yere yatirmislar Berger’i. Aliye yakasini cozmus, nefes vermeye calismis. Kollarini oynatip durmus nefes aldirmak icin ama, o coktaaaan...”

Yavas yavas Aliye’nin yanina gidiyorum. Berger’e beyaz bir gomlek giydirip tabuta yatirmislar. Tabutun kapagi acik. Bakiyorum, Berger huzur icinde. Aliye hala elindeki aynayi tutuyor kocasinin agzina.

“Saat on birden beri tabutun basinda. Elinde ayna, Berger’in canlanmasini bekliyor,” diyor Ahmet eniste.

“Kacirdi galiba.” Erdem’in sesi bu. Irkiliyorum. Yok kacirmadi. O her zaman boyleydi asiri duygu yuklu, asiri iyimser ve asiri karamsar.

Simdi Aliye ile yan yana seyrediyoruz Berger’i. Gozyaslarim, cok eski dostumun, enistemin beyaz gomlegine damliyor.

Berger, bana sanatta hem mukemmeliyeti, hem de asla odun verilmemesi gerektigini ogreten sevgili, sevgili hocam... Bes yasindaydim karsisinda durup elime yayimi ilk kez aldigimda.

“Macaristan’da Krala karsi darbe yapanlarin arasindaymis. Istanbul’a kacmis. Saray’da Mecid efendinin cocuklarina ve sultanlara ders vermis zamaninda. Nadir Nadi ile Remzi Pasa’nin cocuklari da ondan ders aliyorlarmis,” demisti anneannem, “Fureya’yi kemana baslatmak istiyorsaniz, Berger’den iyisi olmaz.”

Karsisinda duruyordum ve dizlerim titriyordu. Elimi tutmus, kemanin bir ipegi andiran puruzsuz yuzeyini oksatmisti. Bir tahtanin bu kadar yumusak dokusu olabilecegine sasirmistim. Dizlerimin titremesi gecmisti.

“Fureya, yanagini kemanin uzerine daya ve dinle onu. Bak sana ne guzel seyler anlatacak,” demisti, “Sev onu Fureya, onu sev, onu hisset, onun parcasi ol!”

Sonra Aliye’yi sevmisti, onu hissetmis, onun parcasi olmustu. Dunyanin en muthis filozofu ve en muthis pedagogu...

“Aliye, gel canim, iceri gidelim, beni kirma,” diyorum. Beni duymuyor bile. Sabaha kadar basinda oturacak sevgilisinin, belki uyanir umuduyla.
....

Salondan cikiyoruz. Ince, dokunakli, cigligi andiran inilti hic bitmiyor. Bir kez daha bakiyorum arkami donup salona. Aliye, tabutun basinda, porselenden yapilmis, kirilgan bir biblo gibi oturuyor, elinde aynasi...
....

Berger’in olumu iki kisilikti. O, Ada’daki mezarliga gomuldu. Aliye ise, Ada’daki camlarin arasinda surekli aglayarak dolasan, yasayan bir oluye donustu.



.........................................................3

Hatice Ezgi

Sait Faik Abasıyanık...


http://video.google.com/videoplay?docid=5228822778297660049&ei=fdgPS6PoN5iw2ALq-fGYCQ&hl=en#

...

Sait Faik'in Adası: Burgazada...


http://video.google.com/videoplay?docid=-5726359624008563189&ei=UNsPS8yuKZn42wLvpajWDA&q=burgazada&hl=en&view=2&client=safari#



.........................................................4

MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=burgazada&isAdv=false

Milliyet, 27.7.1950

1837 07 137 78

Özel İdare malı Heybeliada ve Burgazada ilkokul binalarının tamiri

Keşif bedelleriyle ilk teminatları yukarıda yazılı işler ayrı ayrı açık eksiltme suretiyle yaptırılacaktır.

28 Kasım 2009 Cumartesi

ADALAR POSTASI-2349: ada sahillerine mopurkondu!


Büyükada, 9.5.1922.
http://urun.gittigidiyor.com/ISTANBUL-BUYUKADADA-ESSEGE-BINEN-3-BAYANIN_W0QQidZZ18471785


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

29 Haziran 1897 Salı günlü bir toplantısının Beyoğlu'ndan Avusturya Sefarethahanesi'nde yapılması teklifinde bulunduğuna dair Büyükdere'den Büyükada'daki Fransız sefirine çekilen telgrafın suretine dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada sahillerine mopurkondu, 26/11/2009.


* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

28 Kasım 2009 Cumartesi günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Sisli
9-16ºC
% 67-94 nem
G 12km/sa

Gündoğuşu 07:02 ... Günbatışı 16:39

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *

Cicely Mary Barker, The Wallflower Fairy.


* * *

1- mopurkondu!

2- Sokak Çalgıcıları Büyükada'daydı...

3- Popi Sakirakis: "Kınalıada’da 1800’lü yıllardan kalma üç katlı, çok güzel bir evimiz vardı. Yazları Yunanistan’dan eşimiz dostumuz gelirdi. Tabii evlerde şebeke suyu yok o zamanlar. Uzunca boylu, pompacı genç bir adam hatırlıyorum. Pencerede onun gelmesini beklerdik. Bir de komşunun eşeğini beslerdik. Acıktığında burnuyla pencereye vururduk..."

4- Nevin Arpaçay: "Tüm Adalı hemşerilerin Kurban bayramını kutlar,sağlıklı mutlu günler dilerim..."

5- Semiha Baltacı: "Tüm ADALAR POSTASI okurlarının bayramını sevgi ve mutluluk dileklerimle kutlarım..."

6- Selah Özakın: "bugün bayram / inik kepenklerin alnına koyulaştı akşam / keskin bir cinayet kokusu sızmakta aralık duran camdan / bugün bayram / farkında değilsiniz belki ama / bir kere daha / çok anlamsız bir sevap için işlendi büyük katliam..."

7- Mustafa Farsakoğlu: "Yangında kasıt var!"

8- Sheila Garakyan: "Hepinizi 'Ada Taşları' 5ergime bekliyorum..."

9- Levent Öget: "Sevgili TRT Radyo3 dinleyicileri, 11 Kasım 2009 Çarşamba akşamüzeri saat 18:00 den geçerli olmak üzere, TRT Radyolarında görev yapan tüm "Dış Yapımcı"ların işlerine SON VERİLMİŞTİR!"

10- Milliyet Gazetesi Arşvi'nden: "Yazılı gayrimenkuller 16/6/950 Cuma günü saat 15'de Milli Emlak Müdürlüğü'ndeki ayrı ayrı açık arttırmayla satılacaktır. İsteklilerin..."

ADALAR POSTASI'nın 2349. sayısında...

)O(


.........................................................1

Ada sahillerine mopurkondu!


Büyükada, 26.11.2009

Heybeliada, 26.11.2009

Burgazada, 26.11.2009

Kınalıada, 26.11.2009



.........................................................2

Sokak çalgıcıları Büyükada'daydı...

street musicians in buyukada from baris ozcetin on Vimeo.


http://vimeo.com/6379275



.........................................................3

Hürriyet, 15.11.2009

http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=12952508

[...]

Popi Sakirakis, hayalindeki hayatı yaşayamamış bir Rum; 1956’da daha küçücükken doğduğu topraklardan, İstanbul’dan ayrılan, ömrü “artık burası senin ülken” dedikleri ama tamamen yabancı olduğu Yunanistan’a alışmakla geçen. Tabii bir daha hiç dönmediği Türkiye de kelime konuşmadığı Türkçe de 50 yıl içinde hafızasından silinmiş gitmiş. Bu arada kötü bir evlilik, hayat mücadelesi derken hırpaladığı beyni, ondan ‘anevrizma’ yoluyla fena intikam almaya karar vermiş. Ama ameliyattan sonra doktorları dumur eden bir şey olmuş. Popi anadili gibi Türkçe konuşmaya başlamış. Daha ilginci Yunanca konuşulduğunda da boş boş bakıyormuş. Sakirakis’i Atina’da buldum. Bu ilginç hikâyeyi kendi ağzından Türkçe, İngilizce ve Yunanca dinledim.

KINALIADA'YI HİÇ UNUTAMIYORUM

Çocukluğumun İstanbul’undan, Türkiye’sinden aklımda kalan bir sürü şey var. Kınalıada’da 1800’lü yıllardan kalma üç katlı, çok güzel bir evimiz vardı. Yazları Yunanistan’dan eşimiz dostumuz gelirdi. Tabii evlerde şebeke suyu yok o zamanlar. Uzunca boylu, pompacı genç bir adam hatırlıyorum. Pencerede onun gelmesini beklerdik. Bir de komşunun eşeğini beslerdik. Acıktığında burnuyla pencereye vururdu. Babam, bizi her pazar mutlaka değişik bir yere götürürdü. En sevdiğim yer Uludağ idi. Yolda durup kimsenin basmadığı yerlerde karlar üstünde zıplamak.

Popi Hanım’ınki çok ekstrem bir örnek Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, Popi Sakirakis’in ameliyat olduktan sonra birden bire nasıl Türkçe konuşmaya başladığını tıbbi olarak yorumladı... Anevrizma yüz binde dört civarında rastlanan çok ciddi bir beyin kanamasıdır. Hastaların ancak yüzde 50’si hastaneye ulaşıp yaşamını sürdürebilir. Gerekli tetkik ve anjiyografi yapıldıktan sonra kanayan damar baloncuğu bir beyin ameliyatı ile kapatılır, böylece kanama riski ortadan kaldırılır. Anevrizma, Popi Sakirakis’in epizodik belleğini etkilemiş. Bu yakın dönem bellektir. Beyinde orta temporal lob ve frontal lobla ilişkilidir. Bu bölge hasar gördüğünde yeni öğrenilen bilgiler unutulur, geçmişe ait bilgiler korunur. Yunanca’yı unutup Türkçe konuşması beyinin sol tarafındaki konuşma merkezlerinin etkilendiğini gösterir. Aslında konuşma merkezi hasarlarında genellikle sonradan öğrenilen dil hatırlanır. Bu hikâyede ekstrem olan; hastanın neredeyse 50 yıl önce konuştuğu bir dili hatırlaması...

[...]


.........................................................4

From: NEVİN ARPAÇAY
Subject: Bayram tebriği
Date: November 27, 2009 1:59:41 PM GMT+02:00
To: adalarpostasi@gmail.com

Tüm Adalı hemşerilerin Kurban bayramını kutlar,sağlıklı mutlu günler dilerim.



.........................................................5

From: SEMİHA BALTACI
Subject:
Date: November 27, 2009 7:34:33 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Tüm ADALAR POSTASI okurlarının bayramını sevgi ve mutluluk dileklerimle kutlarım.

Semiha Baltacı



.........................................................6

From: SELAH ÖZAKIN
Subject: bugün bayram
Date: November 27, 2009 11:57:21 PM GMT+02:00
To: selah.ozakin@gmail.com


bugün bayram

inik kepenklerin alnına koyulaştı akşam

keskin bir cinayet kokusu sızmakta aralık duran camdan

bugün bayram

farkında değilsiniz belki ama

bir kere daha

çok anlamsız bir sevap için işlendi büyük katliam

hani o çok tanrılı zamanlarda

bin türlü nedenden ötürü

insan boğazlanırmış ya sunaklarda

her şey gibi

çağ dönmüş

evrilmiş adaklar da

artık sıra hayvanlarda

yani yeni değil tanrılara can adaması insanın

bari umrunda olsa zihinsel tapılanın

ne gezer

yakasını kurtaramadığından insan denilen vahşi hayvandan

öyle içli ağlar ki sormayın

iki gözü iki çeşme garibanın

o da naapsın

aldığı feyizle atalarından

koyunları

koyunlaşmış insanları toplayarak etrafına

hakça yaşamak adına

kalkışacak yakında yeraltından

kurtaracak adını din tüccarlarından

sonra

sonra mı

ne sonrası

tanrılıktan kurtarıp yakasını

nasırlı elinde tahta kaşık

sofrada düğün çorbası

ter damlayarak alnından

oturacak insan yoldaşlarının yanına

insanca

çın çın çınlayacak evrende barışın kahkahaları

yaslanarak geriye

koyacak son noktayı

“çok mutluyum dostlarım

bir fabrikada

günde beş saat çalışıyorum

emeğimin karşılığını alıyorum

ne celladım

ne kurban

rahatım

kaygısızım

çiçeklerle

böceklerle

kuzularla

develerle

ve elbette sizlerle

canlı olmanın en güzel anlamını yaşıyorum

sahi unutmadan

tanrılıktan yakamı kurtardıktan bu yana

yarın kaygısı taşımıyorum”


selah

21:09
27 11 2009



.........................................................7

ntvmsnbc, 22.10.2009
Göksun Gök

http://www.ntvmsnbc.com/id/25013264

Yangında kasıt var!

Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, gelinen bu noktayı anlattı ve yangının çıkış nedeni olarak ortaya atılan 'rant için yakıldı' spekülasyonlarına açıklık getirdi.


İSTANBUL - Sanatoryumun yer bakımından bölge için önem teşkil ettiğini söyleyen Farsakoğlu, "Cumhuriyet'in ilk ve en büyük yataklı tedavi kurumlarından biri. Bunun Heybeliada'da olması, yer seçimi bakımından bölge için oldukça önemli. Hastane olmasının yanı sıra tıbbi eğitim de veriliyordu. Siyami Ersek ve yüzlerce doktor bu kurumda eğitim gördü. İsmet İnönü başta olmak üzere pek çok isim tedavi oldu. Bu nedenle anlamlı ve tarihi olan bir yapı..." dedi.

Atatürk'ün emrinde kurulan 81 yıllık sanatoryumun kapatılmasını 'çok sevimsiz' bulduğunu dile getiren Başkan Farsakoğlu, Ada'da sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden şikayet etti ve gelinen süreci şöyle anlattı:

"Heybeliada'da şu anda yataklı bir tedavi kurumu yok. Sadece bir sağlık ocağı var. Yeni ihale ediyoruz, yaptırtmaya çalışıyoruz. Mesai saatleri içinde bir doktor var, mesai bitince ise herhangi bir doktor yok. Bu bağlamda sanatoryum bölgeye de büyük bir sağlık hizmeti sunuyordu. Bakanlığa bağlı, 660 yatak kapasiteli bu göğüs hastalıkları hastanesine, Türkiye'nin dört bir yerinden tedavi amaçlı pek çok insan geliyordu. Bu nedenle Heybeliada'ya önemli bir katkı sağladı. İhtilal döneminde devlet desteğini kesti. Çoğunlukla fakir insanlara destek veren bir yataklı kurumdu. O bakımdan işletme olarak görmemek gerek tabii ki. Sonuçta sağlık devletin sunmak zorunda olduğu hizmetlerden biri ve fiyatı olmaz. Daha sonra (gerçi biraz garip bir durum ama) borcundan dolayı elektriği kesildi ve maalesef kapatıldı. Sahipsiz kaldı. Bir bekçiyle ne kadar koruyabileceksiniz ki? 'Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur' derler, bizimki de dağ olmuş..."

YANGINDA KASIT VAR!
Farsakoğlu, yangının kendiliğinden çıkmış olmasının mümkün olmayacağını vurguladı. "Yangında bir kasıt olduğu belli ama bunun hangi boyutta, kim tarafından yapıldığına dair bir bilgi yok elimizde." diyen Başkan Farsakoğlu, arazi hakkında çıkan söylentileri anlattı ve sözlerine şöyle devam etti:

"Orada kendiliğinden yangın çıkması mümkün değil. Çatılar yandı, yapılar ciddi şekilde hasar gördü. Biz de ekip arkadaşlarımızla yangın bölgesindeydik. Kısa sürede söndürülmesi Heybeliada'da oluşacak bir felaketi de önlemiş oldu. Arazinin satılması konusunda çeşitli spekülasyonlar var. Sonuçta 61 bin metrekarelik, bir kısmı ormanda yer alan hazineye ait bir alandaki 80 yıllık yataklı tedavi kurumunu kapatır, tamamen boş bırakırsanız, bunun üzerinden devamlı spekülasyonlar yapılır. Bu yapı; pahalıya mal oluyor, hasta sayısı artıyor gibi sözlerle kapandı ve dediğim gibi 4 yıldır bomboş duruyor. Sonuçta hastaneye ihtiyaç var, her yerde mantar gibi özel hastane ve klinikler açılıyor. Sağlık kurallarından baktığımızda çok da elverişli değil maalesef.

'SADAKA TOPLUMUYLA BİR YERE VARILMAZ''
Devlet, sosyal devlet ilkesinden biraz uzaklaşarak, bir takım kamu hizmetlerinin neredeyse tamamını özel sektöre bırakmış durumda. Ancak bu değerli bir kurumdu, Cumhuriyet'in kurumuydu. Bu neden özel sektöre devredemezsiniz. Eğitimde, sağlıkta, ulaşımda elbette özel sektörün katkıları vardır ama 26 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve sosyal güvencesi olmadığı bir ülkede sosyal devlet ilkesini hayata geçirmek zorundasınız! Sadaka toplumuyla bir yere varılamayacağı kesin... Bir tarafta Anayasa'da laik, demokratik, sosyal bir devlet tanımlamışız ama sosyal devlet ilkesini kenara atıyoruz. Bu da 'sosyal devlet'in güzel bir kısıtlama örneği bence...

'BAKANLIK DA NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ BİLMİYOR!'
Son seçimde göreve geldim, yani bu konuyla ilgili bir katkımız yoktu ancak sayın Vali'yle seçim çalışmaları öncesinde burasının boş bırakalamayacağını vurguladık ve çeşitli girişimlerde bulunduk. Sağlık Bakanlığı'na ait bir yer, Bakanlığın ne yapmak istediğini tam anlamak gerekiyordu ancak onlarda bilmiyorlardı. Bu olay, konuları bir an önce netleştirir diye umuyoruz.

SAĞLIK ALANI OLARAK KALACAK
Arazinin, sağlık alanı dışında başka hiç bir amaçla kullanılamayacağını belirten Farsaklıoğlu, "Burasının büyük bir turizm tesisine ihtiyacı var mı derseniz, var ve elbette yapılacak ama bu araziye değil. Burası, sağlık alanı olarak ayrılmış durumda ve bunun değiştirilmesi de tarafımızdan düşünülmüyor. Değiştirilecek olursa da hukuki sürecinde (zaten Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi olduğumuz için) mutlaka bulunacağız. Aksi bir durum söz konusu olursa ona da engel oluruz." şeklinde konuştu.

Şimdi bu arazinin nasıl değerlendirileceği ise merak konusu...



.........................................................8

From: TALİN ETYEMEZ
Subject: ADA TAŞLARI V -SHEILA GARAKYAN HEYKEL SERGISI- UNION FRANÇAISE D'ISTANBUL
Date: November 27, 2009 10:23:17 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


HEPINIZI SERGİME BEKLİYORUM...
SEVGİLERİMLE,
SHEİLA GARAKYAN

NOT: SERGİ YERİNİN KOLAY BULUNABİLMESİ İÇİN ADRES DETAYI AFİŞİN ALT KISMINDA AYRICA BELİRTİLMİŞTİR.




.........................................................9

From: LEVENT ÖGET
Subject:
Date: November 14, 2009 7:04:09 PM GMT+02:00
To: ardahanuzunatagan@gmail.com


Sevgili TRT Radyo3 dinleyicileri,
11 Kasım 2009 Çarşamba akşamüzeri saat 18:00 den geçerli olmak üzere, TRT Radyolarında görev yapan tüm "Dış Yapımcı"ların işlerine SON VERİLMİŞTİR!

TRT Radyo yayınlarının büyük bir bölümünü, Radyo3 yayınlarının neredeyse %85'ini gerçekleştiren birbirinden değerli yapımcılar "Kapı Önüne" konmuşlardır.

Sürekli Dinleyenlerimizin farkettiği gibi halen, Radyo3 yayınlarında önceden yaptığımız programlar tekrar edilmektedir.

...

Sevgili Dinleyenler,

Yapılan bu büyük yanlışlığın biran önce düzeltilmesi için, en üst yönetim düzeyinde girişimlere başlanmıştır.

Önümüzdeki haftanın ilk günlerinde, sizleri bilgilendirecek yeni bir habere kadar lütfen tepkilerinizi saklı tutunuz.

Bizden haber bekleyiniz.

Yeniden Radyo3'e kavuşmak üzere.

Sevgiler,

TRT RADYO 3 Istanbul Yapımcıları



.........................................................10

MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr

Milliyet, 10.6.1950

Satılık Emlak

İstanbul Defterdarlığı'ndan:

Dosya No Cinsi Kıymeti Teminatı

511-708
Burgazada Gönüllü Cad. ve Mehtap Sok.
30 ada, 6 parsel, eski 43 mük. yeni 53 kapı sayılı 443 m2 arsa 2.558 192.85

511-1529
Büyükada Maden Mah. Çarkıfelek Cad.
219 ada, 2 parsel, eski 4 mük. yeni 4 kapı sayılı 539 m2 arsanın 1/8 payı 300 22.50

511-3228
Kınalıada Manastır Cad. 800 60
49 ada, 3 parsel, 281 m2 arsa

Yukarıda yazılı gayrimenkuller 16/6/950 Cuma günü saat 15'de Milli Emlak Müdürlüğü'ndeki ayrı ayrı açık arttırmayla satılacaktır. İsteklilerin nihayet saat 15'e kadar yatıracakları teminat makbuzları ve nüfus cüzdanlarıyla birlikte satış günü komisyona, fazla bilgi için sözü geçen müdürlüğe başvurmaları. (Teminatlar önceden de yatırılabilir)
(7255)



27 Kasım 2009 Cuma

ADALAR POSTASI-2348: yitik ada günceleri...

http://cgi.ebay.com/TURKEY-Constantinople-Jle-de-Prinkipo-Vintage-PC_W0QQitemZ190349700699QQcmdZViewItemQQptZUK_Collectables_Postcards_MJ?hash=item2c51b9ee5b#ht_1928wt_1094


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

27 Haziran 1897 Pazar günlü Büyükada'da Macar Caddesi'nde sakin Osmanlı Devleti tebasından Sucu Miço veled-i Yanko'nun Yunanistan'a kaçması ve hizmet etmesinden dolayı Osmanlı Devleti tabiiyetinden çıkartılmasına dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada, 18/2/2005.



* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

27 Kasım 2009 Cuma günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Sisli
7-15ºC
% 70-100 nem
G 10km/sa

Gündoğuşu 07:02 ... Günbatışı 16:39

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *
Cicely Mary Barker, The Groundsel Fairy.


* * *

1- Şirin Ünal Kahraman: "Sizin sayenizde adamdan kopmuyorum..."

2- 11.2.1910 tarihli Prinkipo (Büyükada) damgalı bayram kartı: İydiniz said olsun (Bayramınız mutlu olsun)...

3- Statis Arvanitis: "Bayramınız kutlu olsun..."

4- Celal Karaca: "Sayın Ada sevenler, Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım..."

5- Feride Özmat: "2004'ten bu yana yazdığım güncelerden bir seçki olan yeni kitabım 'Yitik Ada Günceleri' bu hafta Adalı Yayınları'ndan çıktı..."

6- Nur Çakmak: " Daha nice bayramları kutlayabilmek üzere..."

7- Cevahir Karabulut: "Aslında hiç kimse, aynı zamanda hepimiz olan ADALAR POSTASI'nı [...] okuyan herkese sevgi ve mutluluk dolu nice bayramlar dileyerek..."

8- Çiğdem )O( Selim Tugay: "KesME kurban olayım!"

9- Adalar Belediyesi'nden ne haber?: "Kurban Bayramınız kutlu olsun... 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlandı..."

10- Evrensel: "Anadolu yakasında Tüm Bel-Sen`in örgütlü olduğu Kadıköy, Maltepe, Kartal, Ataşehir ve Adalar belediyelerinde yüzde 100 katılımla iş bırakan memurlar..."

11- Hayko Cepki'nden [Büyükada'da] Melekler...

12- Milliyet Gazetesi Arşivi'nden: "DP [7.5.1950] sabah saat 10'da İçerenköy, Kadıköy, Heybeliada, Kuruçeşme ve daha bir çok semtlerde toplantılar tertib etmiştir..."

ADALAR POSTASI'nın 2348. sayısında...

)O(


.........................................................1

From: ŞİRİN ÜNAL KAHRAMAN
Subject: RE: ADALAR POSTASI 'okuma klavuzu' :)
Date: November 25, 2009 9:43:49 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com


Günaydın
Ellerinize, yüreğinize sağlık
Sizin sayenizde adamdan kopmuyorum
tarafıma gönderimlerin devam etmesini istiyorum
Saygılarımla,
Şirin Ünal KAHRAMAN



.........................................................2

11.2.1910 tarihli Prinkipo (Büyükada) damgalı bayram kartı:

İydiniz said olsun (Bayramınız mutlu olsun)...



http://urun.gittigidiyor.com/PRINKIPO-BUYUKADA-DAMGALI-OSMANLI-KART-11-2-1910_W0QQidZZ15681204




.........................................................3

From: STATİS ARVANİTİS
Subject: FW:
Date: November 26, 2009 8:59:42 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
ARKADASINIZDAN STATIS ARVANITIS'TEN



.........................................................4

From: CELAL KARACA
Subject: bayram kutlaması
Date: November 26, 2009 9:44:47 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Sayın Ada sevenler,
Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım...
Celal Karaca


.........................................................5

From: FERİDE ÖZMAT
Subject: Merhaba dostlar,
Date: November 26, 2009 11:21:47 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


2004'ten bu yana yazdığım güncelerden bir seçki olan yeni kitabım "Yitik Ada Günceleri" bu hafta Adalı Yayınları'ndan çıktı. Arzu edenler Adaevi'nden veya internet kitapçılarından ulaşabilirler. Keyifli okumalar diliyorum.

Hepinize sevgiler, selamlar...

Feride

*


Balkonda oturmuş, karanlığı yer yer yaran ve denizin üzerinde dans edermişçesine oynaşan ışıkları seyrediyor; irili ufaklı kayalara vuran dalga seslerini sayıyorum.

Hava ılık mı ılık… Yan bahçede bir kuş ötüyor. Cıvıl cıvıl sesiyle makara çeker gibi, sevdiğine kadar uzanacak portenin çizgilerine göz kamaştırıcı nağmeler dizer gibi ötüyor. Elimdeki ucu kütleşmiş kurşun kalem, kelimeleri düşünce ırmağımdan çıkarıp defterin sayfalarına yapıştırıyor.

Üzerimde inanılmaz bir hafiflik… Kendimi evimde, yuvamda hissetmenin; akşamları İstanbul'a dönmeyecek ve sabahları belki de aynı kuşun sesiyle uyanacak olmanın dayanılmaz hafifliği…

Saat 01.50…

Yepyeni bir gün, koşar adım ilerliyor sokaklarda. Tepeköy’ün ışıklarına doğru sesleniyorum.

“Merhaba Ada!”

(Kitabın içinden)

*

Yitik Ada Günceleri / Feride Özmat
Adalı Yayınları / Ekim 2009
ISBN: 978-975-9119-16-4
80 sayfa - 6,00 TL

http://www.idefix.com/vitrin/aramasonuc.asp?Shop=0&aranan_yer=0&Page=1&SearchTerm=Feride+%D6zmat&SearchTerm%3ASelectedValue=



.........................................................6

From: NUR ÇAKMAK
Subject: Bayram kutlaması
Date: November 26, 2009 11:31:21 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Daha nice yıllar bayramlarımızı kutlayabilmek üzere
sağlık ve mutluluklar diliyor,
sevgiler sunuyorum!

Nur (Baysal) Çakmak


.........................................................7

From: CEVAHİR KARABULUT
Subject: bayram kutlaması
Date: November 26, 2009 1:27:05 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Aslında hiç kimse, aynı zamanda hepimiz olan ADALAR POSTASI' nın oluşumunu sağlayan Emine Çiğdem Tugay ve sevgili eşi Selim Tugay' a sevgi ve mutluluk dolu nice bayramlar dileyerek, bu iletiyi okuyan herkes için aynı duyguları beslediğimi önemle vurgularım.
Herkese sevgiler.

Cevahir Karabulut



.........................................................8

From: ÇİĞDEM )O( SELİM TUGAY
Subject: kesME kurban olayım!
Date: November 27, 2009 10:01:15 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


kesME kurban olayım!



Bayramınız kutlu olsun...

Çiğdem )O( Selim
Tugay
27.11.2009



.........................................................9


ADALAR BELEDİYESİ'nden ne haber?



...

http://www.adalar.bel.tr/haberler/hbr61.asp

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLANDI

24 Kasım 2009

24 Kasım öğretmenler günü, Büyükada Atatürk Meydanı’nda yapılan törenle kutlandı.
Tören saat 10.00'da Kaymakam Salih Keser’in Kutlama Komitesi adına Atatürk Anıtı’na çelenk koymasıyla başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından kutlamalar Büyükada Şehit Murat Yüksel İlköğretim Okulu konferans salonunda devam etti.

Düzenlenen kutlamada emekli öğretmenler adına Naciye Atasoy, İlçe Milli Eğitim Müdürü Mihriban Arslan Büyük ve Kaymakam Salih Keser’in konuşmalarının ardından emekli öğretmenlerden Naciye Atasoy ve Şehzat Ertürk’e hizmet şeref belgeleri verildi. Ardından, “öğretmen sevgisi” konulu resim, kompozisyon ve şiir yarışmalarında dereceye giren öğrencilerden Mine Zeybek, Yeşim Akbaba ve Funda Şelik’e ödülleri verildi.


Gündüz kutlamalarından sonra akşam Büyükada’da düzenlenen yemekte eğlenceli saatler geçiren öğretmenlere, Adalar Belediyesi’nin armağanları Kaymakam Salih Keser, Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Mihriban Aslan Büyük tarafından takdim edildi.



.........................................................11

Evrensel, 26.11.2009

http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=61549

[...] ANADOLU yakasında Tüm Bel-Sen`in örgütlü olduğu Kadıköy, Maltepe, Kartal, Ataşehir ve Adalarbelediyelerinde yüzde 100 katılımla iş bırakan memurlar, belediyelerin kapılarına `Grevdeyiz` pankartı astılar. Grev önlükleriyle belediye girişlerinde bekleyen kamu emekçileri, vatandaşlara grev hakkında bilgi verdiler. [...]



.........................................................12

Hayko Cepkin'den [Büyükada'da] Melekler...



http://trtube.com/izle.php?v=ztbsnqvbqm


.........................................................13

MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr

Milliyet, 7.5.1950

Şehrimizde seçim propagandaları

[...]

Bugün yapılacak açık hava toplantıları

Partiler bir yandan da açık hava toplantılarına devam etmektedirler

Demokrat Parti ve Halk Partisi bu çeşit toplantıları için bugün yüklü bir program yapmış bulunmaktadırlar. DP Sabah saat 10'da İçerenköy, Kadıköy, Heybeliada, Kuruçeşme ve daha bir çok semtlerde toplantılar tertib etmiştir.

...

ADALAR'da SEÇİM HEYECANI!


- The funniest videos clips are here

http://www.metacafe.com/watch/2787550/b_y_kada_se_im_heyecan

26 Kasım 2009 Perşembe

ADALAR POSTASI-2347: [büyükada'da] sevmek zamanı...

Büyükada Lunapark Meydanı'nda.
http://urun.gittigidiyor.com/BUYUKADA-ESEK-GEZISI-FOTOGRAF-2_W0QQidZZ20893032


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

19 Haziran 1897 Cumartesi günlü Büyükada'da kalmaya mecbur olduğunu, Sör Philip Kürri'ye teesüflerinin ve Viktorya'nın jübilesi şenliklerinden dolayı tebriklerinin arz edilmesini, Lender gemisinin muvasalat ettiğini havi Kamiyon'un Büyükada'dan Tarabya'da Fransız Sefareti'ne gönderdiği telgrafın suretine dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada, 17/11/2009.


* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

26 Kasım 2009 Perşembe günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
7-13ºC
% 71-95 nem
KB 8km/sa

Gündoğuşu 07:02 ... Günbatışı 16:39

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *

Cicely Mary Barker, The Shepherd's Purse Fairy.


* * *

1- Milliyet Gazetesi Arşivi'nden: "Kızılay Derneği Adalar Şubesi'nin yıllık kongresi yarın [3.6.1950] saat 15'te Büyükada'daki..."

2- [Büyükada'da] Sevmek Zamanı: Ada'da çalışan boyacı Halil (Müşfik Kenter) oradaki bir köşkte gördüğü kadın resmine aşık oluyor. Resmin sahibi Meral (Sema Özcan) ise...

3- Begüm Yavuz: "Sevgili Avedis Hilkat, Verdiğiniz bütün emekleri yakından takip ediyorum ve bir ADAlı olarak şükranlarımı sunuyorum..."

4- Övgün Ahmet Ercan (Prof. Dr.): "Ulusumuza bilinç, gönenç, esenlikler dilerim..."

5- Adalar Müzesi: "Deniz fısıltılarının dostluğu, dayanışmayı, paylaşımcılığı baki kılması dileğiyle..."

ADALAR POSTASI'nın 2347. sayısında...

)O(


.........................................................1

MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr

Milliyet, 02.6.1950
Cemiyet

KONGRE
Kızılay Derneği Adalar Şubesi'nin yıllık kongresi yarın saat 15'te Büyükada'daki şube merkezinde yapılacaktır.



.........................................................2

SEVMEK ZAMANI...


Yapım: 1965-Türkiye
Tür: Dram
Yönetmen: Metin Erksan
Senaryo: Metin Erksan, Kemal Demirel
Yapımcı: Metin Erksan
Görüntü Yönetmeni: Mengü Yeğin
Müzik: Metin Bükey
Seslendiren: Yorgo İlyadis, Kemal Ergüvenç
Süre: 1 saat 24 dk

''Siyah beyaz fotoğraflarıyla Türk sinemasının en güzel ve çarpıcı filmlerinden'' Agah Özgüç, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Türk Sineması

Sinemamızın en önemli filmleri arasında gösterilen ''Sevmek Zamanı'', ''surete aşık olma'' halini beyazperdeye taşıyor. Boyacı Halil (Müşfik Kenter) yaşlı ustalarıyla birlikte çalışmaya gittiği köşkte duvarda asılı gördüğü bir kadın fotoğrafına tutkuyla bağlanır. Düşlerine giren bu kadın kısa süre sonra eve döner. Halil, Meral (Sema Özcan) adındaki bu kadın resimle arasındaki ilişkiyi bozmasını istemez. Çünkü onun aşık olduğu resimdir.

''Sevmek Zamanı'' ticari gösterime girmemiş, sinemalarda oynama şansı bulamamıştır. Kült tanımlamasını fazlasıyla hak eden bu film seyircisiyle ancak özel gösterimlerde buluşmuş, az sayıdaki televizyon gösterimiyle merak edenlerin karşısına çıkmıştır. (http://www.tulumba.com/storeItem.asp?ic=VI400602AJ672)


...

"Sevmek Zamanı"nı seyretmek zamanı...



http://video.google.com/videoplay?docid=3302075487686841701&ei=xHUMS8aGOaW-2gKdzonLAQ&q=sevmek+zamanı&hl=en&client=safari#m

...

FOTOPYA-MAG
Cem Başeskioğlu

http://www.fotopya.com.tr/fotopyamagdetay.aspx?id=77


İçinden Fotoğraf Geçen Filmler

Bu sayfamızda konuşacağımız ve üzerinde duracağımız asıl konu hareketin yakalanması üzerine kurulu Yedinci sanatın...
Bu sayfamızda konuşacağımız ve üzerinde duracağımız asıl konu hareketin yakalanması üzerine kurulu Yedinci sanatın, anın yakalanması olan bir başka sanat dalını bu kadar yoğun kullanmasıdır. Sinemanın ard arda gelen fotoğraf karelerinden oluştuğunu düşünürsek, sinema ve fotoğraf ilişkisinde, eşlerin kendi platformlarında birbirlerine yaptıkları jestler, aniden hoşbir sürpriz olarak çıkabiliyor karşımıza.

Sanatçı, ister fotoğraf ister sinema olsun konu, olay, mekan, model farketmeksizin iki anlatım yolunun peşinden gider. Objektif ya yaşadığımız dünyadan memnuniyetsizliği dert eder kendine ya da dünyayı olmasını istediğimiz, özlemini duyduğumuz haliyle gösterir bizlere. Ölümlü sanatçılar olarak, ölümsüzlüğe ulaşmanın yolu yakaladığımız anlarsa, çektiğimiz her kare hayata bıraktığımız mezar taşlarından başka nedir ki aslında… Bazı fotoğraflarla yakalanan anlar da, çağlarının en büyük tanıklıkları değil midir? Kendi çağlarını bile aşıp bize gelen ve hala yeni çekilmişgibi haz veren... Bazen bir filmde duvara asılıveren fotoğrafa yüklenen anlamlar, duygular modelin kendisinden daha çok etkilemez mi bizi. Sıkı sinefiller eşsiz ve benzersiz Metin Erksan başyapıtı “Sevmek Zamanı” filminden bahsettiğimi anlamışlardır.



Metin Erksan, halk tarafından anlaşılamayacağı için bu toprakların üzerindeki sinemalarda gösterime sokulmayan güzeller güzeli filmi “Sevmek Zamanı”nı yaptığında tarihler 1965 yılını gösteriyordu. Kısa bir süre önce başyapıtı kabul edilen (kimilerince) Susuz yaz ile Berlin film festivalinde Altın Ayı ödülünü kazanmıştı. Yani bırakın kendi halkı tarafından anlaşılmayı, Üstelikte Türklere burun kıvrıldığı bir dönemde daha kibarca söylemek gerekirse neredeyse görünmez olduğumuz bir dönemde ki o kadar görünmezdik ki yıllar sonra aynı ödülü kazanan bir zat ı muhterem bile Susuz yaz filminden habersiz olduğunu söylemişti. Ne yapmıştı da Metin Erksan, bu topraklardan ve gerçeklerinden yola çıkarak başka halklar tarafından bile anlaşılabilen ve ödüllendirilen bir filmden sonra kendi halkının bile anlayamayacağı iddia edilen böyle bir yanlışa düşmüştü (kimilerince!). Film yıllar sonra TRT tarafından üç kere gösterildi. Ben o zamanlar sinema okumayı düşleyen bir gençken gecenin bir vakti rastlamıştım o yalnız filme. Gencecik Müşfik Kenter hiç tanımadığı bir evin duvarına asılı bir kadın fotoğrafına olan aşkıyla demlenirken bende neredeyse tasavvufi bir dünyanın sinemasal bombardımanı altında huşu içinde kalıp adeta secde etmiştim büyük ustaya. Fotohaber, içinden fotoğraf geçen filmlerle ilgili bir yazı istediğinde tereddüt bile etmedim bu filmlerin en başında yazılması gerekenin “Sevmek Zamanı” olduğuna. Usta büyük ihtimalle aldığı sanat tarihi eğitiminin derin izlerini taşıyan sinemasal dilini, doğunun sufizmi ile harmanlayıp kendi kuramını oluşturuyor ve Türk sinemasının yürümesi gereken yolu aydınlatıyordu. Sanatla az biraz uğraşanlar iyi bilir ki seçilen modelin başarısı sanatçıyı pek çok dışsözden koruyacak ve takipçileriyle neredeyse hipnotik bir ilişki kurmasını sağlayacaktır. Fotoğraftaki kadını oynayan Sema Özcan derin, ürkek bakışları ve her an kırılacak hissi veren düşsel aurasıyla öyle güzel bir seçimdir ki, bütün film boyunca enfes güzellikteki pek çok karenin bilinçaltımıza yerleşmesini sağlar. Görüntü yönetmeni Mengü Yeğin’in usta işi siyah beyaz görüntü çalışması, Metin Bükey’in aklımızı başımızdan alan müzikleriyle kusursuzluk mertebesine ulaşır. Yoğun empresyonist etkiler taşıyan vapurda üç kadın planı, fırtınada iskelede bekleme planları, şehirdeki evin balkonundan bize her an ne kadar küçük ve zavallı olduğumuzu hatırlatan ‹stanbul planları Cezanne ya da Matisse tablolarından fırlamışgibi gözükse de film ilerledikçe poligon sahnesi, iki aşığın yürüdükleri boşsokalar ve özelliklede gelinlikli manken ve Sema Özcan’ın fotoğrafıyla göl üzerinde Müşfik Kenter’in kürek çektiği güzeller güzeli sahneyle usta yeni bir görselliğin kapısını araladığını yüzümüze çarpar. Kendi adıma sanat hayatımda yediğim en güzel tokatlardan biriyle üstelik. Gerçekliği varoluşu ters yüz eden ruh la bedeni, tutkuyu ve masumiyeti anlatan sandal üzerindeki mankenin kıyıda bekleyen gerçek aşka yaklaştığı plan bugün bile o kadar yeni ve ulaşılmazdır ki insan bu filmin çekildiği yılları ve şartları düşündükçe kıskanmaktan alamıyor kendini. Başrolünde bize bakan bir kadın portresinin olduğu filmin izlek olarak fotoğrafa dayalı bir görsel anlatım kullanmasının filme kattığı derinlik görsel açıdan etkiliyken, model olarak kullanılan karakterlerin başarısı bize fotoğrafın ardına saklı bir dünyanın tutkusunu hissetmemize ve karelerin içine girmemize ön ayak oluyor. Her fotoğraf meraklısının, her sinemaseverin hala görmediyse ısrarla tavsiye ettiğim bu filmi mutlaka görmelerini ve arşivlerine katmalarını diliyorum. En azından dünyayı yeniden keşfetmeye çalışmanın anlamsızlığını ve zaten başarılmışşeylerin sanki ilk kez yapıyormuşuz hissinden ve nafile çabalardan kurtarması için.



Bir dahaki yazıya kadar dostçakalın derken büyük usta Metin Erksan’a bir kez daha teşekkür ederken, böyle bir ustayı otuz yıldır setlerden uzak tutan Türk Sinema sektörünü de kınadığımı belirtmek istiyorum.




...

Radikal, 2.9.2007
Erman Ata Uncu

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7426

Sevmek Zamanı'nın zamanı

Müşfik Kenter ve Sema Özcan'ın oynadığı 42 yıllık 'Sevmek Zamanı' (üstte)yeni kuşak sinema seyircisiyle buluşmaya hazır.
Metin Erksan'ın kült filmi 'Sevmek Zamanı' DVD olarak yayınlandı. Yeni zaman seyircisinin keşfini bekleyen filmin yönetmeni, oyuncusu ve sinema yorumcularıyla konuştu


Metin Erksan'ın 1965 yapımı başyapıtı Sevmek Zamanı, yıllardır kült unvanının hakkını veren bir seyir izliyor. Zamanında gösterilecek salon zar zor bulmuş olsa da uzun zamandır meraklılarınca farklı şekillerde temin edilip seyredilmesi, (özellikle MSÜ Sinema TV Merkezi arşivinden) sadece kült filmlere reva görülebilecek bir ilgi çeşidi. Sonradan televizyonda yayınlanması ise, daha çok insanca keşfedilmesine, dolayısıyla, ününün sınırlarının genişlemesine vesile olmuş. Filmin etrafı bir efsane örtüsüyle kaplı.

Artık bu 'efsaneyi' temin etmek eskisi kadar zor değil. D Productions, Sevmek Zamanı'nın DVD'sini piyasaya sürdü. Üstüne çokça konuşulan, sık sık referans verilen film, artık daha çok kişinin elinin altında bulunabilecek.

Metin Erksan'ın senaryosunu yazıp yönetmenliğin yanı sıra yapımcılığını da üstlendiği Sevmek Zamanı'nın temel meselesinin suretle aşk olduğu konusunda çoğu kaynak hemfikir.

Adada çalışan boyacı Halil (Müşfik Kenter) oradaki bir köşkte gördüğü kadın resmine aşık oluyor. Resmin sahibi Meral (Sema Özcan) ise üst sınıftan, çevresine yabancılaşmış genç bir kadın. Halil'in aşkına karşılık vermek istese de o, resme âşık olduğunu söyleyerek Meral'i reddediyor.

Bu hikâye de aslında, Yeşilçam aşk filmlerinin temelindeki sınıf çatışmasının bir çeşitlemesi (1). Ama tıpkı Vesikalı Yarim'de olduğu gibi Sevmek Zamanı'nda da bu tanıdıklığın içinde insanı farklılığıyla afallatan, dingin bir atmosfer var. Sevmek Zamanı'nı ayrıksı kılan, onu nesiller boyu efsaneleştiren, katmanlarını artıran şey de, muhtemelen, tanımlanması zor bu hissiyat.

Sevmek Zamanı'nın farklı okumalarının bolluğu, onun nasıl katmanlı bir eser olduğunun kanıtı. Erksan'ın o dönem taraflarından biri olduğu ulusal sinemacılar ve 'evrenselci' Sinematekçiler arasındaki tartışma, Sevmek Zamanı'nın da sıklıkla bu odağa yerleşmesine sebep oldu. Tabii ki 'suretle aşk' temasının Doğu edebiyatıyla bağlantısı, Batı usulü aşk-Doğu usulü aşk arasında kurulan karşıtlık filmin bu açıdan değerlendirilmesinin diğer nedenlerinden (2).

Ama asıl ilginç olan, filmin tanımları aştığı yönleri. Sevmek Zamanı üretildiği dönemdeki ortamdan ayrı düşünüldüğünde de çeşitli anlamlar kazanan bir yapım. Ulusal sinemanın örneği sayılan bir filmin, aynı zamanda gerçeklik meselesinin tartışılmasına zemin olması, onun zenginliğine örneklerden sadece biri. (Fuat Ercan'ın bu savı sunduğu makalesi, http://www.bianet.org/2007/08/03/100507.htm adresinden okunabilir.)

Sevmek Zamanı'nın günümüz seyircisi için ifade ettikleri ise muhtemelen DVD'si sayesinde izleyicilerini artırdığı için daha da çeşitlenecek. Çünkü film, Doğu-Batı karşıtlığı temasının boyunduruğundan kurtulduğunda da estetiğiyle, kendine özgü atmosferiyle, seyirciyle geçmiş arasında farklı kapılar açıyor. Üzerine yapılan tanımlar eskise de verdiği his, tazeliğini koruyor. Biz de Sevmek Zamanı'nın eskimeyen tarafını belgelemek için hem yaratıcısı Metin Erksan'a ve oyuncusu Müşfik Kenter'e hem de eserin itibarını teslim eden iki yorumcuya Fatih Özgüven ile Övgü Gökçe'ye başvurduk.

(1, 2) Ali Murat Akser, Ulusallık Arayışında Bir Yaratıcı: Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı (1965), Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler 1

...



...

"Yarı deli bir kız, ormanda gezinen bir adam..."


>> Metin Erksan
Tatilde yakaladığımız Metin Erksan'ın 'Sevmek Zamanı'yla ilgili hisleri muhtelif. İlk başta seyircisiyle zar zor buluşturulan filminin efsane haline gelişini ise görmüş geçirmiş bir serinkanlılıkla değerlendiriyor gibi.


Sevmek Zamanı'nın sonraki seyri hakkında ne düşünüyorsunuz? Zamanında gösterime girememişti ama yıllar içinde bir kült haline geldi.
Zamanında gösterilmedi. Sinemalara sokamadık. O zaman çok zorluklar vardı. Sonra televizyonda oynadı. Televizyonda seyredildikten sonra sevdi demek insanlar.


Böyle bir seyri olacağını, dönemin koşullarında seyircisiyle buluşmasının zor olacağını tahmin etmiş miydiniz?
Yoo öyle bir sonuç beklemiyordum ama zaten çekerken bu filmde benim asistanım yoktu. Set işçileri zaman zaman asistanlık yapıyordu. Bizim ekip dört veya beş kişiydi.


Niye?
O zaman dar bütçeliydi filmler. Bir de ben kalabalık sevmem film çekerken, ondan dolayı olacak.


Sevmek Zamanı'nın, dönemin sinemasında ayrıksı bir yerde durduğu da sık sık dile getirilir. Katılıyor musunuz?
Tabii tabii, benim bütün filmlerim öyle zaten. Para kazanmak için yapılmış filmlerin dışındakilerin Türk sinemasıyla hiç ilgisi yoktur. Mesela Sevmek Zamanı'nın Türk sinemasıyla ne ilgisi var? Daha doğrusu Sevmek Zamanı'nın kendisi Türk sinemasıysa diğer çoğunluğun artık ne sineması olduğu belli değil. (Gülüyor)


Oyuncu seçiminizde en çok neyi önemsemiştiniz?
O sırada demek ki onları münasip görmüşüm.


Filmin başta gösterime girmemesinde bildiğimiz anlamda popüler oyuncuların yokluğunun da etkisi olabilir mi?
Olabilir. Ama mesela o zaman filme şöyle bakılıyordu Türk sinemasının içinde: Yarı deli bir kız, ormanda, elinde plastiğe sarılı bir çerçeveli bir fotoğrafla bir adam geziniyor... O dönemin prodüktörleri, sinemacılar da böyle bakıyorlardı.

...

"Bizimkileri biliyorsunuz"


>> MÜŞFİK KENTER
Müşfik Kenter, 'Sevmek Zamanı'yla ilgili her anekdotu gülümsemeyle hatırlıyor. Filmin başlarda kötü giden talihini ise "Bizim seyircileri biliyorsunuz" diye açıklıyor.


Sevmek Zamanı'nda nasıl rol aldınız?
Metin Erksan çağırdı beni.


Çekimler sırasında farklı bir iş kotarıldığını hissetmiş miydiniz?
Çok farklıydı zaten. Günlerce her sabah Ada'ya gittik. Sabah vapuruyla. Sonra Ada'da iş bitti. Belgrad Ormanları'na gittik. Biraz uzun bir çekim olmuştu. Hatta film bitti dediler, dört ay sonra bir yer kalmış orayı çekelim diye geri çağırdılar.


Hangi sahneydi?
Hiç hatırlamıyorum valla. (gülüyor)


Metin Erksan nasıldı sette?
Metin Erksan biraz sinirli bir yönetmendi yani bağırıp çağırıyordu. Ama çok güzel çalıştı. Biz de alıştık onun bağırmalarına, çağırmalarına. Aldırmıyorduk.


Film, zamanında bir salonda gösterime girebilmişti. Ama sonradan kült konumuna yükseldi. Bu seyri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İş yapacak bir film değildi. Çok güzel bir filmdi ama iş yapacak bir film değildi. Ama bizim seyircimizi biliyorsunuz. Pek rağbet etmiyor öyle filmlere.

...

"Antoniovari bir modernizm ve Tanpınarvari bir huzur"


>> FATİH ÖZGÜVEN
Fatih Özgüven, 'Sevmek Zamanı'nı yorumlarken onun için kategoriler üstü bir tanım getiriyor: Melez...


Sevmek Zamanı'nın farklı dönemlerde cazibesini yitirmemesinin sebebi ne olabilir?
Filmin etrafında örülen efsane tabii ki.


Bugünün Türk sinemasında 'Sevmek Zamanı'nı çağrıştıran bir damardan söz edilebilir mi?
Elbette. Nuri Bilge Ceylan, tabiat ve insan ilişkisi konusunda, Semih Kaplanoğlu -bence yanlış anlamakla birlikte - manzara ile duygu durumlarını açıklama konusunda 'Sevmek Zamanı'ndan etkilenmişlerdir gibi geliyor bana. Reha Erdem de özellikle 'A Ay'da siyah-beyaz peyzaj duygusu açısından 'Sevmek Zamanı'na borçludur.


O dönemdeki ulusal sinema - sinematek tartışmalarında Sevmek Zamanı nereye oturuyor?
Ben o tartışmayı aşılmış buluyorum. 'Sevmek Zamanı', Erksan'ın o zamanlar sevdiği anlaşılan Antonionivari bir modernizmle Tanpınarvari bir 'huzur' duygusunun tuhaf, güzel ve belki de günü için fazla erken bir karışımıdır. Bir melez, daha doğrusu.

...

"Nereye yerleştireceğini bilemeyenler de olacaktır"


>> Övgü Gökçe
Peki parodiye aşina nesillerin 'Sevmek Zamanı'na bakışı... Altyazı yazarı Övgü Gökçe, Ohio Üniversitesi'nde, sinemada hissiyatın bir metod olarak düşünülüp düşünülemeyeceğini Türk sineması üzerinden çalışıyor. Sevmek Zamanı'nın hissiyatı üzerine konuşurken yeni seyircilerin filme nasıl hisler besleyeceği üzerine tahmin de yürüttü.


'Sevmek Zamanı'nın etkisini yitirmemesinin sebebi ne olabilir?
Ben 'Sevmek Zamanı'nı, şans eseri Mimar Sinan Üniversitesi'nde 35 mm. kopyasından seyrettim. Sevmek Zamanı, hem geleneğe dair konuları hem de son derece etkileyici görselliğini özgün bir biçimde anlatan bir üsluba sahip. Şimdi baktığımızda her köşesi içimize sinmeyen bir film olabilir. Ama bence hâlâ kimileri için Türk sinemasının tarihsel açıdan çok önemli bir yerine oturan, kimileri için neredeyse kült sayılabilecek bir sürü sahneye sahip. Diyaloglar, oyunculuklar, birtakım görsel buluşlar...


Filmin zaman içinde farklı anlamlar kazanmaya başladığını söyleyebilir miyiz?
Mutlaka ama şu anda ilk defa o filmi izleyecek seyircinin nasıl tepki vereceğini pek bilmiyorum. Yani ben de Türk sinemasını konuştuğum farklı dönemlerdeki öğrencilerimle hep farklı tartışmalar yaşadım. 'Sevmek Zamanı' hâlâ başka kuşaklardan insanlar için bir cazibe unsuru olduğu kadar birçok insan da onun kendini ciddiye alan üslubuyla anlaşamayabiliyor. 80'li, 82'li, 83'lü insanlardan bahsediyorum. Çünkü bir şekilde onlar gelenekle kurulan ilişkinin daha çok parodi çizgisi üzerinden ilerleyen örneklerin görüldüğü bir dönemde yaşadılar. O yüzden tarihsel bağlamı içinde 'Sevmek Zamanı'nı görmeye çalışanlar mutlaka olacaktır. Ama doğrudan filmle karşılaşıp onu nereye yerleştireceğini bilemeyenler de olacaktır diye düşünüyorum.

...









.........................................................3

From: BEGÜM YAVUZ
Subject: Re: TÜRKKIZILAYI ADALARDA SAĞLIK TARAMASI YAPACAK
Date: November 25, 2009 7:41:18 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com, bilgi@adalarmuzesi.com


Sevgili Avedis Hilkat,

Verdiğiniz bütün emekleri yakından takip ediyorum ve bir ADAlı olarak şükranlarımı sunuyorum..
Herzaman dayanışma dileklerimle...
begum yavuz
Büyükadalı bir yurttaş



.........................................................4

From: ÖVGÜN AHMET ERCAN
Subject: RE: ADALAR POSTASI-2346: büyükada'da geçen bir hortlak filmi "ölüler konuşmaz ki"yi gururla sunar...
Date: November 25, 2009 2:34:54 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


KOYUNUN, BÜYÜKBAŞIN KURBAN EDİLMESİ İÇİN ‘BOYNUZLU’ OLMASI GEREKİYOR.

TÜRKİYE’MİZİ YABANCI SÖMÜRÜCÜLERE KURBAN EDENLERİN BOYNUZLU OLMASINA BAKILIYOR MU?
YOKSA, İŞBİRLİKÇİLER DOĞAL BOYNUZLU MU?

Ulusumuza bilinç, gönenç, esenlikler dilerim...

Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN



.........................................................5

From: ADALAR MÜZESİ
Subject: Adalar Muzesi / Bayram Tebrigi
Date: November 25, 2009 8:14:43 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com