4 Şubat 2012 Cumartesi

ADALAR POSTASI-2654: ada ormanlarına salınan sülünlerden bir haber var mı?...

Burgaz Adası'nda, 1935.

* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

26 Şubat 1912 Pazartesi günlü, Rıhtım Şirketi aleyhine Evkaf Nezâreti'nin açtığı Kınalı, Burgaz ve Hayırsız Adaları'ndan taş çıkarma davasının ilgili mahkemece hükme bağlanmasının münasip olacağına dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Fotoğraf: Mustafa Albayrak, Kar Denizi'nde bir kayık, Büyükada, 3.2.2012.

* * *


ADALAR'da HAVA DURUMU:

4 Şubat 2012 Cumartesi
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
3/8ºC
%67-78 nem
Keşişleme, GD 17km/sa
Gündoğuşu 07:13... Günbatışı 17:22...


* * *
Cicely Mary Barker, The Burdock Fairy.

__________________________________________


1- Serap Uzunlar: "Ada ormanlarına salınan sülünlerden bir haber var mı?..."


2- İsmet Güvenç: "Burgaz Adası'nda Kış..."


3- Adalar Turizm İşletmecileri Derneği: "2012'de yapılacak EMİTT fuarı için Adalar Belediyesi'nce Adalar'da bulunan STKlarla güçbirliği yapıldığını ADALAR POSTASI-2654/9 (3.2.2012)'ndan okumuş bulunmaktayız..."

4- Gündüz Mutluay: "Lefter, gönlümüzde yaşamaya devam edecek..."


5- Panoramik Adalar fotoğraflarını görmüş müydünüz?...


6- Yorgo L. Zarifi: "Hatıralarımın sırasını bulabilmek için şimdi biraz geriye dönmek zorundayım. 1884 yılında babam romatizmaya yakalandı. Doktorlar, Vosporos'un (Boğaziçi) neminin kendisi için zararlı olduğunu söylediler. Babam büyük bir üzüntü içinde Therapia'yı (Tarabya) terk etti ve beş sene boyunca Pringipo'ya yazlığa gitti..."

7- Adalar Müzesi: "Hayali Adalar Çocuk Atölyesi" 18 Şubat'ta... 


8- Hakan Kabasakal: "Bir hazine avcısı için Bâbil’in Asma Bahçeleri’ni keşfetmek neyse, Prens Adaları’nın saklı bahçelerine dalmak bugüne kadar bende hep benzer duygular uyandırdı..."

9- Şükrü Abanoz: "Adalar Belediyesi için denizin bittiği tarih: 15.1.2012..."

10- Anadolu'nun isyanı!... Anadolu'yu vermeyeceğiz!...

)O(




_____________________________________________

From: SERAP UZUNLAR
Subject: Terminatör olmadı, sülün saldılar.
Date: February 3, 2012 4:24:04 PM GMT+02:00

Terminatör olmadı, sülün saldılar...
İstanbul Valiliği, ormanlarda çam kese böceğine karşı mücadele kapsamında başka böcekler yetiştirmeyi denedi. Hepimizin bildiği gibi Adalar Orman İşletme Şefliği de çam kese böcekleri için terminatör adı verilen böceklerden yetiştirmişti.

Ancak Terminatör böceklerinden başarılı sonuç alınamaması üzerine Valilik, ormanlardaki sülün sayısını artırmayı denedi. İlk denemelerin olumlu sonuçlanması üzerine proje geliştirilmeye başlandı. Bu amaçla Polonezköy Sülün ve Keklik Üretme istasyonu kuruldu.

İstanbul Orman Müdürlüğü Çam kese böcekleriyle mücadele için ormanlara sülün bırakmaya başladı.

Duyumlarıma göre Adalar Orman İşletme Şefliği de Adalar ormanlarına sülün salmış.

Yerli sülünler yaşam alanı olarak genellikle nehir etrafındaki sulak, ağaçlık ve fundalık düz alanları tercih ederler. Gövdeleri ağır olduğu için uçmaktan çok yürümeyi tercih ederler. Akşamları dallara tünerler. Göz açıp kapayıncaya kadar çalıların arasında kaybolurlar. Havalanınca hızla kanat çırparak kanat sesi çıkarırlar. Ancak çok fazla uzak mesafe uçmazlar. Genellikle birkaç kilometrelik alan içinde bulunurlar ve göç etmezler. Sülün yırtıcılar tarafından avlanmaz ise 5-10 sene kadar yaşayabilir. Ancak doğal ortamda başta yırtıcı kuşlar olmak üzere birçok avcı hayvanın sevdiği avdır.

Sülünler gerek Türkiye’de gerekse dünyada bilinçsiz avlanma ve doğal yaşam alanlarının bozulması nedeniyle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.

Acaba Ada ormanlarına salınan sülünlerden bir haber var mı?

Adada yaşama uyum sağladılar mı? Kaç tane salındı, kaç tanesi yaşıyor?

Sülünler takip ediliyor mu? Sülünler Adalarda Çam kese ile mücadelede etkili oldular mı?


_____________________________________________

From: İSMET GÜVENÇ
Subject: Re: Winter in Burgaz Ada - New Film from Ismet Guvenc
Date: February 2, 2012 7:40:31 PM GMT+02:00




_____________________________________________

From: ADALAR TURİZM İŞLETMECİLERİ DERNEĞİ
Subject: 2012 Emitt fuarı
Date: February 3, 2012 11:04:01 AM GMT+02:00

2012 EMITT fuarı...


2012'de yapılacak EMITT fuarı için Adalar Belediyesi'nce Adalar'da bulunan STKlarla güçbirliği yapıldığını ADALAR POSTASI-2654/9 (3.2.2012)'ndan okumuş bulunmaktayız. Adalar Turizm İşletmecileri Derneği olarak böyle bir güçbirliğinden haberimiz olmadığı gibi konuyla ilgili herhangi bir toplantıya da çağrılmadık.

2009 EMITT fuarında Derneğimiz yöneticilerinin becerisi sayesinde ADALAR TURİZM İŞLETMECİLERİ DERNEĞİ, Kültür Bakanı'nın İstanbul Anadolu yakasında ziyaret ettiği tek STK standı olmuştur. Böylece dergi ve gazetelerde bu ziyaretin pozitif yansıması devam etmiş olup ADALAR'ın tanıtım katsayısı yükselmiştir. Geçen dönem Adalar Belediyesi'nin düşük yoğunlukta ele aldığı proje, Belediye Turizm Danışmanlığı konsepti içerisinde Adalar'ı tanımayan danışmanlarla organize edildiğinden ivmeyi düşürmüştür. Bu yıl da fuara Derneğimiz davet edilmemiştir. Herhangi bir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için bu açıklamayı gerekli gördük.

Semiha Baltacı
ADALAR TURİZM İŞLETMECİLERİ DERNEĞİ Başkanı


_____________________________________________

From: GÜNDÜZ MUTLUAY
Subject: lefter
Date: February 3, 2012 4:21:10 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Lefter...

Lefter Küçükandonyadis Büyükada'da, 21.5.2011.
)O(

Ben ilkokul öğrencisiyken Lefter büyük futbolcuydu. 70’ime iki adım kalmışken onu uğurluyoruz. Yani uzun yıllara dayanan bir ilişki. Bu kadar demlenmiş bir ilişki biter mi hiç? Gönlümüzde yaşamaya devam edecek.

Gündüz Mutluay

_____________________________________________

Panoramik Adalar...

Adalar Kültür Derneği tarafından her yıl düzenlenen ve bu seneki teması “Panoramik Adalar” olan 10. Adalar fotoğraf yarışmasında Aras Neftçi, Alberto Modiano, Yard. Doç. Ozan Bilgiseren, Özer Kangür, Yalçın Savuran’dan oluşan jürinin ödüle layık gördüğü fotoğrafları görmüş müydünüz? 

* * *

Tasarım Yarışmaları, 18 Ekim 2011

Birincilik Ödülü Hüseyin Türk

İkincilik Ödülü Fatih Balkan

Üçüncülük Ödülü  İhsan İlze 


_____________________________________________


ADALAR POSTASI (25.12.2005) Sandığı'ndan...

Yorgo L. Zarifi (çev. Karin Skotiniyadis), Hatıralarım (Kaybolan Bir Dünya İstanbul 1800-1920), İstanbul (2005)259-264:

PRİNGİPO (BÜYÜKADA) 


Hatıralarımın sırasını bulabilmek için şimdi biraz geriye dönmek zorundayım. 1884 yılında babam romatizmaya yakalandı. Doktorlar, Vosporos'un (Boğaziçi) neminin kendisi için zararlı olduğunu söylediler. Babam büyük bir üzüntü içinde Therapia'yı (Tarabya) terk etti ve beş sene boyunca Pringipo'ya yazlığa gitti. 

Pringipo'nun büyük bir kısmını manastır arazileri oluşturuyordu. Bu durum bütün Pringiponisa (Prens Adaları)'da aynıydı. 

Pringipo'unun manastırları üç taneydi: Ayios Yeorgios, Ayios Nikolaos ve Hristos. 

Birincisi Kalavrita'daki (Mora Yarımadası'ndaki Ahaia Bölgesi'nde bulunan tarihi bir kasaba) Ayia Lava'ya (Kalavrita'nın 7 kilometre güneybatısında bulunan ve Yunanlıların 25 Mart 1821 tarihinde Osmanlı Devleti'ne karşı Bağımsızlık Savaşı'nı başlattıklarını ilan ettikleri manastır) aitti. Kilisenin etrafında Megalomartiras'ın (Hristiyanlık inancı uğruna işkence çektikten sonra şehit düşen kişi) yardımını istemeye gelenler için misafir odaları bulunuyordu. Bu misafir odalarının bugün kurtarılmış olduğundan şüphe etmekteyim; zira bunlar ahşaptandı, üstelik o büyük kutsal şenlikler artık yok. Atina'da ‘Bu Dromokaitioluktur’ (Atina'da bulunan ruh ve sinir hastalıkları hastanesi), İstanbul'da ise "Bu kudunaslıktır" (Eskiden ‘Bu Mazhar Osmanlık’, bugün ise ‘Bu Bakırköylük’ deyişine denk düşer) söylemi, bir İstanbul deyişi olarak kaldı. 

Ayios Nikolaos, Kırım Savaşı döneminde, büyük bir bölümü ölen ve burada gömülen Rus esirlerini tedavi etme şansına sahip olmuştur. Ölenlerin gömüldükleri anıtmezar bu manastırın Rusların koruması altına girmesine neden oldu. Bu durum manastırı Türklerin her türlü tepkisinden koruyordu. 


Hristos özellikle olağanüstü manzarasıyla ünlüdür: Dört bir taraftan denizi gören bir yaylaya bakmaktadır. Mis gibi kokan devasa çamları vardır. İnsanlar oraya, özellikle sabah saatlerinde, sık sık uğrarlar. Burada bir kahvehaneye ait masalar ve sandalyeler yan yana dizilmiştir; ancak gelenlerin çoğu çam ağacı iğnelerinin oluşturduğu kalın bir örtü üzerine uzanmayı tercih ediyorlardı. 

Oraya vardığınızda, kahveci size ihtimam göstermek için koşar ve "Ne emrederdiniz?" diye sormadan önce, sigaranızı yakmanız için bir parça közle pirinçten bir küllük getirirdi. Bu her kahvehanede oluyordu; çünkü o zamanlar kibrit günümüzdeki kadar yaygın değildi. 


Daha sonra, büyük vapurların gerçekleştirildiği bir dönemde, tüm bu ormanlık alan yabancı işadamları tarafından satın alındı. Buraya çok büyük bir "Palas" (lüks otel) inşa edildi. Ancak, şirket işe başlayamadan iflas etti. 

Babaannem Zarifi, tüm şirketi tasfiye memurlarından satın aldı. Babam oteli yetimhaneye dönüştürdü... Patrik Yoakim yetimhanenin açılışında bulundu. Fakat açılışı takriben yirmi sene sonra gerçekleşti, bu nedenle de bu konudan vakti geldiğinde bahsetmek istiyorum. 

Babam adanın en güzel evlerinden birini kiraladı. Bu ev, iş bulmak için Poli'ye göçen, hükümette iyi bir göreve geldikten sonra Türk vatandaşlığına geçen ve Paşa ünvanı alarak Poli'ye temelli yerleşen sayısız yabancılardan biri olan bir Fransız'a aitti. Bu Fransız'ın ismi Blacque Paşa'ydı. (Fransız İhtilali'nden kaçmış birinin torunu. Defalarca Pera'nın Belediye Başkanlığı'nı yapmış ve Pera'yı bir dizi eserle güzelleştirmiştir. Yorgo Zarifi bir dönem de Pera Belediye Meclisi'nde meclis üyesi olarak görev yaptı. 1868) Bir oğlu diplomat, diğeri ise Türk ordusunda subay oldu. 

Blacque'nin evi, daha önce bahsettiğim soydaşlara ait diğer evler gibi, yazlık bir ev olarak aşırı derecede lüks inşa edilmişti. Hatta bu evin, diğer evleri bu konuda geçtiğini zannediyorum. Her odada Avrupai parkeler, maundan kapılar, her katta banyolar ve o dönemde Poli’de hiç duyulmamış bir şey olan kalorifer tesisatı vardı... Ne ebeveynimin, ne de dedelerimin, pek çok ailenin gitmeyi alışkanlık haline getirdiği gibi, umumi hamamlara gittiklerini asla duymadım. 

Babam Pringipo’da Blacque’ın hamamını sadece iki kez yakardı. Bunu, arkadaşlarını da çağırarak keyif için yapardı. Banyodan hem önce hem de sonra hamama gelenler limonatalar, kahveler ve sigaralar içerek minderlere uzanırlardı. Bana göre asıl zevk buydu. 

Annem böyle bir eğlence düzenlemeye asla teşebbüs etmedi.


Blacque’ın malikânesinin, Hristos’un çamlık alanından başlayan ve denize kadar inen setlerden oluşan çok büyük bir bahçesi vardı. Umumi yol burayı ikiye ayırıyordu. Sonu olmayan bir merdiven, tepede bulunan evden başlayıp iskeleye kadar iniyordu. Malikânede tavla, seralar ve özellikle ıhlamur ağaçları gibi büyük ağaçlar da vardı. Poli’deki dut ağaçları çok büyüktür. 

Her yaz başında, sandıklar ve evin sabit eşyası dışında, iki araba ve dört atın da taşındığı büyük göç gerçekleşirdi. Arabalardan biri landau, diğeri ise panier, daha doğrusu eski Atinalıların söylemeye alıştıkları şekilde “vis-à-vis” idi. Bütün küçük eşyalar gemiyle taşınıyordu. Arabalar ve atlar için, yelkenle yolculuk eden ve yolu altı satte alan iki mavuna kiralanıyordu. Daha sonraki yıllarda, annem ata binmeyi alışkanlık haline getirdiğinde, çok güzel siyah bir Arap atı olan “Kader” de beşinci at olarak diğerlerine eklendi. Bu ata karşı büyük bir sevgi besliyorduk. Sırtında annemizi gördüğümüz zaman ise, annemize karşı büyük bir hayranlık duyuyorduk. 

Okur, Pringipo gibi küçük bir adada hanımların ata binmekten zevk almaları hususunda belki de şaşıracaktır. Eskiden insanların günümüzde olduğundan çok daha kolay eğlendiklerini söyleyerek bunu açıklayacağım. Üstelik, yaptıkları her ne olursa olsun, bunu inançlarına ve geleneklerine uygun olarak yapıyorlardı. Annem, sayfiye yerinde ata bindiği zaman bile, klasik siyah bir amazon kıyafeti giyer ve uzun bir erkek şapkası takardı. 

Çeşitli soydaşlar atla gezintisinde anneme eşlik ederlerdi. Gri bir askeri ceketin üzerine beyaz deri bir kemer takmış olan seyis ise annemi takriben yirmi metre geriden izlerdi. Anneme düzenli olarak eşlik edenler arasında Viyana’dan gelen Aleksandro Baltacis’i, Belçika’dan gelen Karatheodoris’i ve çok zarif bir Türk subayı olan İzzet Paşa’yı hatırlıyorum. İzzet Paşa, her zaman için ailemizin sadık bir dostu olarak kaldı. Fakat yıllar içinde o derece şişmanladı ki, onu bu haliyle gördüğüm zaman, gençliğinde binicilikte nasıl o denli başarılı olabildiğini düşünüp dururdum. 

Poli’de binicilik sadece zenginlerin tadını çıkardıkları bir spor değildi. Yolların yetersizliği, herkesi ulaşım aracı olarak at kullanmak zorunda bırakmıştı. Gençlik yıllarımda, Stavrodromi’nin, Galata’nın, Bizans’ın büyük meydanlarında, her vapur iskelesinde kiralık atları olan “sürücüler”le karşılaşırdım. Araba geçmeyen bir yere gitmek istediğin zaman, bir at alırdın, sürücü de seni arkandan yürüyerek takip ederdi. Fakat herhangi bir seyir için değil de, gezinti amacıyla bir at istediğin zaman, atı kiralar ve yoldan seçmek yerine, tanınmış ahırlardan isterdin. Her binicinin kendine özgü tercihleri vardı. 


Pringipo’ya hoş vakit geçirmeye gelen halkın büyük bir kısmı için alışılagelmiş spor, vapur iskelesinde bekleyen eşeklerdi. Eşekçiler seni tanırlar, sana isminle hitap ederler, elbiselerinden tutup seni çekiştirirlerdi. Ciddi insanlar faytonu, gençler ise eşeği tercih ederlerdi. Yazlıkçı veya gezmeye gelen gençlerin gruplar halinde, dur durak bilmeden adanın yollarını kahkahalar ve bağrış çağrışlarla dört nala giden eşeklerinin üzerinde katettiklerini görürdün. Eşekçiler onları arkalarından koşarak izlerler ve hayvanlarına acımadan vururlardı. Eğlencenin tam olması için ada turunun büyük bir koşuşturma içinde gerçekleştirilmesi şarttı. 

Kardeşlerim, eşeğe binmeye, çocuklar için için özel olarak hazırlanmış sepetler içinde, bebeklikten başladılar. Babannem, eşeğe binmeyi ada hayatının vazgeçilmez bir parçası olarak nitelendirdiğinden, seksen yaşında bile, her sabah Hristos’a çıkmak için eşeğe binmeyi faytona tercih ederdi. 

Vosporos büyükelçilikler, yabancılar ve stationnaires’lerin mürettebatlarıyla kozmopolit bir yapıya sahipti. Oysa Pringipo, tamamen Rum toprağıydı. Ada’da oturanlar Therapia’da oturanlardan sayıca daha fazlaydılar; evler ise Therapia’daki evlerle kıyaslanmayacak kadar çok ve büyüktü. 

Türkler Pringipo’ya geldikleri zaman, Türkiye sınırları dışına çıktıklarını zannediyorlardı. Müslüman bir kadın Poli’de sadece yüzünü ve saçlarını sımsıkı örtmekle kalmayıp, kapalı arabası, halayığı veya haremağası olmadan hiçbir yere gidemezdi. Onu yoldan babası veya kocasıyla asla göremezdin, zavallı kadın otele bile girmeye cesaret edemezdi. 


Yasaklar Pringipo’da kalkıyordu. Müslüman kadın çarşafını ve yaşmağını çıkartıyordu. Kocasının eşliğinde landau’ya biniyor ve kır kahvelerinde oturuyordu. Fakat bu bahsettiğim durum yavaş yavaş oluşmaya başladı; zira bahsettiğim yıllarda, Pringipo’da Türkler bir elin parmakları kadar azdı. 

Evimiz geniş ve ferahtı. Dostlar her zaman olduğu gibi salonlarımızı dolduruyorlardı. Babam misafir kabul etmek için deli oluyordu. Her zaman dalgın olan babamın tek kötü tarafı, anneme haber vermeyi unutması ve böylece hiç hazırlık yapılmadan sıkça misafirlerin gelmesiydi. Bu yüzden de yemeğimizin her zaman gereğinden fazla olması gerekiyordu. 

Dedemler, yani Nikolopuloslar ve kızları Mari, beş sene boyunca bizimle birlikte, İngiliz mürebbiyelerimizin refakatinde, Paris’ten gelen kuzenlerimiz Vlastoslar’la buluşmak üzere babaannem Zarifi’nin Vosporos’taki evine gitmemize izin verdi. Oraya gideli üç gün olmuştu ki, kızıl hastalığına yakalandım ve bütün Therapia’yı telaşlandırdım. 

Vlastoslar köşke çıktılar, Eleni’yi ise Sofia Hala aldı. Bana gelince, hastalığımı kardeşlerime de bulaştırırım korkusuyla annem ve babam Pringipo’daki Hristos’ta küçücük bir ev kiraladılar. 

Tamamen kapalı kaldığım bu bir ay boyunca kendimi okumaya verdim. Fakat her şeyde aşırıya kaçan biri olduğumdan, baba evine döndüğümde gözlerim o derece yorulmuştu ki, miyop ve şaşı oldum! 

Bir gece babam, Blaque Paşa’nın evinde, Sırp Kralı Milan’ı yemeğe kabul etti. O zamanlar, Kral Milan’ın Poli’de olmasının bir nedeni vardı. İlk başlarda halk arasında fısıltı halinde yayılan bir dedikodudan ibaretken, zamanla bizzat Kral tarafından herkesin diline düşürüldü bu neden. 

Kral Milan Pera’da yaşayan bir Rum hanımefendiyi seviyordu ve ona evlilik sözü vermişti. Fakat her ikisi de evliydi. Kadın kolay bir şekilde boşandı; buna karşın Kral, Sırp Kilisesi’nin büyük tepkisiyle karşı karşıya kaldı. Fakat doğması beklenen bir çocuk ve Milan’ın ise bir Kral, üstelik de aşık bir kral olması, onun istediğini elde edeceğine dair hiç kimseyi şüpheye düşürmedi. 

Babam Kral’ı ona yakışır bir biçimde kabul etmek istedi. Biz çocukları en çok eğlendiren şey, bahçemizin ışıklandırılmasıydı. Bütün bir öğleden sonra, kız kardeşim ve ben ağaçlara tırmanır ve uygun olan her dala kağıt fenerler asardık. Yere, ağaçlık yollara ve merdivenlereyse yağ kandilleri yerleştirilirdi. Bu manzara, çocuk gözlerime ışıl ışıl görünürdü. 

Babam ve dedem frak giydiler. Bu dedemi böyle resmi bir kıyafetle gördüğüm tek gündür. Babaannemi de sadece o gece dekolte bir elbiseyle gördüm. 

Babamızın Kral Hazretleri’ni bahçenin kapısında karşılamasını balkondan izledik. Annemizin güzel reveransı müthiş ilgimizi çekti, fakat babaannemizin yaptığı daha az başarılı reveransı görünce gülümsedik. 

Sonra Kral, ev sahibi ve yemeğe katılan diğerleri eve girdiler ve gözümüzün önünden çekildiler. Yemek sırasında kaydetmeye değer bir olay yaşandı; çünkü bu adeta tarihi bir olaydır ve Kral Milan’ın gerçek arzularına ilişkin önemli ipuçları vermektedir. 

Postacı, Kral için bir telgraf getirdi. Taşralarda hep olageldiği üzere, postacının telgraf’ın içeriğinden haberi vardı: “Getirdiğim haberi,” dedi, “acilen Kral Hazretleri’ne iletiniz. Çok önemlidir.” 

Telgraf, Kral’a masada teslim edildi. Kral telgrafı tam okumadan masada bulunanlara dönerek: 

“Size verilecek,” dedi mutluluk içinde, “olağanüstü bir haberim var. Artemisia bana bir erkek çocuk hediye etti.” 

O anda hizmetkâr şampanya servisi yapıyordu, Kral Milan dolu bardağını eline aldı ve anneme hitap ederek şunları söyledi: 

“Lütfen, her ikisinin de sağlığına içelim.” 

Maalesef, Artemisia’nın rüyaları asla gerçekleşmedi.

_____________________________________________

Adalar Müzesi


Müze'de Edebiyat Atölyesi 18 Şubat'ta 

Geçici Sergiler - Bloglar - Adalar Yazarlar Şairler

Müze'de Edebiyat Atölyesi 
"Hayali Adalar Çocuk Atölyesi" 18 Şubat'ta... 


Müze’nin “Adalar Yazarlar Şairler… mitostan edebiyata...” Sergisi, "Çocuklarla Edebiyat Atölyesi"nde dünyanın dört bir yanından adalar ve edebiyatçılarla buluşuyoruz...

Antarktika yakınlarında Sıçra Adaları, Yeri bilinmeyen ülke Herland, belki de Kuzey Denizi’nde Fidye Adası...

Atölye Yönetmeni: Berfu DURUKAN
Atölye Danışmanı: Sevengül SÖNMEZ
Tarih: 18 Şubat 2012 Cumartesi
Yer: Aya Nikola Hangar Müze Alanı
Saat: 11:00-13:00
Yaş: 7-12 yaş arası

Rezervasyon için form doldurabilir ya da telefonla bize ulaşabilirsiniz. 

*Atölye çalışmaları ücretsizdir.
Kontenjan 15 kişiliktir.
Detaylı bilgi için: Hülya Kurt: 0507 202 81 77

_____________________________________________

Sualtı Gazetesi, 22.8.2011
Hakan Kabasakal 

http://www.sualtigazetesi.com/?p=6349 

MARMARA DENİZİ
MARMARA’NIN HAFIZASI 


Tanrı buraları boş bir vaktinde yaratmış olmalı. Taşların üzerine özenle sürdüğü her renkten belli ki çok keyif almış. Cansız kayaların katılığını yaşamla yumuşatırken harcadığı çabada aceleden eser yok. Yıllarca öldü gözüyle bakılan Marmara’nın derinlerinde, insanı hayrete düşüren bir renk cümbüşü var.

Marmara Denizi gözden uzak derinliklerinde, eşine az rastlanır canlılara ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in ve Karadeniz’in burada karşılaşan suları, kendi ekosistemlerinde varolan canlıları da beraberlerinde getirerek, Marmara’nın flora ve faunasını arkası kesilmeyen bir yaşam akışıyla sürekli besliyor. Bu küçük içdeniz, türlerin Akdeniz’e ya da Karadeniz’e geçişlerine izin veren veya engelleyen ekolojik koşullarıyla, boyutlarından beklenmeyen bir güce sahip.


Asırlardır dünyanın en işlek su yollarından birinin kıyısına kurulmuş olması nedeniyle, İstanbul daima yolcuların akınına uğramış, uğramaya da devam ediyor. Gemilerle gelenler bizim görebildiklerimiz; fakat, kente yolu düşen yolcuların çoğu, seyahatlerini tüm gözlerden uzakta, denizin derin karanlığında yaparlar. Onlar, İstanbul’un sualtı yolcularıdır. Tıpkı Ahırkapı açıklarında demir atmış bekleyen gemiler gibi, Akdeniz’e ya da Karadeniz’e geçmek isteyen sualtı yolcuları da, Marmara’dan ve İstanbul Boğazı’ndan vize almaya mecburdurlar. İzin koparabilenler yollarına devam ederler. Fakat, Marmara her yolcuya geçiş izni vermez, alıkoyar, sahiplenir. Burada alıkonanlar, İstanbul’un sualtı doğasını daha da zenginleştirirler. Kenti kuşatan denizleri yaşamla buluşturan, buraları sulak bir çöl olmaktan kurtarıp, derin bir cennete çeviren sualtı yolcuları, Prens Adaları’nın derinlerinde rengârenk bir yaşam karnavalı yaratırlar.


İstanbul denizle kuşatılmış olmasına rağmen, denizine sırt çevirmiş bir kent. Sahil dolgularıyla dip yaşamının çoğunu molozlara kurban veren, yanıbaşındaki milyonluk kentbozuğunun çöpleriyle kıyasıya kirletilmiş kıyılarda zengin bir deniz yaşamı aramak, çölde su aramaktan daha zormuş gibi görünebilir. Marmara’yı gözden çıkarmamızı kolaylaştıran bu önyargı zihinlerimize kök salmış olsa da, Adalar denizinde karşımıza çıkan yaşamlar, Marmara öldü diyenlere karşı sessizce meydan okurlar. Prens Adaları’nın derinliklerinde yaşam, daha önce belki hiç görmediğimiz şekillere bürünmüş olarak tüm hızıyla devam eder.


Gece yüzen bir kent gibi ışıldayan Kınalı, Burgaz, Heybeli ve Büyükada’nın aksine, Adalar denizinin güney sınırını çizen Sivriada, Yassıada ve Balıkçı Adası’nı karanlıkta kolayca seçemezsiniz. Güneş batınca üçü de sanki Marmara’nın sularında gözden kaybolurlar. Anakaranın yakınındaki dört büyük ada asırlardır insan sesiyle yankılandığı halde, açık denizdeki üç küçük ada, dalış yapmak ya da kafa dinlemek için gelen günübirlik Robensonların dışında, bugün de geçmişte olduğu kadar yalnız ve ıssızdır. Fakat insansız kalmış olmanın iyi yanları da var. Yanıbaşlarındaki kentin kıyıları, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde etkisi hızla artan bir tahribata ve kirliliğe maruz kalmış olsa da, Prens Adaları’nın dipleri hâlâ zengin bir deniz yaşamına ev sahipliği yapıyor. Burası kelimenin tam anlamıyla bir 'biyolojik çeşitlilik kaynağı'dır. Bir hazine avcısı için Bâbil’in Asma Bahçeleri’ni keşfetmek neyse, Prens Adaları’nın saklı bahçelerine dalmak bugüne kadar bende hep benzer duygular uyandırdı. Adalar denizini gökkuşağının renkleriyle buluşturan bu bahçe, Marmara Denizi’nde yaşayan bitki ve hayvan türlerinin hafızasıdır. İstanbul kıyılarında artık yaşamayan birçok canlıyı hatırlamamızı sağlayan bu hafızanın silinmemesi için acaba özen gösteriyor muyuz?

_____________________________________________

AdaGazetesi, 2.2.2012
Şükrü Abanoz


ADALAR BELEDİYESİ İÇİN 
DENİZİN BİTTİĞİ TARİH: 15.01.2012


Ada-Gazetesi olarak bir yığın ilginçliklere, usulsüzlüklere, kimseyi umursamadan yaptı oldulara, rantçılığın sınır tanımadığına, insanların para kazanmak için insanları, hayvanları ve doğayı umursamadan telef edebileceklerine şahit olduk. Gazetemizin imkânları dahilinde elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık, çok başarılı olduğumuz söylenemez. Ama Gazetemizdeki yazılarımıza ilgisiz kalmayıp okuyan ve daha sonra olumlu görüşleriyle beraber haberlerimiz için bizi kutlayan duyarlı Adalı hemşerilerimiz, bizim gazetecilik misyonumuzla üstlendiğimiz görevimizi şevkle yapmamızı sağlıyorlar. Varolsunlar, sağolsunlar

Hiçbir belediye bir başka belediyeden daha önemli değildir. Çünkü her belediyenin kuruluşu insan kaynaklı olup amacı da ilçesinde yaşayanlara en iyi hizmeti vermektir. Ancak Adalar İlçesi'nde ikâmet eden kişiler incelendiğinde kozmopolit yapısının hemen göze çarptığını, değişik etnik kökenleri ve çok çeşitli dinlerde yaşayanlarının bu mozaik topluluğunu oluşturduğunu görmekteyiz. Bu çeşitlilik yaz gelince komşu ülkelerden ve Avrupa’dan gelen turistlerin de Adalar'a akın etmesiyle daha da artmakta ve her kesim için kaynaştırıcı olmaktadır. Adalar özellikle hafta sonları adeta KARNAVAL yeri olmaktadır. İşte Adaları diğer ilçelerden ayırt edici en önemli özelliklerinden bazıları bunlar olup bizce en az, egzos kokusu olmayan temiz havası, eşsiz doğa güzellikleri kadar önemlidir. 

Kışın Adalar'ın nüfusunun 9-10 bin civarında olduğu söylenmektedir. Kışınki nüfusu az da olsa, Adalar'da yaşayanların çeşitliliği, Adalar'a ayrı bir dinamizm katmakta olup Adalılar'ın tepkisinden Belediye'deki yetkililerin ben yaptım oldu bittilerine göz yumacak, müsamaha gösterecek bir halk topluluğunun olmadığı görülmektedir. Sokaktaki insanlardan aldığım tepkiler Adalar'ı sahipsiz sananların ya da sabrımızı sınayanların pek yakında gerekli cevabı çok sert alacaklarını, arkalarına bile bakmadan Adalar'ı terk edeceklerini söylemektedirler.

Adalar'da hizmet denince tabiki gözlerimiz hep ön tekerleğe takılır. Bilindiği üzere bisiklette de ön tekerlek nereye gidiyorsa arka tekerlek de oraya gider misali özellikle Adalar'daki kriz anlarında Belediye'deki ön tekerlek, gazetemiz için olmazsa olmaz takip çekim alanı olmuştur. Ama Adalar'daki ön tekerlek, göreve geldiğinden beri düz bir çizgide bisikleti götürmeyi başaramamış gözüküyor. Ön tekerlek, bisiklete o kadar yalpa yaptırıyor ki bisiklet ya yolundan çıkacak SEFEROĞLU veya LİDO önünde devrilecek ya da "denize ANROŞMAN TAŞIyla kıyı ıslahı yapıyoruz," diye taşlı, topraklı hafriyatlarla deniz dolgusu yapılan yerin üzerine uçacak! Bu deniz dolgusunu bu kadar geniş ve uzun yapılması gereklimiydi diye düşündüğümüzde tabiî ki ne kadar fazla kamyonla hafriyat BEDAVA DÖKÜM YERİ OLAN DENİZ KIYISINA dökülüp yok edilirse döken firma ve ortaklarının o kadar kazancı olur diye düşünüyorduk ki GAZETEMİZİ takip eden okurlarımızın ikazları bizi bu olayın sadece BEDAVA dökümle kalmadığını, diğer yönünün ise 'bisikletin ön tekerleği'nin siyasi olarak desteğine ihtiyaç duyduğu eski Başkan Yardımcısı'nın ve Belediye Meclis üyesinin, Meclis'teki kritik oylamalarda bir oyunu GARANTİLEME peşinde olduğu söylenmektedir. Aldığımız bilgilere göre de Belediye Meclisi'nde CHP’li Meclis üyelerinin AKP’li Meclis üyelerinden fazla muhalefet yapıyor olmaları ve oylamalarda oylarını AKP’li Meclis üyelerinin oylarıyla beraber aynı yönde oy kullanıyor olmaları nedeniyle muhalif CHP’li Meclis üyeleri, Belediye Başkanı'nı KRİTİK OYLAMALARDA ÇOK ZOR DURUMDA BIRAKIYORLARMIŞ. Şu sıralar Belediye Meclisi'ndeki her oylama, sırat köprüsünden geçer gibi geçti geçecek, düştü düşecek korkusu ile geçtiği ve 'ön tekerleğin' bu gergin oylamalardan kurtulmak her yolu deneyeceği görülmektedir.

'Ön tekerleğin' son günlerdeki bir başka çalışması da sahildeki Efes Pilsen deposunun restorana veya kafeye çevrilme işini projeleştirme çabası imiş. Bakım, onarım ruhsatı adı altında sahilde ve Belediye'nin hemen yanında, herkesin gözü önünde uyduruk bir ruhsatla inşaat yapıyor olması da ayrı bir tartışma konusu olmuş durumda. Adalılar'ın binalarının basit bir çatı aktarılmasında veya bina dış cephelerinin boyanmasında dahi önlerine konan ruhsat alacaksınız, ruhsat formuna teknik adam bulup imzalatacaksınız, bu kadar para yatıracaksınız, sizin bu işinizi TABİAT VARLIKLARI KORUMA KURULU'na göndermemiz lazım, onun da proje onayı ve ruhsata bağlanması ancak 1 senede izni tamamlanır, "sen iyi bir adama benziyorsun, sana yardımcı olalım, basit onarım ruhsatı verelim, şikâyet gelmeden sen burayı bitirirsin," derler; daha sonra şikâyeti bile başkaları yapmaz, uyduruk bir isimle kendi yol verdikleri insanları da ya iskele belgesiyle ya da bakım onarım ruhsatıyla inşaat yapıyorlar diye ihbar ederler, suyu bulandırıp daha sonra da kurtarıcı edalarında ortaya çıkarlar. Bazılarının ise bu kadar kolay yapılamayacak, olmayacak şeyleri nasıl da kolayca yapıyor olmaları da ayrı merak konusu olmuş. Tabii Adalar'da denize sıfır restoran olmazsa çalışmayacağını düşünenler denize sıfır olması için de geniş bir DENİZ DOLGUSU talebini 'ön tekerlek'ten istemiş olduğu yönünde iddialar sıkça konuşulmaktadır.

İtfaiye yanındaki arsaya kocaman GÜYA DEMONTE (İSTENİLDİĞİNDE SÖKÜLEBİLİNİR) bir yapı yaptığı da söylenmektedir. Adalılar, siz böyle bir yapıyı demonte yapacağım deyin de izin alın şaşarız diye iddia ediyorlar.

Tüm bunları bisikletin 'ön tekerleği'ne sorsanız cevap vermez ya verirse de diyeceği “Yapılanları çok yanlış değerlendiriyor ve çarpıtıyorsunuz. Kıyılarımızda yapılan tüm bu işler bizim Kentsel Değişim Projelerimizin bir parçası olup biz yapmazsak İBB yapacağı ve istediğimiz gibi yapmayacakları için biz yaptık olay bundan ibarettir diyecektir.”

Bekleyelim görelim tabii cevapta gelirse!

'ÖN TEKERLEK' İÇİN DENİZİN BİTTİĞİ TARİH 15/01/2012 

15/01/2012 tarihi Adalar Belediyesi memurları ve Belediye'de çalışan işçiler için maaşlarının dağıtılacağı bir gün olup maalesef Adalar Belediyesi tarafından bu tarihte işçilerin maaşları tam dağıtılmamıştır, taşeronlara ise hiç ödeme yapılamamıştır. Belediye'nin zor duruma düşmesi 15/01/2012 tarihi gelince olmuş bir olay değildir. Belediyelerdeki hesap işleri müdürleri 2011 mali yılını bitirip 2012 mali yılına başladıkları zaman belli bir bütçe planını uygulamaya geçirmeden önce bu raporları mutlak surette belediye başkanlarına onaylatırlar.

2011 yılının Belediye bütçesini, bilmem kaçıncı başka belediyelerden geçici görevle ithal gelen Figen ŞENOĞLU, gelir ve gider dengeleri birbirlerini karşılayacak şekilde hazırlanmış ve makam onayına sunmuş. 'Bisikletin ön tekerleği' dikkatle inceleyip "Aferin, Figen Hanım (Bir önceki Hesap İşleri Müd.) kağıt üzerinde ne kadar da güzel hazırlamışsınız. Bravo valla ancak bu kadar olur," demiş ve 2011 için uygulamaya geçilmiş. Gel gelelim evdeki hesap, 2011 yılının sonundaki çarşıdaki hesaba uymamış ve Kasım ayında emlak vergilerinin 2. taksitlerinden beklenen para toplanmamış ve hesapsız, kitapsız harcamalar neticesinde 2011’in son 4 ayından itibaren hizmet işi yapan müteahhitlere hakediş bedelleri ödenememiş, onlar da çalıştırdıkları işçilerine maaş ödeyememişler. Belediye'de hizmet işi yapan müteahhitler alacaklarını alamadıkları için 2012 yılında ihalesine devam etmeyen müteahhitlerin tümünün Belediye'yi İCRAYA vermeğe hazırlandıkları konuşulmaktadır.

Şimdi söylenen; bisikleti yolda düz götürememektesiniz bu net gözüküyor. Devamlı yalpa yapıyor ve böyle giderse gideceği yere varamadan —her nereye gidiyorsa— devrilecek. Bisikletin tüm aksamları sallanıyor. Yürüyebilmesi için gerekli parçaları revize edilmeli, size sinyal veriyor. İthal parça yerine yerli parça kullanılmasında da fayda var, şimdiye kadar 9-10 kez değiştirilen parçaların ÇİN malı gibi kalitesiz çıktığı, bisikletin gidişinde daha da sıkıntı yarattığı görülüyor. Bu parçalar değişmeden sadece 'ön tekerlek' düz dursa da pek fark etmiyor. Zaten ön tekerleğin de havası inmiş ama yine de dik tutmaya çalıştığı söylenmektedir..

Belediyenizin gelirlerini herhalde biliyorsunuzdur. Biz sizin ve Hesap İşleri Müdürünüzün bildiğinizi farz ediyoruz ve soruyoruz;

Bu yeni yaptığınız hizmet ihalelerinin bütçesinin kâğıt üzerinde mutlaka karşılığı vardır ama reel olarak kasanızda para yok gözüküyor. Yoksa işçi ve taşeronların maaşları ödenirdi. Bütçe kaleminde var olan kasada nasıl olmuyor? Bütçenizi hazırlarken iyi çalışmadan mı hazırlıyorsunuz? Hangi kalemden ödeneceği belli olan ama nasıl ödeneceği belli olmayan ayrı ayrı ihaleleri neden yapıyorsunuz?

Sizin bir türlü yapamadığınız ÇÖP İHALENİZ de ayrı bir muamma! İlana çıkıyorsunuz sonra kendi çıktığınız ihaleyi kendiniz iptal ediyorsunuz, siz iptal etmezseniz Kamu İhale Kurumu iptal ediyor, bu kaçıncı yapışınız ve hepsi de neden iptal oluyor? Bu iptaller kanımızca 'bisiklet'te uyduruk ÇİN malı parçalar kullanmanız neticesinde oluyormuş. Söylentiler şu ki her iptal edilen ÇÖP ihalesinden sonra AKILLANMAYIP ayrı bir ÇİN malı parça bisiklete montaj etmeniz bu işi kasten mi böyle yapıyorsunuz diye Adalıları düşündürüyormuş. Akıl vermek gibi olmasın ama biz ön tekerlek pozisyonunda olsaydık çöp ihaleniz dahil yol, park bahçe, sokak hayvanlarını toplama, yol bakım, bina içi eleman çalıştırma, bilgisayar hizmetleri ve tüm mal alım doğrudan teminlerinizi vs tüm ihaleleri iptal edip kendi yağımızla nasıl kavruluruz diye planlardık. Siz maşallah zengin bir Belediye gibi belediyenizdeki mobilyaları bile değiştirmeniz hesapsız harcamalarınız, ihaleler, masraflar, masraflar, masraflar... Belediyenizi İFLASA GÖTÜRÜYOR GÖRMÜYOR MUSUNUZ? 

Belediye-İş Sendikası'na bu kadar borcunuz varken işçileri zorla ve cebren de olsa başka sendikaya geçirdiğiniz takdirde mantıken Belediye-İş Sendikası'nın alacaklarını tahsil etmek için Belediye'nin hesaplarına haciz koyduracağını tahmin edemiyor musunuz? Değişik bir sürü danışmanınız ne işe yarar? 

15/01/2012 tarihi; Adalar Belediyesi çalışan işçiler ve taşeron hizmet işlerinde çalışan 140'a yakın işçi için maaşlarının dağıtılacağı gün olup bu maaşları dağıtacak paranızın olmadığını herhalde 1 ay öncesinden biliyorsunuzdur.

2012 yılının 15 Şubat, 15 Mart, 15 Nisan günleri memur, işçi ve hizmet işlerinde çalışacak olan sizin söyleminizle 80 kişinin maaşlarını dağıtabilecek misiniz? Yoksa İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'na BELEDİYENİZİN İFLASINI bildirip Adalar Belediyesi'ne el konulmasını mı MAAŞ VE BORÇLARINIZIN İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'Nca MI DAĞITILMASINI  talep edeceksiniz?

Mayıs 2012'de emlak vergileri —kaldırım katkı paylarından ne kaldıysa— ilk taksitleri yatırılıncaya kadar belediyenizdeki nakit para sıkıntısı devam edecek gibiyken müteahhitlerin de en az olanın 3 aylık hakediş bedellerini ödeyememişken, bir 3 ay daha bu adamlara para ödemeden çalıştırabilir misiniz?

Parasını alamayan müteahhitlerin hepsi birden alacaklarını alabilmek için tüm hesaplarınıza İCRA koymaları halinde bu zor durumdan kurtulmak üzere acil eylem planınız var mı?

İşletmeler Müdürlüğü'nü, Belediye'ye kaynak yaratması için mi kurdunuz yoksa Belediyeniz'e yük olması için mi yoksa Belediyeniz'in bazı işlerinin bu Müdürlük üzerinden yapılarak Sayıştay incelemesinden kurtulmak için mi kurdunuz? Her ay İşletmeler Müdürlüğünüz'e Mali Hizmetler Müdürlüğünüz'den ne kadar para aktarıyorsunuz? İşletmeler Müdürlüğü'nün çıkartma gemi ihalesinin aylık taksitlerinin ödenip ödenmediğini defalarca sormamıza rağmen cevap veremeyişiniz bu taksitlerin ödenmediğini, ödenmemesine rağmen yüklenici firmanın işini FES etmeyip KESİN TEMİNATI İRAT KAYDETMEYİP çıkartma işine devam etmenizi nasıl açıklayabileceksiniz?

Aynı firmanın günlerce devam eden yaklaşık 250-300 kamyon hafriyattan çıkan vasıfsız taşlarla yaptığı Deniz Kıyı dolgusunu nasıl açıklayabileceksiniz? Bu yaptırttığınız deniz dolgusuyla kaç kuş vurulduğundan tüm Adalılar'ın farkında olduğunun siz farkında mısınız? Yarın bunları Adalılar'a nasıl açıklayacaksınız, sonra da yüzlerine bakıp onlardan nasıl OY isteyeceksiniz?

15/01/2012 günü ödenmesi gereken memurların parası geç ödendiği, işçilerin parasının bir bölümünün ödendiği, taşeron işçilerinin hiç para alamadığı iddiaları konuşulurken, bu işçiler evlerine ekmek götüremez, kiralarını ödeyemez durumdayken 01 Şubat 2012 tarihinde yabancı misafirlerinize çalgılı sözlü eğlence düzenlediğiniz iddiası bütçenize nasıl uymaktadır? Bu eğlenceye iştirak eden Belediye Başkanı, Meclis üyeleri, CHP İlçe yöneticileri, hiç aklınıza plansız işlerinizin sonucu aç, açıkta kalanlar olduğu gelmiyor mu?

Bu tavırlarınızla halka nasıl güven verecek ve destek isteyebileceksiniz?

Yukarıda açıkladığımız hususlar Adalar'da konuşulan ve yaptığımız ropörtajlardan derlenip yazıya aktardığımız konulardır. Adalar Belediyesi'nden gelecek cevapları aynı hassasiyetle yayınlayacağımızı kamuoyuna bildiririz...


_______________________________

From: SELAH ÖZAKIN
Subject: Re: ADALAR POSTASI-2653: kökleriniz ada'daysa, kopamazsınız ada'dan... 
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2012/02/3-2653.html
Date: February 3, 2012 7:07:54 AM GMT+02:00

http://vimeo.com/19937849 

Anadolu'nun İsyanı 



Duymadım, görmedim, bilmiyorum diyenler için Anadolu’daki dere ve doğa katliamı belgelendi… Enerji ve kalkınma politikalarının doğa ve akarsular üzerindeki olumsuz etkisini ve halkın bu yatırımlara karşı tepkisini gözler önüne seren Anadolu’nun İsyanı adlı film rekora gidiyor.

Herhangi bir kâr amacı güdülmeden konuya duyarlı insanların gönülden destekleriyle tamamlanan film, HES’lere karşı Anadolu’da verilen mücadeleyi bizzat onların ağzından anlatıyor.

Hidroelektrik santrallerin (HES) doğa ve kırsalda yaşayan insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini ve HES yatırımlarına karşı verilen mücadeleleri anlatan Anadolu’nun İsyanı adlı kısa film gönüllü desteklerle ve kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkarıldı.

Anadolu’nun dört bir yanında devam eden HES çalışmalarının yıkıcı etkisine dikkat çeken film Akdeniz’den Karadeniz’e, Doğu Anadolu’dan Ege’ye kadar 20 bin kilometre yol kat edilerek çekildi.

İnternet üzerinden indirilebilen, çoğaltılmasına ve dağıtılmasına, festival ve toplu gösterimler için özel izin alınmasına, kullanılmasına herhangi bir kısıtlama konulmayan film, Anadolu derelerinin özgür akması için mücadele edenlere adandı.

Bir haftada içerisinde 200 bine yakın izleyiciye ulaşan filmi dileyen herkes sosyal paylaşım sitelerinden,

anadolunehirleri.org/tr.html
anadoluyuvermeyecegiz.net
vimeo.com/vermeyoz/film

izleyebilir ya da

anadolunehirleri.org/filmHD.zip
anadolunehirleri.org/film.zip
adresleri fazla yüklenmeden dolayı çalışmıyorsa geçici olarak:
rapidshare.com/files/451489265/film.mp4
adresinden film indirebilir.

Filmin en kısa sürede 7 dilde çevirisi bekleniyor, ayrıca önümüzdeki aylarda filmin uzun metrajlı halinin de yayınlanması söz konusu.

Filmle ilgili yapılan açıklamada, şunlar söylendi:

“Bizlerin doymak bilmeyen tüketim alışkanları ve ihtiyaçlarının doğa üzerindeki yıkıcı etkisi her geçen gün biraz daha artıyor. Hiç haberimiz olmasa da, umursamazsak da, gitmesek de, görmesek de bizim bu yaşam biçimimizin bedelini birtakım canlılar, insanlar ödüyor. Bu film, bir yandan Anadolu nehirleri ve doğası için verilen mücadeleleri anlatırken, bir yandan da şehirlerde hiçbir sorun yokmuş gibi yaşamaya devam eden insanlara ayna tutmak ve bu soruna ortak etmek için hazırlandı. Unutmamamız gerekiyor ki, bu ateş sadece düştüğü yeri değil tüm canlı yaşamını yakacak. Bu gerçeğin fakına varanlar, Nisan ayında tüm Anadolu’dan Ankara’ya doğru yürümeye başlayacak. Bu yürüyüşe katılmak ve destek vermek hepimizin yaşama karşı ortak sorumluluğudur. Filmin indirilmesi, çoğaltılması ve dağıtılmasında hiç bir sakınca yoktur. Anadolu'nun tüm canlılarına armağan olsun...''