20 Eylül 2011 Salı

ADALAR POSTASI-2602: ada çamlarından hayır yok!...


* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

21 Haziran 1910 Salı günlü, Büyükada'da Eczacı Hakkı Bey'in mutasarrıfen sakin olduğu ahşap evinde çıkan yangında evin kısmen yandığının Ada Polis Komiserliği'nden bildirildiğine dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Fotoğraf: Ugo Antonio Corintio, Büyükada'da, 2011.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

20 Eylül 2011 Salı
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Az bulutlu
18-29ºC
% 64-88 nem
Yıldız, K 22km/sa
Günbatısı 06:48... Günbatışı 19:05...
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarınca


* * *
Cicely Mary Barker, The Robin's Pincushion Fairy.

* * *

1- Osman Bahadır: "8 Mart 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden..."

2- Viktor Albukrek: "Hiç unutmam, üç neslin aş-ev yükünü sırtında taşıyan beş çocuk annesi annem, dadının iyisini seçmek için bir sabah yaz sıcağına rağmen üşenmeden, beni de yanına alarak Büyükada’dan kalkan yandan çarklı Neveser vapuruna binip İmbros’tan gelecek gemiyi karşılamak üzere Tophane rıhtımına gitmiştik..."

3- Ugo Antonio Corintio: "Arabacıların çoğu o güzel 'Din... dan..." yerine 'Dayı kenara çekil," ricasında (!) bulunuyor!..."

4- Haluk Direskeneli: "Prinkipolu Sisyphus'un harikulade maceraları..."

5- İzel Rozental: "Gülle kadar ağır ve vitessiz bisikletinin önüne bağladığı bir yastığa beni oturtur, Büyükada turunu bisikletten hiç inmeden tamamlardık..."

6- Haluk Direskeneli: "Bu arada yaşlılar için saatlik ring servisi talebi imzaya açılmış... Ben karşıyım adalara hizmet dışı dizel/benzinli araç girmemeli, cöp/ ekmek/ zabıta/ orman aracı olarak girenler ortalıkta görünmemeli, hız yapmamalı, gürültü yapmamalı, hizmet dışı kullanılmamalı!..."

8- Bostancı-Adalar seferleri daha çok Mavi Marmara'yla yapılıyor. Eleştiren de destek veren de var. İşte geçen hafta Büyükada İskelesi üstündeki Beltur Cafe’de Mavi Marmara masaya yatırıldı...

9- Barbaros’un Gelinleri Platformu (Denizci Eşleri Grubu) 28.09.2011 tarihinde DenizTemiz Derneği/TURMEPA ile ortak bir çalışma gerçekleştirerek Heybeliada’da Kıyı Temizleme Hareketi gerçekleştirecek.

10- Türkiye’de ilk yüzme yarışı, 15 Eylül 1923'te Galatasaray Kulübü’nce İstanbul-Büyükada’da düzenlendi...

11- Adalı Yayınları ve Adalar Müzesi Yayınları Boğaziçi Kitap Fuarı'nda...

12- Özkan Güven: "Yassıada müze olunca tüyleriniz diken diken olacak!..."

13- Gebzeli şehit aileleri, yakınları ve gaziler, 19 Eylül Gaziler Günü nedeniyle Gebze Belediyesi tarafından düzenlenen Büyükada gezisine katıldı...

14- İtalyan Komünist Partisi eski liderlerinden Antonio Gramsci’nin 120. doğumyılı anısına, 7-9 Ekim 2011 tarihinde Büyükada’da koferans düzenlendi.

15- Aralarında Cem Yılmaz, Tarkan, Sezen Aksu, Meltem Cumbul ve Nurgül Yeşilçay’ın da olduğu grup Sedefadası'na doğru açıldı. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın çocuklarının açtığı Sedef Elio’ya giden ünlü isimler, gazeteci ve meraklı bakışların olmadığı sakin bir ortamda gönüllerince eğlendiler...

16- Gürsan Ergil: "İstanbul-Büyükadalı’yım. Çocukluğumda bahçeli evleri görerek büyüdüm. Bahçelere hep merakım vardı..."

)O(


_______________________________________________________1

From: OSMAN BAHADIR
Subject: Ada çamlarından hayır yok!
Date: September 11, 2011 5:12:31 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

8 Mart 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden

Ada çamlarından hayır yok!


Ada çamlarına şimdiye kadar Evkaf tasarruf ettiği için Emanet [Belediye] çamları temizleyememekte idi. Bu suretle Çamları Muhafaza Cemiyeti'nin topladığı 15 bin lira, Emanet'in geçen sene verdiği 10 bin ve bu sene verdiği 10 bin lira —ki ceman 35 bin lira— sarfedilmiştir. Bu sene Emanet çamları uzun bir müddetle Evkaf'tan kiraladığı için temizliğe başlanacaktır.

Fakat diğer taraftan bütün çamların hayatlarını ikmal ettikleri ve zevale mahkum oldukları söylenmektedir. Harp senelerinde çamların altlarına dökülen yaprakları toplanarak yakılmıştır. 

Halbuki bunlar çamların hayatı için lüzumludur. Adalar'da yeni çam fidanları dikilmesi düşünülmektedir. 

Emanet bir çam mütehassısı celbini de düşünmektedir. 


_______________________________________________________2

From: VİKTOR ALBUKREK
Subject: Teşekkür ve yazdıklarım...
Date: September 12, 2011 10:36:45 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com


VİKTOR ALBUKREK’İN BÜYÜKADASI (1931-1961)


[III]


Hiç unutmam, üç neslin aş-ev yükünü sırtında taşıyan beş çocuk annesi annem, dadının iyisini seçmek için bir sabah yaz sıcağına rağmen üşenmeden, beni de yanına alarak Büyükada’dan kalkan yandan çarklı Neveser vapuruna binip İmbros’tan gelecek gemiyi karşılamak üzere Tophane rıhtımına gitmiştik. Bizim gibi elemanın iyisini yerinde kapmak için gelen başkaları da vardı. Bay Niyarkos, kızgın öğle güneşine rağmen omzundan hiçbir zaman atmadığı kalın siyah ceketi, başında fötr şapkası, yeleğinde yürürken kasten salladığı iri altın kösteği ve bütün heybetiyle, o önde, yarım düzine genç kız arkada, Aksu vapurunun iskelesinden ağır ağır inmiş, hiç konuşmadan, bir mafya babası gibi kaş göz hareketleriyle hepimizi arkasından sürükleyerek Mumhane Sokağı'ndaki salaş bir kahvehaneye götürmüş ve kopelya dağıtımını orada yapmıştı.

Rita ve Viktor Albukrek kardeşler, dadıları Elefteria'yla 
Büyükada Hristos Gazinosu'nda, 1933.

Tanrıların Tanrısı Kiryo Niyarkos evlere eleman temin ettiği gibi Adalar'ın ve Boğaziçi’nin Tarabya sahillerinde bulunan lokantalara da ‘garson’ olarak çalıştırmak üzere, akşamcılara “Amesos Pasam,” (derhal paşam) deyip buz gibi rakı ve iştah açıcı meze servisini yıldırım hızıyla koşarak yapan, müşterilerine bol laf yetiştiren, nüktedan, iyi satış yapan, girişimci palikarileri de İmbros Adası'ndan getirip çalıştırırdı.

On yıl kadar evvel Gökçeada’ya yaptığım bir gezide, çoktan vefat etmiş olan Bay Niyarkos’un orada halen saygıyla anıldığını gördüm. Yaşlı kişilerin anlattığına göre o devirde İmbros Adası'nın birçok köyü Bay Niyarkos sayesinde kalkınmış, çalıştırdığı kızlar kazandıkları parayla babalarına ev satın almışlar, drahoma (başlık parası) ödeyip evlenmişler, halk refaha kavuşmuştu. Büyükada ve İstanbul’da çalışmış olan bu kişilerin çocukları ise zamanla Yunanistan ve Amerika’ya göç etmiş olmalarına rağmen ada köylerindeki evlerini satmamışlar, kapalı duruyormuş. Yortu (kutsal bayram) günlerinde ana topraklarındaki kilisede buluşmak üzere Gökçeada’ya geliyorlarmış.


Uzun bir müddet adamıza yağmur yağmadığı zaman, kuyular kuruduğundan damacanalarla satın alınan içme suyu el-yüz yıkamasına kullanılsa da hamam ihtiyacını karşılayamazdı ve hamama gidilirdi. Annemle birçok kere ‘kadınlar saati’nde hamama gitmişliğim olmuştur. Adamızın sükseli hamamı, telefon santralı köşesinden aşağıya inen Aydoğdu yokuşunun sağında idi. Çankaya kavşağından sonra Kadıyoran yokuşunu devamla Aydoğdu kavşağına henüz varmadan, yanık odunun tatlı bir is tadı damağa yapışırdı. Biraz sonra keskin yanık kokusu etrafı kaplardı. Lodoslu günlerde ise daha yokuşun başındayken dumandan göz gözü göremezdi.

Hamamın kapısından içeri girerken, buharla karışık mis gibi nefis bir sabun kokusu şenlendirirdi etrafı. Sayın sanayicilerimiz, “yüzünüz çamaşır değildir,” sloganıyla, bu tür kokulu Ayvalık sabunundan soğuttu çoğumuzu. Ben halen Ege yöresi gezilerimde, halis zeytinyağından yapılmış ‘beyaz kalıp’ sabunlarından satın alır ve her kullandığımda, kokulu buharını ısrarla ciğerlerimin tamamını dolduracak şekilde içime çekerken, annemin kokusunu alır, çocukken Büyükada’daki kadınlar hamamının sıcacık buharlı, sisli ve bol köpüklü ortamında bu kadar çıplak hatun arasında koşuşmakta olduğum sahneleri gözümün önünde canlandırırım.

Mehmetçik Sokağı'nda bulunan evlerde oturan çocukların toplantı yeri, trafiği az olan Bahçelerönü veya Kanarya Sokakları'ydı. Kayadelen kardeşler, Taranto kardeşler, İsrafilof kardeşler, Yafe kardeşler, Güngör kardeşler, Çikvaşvili kardeşler, Azrak kardeşler, Benardeteler ve bizler, genellikle orada buluşur, küçük kardeşlerimize yürümeyi orada öğretir, orada oyunlar oynar, orada bisiklete biner, orada kavga eder, orada yaralanır ve oradan ağlaya sızlaya eve dönerdik.

Kış mevsimi boyunca şehirde yaşarken, okul dönüşünde biz kardeşler kendi odalarımıza çekildiğimizden, sayfiyede görüştüğümüz kadar birbirimize yakın değildik. Ada'da ise gün boyu beraberdik ve sık sık münakaşa ederdik. Sebep yokken dahi dövüş egzersizi yapan aslan yavruları gibi birbirimize sataşırdık. “Odaya son sen girdin, kapıyı sen kapat,” “masayı sarstın, silgim yere düştü, sen topla,” “mayıs böceğimi kaçırttın, bana yenisini bul getir,” gibi münakaşalar bazen kavgaya kadar gitse de bunlar olağan egzersizlerimizdendi. Tatlıya bağlanan bu yapay anlaşmazlıklar, günlük jimnastiğimizdi.

(soldan sağa) Musa, Rita, Rejin-Reyina, Yılmaz, Viktor, Nenet Albukrek, 1942.

Büyükada’daki beraberlik aynı zamanda kardeşlerin her birinin özel kabiliyet ve hobisini açığa çıkardığı devirlerdi. Ablam Rita resim çizer, şarkı söyler, yabancı dil öğrenir ve herkesle kolaylıkla dostluklar kurardı. Ben, alışveriş, sandal ve bisiklet gezilerimin dışında evde bahçe ve onarım işleriyle uğraşıp sıklıkla çekiç, törpü sesi üreten içe kapanık bir çocuktum. Benden küçük Nenet, dikiş-nakış işlerine, dedikoduya yatkındı ve özellikle arkadaş olarak seçtiği 'sosyetik' kişilere itibar ederdi. Benden altı yaş küçük Musa, daha altı-yedi yaşlarındayken kemanına sarılmış sanatkâr ruhlu tevekkel bir çocuktu. On bir sene benden genç ve en küçüğümüz Yılmaz ise elindeki tornavida ve mekano oyununun parçacıklarını elinden düşürmeyen rasyonel düşünceye sahip sessiz ve sakin tabiatlı bir çocuktu.

Yaptığım onarımlardan dolayı ailede yerleşmiş genel bir kanıya göre evde duyulan tüm patırtı ve gürültüleri üreten benmişim. Kız kardeşlerim, yüksek sesle münakaşa ettiklerinde onları azarlayan büyüklerimize, çok defa o anda masum olan beni, suçlu olarak gösterirlerdi. Zavallı ben, afallayıp sinirlenmekten kendimi savunamazken, onlar her daim benden baskın çıkar, azarı yine ben işitirdim. Böyle durumlarda gece uykum tutmadığından, sessizce odalarına girer, iki elimle aynı anda ikisinden de birer tutam saçını aniden avuçlarımda kavrayarak çeker ve “ Oh olsun, şimdi hak yerini buldu,” dedikten sonra yatağıma dönerdim.




Ada'da, inşası yeni biten kagir evimize yerleştiğimizin ilk yıllarında, sağımızda ve solumuzda, biri Perahya ve diğeri Nişastacıyan ailelerine ait, bakımsızlıktan güneşten kavrulmuş, boyaları dökülmüş, tahta kaplamaları fil derisi gibi buruşmuş iki ahşap ev vardı. Hafif bir rüzgâr estiğinde, zıvanaları ayardan kaçmış yaşlı panjurlarından acayip sesler duyulurdu. Çürümüş tahtaların arasında barınan kuşların melankolik noktürn (gece ayini için) besteleri de kasvet verici bir ortam yaratırdı. Rüzgârın kuvvetli estiği gecelerdeyse iki bina arasındaki aralıktan geçen hava akımının yarattığı esrarlı sese ilaveten panjur menteşelerinin sinir bozucu gıcırdamaları, ani sert çarpmaları ve kuşların insanı ürperten acılı uğultuları, çocuk masallarında okuduğumuz perili köşklerdeki kötü ruhların, cinlerin, perilerin ortaya çıkacağı endişesine kapılmamıza neden olduğundan; müşterek dayanışma içgüdüsüyle yorganın altına saklanıp birbirimize sıkıca sarılırdık.

Bahçe dibindeki bitişik komşumuz İtalyan asıllı pek havalı, aristokrat Parma ailesiydi. Dul büyükanne Parma’nın, boşanmış bir oğlundan başka yaşlanmış bekâr iki kızı ve bir oğlu daha vardı. Boşanmış oğlundan tek torunu, içine kapanık bir çocuk olan Tony'le aynı yaştaydık ve yıllardan beri bahçelerimizi ayıran müşterek taş duvarın üzerine çıkarak, iğde, incir, ceviz toplar, oyun oynardık. Bir aşiret reisi gibi etrafında cereyan eden olayı takip ve tenkit eden otoriter büyükanneleri herkesi baskı altında tutardı.

Avrupa’da savaş rüzgârlarının estiği günlerde kız kardeşim Nenet, duvarın üstündeyken geriye düşmemek için demir çubuklar arasında gerilmiş bir kafes teline beş parmağıyla asılınca, kralcı büyükanne aksi edasıyla, faşizm işareti veriliyor diye ortalığı velveleye verdiydi. Sekiz yaşlarındaydım ve ilk olarak siyasi bir kavgaya şahit oluyordum. O günden sonra otoriter büyükanne, daima içe kapanık ve üzgün mizaçlı olan torunu Tony'nin bizlerle görüşmesini yasakladı. Zavallı çocuk daha da yalnızlığa mahkum edilmişti.

Ablam Rita’ya, zemberek kurmalı tenekeden mamul bir trenle daire şeklindeki ray takımı hediye gelmişti. Bütün çocuklar monte edilen rayların etrafını sararak, lokomotifin yaylı mekânizmasını kurup trenin ilerlemesini hayranlıkla seyrederek eğlenmekteyken odaya giren babam, benim sessizce bir köşeden olayı seyrettiğimi gördüğünde, "ne diye diğer çocuklarla beraber temaşaya katılmadığımı," sordu. Meğer babamın beklediği cevap aynen ona verdiğim gibiymiş: “Herkes oyuncağı kurcalıyor, ben burada bekliyorum. Lokomotif nasıl olsa biraz sonra bozulacak, tamir etmem için bana getirecekler, işte o zaman açıp içindeki makineyi tamir etmekle ben onlardan çok daha fazla eğleneceğim.” [...]

devam edecek...


_______________________________________________________3

From: UGO ANTONİO CORİNTİO
Subject: Emailing: IMG_5358
Date: September 14, 2011 1:02:02 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com


İYİ GÜNLER,
EVET, BİR YAZ DAHA GERİDE KALDI... 'GÖÇ' BERABERİNDE "İYİ KIŞLAR" DİLEKLERİ DE BAŞLADI...

OYSA ADA'NIN EN GÜZEL ZAMANI ŞİMDİ BAŞLIYOR!... TABİAT DAHA HOŞ, DENİZ DAHA GÜZEL... ARTIK O 'ÇEKİLMEZ' KALABALIK YOK!... GERÇİ PEK SEVGİLİ DOSTLARIMIZ ARAPLAR, GÖZE HİÇ DE HOŞ GÖRÜNMEYEN DAVRANIŞ VE DE HAREKETLERİYLE, GELMEYE DEVAM EDİYOR... NEYSE... BAKALIM NE ZAMANA KADAR?

BÜYÜKADA'DA "ÇARŞIDA, BİSİKLETE BİNMEK YASAK"MIŞ!!!! HADİ CANIM... BÜTÜN YAZ BOYUNCA ÇARŞIDA, BELEDİYE ZABITASINI PEK ENDER GÖRDÜM.. BİNEN YİNE BİNDİ... BİNENLER İKAZ EDİLDİKLERİNDE ÇOĞU —Kİ BENİM DE BAŞIMA GELDİ— "SANA NE LAN! SANA MI KALMIŞ YASAĞI UYGULAMAK?" DEDİKLERİNDENDİR Kİ DİYECEK BİR ŞEY YOK!... NASİP VE TERBİYE MESELESİ!  

YOKUŞ AŞAĞI İNERKEN PEDALA VEYAHUT ARKA FREN YERİNE ÖN FRENE BASAN, ÇIĞLIK ATAN, PEDALA TOPUKLARIYLA BASANDAN NE BEKLENEBİLİR Kİ?

NETİCE: BİR SÜRÜ KAZA VE DE MAALESEF ÖLÜMLE NETİCELENEN DE VAR...

PAYTONLARA GELİNCE... ARABACILARIN ÇOĞU O GÜZEL "DİN...DAN..." YERİNE "DAYI KENARA ÇEKİL," RİCASINDA(!!!!) BULUNUYOR! PAYTONLARIN ÇOĞU O NOSTALJİK SAĞ/SOL FENERLERİNİ" NEDENSE ARTIK YAKMIYOR... HATTA BAZILARI YAKMADIKLARI FENERLERİN İÇİNE SİGARA PAKETLERİNİ KOYUYOR...

VELHASILI NETİCE: NEREDE O ESKI GÜZELİM BÜYÜKADA?

SELAM VE SEVGİLER,

UGO

_______________________________________________________4

From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: Prinkipolu Sisyphus'un harikulade maceraları
Date: September 15, 2011 10:02:02 AM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Prinkipolu Sisyphus'un harikulade maceraları...


Bu hafta her sabah erkenden elimde plastik eldiven ve birkaç battal çöp torbasıyla Kadıyoran'daki evimizden çıktım. Türkoğlu sokak, Aşıklar yolu, Eski Rum yetimhanesi (yeni kultur merkezi?), Hristos manastırı ve sol tepe yolu üzerinden Hristos tepesine çıktım, yol boyunca hergün en az 5-6 torba yenilenebilir çöp topladım, her topladığım çöp torbasını ilk gördüğüm belediye çöp bidonuna attım.

Yol boyunca sabah yürüyüşü yapan yerli komşularla karşılaştım. Çoğu selam verdi, iyi günler diledi, en son bir yaşıt bey, "kusura bakmayın size yardım edemiyorum, tedariksiz evden çıktım," dedi

Bir pet şişe veya metal kola kutusu için bir çalı arkasına geçiyorsunuz bir de görüyorsunuz ki arkası çöp dolu. Genelde kağıt besin ürünlerine dokunmuyorum onları kedi köpek at martı karga gibi canlılar tüketiyor. Pet plastik şişe aşırı boyutlarda. Metal kola/ bira kutuları da çok. Bira şişeleri var. Hiçbirinin depozitosu yok.

Hristos tepesine çıkabilmek orda piknik yapabilmek için genç olmak gerek. Orta yaşlı yerli komşular elleri boş yürüyüp evlerine dönüyorlar. Yani bu çöpü ana karadan gelen 15-25 yaş aralığındaki genç yurdum insani üretiyor. İskelede inip doğru süpermarketlere gidiyorlar. Naylon torbalara pet su, çerez, bira, kola doldurup piknik yeri arıyorlar, buldukları yerde getirdiklerini tüketip oracıkta bırakıyorlar.

Almanya'da 1.5 lt'lik pet şişelerin depozitoları 25 EuroCent. Pet şişeler için satış fiyatının yarısı veya 1/4'ü miktarında depozito konulmalı derim. Cam şişe, metal kola kutuları iadesini sağlamak için yine depozito konulmalı. Başka türlü bu çöp yığınından kurtulamayacağız.

Hesapladım, dün topladığım 6 battal boy çöp torbası içinde herbirinde en az 10 pet plastik bos şişe vardı. Kola ve cam şişeler ayrı. Her torba Almanya'da olsa bana 2.50 Euro kazandırırdı.

Hepsini belediye çöp bidonlarına attım. Sabah görevimi/işimi yaptım. Lunapark meydanına indim. Erken saatte, yavaş tempoda duraklamadan 25 dakikada AyaYorgi tepesine çıktım. Yol boyunca yeni yapılan Orman idaresi çeşmelerinde yüzümü yıkadım. Artezyen açmışlar, yukardaki su deposunu doldurmuşlar, fazla suyu taşkan üstünden çeşmelere vermişler, su temiz, tadı güzel.

Yukarda dinlenirken saat 12:10'da leyleklerden oluşan göçmen kuş kafilesinin geçişini seyrettim. Bir küçük siyah bulut olarak uzaklardan boğaz üstünden geldiler, Nizam, Hristos üzerinden, Sedef yönüne geçtiler, Yalova tarafına gittiler.

Yücetepe'de öğle yemeği saat 12:00'de başlıyor. Çoğu hanım çok sayıda ziyaretçi tepeyi çıktı. Saat 12:30 gibi aşağıya indim. Maden yönünden çarşıya vardım. Taze ekmek, gazete ve biraz da domates aldım.

Migros kapanmış, yaz bitmiş! Havalar serinledi, sabahları denizde sis var,

Selam ve saygılar,

Prinkipolu Sisyphos

* * *


From: ERDİNÇ TEZCAN
Subject: RE: [Enerji] Prinkipo'dan haberler
Date: September 17, 2011 2:38:19 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Merhabalar,
Büyükada gerçekten hoş bir yermiş. İlk kez gittim ve gördüğüm ve Haluk Bey'in bahsettiği kirlilik tam bir facia idi, bisikletle dolaşırken piknik ve oturma alanlarındaki atılmış çöpler, güzelim adayı mahvetmiş. Umarım daha fazla kirlenmez, çevreye duyarlı, bilinçli insanlara ihtiyacımız çok, aksi halde ne yazık ki her güzelliği bozmaya hazır ve nazır bir güruh var!...

saygılar,

ERDİNÇ TEZCAN


_______________________________________________________5

Şalom, 14.9.2011
İzel Rozental

http://www.salom.com.tr/news/detail/20922-Amcam-Mon-Oncle.aspx

Amcam (Mon Oncle)


Sinema meraklıları Jacques Tati’nin 1958 yılında çekmiş olduğu “Mon Oncle” (Amcam) filmini hatırlayacaklardır. Filmin kahramanı Mösyö Hulot, orta yaşta olmasına karşın çocukluğunu yitirmemiş saf bir tiptir. Film, 50’lerin ‘mondenlerini’ hicveder. Hafızam beni yanılmıyorsa, Harbiye’deki Konak Sineması’nda halamla birlikte bu filmi izlediğimde henüz dokuz-on yaşlarında küçük bir çocuktum. Afişteki yalın grafik anlatımdan ve adının yaptığı çağrışımdan bir çocuk filmi sanmış, ancak ilk yarım saatini saymazsam gösteri boyunca sıkıntıdan patlamıştım. Filmden çıkardığım tek ders şu olmuştu: Amcalar büyük çocuklardır!

Gerçekten de Jacques Tati’nin çizdiği ‘amca’ tiplemesi - ki Türkçeye çevrildiğinde dayı olmalı – fiziksel olarak amcamla hiç ilgisi olmamasına karşın, tıpkı amcam gibi davranıyordu. Çocuk kafamla amcaların biricik yeğenleriyle arkadaşlık etmek üzere var olduklarını kavramıştım!

Mösyö Hulot, ince, uzun boylu, narin yapılı bir karakterdi. Amcam ise ona kıyasla atletik sayılırdı. Hulot’nun alabros taranmış gür saçları vardı, amcamınsa kel tepesi güneşte parıldardı. Hulot’nun ağzından hiç düşürmediği piposuna karşın, amcam tütün mamullerinden nefret ederdi. Ama ikisi de yürümekten, pedal çevirmekten hoşlanıyorlardı. Amcam ömründe hiç otomobil kullanmamıştı. Mösyö Hulot gibi o da trafikten, arabalardan, modern yaşam tarzından uzak durur, aşırı çağdaşlığa özenen yakınlarıyla dalgasını geçerdi. Polonezköy’e bisikletle kaç kez gidip geldiğini anlatmaya doyamazdı. Gülle kadar ağır ve vitessiz bisikletinin önüne bağladığı bir yastığa beni oturtur, Büyükada turunu bisikletten hiç inmeden tamamlardık. Bazen Palyambelo’daki kır kahvesinde (şimdiki adıyla Eski Bağ) mola verir, aşağıdaki kayalıklardan denize girerdik. Yukarıdan deniz kıyısına inmek her defasında müthiş bir maceraydı! Uçurumu andıran sarp ve dik keçi yolundan yuvarlanırcasına aşağıya koşardık. Amcam sevgili bisikletini yukarıda bırakmaya kıyamaz onu da sırtlar öyle inerdi. Palyambelo maceralarımız amcamla aramdaki küçük sırrımızdı, kesinlikle evdeki büyüklerimize bu tehlikeli işlerden söz etmezdik. [...]


_______________________________________________________6

From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: Prinkipo'dan haberler
Date: September 15, 2011 9:57:19 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Prinkipo'dan haberler...

Yaz bitti artik yavas yavas ana karadaki/ sehirdeki evlere gecme zamani geldi, ben biraz daha kalmaya niyetliyim...

Diyelim ki yokusun en ustundeki 100 senelik evinizde yurume zorlugu ceken bir yasliniz var, karsiya gecmesi lazim...

Yapacaginiz sey basit, telefonu acacaksiniz 0216 382 68 03 numarali Adalar belediye yasli/ hasta tasima ambulansi callcenter numarasini arayacaksiniz...

Karsiniza cikan operator size once sartlari soyleyecek...

Yurume zorlugu ceken hastaniz/ yasliniz icin bu servis var, tamam bu servis sadece onun icin

Yaninda sadece bir refakatci/ bakici/ kizi/ oglu gelebilir...

Bagaj yok, cok istismar edildigi icin yeni uygulama getirilmis, bizde her uygulama mutlaka istismar edilir!

Neyse bir adet bavul icin ses cikarmiyorlar, gormezlikten geliyorlar...

Telefon ettikten 10-15 dakika sonra beyaz ambulans geliyor.

Yurume zorlugu ceken yaslinizi, ona bakan yardımcısıyla asagiya iskeleye gonderiyorsunuz...

Bagajlarini siz artik yuruyerek bir sekilde indiriyorsunuz...

Bu hizmet parasiz, ama siz yine de bir 20 TL yaninizda bulundurun iyi olur!

Kurallari bilelim, zamani gelince uygulamadan faydalanalim...

Bu arada yaslilar icin saatlik ring servisi talebi imzaya acilmis...

Ben karsiyim adalara hizmet disi dizel / benzinli arac girmemeli, cop/ ekmek/ zabita/ orman araci olarak girenler ortalikta gorunmemeli, hiz yapmamali, gurultu yapmamali, hizmet disi kullanilmamali!...

Aslinda ben elektrikli olanlara da karsiyim ortalik elektrikli bisiklet/ golf arabasi doldu, belediye makam araci bile oldu...

Bugun acik pazar vardi gittiniz mi?
Giriste hemen sag kosede guzel sebzeler var, barbunya, taze fasulye, domates. Ortalarda 2 gulec yuzlu Yalovali teyzenin kendi tarlalarindan oldugunu soyledikleri semiz otlari, meyvalar da guzel. Kirkagac kavunu da alin tam mevsimi, sag dip kosede iyi limon da var bolca alin...

Selam ve saygilar,

Prinkipolu Sisyphus


_______________________________________________________7

SamanyoluHaber, 15.9.2011

http://www.samanyoluhaber.com/h_678012_Gundem-sehir-hatlari-kis-tarifesine-geciyor.html

[...] Yaz sezonu ile yeniden başlayan Bostancı-Adalar vapur seferleri kış sezonuna göre düzenlendi. Şehir Hatları yolcu taleplerindeki artışa göre yoğunluğa bağlı olarak bazı hatlarda ek sefer uygulaması yapacak. [...]

* * *

KIŞ KIŞ TARİFELERİ...




* * *



KABATAŞ - KINALIADA - BURGAZADA - HEYBELİADA - BÜYÜKADA - BOSTANCI

Hafta içi



Hafta sonu
http://www.ido.com.tr/?page=SubPage&kapsam=223&textid=3079&ln=TR

* * *


MAVİ MARMARA

Kabataş-Adalar
http://www.mavimarmara.net/listele_kabatas.asp


Bostancı-Adalar
http://www.mavimarmara.net/listele_bostanci.asp


Büyükada'dan hareketle...
http://www.mavimarmara.net/listele_buyukada.asp


Heybeliada'dan hareketle...
http://www.mavimarmara.net/listele_heybeliada.asp


Burgazadası'ndan hareketle...
http://www.mavimarmara.net/listele_burgaz.asp


Kınalıada'dan hareketle...
http://www.mavimarmara.net/listele_kinali.asp


_______________________________________________________8



HaberHakkı, 17.9.2011


Mavi Marmara seferleri için Adalar’da mini zirve


Mavi Marmara Adalar’ın ulaşımında yeni bir seçenek. Bostancı-Adalar seferleri, daha çok Mavi Marmara ile yapılıyor. Eleştiren de destek veren de var. İşte geçen hafta Büyükada İskelesi üstündeki Beltur Cafe’de Mavi Marmara masaya yatırıldı. Toplantıya Adalar'daki Sivil Toplum Kuruluşları, muhtarlar, çeşitli kurumların yöneticileri ile basın mensupları katıldı.

Başkan Sina Şen yönetimindeki toplantıda önceden hazırlanan sefer tarifesi sunuldu, daha sonra da katılımcılara tek tek söz verildi. Tarifeye ilaveler veya değişiklikler yapılabilmesi amacıyla istek ve şikâyetler dinlendi.

MAVİ MARMARA ZİRVESİ

Ada halkının dilekleri doğrultusunda söz alan muhtarlar, adalar arası seferlere öncelik tanınması ve adalar arası ulaşımın kesintiye uğratılmaması yönünde görüş bildirdiler. Özellikle de adalar arasında ring sefer yapılması gerektiğini belirttiler.

Cumartesi Pazar ve tatil günleri Şehirhatları’nın tarifesine göre Burgazadası ve Kınalıada’nın yok sayıldığını söyleyen Ada Dostları Derneği Başkanı Perihan Ergun, buna takviye verilmesini ayrıca Kabataş’a da birkaç sefer konulmasını istedi. Burgaz ve Kınalıada halkının Mavi Marmara’ya minnettar
kalacağını belirtti. Çocuk, engelli ve yaşlıların iskeleden rahat inip çıkamadığını, bu yüzden motora binemeyenler olduğunu söyleyerek yöneticilerden bu konuyu da düşünmelerini istedi.

Talepleri dikkatle dinleyen Mavi Marmara yöneticileri görüş ve dilekleri not alarak inceleyeceklerini, amaçlarının ada halkına hizmet olduğunu söylediler.

Şehir Hatları vapur tarifesi ile İDO tarifesi henüz hazır olmadığından seferler arası koordinasyonu sağlama imkânı bulamadıklarını belirten Mavi Marmara yöneticileri 2012 yaz sezonu için ada halkının
taleplerini dikkate alacaklarını da vurguladılar.

AB STANDARTLARINDA DEĞİŞİM

Toplantıda söz alan Mavi Marmara operasyon Müdürü Kerim Ak, “Kurumumuz bugün Avrupa’da, Amerika’da emniyetli taşımacılık nasıl uygulanıyorsa, Ekim ayından itibaren bu yükümlülükleri yerine getirerek hizmet sunacaktır. Gemilerimiz İSM denen, uluslararası emniyetli yönetim sistemine entegre edilip hizmetine devam edecektir. Bu büyük bir gelişme, İDO bile bunu geçen yıl tamamlamayı başardı,” diyerek memnuniyetini Adalılar'la paylaştı.

Yeni tarifelerin dağıtımına başlandı...



_______________________________________________________9

DenizHaber, 15.9.2011

http://www.denizhaber.com/HABER/26915/1/barbarosun-gelinleri-kiyi-temizleme.html

Kıyı Temizleme Hareketi

BARBAROS'UN "ÇEVREYE DUYARLI" GELİNLERİ


Barbaros’un Gelinleri Platformu (Denizci Eşleri Grubu) 28.09.2011 tarihinde DenizTemiz Derneği/TURMEPA ile ortak bir çalışma gerçekleştirerek Heybeliada’da KIYI TEMİZLEME HAREKETİ gerçekleştirecek.

Etkinlik dâhilinde denizci eşleri biraraya gelirken, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesine imza atmanın mutluluğunu yaşayacaklar.

Bu anlamlı ve özel çalışma hakkında bilgi almak ve katılmak isteyen denizci eşleri yonetim@barbarosungelinleri.com adresine mail atabilirler.

Barbaros'un Gelinleri platformundan konuyla ilgili DenizHaber'e açıklama yapan Zeynep Taç Çekici; "Unutmamak gerekir ki denizin bizler için farklı bir anlamı ve değeri var. Kıyılarımızı temizleyerek denizlerimize sahip çıkmalıyız. Denize sevdalı gönülleri, gönüllülüğe çağırıyoruz." dedi.

DenizHaber.Com


_______________________________________________________10


DünyaBülteni, 15.9.2011
Tarih Dosyası/ Günün Olayı

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=174651

GÜNÜN DİĞER ÖNEMLİ OLAYLARI

[...] 1923- Türkiye’de ilk yüzme yarışı, Galatasaray Kulübü’nce İstanbul-Büyükada’da düzenlendi. [...]


_______________________________________________________11


From: ADALAR MÜZESİ
Subject: Adalı Yayınları ve Adalar Müzesi Yayınları Boğaziçi Kitap Fuarı'nda
Date: September 16, 2011 5:02:06 AM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Adalı Yayınları ve Adalar Müzesi Yayınları
Boğaziçi Kitap Fuarı’nda


Adalı Yayınları ve Adalar Müzesi Yayınları, beşi 2011’de yayınlanan 25 kitabıyla Boğaziçi Kitap Fuarı’na katılıyor.

Adaları sevenleri ve Adalı dostlarımızı standımıza bekliyoruz.

Fuara özel indirimlerimizden yararlanmak için tam sırası.

15-21 Eylül, Harbiye, İstanbul Kongre Merkezi, Üsküdar Salonu


_______________________________________________________12

StarGazetesi, 18.9.2011
Özkan Güven

http://www.stargazete.com/pazar/tuyleriniz-diken-diken-olacak-haber-382838.htm

Demokrasi tarihinin kara lekesi müze, 
restoran ve otelle silinecek


Yassıada müze olunca tüyleriniz diken diken olacak

Türkiye geçmişiyle yüzleşiyor. Yassıada’da yaşananlar, adanın kara geçmişi yeni nesillere bir müzeyle anlatılacak. Adnan Menderes, bakan ve milletvekillerinin yattıkları tutukevleri, yargılandıkları spor salonu, o dönemin obje ve eşyalarıyla canlandırılacak.

İstanbul’dan bir buçuk saatlik bir yolculuğun ardından kara göründü. Kara: Yassıada. Yakından bakınca gri, silik... Sadece insanları öldüren ama yapılara zarar vermeyen bir bomba düşmüş gibi ıssız. Yarım yüzyıl önce terk edilmiş, sıvaları dökülmüş, boyasız binalarıyla renksiz... Yanaşan teknenin içinde bir türlü çıkamıyoruz. Adayı korumakla görevlendirilen dört köpek ve bir bekçi var. Bekçi değil kurt köpekleri bizi karşılıyor. Hırlayarak, havlayarak. Ada köpeklerinin tehlikeli olduğu bilgisi geliyor. Bekçiye ulaşamıyoruz. Yapacak bir şey yok. Koklatıyoruz kendimizi, düşman olmadığımız mesajı gidiyor köpeklerin beynine. O dakikadan itibaren yanımızdan ayrılmadan Yassıada’yı birlikte dolaşıyoruz.



27 Mayıs askeri darbesinin ardından mahkeme salonuna dönüştürülen spor salonuna giriyoruz. Demokrasi ve hukuk tarihinin kara sayfalarının lekelerle doldurulduğu o dönemi içinizde hissediyorsunuz. Duvarların herbir köşesi başka bir şey anlatıyor. Birileri gelmiş bir şeyler anlatmaya çalışmış: “Bugün de ölmedim”, “Sene 1960-Yassıada Menderes”, “Ağla yaralı kalbim, hepsi yalan”, “Bu kalp seni unutur mu?”, “No Pasaran”...

Siyah-beyaz fotoğraflarda Menderes yargılandığı sırada izleyenlerin oturduğu taş beton tribün hala aynı. Tıkıştırılan insanlar biraz nefes alsın diye kurulan havalandırmanın metal aksamları pas içinde. Camların yerinde yeller esiyor. Yargılamaların yapıldığı alanın iki ucunda urganlar sarkıyor. ‘Adalet Mülkün Temelidir’ tabelalarını taşımak için oraya konuşlandırılmış, belli. Birileri ucuna ilmek atmış yıllar sonra, birileri de o ilmeği kesmiş, bir ayıbı örter gibi. Öylece duruyor orta yerde, bize bir şeyleri hatırlatmak için. Duvarın birinde harflerinin birçoğu kazınmış “Kandan tasarruf edilmez vatan söz konusu olunca” yazısı çok şey anlatıyor oysa...

Özel eşyalar da yer alıyor

Spor salonundan çıkıyoruz. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes dahil olmak üzere Demokrat Parti bakanları, milletvekillerinin tutuklu bulunduğu odaları geziyoruz. 10 metrekarelik alanlar bunlar. Hepsi birbirine benziyor. Camları kırık, soğuk, içine sadece bir yatak ve küçük bir komidinin sığabileceği büyüklükte... Beton merdivenleri çıkıp koridora girdiğinizde yağmurdan tavanların yemyeşil rutubete kestiğini fark ediyorsunuz. Askerlerin gözetleme kulesi en renkli olan yapılardan biri. Kireç beyazı ve küçük bir kaleyi andırıyor. Gezdikten sonra genel bir yorum salondaki şu graffitinin mesajı karşılıyor: “Yassıada Demokrasi Adası Olsun!”

Yassıada, önümüzdeki yıllarda demokrasi adası olacak. Bunun ilk adımı adanın bir müzeye dönüştürülmesi. Tarih henüz belli değil ama çalışmalar başlatıldı. 1958’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın personelinin spor yapması için kurulan, 27 Mayıs askeri darbesinden sonra halk oyuyla seçilmiş iktidar temsilcilerinin yargılandığı bu salon, o dönemin görüntüsüne büründürülecek öncelikle. İnsanlara geçmişin kötü izleri hatırlatılacak. Burayı gezen bir genç, dönemin olağanüstü mahkemelerinin fütursuzluğunu merak edecek, belki daha çok araştıracak. Türkiye, tarihiyle yüzleşecek. Yassıada’daki tutukevi olan bölümlerde yatan siyasetçilerin özel eşyaları, çeşitli canlandırmalarla o dönem anlatılacak.
Yassıada müze olunca tüyleriniz diken diken olacak...

Tüyleriniz diken diken olacak

İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili, burayı demokrasi müzesi yapmaya kararlı olduklarını söylüyor. Ancak adanın sadece bir müzeden ibaret olmayacağını anlatıyor: “Yassıada artık Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verildi. Adaya ulaşım İstanbul’dan bir buçuk saat sürüyor. İnsanlar sadece bir müze için onca yolu gitmezler, bunu biliyoruz. Burayı bir cazibe merkezi haline getirmeye çalışacağız öncelikle. Yassıada’nın nasıl olması gerektiğine dair büyük bir çalıştay düzenliyoruz. Turizmciler, müzeciler, o dönem acı çeken insanlar katılacak buraya. Hep birlikte ne olacağına karar vereceğiz. Müzenin yanı sıra oteller yapacağız. İnsanların günübirlik tatil yapabileceği faaliyetler düzenlenecek. Sergi, toplantı salonları gibi başka alanlarda düzenlemeler olacak. Hemen yakınındaki Sivriada’yı kongre merkezi yapacağız. Her açıdan mükemmel bir ada olacak. Bütün bunlar demokrasi müzesi için yapılacak. Çok önem veriyoruz bu işe. Demokrasi temalı bir müzenin içinde teşhir edeceğimiz objeleri ortaya çıkaracağız. Buraya girenin tüyleri diken diken olacak. Ben 1960 doğumluyum. Benden sonra doğan kardeşime babam Menderes adını vermiş. Ben Menderes’i orada yapılanları okuyarak veya babamdan dinleyerek biliyorum. Ancak benden sonra doğan veya yeni nesil bilmiyor. O nedenle eğitici ve öğretici bir müze olması için çalışıyoruz.”

Yassıada’nın Robinson’u

Yassıada’yı koruyan ve burada balıkçılık yapan 30 yaşındaki İzzet Demir, adeta gönüllü bir sürgün hayatı yaşıyor. Beş yıldır eni 185, boyu 740 metre olan bu kara parçasında tek başına. Kaldığı oda Sivriada ve Hayırsızada manzaralı. “Dört köpekle birlikte burada takılıyoruz” diyor Demir. Eskiden bir halı mağazası, bir kırtasiye dükkanı varmış. Batmış. Batınca ve bir arkadaşından Yassıada’daki orkinos çiftliğinden iş teklifi gelince kendisini adada bulmuş. Şimdi hem orkinos yetiştiriciliği yapıyor hem adaya bekçilik... Sabah 06.00’da uyanıyor. Orkinosların kahvaltısını yaptırıyor. İzzet Demir, iki ayda bir Mersin’de yaşayan eşi ve çocuklarını ziyaret edebiliyor. Yiyecek ve içeceğini tekneyle gittiği Büyükada’dan karşılıyor.

Adada dört ay öncesine kadar askerlerin bulunduğunu, kendisinin de balıkçılığa devam ettiğini belirten Demir “Yassıada’nın kontrolü Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçtikten sonra askerler gitti, ben kaldım. Tek tabanca idare ediyoruz” diyor. Demir, askerlerin kol gezdiği dönemde bazı grupların adaya çıkmak istediğini ancak o dönemde bunun yasak olduğunu söylüyormuş: “Bu tür vakalarda önce ben iskeleye yanaşanların yanına gidiyor, ‘Tekneden inmeyin, yasak’ diyordum. Bazıları beni dinlemiyordu, sonra askerleri arıyordum. Onlar da botlarıyla hemen gelip gönderiyordu. Şimdi müze olacakmış. Artık insan görebileceğim. Daha sosyal bir hayatım olacak. Buraya ilk geldiğimde Menderes ve diğerlerinin hikayelerini öğrendim. Çok üzüldüm. Hatta Menderes’in yattığı odada bir gün ben de yattım. Kötü bir his. Adada müze kurulması yönünde verilen karar çok yerinde. Herkesin burada ne olup bittiğini anlaması açısından önemli.” 


_______________________________________________________13


SonDakika, 19.9.2011

http://www.sondakika.com/haber-sehit-aileleri-buyukada-yi-kesfetti-3002074

Şehit Aileleri Büyükada'yı Keşfetti


Gebzeli şehit aileleri, yakınları ve gaziler 19 Eylül Gaziler Günü nedeniyle Gebze Belediyesi tarafından düzenlenen Büyükada gezisine katıldı. Büyükada'nın tarihi ve turistik yerlerini rehber eşliğinde gezen şehit yakınları ve Gaziler keyifli bir pazar günü geçirmiş oldu

Gebze Belediyesi şehit aileleri ve gazileri Büyükada gezisinde ağırladı. Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği üyesi şehit aileleri ve yakınlarının yanı sıra gazilerinden yoğun katılım gösterdiği gezinin startı Eskihisar feribot iskelesinden verildi. Şehir hatları vapuruyla Büyükada'ya giden şehit aileleri ve Gaziler unutulmaz bir pazar günü yaşamış oldu.

Büyükada'da Adalar Belediyesi yetkilileri tarafından ilgiyle karşılanan Gebzeli şehit aileleri ve Gaziler, rehber eşliğinde adada bulunan tarihi ve turistik yerleri gezdi. Gebze Belediye Başkan Yardımcısı Nilay Ayran'ın nezaretinde adaya giden Gebzeli şehit aileleri, öğle yemeğini de Büyükada sahilinde eşsiz deniz manzarası eşliğinde yedi.

Adada bulunan ve Osmanlı döneminden kalan köşklerin ve yalılarında da gezildiği Büyükada'nın doğasına ve mimari dokusuna hayran kalan Gebzeli şehit aileleri ve Gaziler, yoğun hafta sonu programı nedeniyle geziye katılamayan Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker'e teşekkür etti. Büyükada turunu tamamlayan şehit aileleri ve Gaziler akşamüzeri vapurla Gebze'ye döndü.


_______________________________________________________14


HaberHakkı, 15.9.2011

http://www.haberhakki.com/genel/italyan-devrimci-gramsci-icin-buyukadada-konferans.html

İtalyan devrimci Gramsci için Büyükada’da konferans


Gramsci için Büyükada'da konferans düzenlenecek

İtalyan Komünist Partisi eski liderlerinden Antonio Gramsci’nin 120. doğumyılı anısına, 7-9 Ekim 2011 tarihinde Büyükada’da koferans düzenlendi. ” Gramsci’de Din, Sivil Toplum ve Politik Toplum” başlıklı konferansa çeşitli ülkelerden siyasetbilimciler ve felsefeciler katılacak.Felsefe ve Sosyal Araştırmalar Topluluğu Derneği’nin düzenlediği konferans, İskele Cad. No:1/b adresinde yapılacak.

KİMLER GELİYOR?

İngiltere’den: Adam Morton, Casimo Zene, Peter Thomas. Almanya’dan: Alex Demirovic, Ursula Apitzsch, Andreas Merkens, Serhat Karakayalı

Türkiye’den: Sinan Özbek, Taner Yelkenci, Savaş Ergül, Galip Yalman, Bihter Somersan, Ceren Özselçuk

GRAMSCİ KİMDİR?

İtalyan Komünist Partisi kurucu üyesi ve bir süre lideri. Mussolini’nin Faşist rejimince hapsedildi. Marksist litaratüre katkısı ana olarak hegemonya, sivil toplum, altyapı-üstyapı ilişkileri, toplumda aydınların işlevi üzerindedir. Devlet teorisi üzerine özgün görüşler ileri sürmüş, başta Althusser olmak üzere birçok marksist kuramcıyı derinden etkilemiş, görüşleri Batı Marksizminin temellerini oluşturmuştur.

1924′de Gramsci İKP başkanı oldu.Venedik seçimlerinde milletvekilli seçildi. Partinin resmi gazetesi L’Unita’yı (Birlik) örgütlemeye başladı. O sırada kendisi Roma’da yaşarken ailesi Moskova’da idi. Ocak 1926 Lyons Kongresi’nde Gramsci’nin İtalya’da demokrasiyi yeniden inşa için birleşik cephe çağrısı tezleri İKP tarafından kabul edildi.

1926′da Faşist hükümet Mussolini’nin yaşamına kasdeden bir saldırıyı gerekçe gösterek olağanüstü hal yasalarınu yürürlüğe koydu. Gramsci, milletvekili dokunulmazlığına rağmen tutuklandı ve ünlü Roma hapishanesi Regina Coeli’ye götürüldü. Davasında Gramsci’nin savcısı ünlü “Yirmi yıl bu beynin işlemesini durdurmalıyız” ifadesini kullandı.

5 yıl (uzak Ustica adasında) alıkonulma cezası aldı; ertesi yıl 20 yıl hapis cezasına (Bari yakınlarında, Turi’de) çarptırıldı. Yeni yaşam şartları sağlık problemlerini arttırdı, çok az yardım görebileceği tek kişilik bir hücreye kondu. 1932′de İtalya ile Sovyetler Birliği arasında yapılması planlanan Gramsci’yi de etkileyecek siyasi mahkumların değişimi girişimi sonuçsuz kaldı. 1934′de sağlığı ağır şekilde kötüleşti ve Civitavecchia, Formia ve Roma hastanelerine gittikten sonra şartlı olarak özgür bırakıldı. Özgürlüğüne kavuştuktan kısa bir süre sonra 46 yaşında Roma’da öldü; orada Protestan Mezarlığı’na gömüldü.


_______________________________________________________15

HaberHakkı, 20.9.2011

http://www.haberhakki.com/genel/sedef-adasinda-kimler-eglendi.html

Sedef Adası’nda şöhretlerin eğlencesi

Sedef Adası sanatçıların akınına uğradı

Tarkan-Sezen Aksu

Cem Yılmaz tekne ile İstinye sahilinden boğazın sularına açıldı. Cem Yılmaz özel bir şirketten kiraladığı yat ile arkadaşları ile boğaz keyfi yaptı. Yılmaz tekneden Sezen Aksu’yu da cep telefonundan arıyor.

Cem Yılmaz

“Sezen Hanım evinin önündeyiz” diyerek Sezen Aksu’nun Anadolu Yakası’nda ki evinin önüne demirliyor. Sezen Aksu bu nazik teklifi geri çevirmiyor ve hemen tekneye biniyor. İçlerinde Cem Yılmaz, Tarkan, Sezen Aksu, Meltem Cumbul ve Nurgül Yeşilçay’ın olduğu grup Sedef Adası'na doğru açılıyor. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın çocuklarının açtığı Sedef Elio’ya giden ünlü isimler, gazeteci ve meraklı bakışların olmadığı sakin bir ortamda gönüllerince eğlendiler.

Eski sevgilisi ile eğlendi

Bir başka ayrıntı ise Cem Yılmaz bu özel geceye eski sevgilisi Lal Dedeoğlu’nu götürmesiydi. Birlikte Adada eğlenen çift yeniden biraraya mı geliyor söyentilerine yol açtılar.

Sedef Adası’nın iskelesine demirleyen ekip burada sabahın ilk ışıklarına kadar vur patlasın çal oynasın eğleniyor. Ve bu eğlenceli gecenin ardından Tarkan, sabah saatlerinde uykusuz kalmaya razı olarak Almanya’ya uçuyor!…



_______________________________________________________16

Posta, 11.9.2011
Merve Özaytekin

http://www.posta.com.tr/pazarpostasi/HaberDetay/Istanbul_bahcelerine_Harvard_li_bahcivan.htm?ArticleID=88296

İstanbul bahçelerine Harvard'lı bahçıvan


Bir zamanlar yeşil olmamasından şikayet ettiğimiz İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler her geçen gün daha da güzelleşiyor. Çoğu yerde her mevsime uygun dikilmiş çiçek ve bitkiler var...

Arkadaşlarımın evlerinde ise balkon bahçeleri! Kendi ufak alanlarında organik sebze yetiştiriyorlar. Bazıları da apartman bahçelerini küçük bir hobi alanına dönüştürmüş. Yeşile hasreti bu küçücük alanda gideriyorlar. Bu düşüncemi bahçe uzmanı, peyzaj mimarı Gürsan Ergil de onaylıyor. O da Türkiye’de bahçeciliğin her geçen gün geliştiğini söylüyor.

Ona danışanın, başvuranın da haliyle her geçen gün arttığını... Harvard Üniversitesi Arnold Arboretumu’nun Peyzaj Enstitüsü’nde Peyzaj Tasarımı ve Tarihi’nde okuyan Gürsan Bey Türkiye’ye döndüğünden beri çok meşgul. Osmanlı-İslam Bahçeleri hakkında dersler veriyor, kitaplar hazırlıyor.

Meraklılarına bahçe gezileri düzenliyor. Özellikle Büyükada’da yaptığı, halka açık olmayan keşfedilmesi gereken yerleri Gürsan Ergil gezdiriyor. Dileyenler ona www.gursanergil.com adlı adresten ulaşıyor...

Siz kimsiniz, asıl mesleğiniz ne?

İstanbul-Büyükadalı’yım. Çocukluğumda bahçeli evleri görerek büyüdüm. Bahçelere hep merakım vardı. Önce elektrik mühendisliği, daha sonra tasarım yönetimi okudum. Amerika’da yaşamaya başlayınca Harvard Üniversitesi’ne bağlı Arnold Arboretumu’nda Peyzaj Enstitüsü’nde peyzaj tasarımı ve tarihi okuma fırsatı yakaladım. Yurt dışında çeşitli peyzaj projelerinde çalışıp Osmanlı ve İslam bahçeleri hakkında ders verdim. Ayrıca Amerika-Massachusetts’de deCordova Heykel Parkı ve Müzesi’nde ve New York- Central Park’taki Gates Sergisi gibi önemli projelerde çalıştım.

İstanbul’a ne zaman döndünüz?

3 yıl önce İstanbul’a döndüm. Ekibimle Gürsan Ergil Tasarım Stüdyosu olarak bahçe ve mobilya tasarımı yapıyorum. Buna ek olarak Adalar Kent Müzesi’ne bahçe kültürü danışmanlığı yapıyorum. İstanbul’a döndükten sonra da çeşitli bahçe projeleri yaptım. Geçtiğimiz yıl İstanbul Tasarım Haftası kapsamında Mobil Bahçeler başlığı altında bir sergi ve atölye çalışması düzenledim. Burada sergilediğim 1 metrekarelik ‘Salıncak Bahçe’ daha sonra Almanya’daki Marta Herford Müzesi’nde sergilendi.

Kendinize neden peyzaj mimarı yerine bahçıvan/bostancıbaşı diyorsunuz?Osmanlı sultanlarının emrinde çalışan bostancıbaşılarla ne gibi benzerlikleriniz var?

“Ben iyi bir bahçıvanım” demek için çok geniş bilgi ve birikiminiz olması gerekiyor. Bunun için de uzun yıllar geçmesi şart. Ben kendimi henüz bu kategoriye sokmuyorum ama bu yolda ilerlemekteyim. ‘Peyzaj mimarisi’ en azından tanım olarak çok eskilere dayanan bir meslek kolu değil. Benim benzerliğim sadece aynı topraklarda bu işi yapıyor olmamızdan geliyor. İstanbul’un fethi ile birlikte önceleri Rum vatandaşlar, daha sonra da Arnavut ve Bulgar göçmenleri, son dönemde de Orta Karadeniz Bölgesi’nden gelen kişiler yapıyor bu işi.

15. yüzyılda bahçıvanlık yapan kişilerin yetkileri zamanla artarmış. Padişahın en güvendiği kişiler bostancıbaşılarmış. Sarayın dış bahçelerinin ve tüm imparatorluk bahçelerinin korunmasından sorumlu olurlarmış. Bostancıbaşı aynı zamanda ‘cellatbaşı’ olduğu için sarayda da en korkulan kişi konumundaymış. Sultanın emri ile kimsenin haberi olmadan direkt istenilen kişiyi boğdurabiliyorlarmış. Tabii ki benim bostancılarla olan benzerliğim bahçıvanlık kısmı ile sınırlı kalıyor!

Osmanlı İslam bahçeleri o dönemlerde nasılmış?

Osmanlı bahçelerini birkaç dönemde incelemek gerekir. Kuruluşundan 16. yüzyıl sonlarına kadar geçen dönem tabiatın neredeyse doğal halinde bırakıldığı klasik Osmanlı bahçelerini temsil ediyor. Daha sonra Batı’nın etkisi ile bahçe tarzları değişmiş. Her ne kadar botanik yapısı değiştiyse de genel plan olarak Topkapı Sarayı bahçelerini klasik döneme örnek verebiliriz.

Bu bahçenin ‘I. Avlu’ da denilen giriş bölümünde (Aya İrini Kilisesi’nin olduğu alan) bulunan çınarlar 19. yüzyılda dikilmiş. Halka açık bu bölümde daha önceleri sadece bir adet Doğu çınarı varmış. Batı tarzındaki bahçelerin en güzel örnekleri ise bugün hala görülebilir. Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları gibi...

Eski İstanbul bahçeleri nasıldı, biraz anlatır mısınız?

Ünlü mimar Le Corbusier anılarında 1910-11 yıllarında İstanbul’a geldiğini yazar. Şehrimizi ‘bahçeler şehri’ olarak tanımlar. O zamanlar bahçe kültürünün ne kadar önemsendiği aşikar. Yaşı müsait İstanbullular 60’lı yıllara dek varolan bahçeleri gayet iyi hatırlar. Ben de çocukluk yıllarında babaannemin Büyükada’daki bahçesini hatırlıyorum.

Bu setli bahçede yürüme yolundan hafifçe yükseltilmiş çiçek tarhları, bir kuyu, bir çeşme, çeşitli meyve ağaçları, mimozalar ve asırlık bir incir ağacı vardı. Ağaçlar bahçeye düzensizce serpiştirilmiş gibi görünse de her birinin konumunda belli bir amaç vardı. Asırlık incirin yarattığı gölgede uzun bir yemek masası vardı. Evin yatak odalarına yakın mimoza bizi görüntüsü ve kokusuyla mest ederdi.

İyi bir bahçıvan olmak için ne gerekli?

Mükemmel bir bahçıvan olabilmek için birkaç üniversite bitirmiş olmak gerek! Aslında bahçeye bakmak için bulunacak en iyi bahçıvan o evin sahibidir. Bahçe tarihini inceleyince birçok ünlü kral ve imparatorun kendi saraylarındaki bahçelerde bizzat çalıştıklarını biliyoruz. Bu kişiler bahçıvanlığı adeta bir meditasyon olarak kullanmışlar. Bu konudaki son örnek İngiltere veliahtı Prens Charles. Özellikle Müslüman bahçelerini inceleyip tasarlıyor.

Bahçesi olanlara ne tavsiye edersiniz?

Bahçelerin her bir metrekaresini değerlendirip yaz kış bahçelerini kullanmak üzere plan yapsınlar. Mümkünse az su gerektiren bitkileri tercih etsinler. Eğer evcil hayvanları varsa onlara göre planlama yapsınlar. Sulama için kullanacakları suyu muhakkak bir süre depoda bekletip daha sonra kullansınlar. Balkonlarında çiçek besleyenler bile suyu dinlendirip kullanırsa çok yararını görürler. Su bekledikçe içeriğindeki mineraller çoğalır, ve bu toprağa çok iyi gelir.

Bahçe gezileri düzenliyorsunuz. Nasıl geziler bunlar? Keşfedilmemiş hangi bahçeleri gezdiriyorsunuz?

İstanbul, Bursa ve Edirne’yi kapsayan turlar yaptım. Geçmişte başkent olmuş bu şehirlerin bahçeleri de çok zengin. Son olarak Adalar Kent Müzesi ile birlikte ‘Adalarda Bahçe Kültürü’ adı altında düzenli geziler yapıyorum. Tarihleri Adalar Kent Müzesi’nden takip edilebilir. Normalde gezilmesi zor olan birçok özel bahçeyi tanıtma fırsatımız oluyor. Yakında ‘Adalarda Bahçe Kültürü’ isimli kitabım çıkacak.

(11.09.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)