ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
19 Ekim 1914 Pazartesi günlü, Merhum Mustafa Fazıl Paşa veresesinin, Büyükada'da tasarrufları altında olduğunu iddia ettikleri arazi üzerindeki tasarruf hakkının tahkikine dair...
* * *
12 Mart 2012 Pazartesi
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Kuvvetli yağmurlu
2/7ºC
%84-90 nem
Poyraz, KD 34km/sa
Gündoğuşu 06:21... Günbatışı 18:06...
1- Emine Çiğdem Tugay: "Büyükada halkı, Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden imar canavarını 'sevinçle' mi karşıladı?..."
2- Seferi Seferoğlu Korusu'nun bahtsız başına gelenlere dair kısa bir anımsatma...
3- Pek saygıdeğer ve de sevgili Büyükada halkı, Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden imar canavarını hakikaten "sevinçle" mi karşıladın?...
4- Deniz Toprak: "Kim mi Adaperest gömleğiyle ortalarda gezip, perdeler ardındaki rantı seçenler?..."
5- Ömer Faruk Berksan: "Doğaya olan sevginizin, başkalarının çıkarı uğruna kullanılmasına müsaade etmeyin..."
6- Nazife Akgün: "Siz bilip bilmeden konuşan ve yazanlara açılamadır..."
8- Süleyman Durmuş, ADALAR POSTASI'nı Orman Festival Pikniği etkinliğine davet etti...
9- Adalar Kaymakamlığı: "İlçemiz Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Hükümet Konağı'nın 1. katında hizmet vermektedir..."
10- Yalova Belediyesi’nin, Yalova-Adalar arası deniz ulaşımının sağlanması adına yaptığı çalışmalarda sona gelindi...
11- Metin Akdemir: "Oylum Yılmaz'la Büyükada'da geçen, politik, cinsel ve psikanalitik bir metin diyebileceğimiz, son derece iddialı romanı Cadı’yı konuştuk. Ortaya, fantastik edebiyatın politik duruşu, Büyükada’nın yaralı tarihçesi ve doğaya dönmek isteyen dil üzerine bir söyleşi çıktı..."
12- SuGraphic: İstanbul'un Adaları ve kışın Burgazada'daki nostaljik balıkçı teknelerinden birinin görüntüsü ve ufukta görünen Kınalıada...
13- Fotokritik: "Burgazada'da güneş..."
14- Kuşlar Âlemi'nden...
15- Yüzler Defteri'nden...
)O(
_____________________________________________
Ek-2:
Büyükada halkı,
Seferoğlu Korusu'nu
tarumar eden imar canavarını
"sevinçle" mi karşıladı?...
İmar Canavarı'nın tarumar ettiği Seferoğlu Korusu.
ADALAR POSTASI-2666/8 (20.2.2012)'de de yayımlanan
Nevin Donat, "Ada Sahillerinde 5 Yıldız", Milliyet- Ekonomi (19.2.2012) künyeli haberde geçen:
[...] Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı. [...]
beyanatı peşi sıra —gözlerimize dahi inanamayarak samimiyetle ancak bir yanlış anlama/anlaşılmanın söz konusu olabileceğini düşünmemize rağmen— ADALAR POSTASI'na ulaşan mektuplar uyarınca beyanat sahibinin tekzibi ve/veya bir açıklama yapması gereğinin defaatle anımsatılmasına, bu süreçte kurucusu ve yönetim kurulu üyesi bulunduğu İAKTVKD'nin de —ADALAR POSTASI-2616/1 (7.11.2011)'de yayımlanarak ADALARPOSTASI-2641/2 (20.1.2012)'de de yinelenmiş ilgili resmi başvrularına rağmen— sözde zan altında kalması üzerine bir açıklama yapılması gereğiyle istemine bir müddet sessiz kalınmasına karşın nihayet ADALAR POSTASI-2673/3(29.2.2012)'de İAKTVKD Başkanı Arif Çağlar'ın:
[...] Kastetmeye kalktığınız şekilde İAKTVKD'nin Seferoğlu tahribatı konusunda kayırma ya da göz ardı etme yaklaşımı olamaz çünkü derneğin ilkelerine ve işleyişine aykırıdır, bunu da dernekte bir iki kişi değil derneğin tüm üyeleri hakkını vererek kontrol eder. Dernek hiçbir çıkar ya da makam ilişkisi üzerine kurulu olmadığı ve böyle bir şeyi de hedeflemediği için adında ve tüzüğünde yazılı olduğu gibi Adalar'ın kültür ve tabiat varlıklarını korumak konusunda vereceği bir taviz de olamaz. Buna dernek üyelerinin meslekleri gereği içinde bulundukları ilişkiler de dahildir. Kişilerin kendi iş ve çıkarları bir yana, derneğin hedefleri ve kararları bir yanadır. Çatışma halinde dernek kendi hedefleri doğrultusunda hareket eder. Sadece merak ettiğiniz Seferoğlu konusunda değil Adalar'la ilgili her konuda durum aynıdır. [...]
paragrafını da içeren yazısının ardından "İAKTVKD, Seferoğlu tahribatına niye karşı çıkmıyor?" sorularının yinelenmesi üzerine bu defa da ADALAR POSTASI-2675/2(4.3.2012)'de yine İAKTVKD Başkanı Arif Çağlar:
[...] Derneğin ve bilinçli yurttaşın ne olduğunu açıkladıktan sonra Seferoğlu tahribatı ya da diğer bilumum tahribat ve Derneğin bu konudaki tutumu hakkında başka söze gerek yok. [...]
cümlesiyle de vurguladığı bir yazı daha yayımlamıştır.
Bu arada daha Seferoğlu inşaatına başlanmazdan evvel 7.1.2009'dan itibaren, 23.1.2009 tarihli Emine Çiğdem Tugay imzalı "SEFEROĞLU KORUSU seferi midir?" başlıklı resmi başvurular (ADALAR POSTASI-2228/1(24.1.2009)) da dahil, 27.2.2012'ye değin en az 23 kere bu konuda yayım yapan ADALAR POSTASI'na dahi yöneltilen "ADALAR POSTASI'nda Seferoğlu'yla ilgili yazılara daha az mı yer veriliyor?" sorusuna karşılık "7.1.2009'dan bugüne 23 kere bilginize linkleriyle ekte*" cevabı da verilmişken;
Başına her nasılsa/nedense "Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı" şapkası takılmak suretiyle 19.2.2012 tarihli Milliyet Gazetesi'nde, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle karşıladı," beyanatı yayımlanan, Terrace-Lido davası kahramanlarından, yenilerde (5.2.2012) AKP Adalar Teşkilatı Yönetim Kurulu asil üyelerinden, Akdağ Şirketler Grubu vekillerinden, İAKTVKD Kurucu ve Yönetim Kurulu üyelerinden Av. Kemal Kil yanı sıra Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı'nca da 12.3.2012 tarihi itibariyle aradan 21 gün geçmesine rağmen hali hazırda hiçbir tekzip ve açıklamada bulunulmadığına göre yukarıda bahsi geçen yazılarla bu konudaki tutum ve tavrını ortaya koyan İAKTVKD'nin ardından şimdi sıra asıl töhmet altında bırakılan "Büyükada halkı"nda olmalı!...
Pek Saygıdeğer ve de Sevgili Büyükada halkı,
"Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı, —ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için— sevinçle [mi] karşıladı[n?]"
Bu arada Seferoğlu Korusu tahribatından ola ki sevindirik olan Büyükadalılar da varsa çıksın ortaya!...
Emine Çiğdem Tugay
)O(
*ADALAR POSTASI arşivinden
(7.1.2009'dan bugüne 23 kere)
Seferoğlu KORUsu'na dair...
seferoğlu korusu'nun kaybolan ağaçlarının yerinde...
[seferoğlu korusu'nda] kıtır kıtır kesilen bilmem kaç ağaçla kaderbirliğinde
kurutuldu o ulu selvi de!
Seferoğlu'nda yapılan binalar da yerle bir edilecek mi?...
Yine Lido'nun selvilerine ve Seferoğlu korusu ağaçlarına ithafen...
400-500 ağaç kaybettik yakın tarihte iskele civarında…
Şimdi hesap zamanı geldi ama geçmesin...
lido ve seferoğlu korusunun katledilen ağaçlarına ithafen...
lido’nun, seferoğlu'nun ağaçları da leylekler gibi göçmesin!...
göçtü mü yoksa?...
Seferoğlu'nu —görünen o ki— artık kaybettik! Ama yapılaşmaya, korunun ağaçlarının eksilmesine göz yumanlardan hesap sormazsak, Adalar'da daha çok "Seferoğlu" "seferi" olur...
Seferoğlu Korusu yok olana kadar ne yaptın başka?
Seferoğlu Köşkü'nde...
seferoğlu korusu'nu koru(yamadık)!...
Seferoğlu korusunun tahribatını görüyoruz, ağaçlar eksildi mi eksilmedi mi?
içine ettiğimiz adalar!... (seferoğlu tahribatının resmidir!...)
bir varmış... bir yokmuş... seferoğlu korusu da yok olmuş!...
Perde ardında neler oluyor? Büyükada Seferoğlu Korusu seferi mi?...
mehmet bölük'ün hatırasına hürmetle; kaşıkadası, lido, seferoğlu'nun imara açılarak ada sahillerinin tarumar olmasına göz yumarken, çankaya meydanı'na heykelini dikmek!...
Azaryan (Zeki Paşa, Seferoğlu) Köşkü'ne dair...
seferi inceleme raporu ve eki...
"Seferoğlu korusu seferi midir?" arzuhalimize dair kimi gelişmeler...
seferoğlu korusu seferi midir?
seferoğlu'nda neler oluyor yahu?
ateş olmayan yerden duman çıkar mı?
_____________________________________________
Seferi Seferoğlu Korusu'nun
bahtsız başına gelenlere dair
kısa bir anımsatma...
Seferi Seferoğlu Korusu'nun
bahtsız başına gelenlere dair
kısa bir anımsatma...
27.4.2005
23.3.2011
21.4.2011
12.5.2011
12.10.2011
29.2.2012
İstanbul İli, Adalar İlçesi, Nizam Mahallesi, Nizam Caddesi, 29 pafta, 127 ada, 1 parsel sayılı yerde, 1890 yılında Fotiadis’in tasarlayıp Yorgo Simota’nın inşa ettiği Büyükada’nın en güzel Art Nouveau yapılarından, —1989 yılındaki sahipleri Orhan Pekin tarafından ilgili Kurul’a yapılan başvuruyla 1. derece tarihi eser olarak tescillenip 17.8.1999 depreminde zarar görerek tamir edilmekteyken 25.8.1999'da ön cephesi kemerli ve revaklı kagir zemin katı ve terasının döküm korkulukları haricinde tamamıyla yanan ahşap 3 katlı— Azaryan (Zeki Paşa, Seferoğlu) Köşkü'nün vaktiyle yer aldığı Seferoğlu Korusu'nda; sözkonusu köşkle bütünlüklü korunması lüzum eden hemzamanlı kaskat ve havuzlar yanı sıra bahçe set ve kavisli yürüyüş yolları ve dahi envai çeşit 401/2 adet tescilli anıtsal ağaçtan oluşan korusunun ve Doğal SİT kapsamında bulunan sahillerinin topografyasının dahi tarumar edilmesini Büyükada halkı, hiç şüphesiz ki "sevinç"le değil "üzüntü"yle karşılayıp "kaygı"yla karşı çıkarken; bu tarumara seyirci kalan seçilmiş ve atanmış sorumsuz sorumluların cümlesini ivedilikle gereğini gereği gibi yapmaya davet etmektedir.
)O(
1. Emine Çiğdem Tugay'ın 23.1.2009 tarihli "SEFEROĞLU KORUSU seferi midir?" başlıklı arzuhaliyle TC Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, TC KTVK Genel Müdürlüğü Kurullar Dairesi Başkanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksel Kurulu'na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne, İstanbul Valiliği'ne, Adalar Kaymakamlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, Adalar Belediye Başkanlığı'na, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu'na, TMMOB Mimarlar Odası Kadıköy Şubesi Yönetim Kurulu'na ve akabinde Adalar Orman İşletme Şefliği'ne başvuruları: ADALAR POSTASI-2228/1(24.1.2009). [Müteakiben Adalar Cumhuriyet Savcılığı'nın başlatmış olduğu soruşturma kapsamında ifade de vermiştir.]
2. İ.Ü Orman Fakültesi'ne 25.12. 2008 tarihinde yapılan başvuruyu değerlendiren İ.Ü. Orman Fakültesi Dekanlığı tarafından görevlendirilen iki öğretim üyesi Doçent tarafından hazırlanan mevcut ağaçlara ait x,y,z koordinatlı, onaylı ve tescilli röleve planı ve raporunda geçen ağaç no'su, türü, gövde çapı, boy, tahmini yaş, taç genişliği ve diğer açıklamaların; Adalar Orman İşletme Şefliği'nce arazide de incelenip karşılaştırılarak tespitiyle röleve listesindeki ağaçların, koordinatları belirtilen yerlerde tamamı metal plakalarla numaralandırılmış olarak mevcut olduklarının tespit raporuyla birlikte ilgili ağaçların fotoğrafları: ADALAR POSTASI-2235/2 (25.2.2009).
4. Emine Çiğdem Tugay'ın 21.3.2011 tarihli "Tescil ve envanteri mevcut bulunan 401/2 adet ağaç yerli yerinde mi?" sorgusuyla Adalar Orman İşletme Şefliği'ne yapmış olduğu cevapsız bırakılan başvurusu: ADALAR POSTASI-2561/11(22.3.2011).
5. Emine Çiğdem Tugay'ın 2.4.2011 tarihli "SEFEROĞLU KORUSU seferi midir?" başlıklı arzuhaliyle TC Cumhurbaşkanlığı’na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, TC KTVK Genel Müdürlüğü Kurullar Dairesi Başkanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne, İstanbul Valiliği'ne, Adalar Kaymakamlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, Adalar Belediye Başkanlığı'na, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu'na, TMMOB Mimarlar Odası Kadıköy Şubesi Yönetim Kurulu'na, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü Adalar Orman İşletme Şefliği'ne başvuruları.
6. İAKTVD'nin; 4.5.2011 tarihli 93 sayılı "Seferoğlu derin hafriyatı" konulu İstanbul V. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne; 1.11.2011 tarihli 101 sayılı "Seferoğlu derin hafriyatı" konulu Adalar Belediye Başkanlığı'na; 1.11.2011 tarihli 102 sayılı "Denetim" konulu Adalar Belediye Başkanlığı'na; 1.11.2011 tarihli 103 sayılı "Kaçak Yapılaşma" konulu İstanbul V. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne; 4.3.2012 tarihli 117 sayılı “Seferoğlu mevkii topografisinde ağır fiziki tahribat, denizin doldurması ve kaçak iskele” konulu Adalar Kaymakamlığı'na başvuruları: ADALAR POSTASI-2616/1(7.11.2011), ADALAR POSTASI-2641/2(20.1.2012), ADALAR POSTASI-2681/6(14.3.2012).
― EY ADALILAR,
EY BÜYÜKADA HALKI!
Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden
imar canavarını
hakikaten "sevinçle" mi karşıladınız?
― HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!
O halde haydi adınızı-soyadınızı yazın da yollayın
ADALAR POSTASI'na adalar.postasi@gmail.com
Emine Çiğdem Tugay, Handan Altıneller, Arif Çağlar (Dr.), Nezih Bayraktar, Gürsan Ergil, Hayati Önel, Semiha Baltacı, Baki Nedim Baltacı, Hülya İşbilir Behramoğlu, Uğraş Salman, Mehmet Selim Tugay, Mürsel Polat, Mehmet Tevfik Özkartal, Zafer Ataylan, Cengiz Karataş, Rabia Irmak Tanış, Aki Alfons Gizelo, Ender Eren, Sevil Selin Sezer Aygün, Atilla Özgener (Prof. Dr.), Mahire Tanış, Melek Kızıldağ, Keklik Kızıldağ, Aziz Kızıldağ, Arif Kızıldağ, Deniz Kızıldağ, Abdullah Onay, Semih Aygün, Banu Akçaoğlu, Avni Kurtuldu, Birsen Kurtuldu, Funda Lena, Erendiz Özbayoğlu (Prof. Dr.), Baki Çokneşeli (Dr.), Mehmet Selahattin İnal, Nalan Altınışık, Nesrin Çokneşeli, Ferhan Özenen Salman, Deniz Toprak, Taylan Karaduman, Zeynep Alpar, Bülent Mısırlıoğlu, Meral Çelik, Serap Uzunlar, İlkay Kurdak, Selah Özakın, Ayşe Pakkan, Nazlı Pakkan, Kebir Ünal, Nesibe Günalp Kal, Nükhet İpek Deriş, Yalçın Saner, Nesrin Yazıcı, Mükerrem Atıcı, M. Burak Çetintaş, Irmak Erdem, Nazife Akgün, Nermin Çeliktemel, Dinçer Kaya, Ayşegül Bayraktar, Dikran Dülgeryan, Tunç Üner, Alp Aker (Dr.), Murat Kerimi, Ali Lütfü Yüğnük, Şükrü Abanoz, Süheyl Açıkel, İpek Bozkurt, Osman Bozkurt, Fatma Bozkurt, Cem Dilan, Emre Yalçın, Meltem Toksöz, Orhan Bursalı, Meryem Koray (Prof. Dr.), Altan Kılınç, Sedat Turkan (Prof. Dr.), Güneş Turkan, Esen Çamurdan, Çeli Levent, Nur Çakmak, Neşe Kıldacı, Mehmet Avni Arıduru, Baki Akpolat, Gülten Türkoğlu Akpolat, İlkay Şenoldu, Ahmet E. Şenoldu, Emine Şenoldu, Hatice Karakaş, Şükran Gürpınar, Buket Uzuner, ... [14.3.2012 00:36 itibariyle devamı ADALAR POSTASI-2681/1(14.3.2012)'de!]
From: DENİZ TOPRAK
Subject: KRAL ÇIPLAK
Date: March 12, 2012 1:00:06 AM GMT+02:00
KRAL ÇIPLAK!...
Garip ama çok basit ilişkiler aslında. Yutulur sanılan, kanıksanan, artık alışılan ilişkiler… Yorum ya da tahminden öte, kendi dillerinden, onların kalemlerinden okunduğunda, çırılçıplak… Aylardır cevapsız kalan göreve çağrı serzenişleri ardındaki sessizliğin, perdeler ardında oynanan Adaperestler adlı yapmacık tiyatro kadrolarınca sağlanmaya çalışıldığı gün gibi ortada artık. Önce hakaretler, olmadı türlü yollarla vazgeçirmeyi ümit etmeler ve nihayetinde hikâyeler, tehditler, telkinler… Okları başka hedeflere yönlendirmek için nafile gayretler...
Hakkı, hukuku, adaleti dillerinden düşürmeyenlerden, kendilerince adil balistik incelemeler…
Oysa ki çok benzer meselede, bayrak elde en önde koşar görünüp takdir bekleyenler, meselenin büyüğünde acaba ve nedendir ki NEREDELER?
Kim mi Adaperest gömleğiyle ortalarda gezip, perdeler ardındaki rantı seçenler?
“BENİM” demese de hiç kimse, göğsümdeki Adaperest madalyasıyla kimse şüphelenmez dese de kimse eğer o kimse, yine de aklıselim olanlar anladı ve anlar. Arif olan anlar. Ben eminim, arif olanı da bilirim. ARİF OLAN ANLAR…
From: Ö. FARUK BERKSAN
Subject: Doğaya olan sevginizin, başkalarının çıkarı uğruna kullanılmasına müsaade etmeyin.
Date: March 11, 2012 7:31:51 PM GMT+02:00
Doğaya olan sevginizin,
başkalarının çıkarı uğruna kullanılmasına
müsaade etmeyin!...
Değerli Adalılar,
Adalarımızda huzuru bozmakla görevli kimseler var. Onların maksatlı yazılarından etkilenmeyin.
Adalar için şiirler yazıyor görünümüyle kendi çıkarlarının mücadelesini yapıyorlar.
Sizlerin de iyi niyetinizi, doğaya olan sevginizi kullanıyorlar.
Ne olur kendinizi istismar ettirmeyin. Buna müsaade etmeyin.
Sizler gerçekten Adalara, doğaya aşık insanlarsınız.
Bu mücadele sevgiyle yapılır. Hakaret etmekle, nefretle, hiddetle, şiddetle yapılmaz.
Gerçek dostlarınızı tekrar düşünün. Onları ılımlı insanlardan seçin.
Şiddet varsa aklınıza bunlar gelsin ve lütfen oradan uzaklaşın.
Hepinizi çok seviyorum.
Faruk Berksan
Yazının ahengi bozuluyor ve hangi kısmının bana ait olduğu net biçimde anlaşılamıyor.
Bir açıklama ihtiyacı duyduğunuzda, yazımı bozmadan, yazıdan sonra açıklamanızı yazınız.
Teşekkür ederim.
Faruk Berksan
Sayın Ömer Faruk Berksan,
10.3.2012 tarihinde tarafıma göndermiş olduğunuz çeşitli hususları içeren mektubunuzda yer alması yanı sıra —yukarıdaki "önemli not"unuzla da bir kez daha ifade etmiş olduğunuz— bu konuya dair aynı gün vermiş olduğum cevap minvalindeki ADALAR POSTASI yayın ilkelerini burada bir kez daha yineliyorum:
Aslında hiç kimse... aynı zamanda siz... herkes... hepimiz! Gerçekte 1 Nisan 2005'ten beri sanal âlemde sadece bir haberleşme ağı olan ADALAR POSTASI, bilindiği üzere tamamıyla bağımsız olarak —türlü iş ve meşgalemin arasında ve dahi değil kitap yazdığım zamanlar, kanser musibetiyle kaderbirliği yapan annem Müjgân Demir (8.10.1930-26.4.2008) peşi sıra babam Muharrem Demir'e (1.1.1937-24.8.2011) uzun soluklu (2008-2011) soluksuz refakatim gerektiği geçmiş günlerde dahi mümkün mertebe aksatmama gayretiyle— nicedir neredeyse hilafsız günün 24 saatine yayılan —emeği elbette ve kesinlikle zinhar madden olamayacağı gibi zira üzüntüyle belirtmeliyim ki manen dahi karşılıksız haliyle de manası pek meçhul— bir sosyal sorumluluk projesi olarak sürdürülmektedir.
Zaman ve imkân yokluğundan anlayışınıza sığınarak, daha kolay ve çabuk anlaşılabilir olması açısından yayın camiasında ve özellikle de sanal âlemdeki muhaberatta çokça kullanılan yazı içinde köşeli paranteze ayrı renkle düşülen derkenarlarla, gereğinde —ki bu genellikle ADALAR POSTASI'na doğrudan sorulan sorulara cevaben ve/veya yine ADALAR POSTASI'na atfedilen yanlış bilgiler ve/veya ADALAR POSTASI'nca sorgulanması lüzum edilen ADALAR POSTASI'na dair ifadeler dolayısıyladır— evvelce çeşitli defalar da uygulanmış olduğu üzere ADALAR POSTASI-2678/3(9.3.2012) adresli mektubunuzda yer alan husus ve sorulara da ADALAR POSTASI adına bu minvalde cevap verdiğimi bilgilerinize sunarım. Bahsi geçen bölüm —cevapsız kalan sorularıyla birlikte— ADALAR POSTASI'nda seyredenlere bir anımsatma olarak ekte!*
ADALAR POSTASI'nda yayımlanan her yazı özüne dokunmadan imlâ ve yazım kuralları öncelikli edisyondan geçmektedir zira asla yazıya ekleme ve çıkartma yapılmaz yapılacaksa da daha doğrusu yapılması lüzum ederse de mutlaka yazarından görüş istenir. Ola ki dizgi esnasında farkına varılmadan oluşmuş gözden bir biçimde kaçmış kayıplar olursa da lütfen derhal ADALAR POSTASI'nı haberdar ediniz. ADALAR POSTASI sanal âlemde bir iletişim ağı olmakla birlikte YahooGroup minvalindeki diğerlerinden farkı mümkün mertebe elden geldiğince edisyondan geçen bir yayın oluşudur ki yukarıda da belirttiğim minvalde editör lüzum gördüğü yerde köşeli parantez içinde metinden ayrı bir renkle derkenar düşebilir; metinle âlâkalı bir görsel kullanabilir.
Saygılarımla,
ADALAR POSTASI adına
Emine Çiğdem Tugay
)O(
* From: ÖMER FARUK BERKSAN
Subject:
Date: March 8, 2012 5:45:00 PM GMT+02:00
[...] Öyle sanıyorum ki nüfusunuzu gizlediğiniz müddetçe [Kıstasımız nüfus beyanı ve/veya gerçek isimle yazmak mı olacak? Yoksa?] ADALAR POSTASI da artık yazılarınızı basmayacak. [Basmayacak mı?] Basmamalı da. [Basmamalı mı?] Şimdiye kadar gerçeği [Gerçek nedir?] bilmediğini sanıyorum. [Gerçek her neyse bilinmiyor!] Bilse bunu [Neyi?] yapmazdı herhalde. Bilerek bunu [Neyi?] yaptığında bütün hukukî ve malî sorumluluğu üzerine alacağını bilir. [Hah! İşte tam da bu meyanda ne olur siz ve/veya bilen birileri bu konudaki mevzuatı izah etse ADALAR POSTASI'nda seyreden cümlemize...] Suçunuza [Şayet suç varsa nedir?] ortak olur. [Aslında hiç kimse... aynı zamanda siz... herkes... hepimiz! Gerçekte 1 Nisan 2005'ten beri sanal âlemde sadece bir haberleşme ağı olan ADALAR POSTASI da postacısı Emine Çiğdem Tugay da adı geçen tüm bu şahısları (Ömer Faruk Berksan yanı sıra belirtildiği minvalde rumuzları veya bizzatihi kendileriyse de Deniz Toprak'ı ve/veya Semih Aygün'ü, Serap Uzunlar'ı ve/veya Sevil Selin Sezer Aygün'ü şahsen tanımadığı, maddi/manevi herhangi bir ilişkisi bulunmadığı gibi —daha önce de belirtildiği minvalde kimin rumuzla kimin kendi adıyla yazdığı da bilinemeyeceğinden— serlevhasında açıkça yazılı olduğu üzere ADALAR POSTASI'nda yayımlanan tüm yazıların sorumluluğu yazarına aittir!] Ben bilerek yaptığını hiç sanmıyorum. Çünkü, şimdi hukukî ve malî işlemlere başlama zamanı.
Faruk Berksan
[Hâl ve vaziyet bu minvaldeyken —hâli hazırda her iki/üç tarafın da doğan cevap hakları kapsamında şayet cevap vereceklerse, bir defaya daha mahsus olmak üzere karşı tarafa cevap lüzumu vermeyecek bir biçimde bugüne kadar mümkün mertebe göstermiş oldukları usul ve adap çerçevesinde yazmaları ricasında bulunacağımız cevapları akabinde— bir hayli şahsileşen muhaberat dolayısıyla bundan böyle Ömer Faruk Berksan, Deniz Toprak ve/veya Semih Aygün, Serap Uzunlar ve/veya Sevil Selin Sezer Aygün'ün birbirleri hakkında, birbirlerine yazdıkları mektuplarını ADALAR POSTASI'nda yayımlamamak mı lüzum edecek? Ey! ADALAR POSTASI'nda seyredenler, ne dersiniz? )O(]
Peki ya ADALAR POSTASI'nda seyredenler
ne der?
)O(
From: NAZİFE AKGÜN
Subject: Bilip bilmeden konuşanlara ve yazanlara duyuru
Date: March 10, 2012 3:48:36 PM GMT+02:00
Bilip bilmeden konuşanlara
ve yazanlara duyuru!...
Siz bilip bilmeden konuşan ve yazanlara açılamadır...
Ben ve benim gibi Adalar'da 650 civarında insan gidip Devlet'in tapusundan onlarca yıl önce yerler almış, üstünde evleri var, orada yaşamları, anıları, geçmişleri ve gelecekleri var. Sonra ülkemizde hep çalıyı tepesinden sürekleriz ya; Orman Genel Müdürlüğü'nce "Yok kardeşim ben tapu filan dinlemem, zamanında her ne kadar Tapu'ya şerh koymadımsa da sen burayı para verip Devlet'in tapusuna güvenerek alıp, burada bir yaşam kurdunsa da Adalar SİT alanı olması nedeniyle buraları ormandır," diye hakkımızda tapu iptal davaları açıldı.
Demokrasi, insan hakları, doğa ve çevre savunmak öyle birilerinin yaşam hakkını tüm geçmiş ve geleceğini elinden almak için yapılmaz. Zengin her koşulda yaşamını sürdürür; o kaçak yapar 'köşk' olur, bizim kendi halinde tapulu arsalar üzerinde yıllar önce yapılmış evlerimiz 'gecekondu' olur. Öğretmenin köşkü olmaz, evi olur orada yaşayan hayat vardır. İnsanlık vardır. Duygu ve düşünce vardır. Öğrendikleri ve öğretecekleri vardır.
Bizim anayasadan doğan mülkiyet hakkımız, kişilik haklarımız ne oluyor? Kim bu soruna çare bulacak, sesimizi kim duyacak?
Unutulmasın ki ben kişi olarak tüm yasal olmayan işlere karşıyım ama adamına göre ya da kesesine göre değil. Hiç kimseyi bir diğerinden ayırmadan adaletle ve eşitlikle.
Bahçemdeki sayısız ağacımı kucağımda taşıyarak diktim, herbir santimetrekare toprağa yemedim yedirdim, bir çocuk gibi baktım o bahçeye.
Şimdi Devlet'in kurumları arasındaki çatışmadan mağdurum. Üzgünüm, kızgınım.
Burası benim emeğim, 46 yıldır çalışıyorum; önce anlayın, dinleyin yüreğiniz ve beyninizde bir kez daha objektif olarak yorumlayın sonra da, yine istediğiniz gibi yorum yaparsınız. Yorum yapmak en kolayı.
Sorumsuz olarak bilip bilmeden yazılanlar da beni daha çok üzüyor.
Sorunumuzun Merkezi Hükümet tarafından acilen çözülmesini bekliyoruz. Bu 2B Yasası'yla mı olur başka bir yasayla mı olur bilemem! Sadece bir talebim var; gençliğimizi ülkemizin sorunları nedeniyle yaşayamadık, orta yaşta yaşamsal sorunlar ağır bastı şimdi bari BIRAKIN DA RAHAT ÖLELİM!
Evet şimdi sıcak evlerinde bilgisayarları başından bilip bilmeden konuşup, yazan-çizenler, bir kez daha düşünmenizi bekliyorum.
Gerçekten, insanı seven, saygı göstermesini bilen demokrasi ve insan hakları için mücadele vermiş ve vermekte olan tüm insanlara sevgilerimle,
From: İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Subject: At Fş.
Date: March 11, 2012 3:26:21 PM GMT+02:00
Adalar’daki at fışkısı kirliliğini azaltmak için
belediyemizin hazırladığı proje hangisidir?...
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Sayı : 119
Konu: at fışkısı kovası konusundaki 19 Ocak 2012 tarihli yazınız
Büyükada, 9 Mart 2012
ADALAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI’na,
İlgi: 19 Ocak 2012 tarih 86 sayılı yazınız
Derneğimizin söz konusu projeyle ilgili yönetiminize yönelttiği sorulara nasıl yanlış, yetersiz ve sorumsuzca cevap verilmiş olduğu Murat Yasa’nın derneğimiz aracılığıyla ilettiği mektupta açıkça görülmektedir (bkz. Ek).
Yaşadıkları ilçenin sorunlarıyla yakından ilginen ve belediyesine yardımcı olmaya çalışan duyarlı Adalı yurttaşlarına ve derneğimize belediye başkan vekili Hıdır Uvaçin imzasıyla verilen sorumsuz, bilgisiz ve aldatıcı yanıt ilçemiz ve geçici olarak yönetiminde bulunduğunuz Belediyemiz için en hafif deyimle son derece üzücüdür. Böyle yanlışların tekrarlanmaması ve ivedilikle düzeltilmesi için bu yazışmayı Belediyemizin yönetimine açık mektup olarak gönderiyoruz. Bu vesileyle sözkonusu projeyi ciddiyetle ele alarak ve gerçekleştirilmesi için harekete geçmenizi ve bu mektubumuzu derneğimizin resmi bir dilekçesi şeklinde görülerek Murat Yasa’nın mektubundaki noktaları ivedilikle yanıtlamanızı bekliyoruz ve bir önceki dilekçemizde sorduğumuz ve yanıtlamadığınız soruları:
1) Belediye Başkanlığı makamınızın bu projeye ilgi göstermeyiş nedeni nedir?
2) Adalar’daki at fışkısı kirliliğini azaltmak için belediyemizin hazırladığı proje hangisidir?
3) Belediyemiz UKM’ye bu konuda herhangi bir öneride bulunmuş mudur?
ilgili belgeleriyle birlikte ve ciddiyetle cevap vermenizi ve derneğimizin adresine kanuni süresi içerisinde göndermenizi istiyoruz.
Arif Çağlar
(başkan)
Ek:
1) Murat Yasa’nın Adalar Belediyesi’ne mektubu
2) Adalar Belediyesi’nin derneğimize 19.1.2012 tarihli yazısı
3) Özlem Yüzak’ın Mustafa Farsakoğlu’na 15.8.2010 tarihli mektubu
4) Orhan Bursalı’nın 3.5.2011 tarihli yazısı (Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanmıştır)
Adres:
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Güzeller Sokağı No: 30 Büyükada - İstanbul
e-posta: adalarkoruma@adalarkoruma.org
elektronik ağ: www.adalarkoruma.org
Ek-1:
T.C.
ADALAR BELEDİYESİ
Başkanlığı'na,
İlgi: M.34.6.ADA.0.11/86 sayılı ve 19.01.2012 tarihli, İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği’nin 28.12.2011 tarihli yazısına, Hıdır Uvaçin imzalı yazı.
Söz konusu, yazının kopyasını, bir Büyükada sakini olarak üzülerek okudum. Cevabi yazınızı ciddi ve modern belediyecilik anlayışı ile bağdaşır bulmuyorum. Nedenlerine gelince:
1) Verdiğiniz cevap ciddiyetten uzaktır. Zira sıcak yaz aylarında tamamen her türlü kontrolun dışında, müsaade edilen yolcu sayısından fazlasını saatlerce taşımaları bizim Arap cinsi atlarımızın sinirli olmalarına en buyuk nedendir.
2) Kendilerine takılacak 1.5-2 kilogramlık bir ilave yükü at cinsleri vererek savsaklamak,işi mugalataya boğmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Belediyeden dışkı kokusu ve yollara dökülen pisliklere bir çare bulmasını bekleyen bir vatandaş olarak beni tatmin etmemiştir.
3) Bu ülkenin devlet üniversitesinde mühendislik eğitimi almış bir vatandaş olarak bu konuda çözüm üretmek için çalışmamayı aldığım eğitime ihanet olarak görüyorum. Bu nedenle yaptığınız uygulamayı bizlerin önünde de tekrarlayıp cevabi yazınız konusu olan aksaklıkları göstermenizi istiyorum. Ancak bu şekilde örnek kova tasarımında yapılacak ufak değişiklikler ile bizim “kısa boylu” atlarımıza uygun bir kova ortaya çıkarıp çıkaramayacağımız belli olacaktır.
4) Eğer cevabi yazınız içeriği doğru ise fışkı kokusunu ve yerlere saçılan dışkılara karşı alternatif ne tür bir önlem getireceğiniz hakkında bir öneri bekliyorum. 5) Proje , belediyenize 2010 yılı yaz aylarında sunulmuştu. Ancak 2012 yılı Ocak ayında Adalar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği tarafından tekrar hatırlatılatılınca proje ile ilgili cevap verdiniz; bu hatırlatma yapılmamış olsaydı büyük ihtimalle tamamen bir kenara atılmış olarak bırakılacaktı. Bir belediye kendisine vergi veren, onu seçen vatandaşına karşı daha saygılı olmalıdır düşüncesindeyim.
Durumdan bilgilerinizi rica ederim,
Büyükada sakini T.C Vatandaşı
Murat Yasa
[X] Büyükada
GSM [X]
Cc: İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını [Koruma Derneği], Orhan Bursalı, Özlem Yüzak.
Ek-3:
15/08/2010
Sayın Mustafa Farsakoğlu,
Bu mektubu gazeteci kimliğimle değil, gerek seçimler öncesi gerekse sonrasında size destek veren bir Adalı yurttaş olarak yazmak istedim.
CHP’li bir yerel yönetimin Adalar’ın gerçek kimliğini koruyacağına inandığım için şu son günlere kadar koşulsuz bir destekle sizi savundum, toplantılarınıza, gönüllü çalışmalarınıza katılmaya çalıştım.
İşinizin hayli zor olacağını baştan biliyordum. Daha doğrusu hepimiz biliyorduk. Büyükşehir Belediyesi’nin kuşatması ve kısıtlı bir bütçenin yanısıra yıpratıcı olumsuz propogadalara maruz kalacağınızı da tahmin edebiliyorduk.
İstihab haddinin ötesinde bir yerli ve yabancı turist akını, biriken çöpler, faytoncuların terörü, tehlike yaratan bisiklet sürücüleri, kaldırımların esnaf tarafından işgalinin önlenememesi Adaların özellikle Büyükada’nın yaz aylarında zaten var olan sorunlarını katlıyor.
Hepsine bir noktaya kadar tamam. Ama tartışabilir, çözüm yolları geliştirebilir, adım adım kimi konularda ilerleme sağlayabilirdik. Beni hayal kırıklığına uğratan bunun yapılmaması, Adalar’a, gerçekten beklentisi olmadan katkıda bulunmak isteyenlerin girişimlerinin sonuçsuz kalması oldu. Kimi dostlardan duyuyordum ama içlerinden birini bizzat yaşadığım için size yazmak ve bu kişilerin rahatsızlıklarını hatta kırgınlaklarını aktarmak istedim.
Murat Yasa, Büyükadalı saygın bir işadamı ve yakın bir dostumuz. Atatürkçü, laik ve CHP destekçisi kimliğinin, toplumsal ve çevresel sorunlara duyarlılığının yanısıra önemli bir özelliği çözüm odaklı olması.
Büyükada’da fayton atlarının yollara dökülen pisliklerinin nasıl önüne geçilebileceği konusunda bir araştırma yaptı ve Venedik ve Viyana’da kullanılan bir yöntemin Adalar’da da uygulanabileceğini düşündü. Oralardaki faytonlarda kullanılan torbaların resimlerini çekti, yetinmedi kimin bunları ürettiğini öğrenti, yetmedi gidip üreticiyi buldu ve birkaç numune yaptırdı. Tüm aşamaları da dost sohbetlerinde bizimle paylaştı. Bundan yaklaşık 1 ay kadar önce sizden randevu aldı. Eşim ile birlikte (Orhan Bursalı-Cumhuriyet Yazarı, Bilim Teknoloji Dergisi Yayın Yönetmeni) sizi ziyaret ettiler ve torba örneklerini verdiler. Murat Bey, size bunları hibe edebileceğini de söyledi. Murat Yasa bununla da yetinmedi ve buradaki bir üretici ile temasa geçti. 25 tl gibi makul bir fiyat aldı. Ardından sizden ikinci bir randevu istedi. 11 Ağustos saat 9:30 için randevu verdiniz. Son derece yoğun bir iş programı sürekli olarak yurtdışı gezileri olan Murat Yasa sizinle görüşmek için Salı akşamından Adaya geldi ve carsamba sabahı yine yoğun bir çalışma temposu içinde olan eşimle buluşarak belediye binasına geldiler. Ancak yoktunuz. Uzun uğraşlardan ve özel kaleminizin sizi telefonla aramasından sonra gelemeyeceğinizi (diş operasyonu yüzünden) öğrendiler ve oradan ayrıldılar. İkisi de işlerine İstanbul’a indiler.
Ne arayıp özür dilediniz ne de daha sonrası için randevu verdiniz.
Murat Yasa hiç bir beklentisi olmadan bir Adalı olarak size yardımcı olmaya çalışan, sorun ve şikayet aktarmadan çözüm önerileri geliştiren bir insan. Sizin de iyi bildiğiniz gibi bu tarz insanlara ülkemizde fazla rastlanmıyor. Ben ise neden bu şekilde davrandığınızı anlamakta inanın zorlanıyorum.
Duyduğum rahatsızlığı bir şekilde dile getirmek zorundaydım. En uygununun yazarak olacağını düşündüm.
Saygılarımla,
Özlem Yüzak
Cumhuriyet Gazetesi
Ek-4:
Cumhuriyet 03.05.2011
BİLİM VE SİYASET
Çılgın Procemiz!
Bu yazı belki de pazar gününe uygun düşecekti! Ama gündem o kadar hızlı değişiyor ki, hazır çılgın proceler tartışılırken, bizim bu procemiz güme gitmeden yazayım dedim! Çünkü bu ciddi bir çılgın proce, çünkü muhatap bulamıyoruz; belki Kanal İstanbul falan derken bu da aradan çıkar! Ayrıca pazara kadar kim öle kim kala! Belki bir Allahın kulu kent yetkilisi (ağırlıkla Topbaş tabii!) bunu hemen bir haftada çözer, biz de bu “çılgın procemiz” ile adanın hayır duasını almış oluruz!
***
Procemiz, Büyükada’da at pisliklerini ıslah etmeyi öngörüyor!
Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz veya dikkat etmediniz hiç...
1) Büyükada’nın ana yolları, yaz ve kış, özellikle yazın artan at pisliği ve kokusundan geçilmez.
2) Bazıları bu kokuları geçmişin ve köylerin (orada da yok ya!) nostaljisi olarak beğeniyor, özlüyor ve derin derin içine çekiyor olabilir... Ciğerlerine, koku almaçlarına ve burunlarına afiyet olsun da, bizlerde bu kokular doygunluk düzeyini Ağrı Dağı kadar aşmış durumda, teşekkür ederiz, artık almayalım diyoruz...
3) Adaların çok eski tarihini bilmem, ama ilk zamanlarda, atların iki dışkısını da serbest ve özgürce yola yaptığını söyleyebiliriz... Tıpkı bir zamanlar İstanbul at arabaları gibi...
4) Büyükada’da bir tarihte bir önlem olarak, atların popolarının arka tarafına, yere paralel bir bez parçası takılmış.. Ağır şeyler yola değil de bez üzerine düşsün (veya rastlantısal olarak beze takılsın!) diye! Öbür hafif ve sulu şeyleri ise atlar yine özgürce yollara bırakıyorlar...
5) Normalde, bu bez parçasına takılanları, faytoncuların- arabacıların, bu amaçla ayrılmış yerlere (meselâ durak yerlerindeki bidonlara) usturuplu bir şekilde boşaltmaları gerekir. Kimisi şüphesiz bunu yapıyordur..
6) Ama yollardaki henüz üzerlerinde taze taze dumanları tüten kitlelere bakılacak olursa, faytoncuların-arabacıların belki de büyük çoğunluğu, hemen burnu dibinde tüten kokuların dayanılmazlığı olsa gerek, ayakkabısının ucuyla, bezin altına isabetli bir vuruşla temizlemektedir. Bu yöntemle kendi sorunlarını en hızlı çözüyor. Böylece, bir de bezleri temizleyip kokulu kitleleri bidonlara dökme zahmetinden de kurtuluyor... Allah var, bu pratik buluşlarına şapka çıkarıyoruz!
7) On yıllardır, bu şey sorununa hiçbir yetkili çare üretmedi. Veya düşündü de faytoncuları-arabacıları aşmadı, aşamadı! Ne de olsa faytoncular da bir seçmen kitlesi!
***
Bir grup insan olarak üç yıldır proce üretmeye soyunmuş durumdayız... İlk procemiz teknolojik ağırlıklıydı ve yatırımlar gerekiyordu.. Bundan vazgeçtik..
İkinci procede, Venedik ve Viyana’daki faytonların bu soruna buldukları çözümü gündeme getirdik (Bunlar da her şeyi bizden önce keşfediyor!) Adalı bir işadamı bunun farkına vardı! Fotoğraflar çekti (yukarıda bir örneği var), Viyana’da bunları dikeni buldu, onun da Türk olduğunu gördü, bir çiftine 350 Avro para ödedi, sonra da geçen yıl Adalar Belediye Başkanı ile görüşmeye gittik... “Çılgın proce”mizi anlattık, fotoğrafları gösterdik, ooo çok güzel dedi.. Bu arada, bu torbaları İstanbul’da 25 TL’ye aynı sağlam ve geçirmez bezden dikecek insanlar da bulundu...
Resimde gördüğünüz gibi, atlar düz bir beze değil, bir kovaya yapıyorlar!
Bez torbanın içine uygun büyüklükte bir kova koyuyorsunuz.. Dahası, kovayı sürekli temiz tutmak için, içine bir de naylon poşet geçiriyorsunuz... At tüm ihtiyaçlarını bu ‘paketin içine’ yapıyor.. Arabacılara düşen görev, naylon poşeti alıp bidonlara atmak! Hepsi bu kadar!
Bu proce gerçekleşti mi, hayır.. Birtakım değişiklikler yapmak için çılgının çılgını olmak gerekir herhalde...
Belediye Başkanı’na iki torba ve kovalar da hediye edildi... Hesaplandı, ihtiyaç olan 1000’e yakın torbanın dikilme masraflarının da karşılanacağı açıklandı! (Daha ne olsun, yeme de yanında yat!)
Ama yapılamadı! Ada ulaşımı büyükşehiri mi ilgilendiriyormuş, yoksa faytoncular mı istememiş, bunu öğrenemedik!
Evet bizim bu çılgın procemizi gerçekleştirecek bir yetkili aranıyor!
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Sayı : 109
Konu: at fışkısı kovası
Büyükada, 28 Aralık 2011
ADALAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI’na,
Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz yaz içinde iki Adalı yurttaş, Murat Yasa ve Orhan Bursalı Adalar’daki büyük sorunlardan biri olan at fışkısı kirliliğini çözmek için Viyana ve Venedik kentlerinde kullanılan “at fışkısı kovası” örnekleriyle sizin şahsınızda belediyemize başvurmuştur.
Murat Yasa’nın büyük bir özveri ve dikkatle hazırladığı bu proje - Viyana ve Venedik’teki kullanımın fotoğraflarını, - kovaların İstanbul’da tane başına 25 TL gibi düşük bir fiyata üretim olanağını ve üreticisinin adresini ve - örnek bir at fışkısı kovasını içermekteydi.
Murat Yasa büyük bir özveriyle hazırladığı proje yetmiyormuş gibi büyük bir cömertlikle Adalar’a bu ürünleri hibe etmeyi bile önermişti.
Bu projeyle ilgili olarak kararlaştırılan 11 Ağustos 2011 tarihindeki 2. toplantıya gelmediniz ve yeni bir toplantı da önermediniz, projeye bu güne kadar ilgi göstermediniz. Derneğimizin yönetiminde bulunan üyemiz Özlem Yüzak’ın bu konudaki 18 Ağustos 2011 tarihli uyarı mektubuna da cevap vermediniz.
1) Belediye Başkanlığı makamınızın bu projeye ilgi göstermeyiş nedeni nedir?
2) Adalar’daki at fışkısı kirliliğini azaltmak için belediyemizin hazırladığı proje hangisidir?
3) Belediyemiz UKM’ye bu konuda herhangi bir öneride bulunmuş mudur?
Yukarıdaki üç soruya ilgili belgeleriyle birlikte cevap vermenizi ve derneğimizin adresine kanuni süresi içerisinde göndermenizi dileriz.
Engin Damcı
(Başkan Yardımcısı)
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Adres: Güzeller Sokağı No. 30 Büyükada - İstanbul
e-posta: adalarkoruma@adalarkoruma.org
elektronik ağ: www.adalarkoruma.org
From: SÜLEYMAN DURMUŞ
Subject: Süleyman Durmuş seni "ORMAN FESTİVAL PİKNİĞİ" etkinliğine davet etti.
Date: March 11, 2012 3:50:42 PM GMT+02:00
ADALAR POSTASI'nı
ORMAN FESTİVAL PİKNİĞİ
etkinliğine davet etti!...
ORMAN FESTİVAL PİKNİĞİ
Tarih: 6 Mayıs Pazar
Saat: 07:00
Yer: Heybeliada, İstanbul, Türkiye
Katılacak mısın?
_______________________________
Yalova Çizgi, 11.3.2012
http://yalovacizgi.com/Haberler/ADALAR-oZLEMi-SONA-ERiYOR.html
ADALAR ÖZLEMİ SONA ERİYOR
Yalova Belediyesi’nin Yalova-Adalar arası deniz ulaşımının sağlanması adına yaptığı çalışmalarda sona gelindi. Kararlı çalışmaların ardından 13 Mart 2012 Salı günü saat 13:00’de halkın da katılımıyla yapılacak deniz turunun ardından imza protokolü düzenlenecek. Yalova açıklarında yapılacak gezi turunun ardından Yalova Belediyesi ile Dentur Avrasya arasında şirketin teknesinde imza töreni yapılacak. Törene Yalova Belediye Başkanı Yakup B. Koçal ve firma yetkilileri ile Yalova halkı katılacak. Dentur Avrasya firması Yalova’da düzenlenecek imza törenine 2 gemiyle iştirak edecek.
_______________________________
BirGün, 11.3.2012
Metin Akdemir
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1331474153&year=2012&month=03&day=11
Bugüne kadar edebiyat eleştirilerinden tanıdığımız Oylum Yılmaz’ın ilk romanı Cadı’nın sayfalarını çeviriyoruz birer birer… Anlatıcımız ilginç bir kahramanı ve onun kendisi kadar ilginç, karanlık hayatını anlatma peşindedir. Ne var ki anlatma sancıları, anlatabilme kaygıları içindeyken kahramanı gözden yitiverir… Az-çok alışkın olduğumuz bu oyunlar buraya kadar bizi çok da şaşırtmaz. Ama ne zaman anlatıcı, bu kaybolmuşluktan kendi hikâyesini çıkarır, dahası bu hikâyeyi kucaklar ve kendini iyileştirmeye başlar, biz de şaşkınlıkla yazgımız, dertlerimizin dermanları ve dermanlarımızın yeri yurdu üzerine düşünmeye başlarız...
Cadı bu anlamda tek bir Cadı'nın nam-ı diğer Ümran'ın hayatını anlatmakla kalmıyor, içimizdeki ve dışımızdaki cadıları, cadılığı da anlatıyor; onun kötülüğü kadar, iyiliğine, gücüne ve güzelliğine açılıyor. İyiliğimiz ve kötülüğümüz de doğadan bağımsız değildir ki, ne yapsak ona döner, ondan bize yansır. Bu anlamda adada, ormanın karanlığında ve ağaç diplerinde geçen romanın en büyük dertlerinden biri hep söylenegeldiği gibi doğa değil de sanki daha çok doğanın karşısında kendi yalnızlığına bir yer arayan insan… Oylum Yılmaz'la Büyükada'da geçen, politik, cinsel ve psikanalitik bir metin diyebileceğimiz, son derece iddialı romanı Cadı’yı konuştuk. Ortaya, fantastik edebiyatın politik duruşu, Büyükada’nın yaralı tarihçesi ve doğaya dönmek isteyen dil üzerine bir söyleşi çıktı.
Cadı gibi gerçekle gerçeküstü arasındaki sınırlarda gezinen bir romanı yazarken ilk çıkış noktanız, ilham kaynağınız neydi?
Büyükada’da yaşayan olağanüstü bir kahramana dair hikâyem vardı başlangıçta, ancak sadece fantastik edebiyatın sınırları içinde de kalmak istemiyordum. Zamanla tıpkı hayatımızın kendisi gibi, gerçekle gerçeküstü arasındaki sınırda gezinen, somut maddi gerçekler kadar yalanlardan, söylentilerden, batıl inanışlardan, düşlerden ve rüyalardan oluşan bir hikâyeye dönüşmeye başladı Cadı. Dilimin ve hikâyenin içine arayış düşüncesi sindi, iskelelerde uğuldayan rüzgârın sesi, kurumuş yaprakların hatıraları, çam iğneleri, ağaçlara bağlanan çaputlar, Büyükada’nın hem gerçek hem batıl tarihi işin içine karıştı. Kısacası Ada’nın her şeyiyle varoluş şekli ve bu coğrafya ekseninde oluşan kültür, temel ilham kaynağımdı diyebilirim.
Romanda birçok fantastik öğenin ve düşsel karakterlerin yanında Büyükada’nın gerçek tarihine, 6-7 Eylül olaylarına, Anavatan Parti’li 80’li yıllara ve hatta o dönemin belediye başkanının öldürülmesine dair çeşitli göndermeler var. Fantastik ve politik öğeleri bir arada kullanmak bilinçli bir tercih miydi?
Cadı aslında bir yönüyle son derece politik bir roman. Tarihin talihten ayrılamayacağı düşünülürse eğer, başka türlü olması da pek mümkün değildi zaten. Her hikâyenin bir zamanı vardır, Cadı’nın zamanından ise özellikle Büyükada’yı kasıp kavuran, yıllarca bir arada yaşamış insanları, dostları birbirine düşüren, toplumda kapanmaz bir bıçak yarası açan 6-7 Eylül olayları, rant çılgınlığıyla tarif edebileceğimiz Anavatan Partisi dönemi ve hatta Adalar Belediye Başkanı’nın yine bir rant didişmesi yüzünden öldürülüşü geçiyor… Fantastik edebiyatın sanıldığı ve iddia edildiği gibi bir kaçış edebiyatı olduğunu, gündelik hayattan, siyasetten kopuk olduğunu düşünmüyorum hiç. Tam tersine, bir kaçış hissi yaratarak edebiyat aracılığıyla hem toplumsal ve kültürel hem de bireysel bir yüzleşme sağladığını düşünüyorum. Bu aynı zamanda son derece politik, muhalif bir tavır. Dolayısıyla fantastik ve politik öğeler, somut maddeci anlayışa, ataerkil kültüre karşı duran Cadı’da kendiliğinden bir araya geliyor, birbirlerini var ediyorlar.
UZAK BİR YAZAR BAKIŞINA KARŞIYIM
Romanın yoğun bir şiirsel, düşsel dili var, çoğu zaman da Anlatıcı’nın ve Ümran’ın sesi birbirinin içine giriyor. Bu durumun okurun işini zorlaştıracağını düşündünüz mü?
Doğrusunu söylemek gerekirse hiç düşünmedim. Okuru küçümseyen, anlattıklarını anlayamayacak bir topluluğa seslendiğini düşünen uzak bir yazar bakışının özellikle son yıllarda edebiyatımıza, yayın dünyamıza çok hâkim olduğunu biliyorum ama benim gibi pek çok yazar da var buna karşı durmaya çalışan. Cadı’nın daha ilk satırlarından itibaren okuyucunun zaten bir tür anlatıcı-kahraman parodisi içinde olduğunu fark edeceğini, sesleri ayırt etmeye çalışmak yerine onların birbirine karışmalarından keyif alacaklarını umut ediyorum.
Ümran karakteriyle kadının içindeki cadılığın ve kötülüğün nedenlerini, köklerini araştırıyorsunuz sanki. Sizi bu ‘karanlık tarafa’ yönelten şey neydi? Nietzsche ‘İyiliğin ve Kötülüğün Ötesinde’ye “farz edelim ki hakikat bir dişidir”, diye başlar. Hakikat dişiyse eğer kötülük de iyilik de onun özünde demektir. Kadını doğaya, kaosa ve karanlığa ait bir canlı gibi görmek ve uygarlığı, kültürü, aydınlığı erkeğe atfetmek günümüzün temel eğilimlerinden biri. Ben de bu eğilim ekseninde kadının içindeki cadılığı, kötülüğü sonuna kadar kurcalamaya niyetlendim. Nihayetinde karşıma coğrafya, toplum, kültür ve dil çıktı. Sanırım özellikle kadın yazarların kendilerine bir dil aramaları bundan. Kısacası yine daha çok kadın yazarların mustarip olduğu edebi bir paradoksu kendimce kırma çabasıydı kötülüğün üzerine gitmek, Ümran’ın cinleri ve perileriyle yüzleşmek…
O kadar doğadan kopuk ve dolayısıyla o kadar yaralıyız ki…
Günümüzde pek çok yazar yavaş yavaş yüzünü doğaya çeviriyor. Ki bu da edebiyatımızda yeni bir dil arayışını müjdeliyor. Doğayı yaraladıkça biz de yaralanıyoruz aslında. Edebiyat bu yaralara merhem olabilir mi? Bu yönde bir umut taşıyor musunuz?
İnsan, benliğini doğayı ötekileştirerek kurmuş. Peki, nasıl ötekileştirmişiz doğayı? Elbette yarattığımız kültürle ve yazarak… Şimdi ise onu yazmayı bile unutmuşuz. Bunda kendi doğamıza karşı yabancılaşmamızın da çok büyük etkisi var tabii. Edebiyat bu yaralara merhem olabilir mi, diye soruyorsunuz. Bu umudu taşımasam, sanırım yazamazdım ve hatta yaşayamazdım bile... Zaten Cadı da en çok bu umut üzerine, edebiyatın getirdiği şifa üzerine, onun hem yazarını hem de okurunu iyileştirdiğine dair yazılmış bir roman. Bir temenni…
Anlatıcı, başkahramanı Ümran’la birlikte bir hikâyenin içine giriyor ve oradan kendine dair tinsel bir kök öykü çıkarıyor. Bir tür ‘şifacı öykü anlatıcısına’ dönüşüyor. Bu benim kendi kendime verdiğim bir müjde. Romandaki her kahraman ve hemen her olay, bilinçaltımıza dair mitsel arketiplerin birer izdüşümü. Sizin de dediğiniz gibi o kadar doğadan kopuk ve dolayısıyla o kadar yaralıyız ki, bir an önce bu yaraya merhem olabilecek bir şeyler bulmamız lâzım. Çok ama çok okumak, yazmak, tüketim sürecinden çıkıp üretici bir yaşam sürdürmek, doğaya elinden geldiğince sahip çıkmak, mevsimlerin geçişini değişen kıyafetlerimizden değil, biraz da etraftaki ağaçlara bakarak izlemek, benim kişisel olarak bulduğum ve herkese tavsiye edeceğim bazı tedavi yöntemleri.
_______________________________
Twitter, 11.3.2012 22:50
b.estubaa
@bestubaa
Biz de @niisanyagmuru'mla Büyükada'daydık ama bir kaç ay önce. Oldu mu bu, şimdi orada olmak varken?
pic.twitter.com/ORGtGoit
Twitter, 11.3.2012 22:13
@fazil13
Büyükada'da kar
Fotoğraf: Fazıl Okudan
pic.twitter.com/tbj61Z06
_______________________________
Yalova Çizgi, 11.3.2012
http://yalovacizgi.com/Haberler/ADALAR-oZLEMi-SONA-ERiYOR.html
ADALAR ÖZLEMİ SONA ERİYOR
Yalova Belediyesi’nin Yalova-Adalar arası deniz ulaşımının sağlanması adına yaptığı çalışmalarda sona gelindi. Kararlı çalışmaların ardından 13 Mart 2012 Salı günü saat 13:00’de halkın da katılımıyla yapılacak deniz turunun ardından imza protokolü düzenlenecek. Yalova açıklarında yapılacak gezi turunun ardından Yalova Belediyesi ile Dentur Avrasya arasında şirketin teknesinde imza töreni yapılacak. Törene Yalova Belediye Başkanı Yakup B. Koçal ve firma yetkilileri ile Yalova halkı katılacak. Dentur Avrasya firması Yalova’da düzenlenecek imza törenine 2 gemiyle iştirak edecek.
_______________________________
BirGün, 11.3.2012
Metin Akdemir
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1331474153&year=2012&month=03&day=11
“FANTASTİK EDEBİYAT DA
BİR MUHALEFET BİÇİMİDİR”
Bugüne kadar edebiyat eleştirilerinden tanıdığımız Oylum Yılmaz’ın ilk romanı Cadı’nın sayfalarını çeviriyoruz birer birer… Anlatıcımız ilginç bir kahramanı ve onun kendisi kadar ilginç, karanlık hayatını anlatma peşindedir. Ne var ki anlatma sancıları, anlatabilme kaygıları içindeyken kahramanı gözden yitiverir… Az-çok alışkın olduğumuz bu oyunlar buraya kadar bizi çok da şaşırtmaz. Ama ne zaman anlatıcı, bu kaybolmuşluktan kendi hikâyesini çıkarır, dahası bu hikâyeyi kucaklar ve kendini iyileştirmeye başlar, biz de şaşkınlıkla yazgımız, dertlerimizin dermanları ve dermanlarımızın yeri yurdu üzerine düşünmeye başlarız...
Cadı bu anlamda tek bir Cadı'nın nam-ı diğer Ümran'ın hayatını anlatmakla kalmıyor, içimizdeki ve dışımızdaki cadıları, cadılığı da anlatıyor; onun kötülüğü kadar, iyiliğine, gücüne ve güzelliğine açılıyor. İyiliğimiz ve kötülüğümüz de doğadan bağımsız değildir ki, ne yapsak ona döner, ondan bize yansır. Bu anlamda adada, ormanın karanlığında ve ağaç diplerinde geçen romanın en büyük dertlerinden biri hep söylenegeldiği gibi doğa değil de sanki daha çok doğanın karşısında kendi yalnızlığına bir yer arayan insan… Oylum Yılmaz'la Büyükada'da geçen, politik, cinsel ve psikanalitik bir metin diyebileceğimiz, son derece iddialı romanı Cadı’yı konuştuk. Ortaya, fantastik edebiyatın politik duruşu, Büyükada’nın yaralı tarihçesi ve doğaya dönmek isteyen dil üzerine bir söyleşi çıktı.
Fotoğraf: Oylum Yılmaz.
Cadı gibi gerçekle gerçeküstü arasındaki sınırlarda gezinen bir romanı yazarken ilk çıkış noktanız, ilham kaynağınız neydi?
Büyükada’da yaşayan olağanüstü bir kahramana dair hikâyem vardı başlangıçta, ancak sadece fantastik edebiyatın sınırları içinde de kalmak istemiyordum. Zamanla tıpkı hayatımızın kendisi gibi, gerçekle gerçeküstü arasındaki sınırda gezinen, somut maddi gerçekler kadar yalanlardan, söylentilerden, batıl inanışlardan, düşlerden ve rüyalardan oluşan bir hikâyeye dönüşmeye başladı Cadı. Dilimin ve hikâyenin içine arayış düşüncesi sindi, iskelelerde uğuldayan rüzgârın sesi, kurumuş yaprakların hatıraları, çam iğneleri, ağaçlara bağlanan çaputlar, Büyükada’nın hem gerçek hem batıl tarihi işin içine karıştı. Kısacası Ada’nın her şeyiyle varoluş şekli ve bu coğrafya ekseninde oluşan kültür, temel ilham kaynağımdı diyebilirim.
Romanda birçok fantastik öğenin ve düşsel karakterlerin yanında Büyükada’nın gerçek tarihine, 6-7 Eylül olaylarına, Anavatan Parti’li 80’li yıllara ve hatta o dönemin belediye başkanının öldürülmesine dair çeşitli göndermeler var. Fantastik ve politik öğeleri bir arada kullanmak bilinçli bir tercih miydi?
Cadı aslında bir yönüyle son derece politik bir roman. Tarihin talihten ayrılamayacağı düşünülürse eğer, başka türlü olması da pek mümkün değildi zaten. Her hikâyenin bir zamanı vardır, Cadı’nın zamanından ise özellikle Büyükada’yı kasıp kavuran, yıllarca bir arada yaşamış insanları, dostları birbirine düşüren, toplumda kapanmaz bir bıçak yarası açan 6-7 Eylül olayları, rant çılgınlığıyla tarif edebileceğimiz Anavatan Partisi dönemi ve hatta Adalar Belediye Başkanı’nın yine bir rant didişmesi yüzünden öldürülüşü geçiyor… Fantastik edebiyatın sanıldığı ve iddia edildiği gibi bir kaçış edebiyatı olduğunu, gündelik hayattan, siyasetten kopuk olduğunu düşünmüyorum hiç. Tam tersine, bir kaçış hissi yaratarak edebiyat aracılığıyla hem toplumsal ve kültürel hem de bireysel bir yüzleşme sağladığını düşünüyorum. Bu aynı zamanda son derece politik, muhalif bir tavır. Dolayısıyla fantastik ve politik öğeler, somut maddeci anlayışa, ataerkil kültüre karşı duran Cadı’da kendiliğinden bir araya geliyor, birbirlerini var ediyorlar.
UZAK BİR YAZAR BAKIŞINA KARŞIYIM
Romanın yoğun bir şiirsel, düşsel dili var, çoğu zaman da Anlatıcı’nın ve Ümran’ın sesi birbirinin içine giriyor. Bu durumun okurun işini zorlaştıracağını düşündünüz mü?
Doğrusunu söylemek gerekirse hiç düşünmedim. Okuru küçümseyen, anlattıklarını anlayamayacak bir topluluğa seslendiğini düşünen uzak bir yazar bakışının özellikle son yıllarda edebiyatımıza, yayın dünyamıza çok hâkim olduğunu biliyorum ama benim gibi pek çok yazar da var buna karşı durmaya çalışan. Cadı’nın daha ilk satırlarından itibaren okuyucunun zaten bir tür anlatıcı-kahraman parodisi içinde olduğunu fark edeceğini, sesleri ayırt etmeye çalışmak yerine onların birbirine karışmalarından keyif alacaklarını umut ediyorum.
Ümran karakteriyle kadının içindeki cadılığın ve kötülüğün nedenlerini, köklerini araştırıyorsunuz sanki. Sizi bu ‘karanlık tarafa’ yönelten şey neydi? Nietzsche ‘İyiliğin ve Kötülüğün Ötesinde’ye “farz edelim ki hakikat bir dişidir”, diye başlar. Hakikat dişiyse eğer kötülük de iyilik de onun özünde demektir. Kadını doğaya, kaosa ve karanlığa ait bir canlı gibi görmek ve uygarlığı, kültürü, aydınlığı erkeğe atfetmek günümüzün temel eğilimlerinden biri. Ben de bu eğilim ekseninde kadının içindeki cadılığı, kötülüğü sonuna kadar kurcalamaya niyetlendim. Nihayetinde karşıma coğrafya, toplum, kültür ve dil çıktı. Sanırım özellikle kadın yazarların kendilerine bir dil aramaları bundan. Kısacası yine daha çok kadın yazarların mustarip olduğu edebi bir paradoksu kendimce kırma çabasıydı kötülüğün üzerine gitmek, Ümran’ın cinleri ve perileriyle yüzleşmek…
O kadar doğadan kopuk ve dolayısıyla o kadar yaralıyız ki…
Günümüzde pek çok yazar yavaş yavaş yüzünü doğaya çeviriyor. Ki bu da edebiyatımızda yeni bir dil arayışını müjdeliyor. Doğayı yaraladıkça biz de yaralanıyoruz aslında. Edebiyat bu yaralara merhem olabilir mi? Bu yönde bir umut taşıyor musunuz?
İnsan, benliğini doğayı ötekileştirerek kurmuş. Peki, nasıl ötekileştirmişiz doğayı? Elbette yarattığımız kültürle ve yazarak… Şimdi ise onu yazmayı bile unutmuşuz. Bunda kendi doğamıza karşı yabancılaşmamızın da çok büyük etkisi var tabii. Edebiyat bu yaralara merhem olabilir mi, diye soruyorsunuz. Bu umudu taşımasam, sanırım yazamazdım ve hatta yaşayamazdım bile... Zaten Cadı da en çok bu umut üzerine, edebiyatın getirdiği şifa üzerine, onun hem yazarını hem de okurunu iyileştirdiğine dair yazılmış bir roman. Bir temenni…
Anlatıcı, başkahramanı Ümran’la birlikte bir hikâyenin içine giriyor ve oradan kendine dair tinsel bir kök öykü çıkarıyor. Bir tür ‘şifacı öykü anlatıcısına’ dönüşüyor. Bu benim kendi kendime verdiğim bir müjde. Romandaki her kahraman ve hemen her olay, bilinçaltımıza dair mitsel arketiplerin birer izdüşümü. Sizin de dediğiniz gibi o kadar doğadan kopuk ve dolayısıyla o kadar yaralıyız ki, bir an önce bu yaraya merhem olabilecek bir şeyler bulmamız lâzım. Çok ama çok okumak, yazmak, tüketim sürecinden çıkıp üretici bir yaşam sürdürmek, doğaya elinden geldiğince sahip çıkmak, mevsimlerin geçişini değişen kıyafetlerimizden değil, biraz da etraftaki ağaçlara bakarak izlemek, benim kişisel olarak bulduğum ve herkese tavsiye edeceğim bazı tedavi yöntemleri.
_______________________________
Su Graphic, 11.3.2012
Sailboats of Antigoni
Islands of Istanbul and a view of one of nostalgic sailboats in Burgazada in winter and Kınalıada seing on the horizon (Turkish: İstanbul'un Adaları ve kışın Burgazada'daki nostaljik balıkçı teknelerinden birinin görüntüsü ve ufukta görünen Kınalıada)
Burgazada means Fortress Island in English (Greek: Αντιγόνη, Antigoni) and the Island is the third largest of the Princes' Islands, a single hill 2 km across. Demetrius I of Macedon, one of the Diadochi of Alexander the Great, built a fort here and named it after his father Antigonus I Monophthalmus.
Burgazada-Islands of Istanbul
A view of Güneşgaz1 tanker anchored in front of the Burgazada in winter from the Fahri Korutürk Steamboat (Turkish: Fahri Korutürk Vapuru'ndan kışın Burgazada önünde demir atmış Güneşgaz1 tankerinin bir görüntüsü).
Burgazada or Burgaz Adası, (Greek: Αντιγόνη, Antigoni) is the third largest of the Princes' Islands in the Sea of Marmara, near Şehr-i Istanbul, Turkey. Burgaz is a common setting and even a major theme for writer Sait Faik Abasıyanık, where he also resided.
Spoon Island-Islands of Istanbul
Islands of Istanbul and a view of Aerial Spoon Island from the hills of Burgazada in winter (Turkish: İstanbul'un Adaları ve kışın Burgazada'nın tepelerinden Kaşık Adası'nın kuşbakışı görüntüsü).
Kaşık Island, (literally Spoon Island; Greek: Πίτα - νήσος) is one of the nine islands consisting the Princes' Islands in the Sea of Marmara, near Şehr-i Istanbul, Turkey. It is located between the islands of Burgazada and Heybeliada. The island calls as spoon because it looks like a spoon lying face-down on a table which has given the island its name. The old name of the island was Pita Island.
FotoKritik, 11.3.2012
Burgazada'da Güneş...
Kuşlar Âlemi'nden...
Twitter, 11.3.2012 22:50
b.estubaa
@bestubaa
Biz de @niisanyagmuru'mla Büyükada'daydık ama bir kaç ay önce. Oldu mu bu, şimdi orada olmak varken?
pic.twitter.com/ORGtGoit
Twitter, 11.3.2012 22:13
@fazil13
Büyükada'da kar
Fotoğraf: Fazıl Okudan
pic.twitter.com/tbj61Z06
_______________________________
Art Nina, Büyükada'da.
300 gram Kuşbaşı kafalar