ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
19 Kasım 1914 Perşembe günlü, Heybeliada mevkii polis memuru Mehmed Şevki'nin tercüme-i hal varakasına dair...
* * *
14 Mart 2012 Çarşamba
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Yağmurlu
4/9ºC
%66-85 nem
Poyraz, KD 20km/sa
Gündoğuşu 06:18... Günbatışı 18:08...
1- Ey Adalılar, ey Büyükada halkı! Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden imar canavarını hakikaten "sevinçle" mi karşıladınız?...
2- "Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı [Seferoğlu] Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı," beyanatıyla töhmet altında bırakılan Adalılar da diyor ki...
3- Deniz Toprak: "Gidiyor diye mi bir arada, bir arada diye mi gidiyor?..."
4- Bülent Mısırlıoğlu: "Söze gerek yok... Tahribat ortada... Resimler anlatıyor..."
5- Serap Uzunlar: "Müjdeeeee!!!!! Duydum ki, Seferoğlu’nda şantiye çalışması sürerken, ağaçlar zarar görmesin diye mevcut koordinatlarından uzaklaştırılıp, aynı alanda başka yere veya saksıya dikilmesine karar verilmiş..."
6- İAKTVKD: "Aslında 'Devlet malı niteliğindeki' Büyükada Seferoğlu Korusu'nun, bazı müteşebbis bezirgânların tasallutuyla ve de Adaları, kanuni selâhiyyetle korumaya muvazzaf olanların gafleti sonucu tabiî dokusunun tahribi ve kıyı şeridinin tebdil ve tadiliyle tağyir edilmesi üzerine..."
7- Deniz Toprak: "Soru soruyoruz ya, rahatsız mı ediyoruz acaba?..."
8- UKOME'den at fışkısına radikal çözüm!...
9- Arif Çağlar: "Adalar İlçesi için hazırlanan ve İBB tarafından askıya çıkarılmış olan 1/5000'lik planlara itiraz etmiş ancak ilgili makamdan bu itirazlarına cevap alamamış olanların..."
10- Zeynep Alpar: "Adalar Yönetim Planı İçin Sivil Girişim, 25 Mart toplantısı..."
11- Serap Uzunlar: "70 yıldır sülalende olan /Elinde tapusu da bulunan /Dönümlük arsana yapmazsan
14- Sezer Sevinçler: "Adalar’a deniz seferleri için imzalar atıldı, seferler 19 Mayıs’ta..."
15- Bülent Aydoğdu: "Heybeliada’da bir internet kafeye giden çocuklar, polis tarafından gözaltına alındı..."
16- Sorunlardan uzaklaşmak için Büyükada’ya gidecek olan Feriha ile Emir kavuşabilecekler mi?
17- Baki Çokneşeli: "Samuel Sullivan Cox, Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887 kitabında Aya Yorgi Manastırı'nı bizlere bakın nasıl anlatıyor..."
18- Kuşlar Âlemi'nden...
19- Yüzler Defteri'nden...
)O(
_____________________________________________
From: BÜLENT MISIRLIOĞLU
From: SERAP UZUNLAR
Subject: Sizce mümkün mü?
Date: March 13, 2012 8:35:12 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Sizce mümkün mü?
Müjdeeeee!!!!! Duydum ki, Seferoğlu’nda şantiye çalışması sürerken, ağaçlar zarar görmesin diye mevcut koordinatlarından uzaklaştırılıp, aynı alanda başka yere veya saksıya dikilmesine karar verilmiş. Daha sonra bu ağaçlar aynı yerine dikilmek zorundaymış. Bu esnada kuruyan ağaç olursa da kuruyan ağaç yerine aynı koordinata aynı tür ve özellikte ağaç dikilmesi gerekiyormuş…
Orman İşletmesi demiş ki, ağaç olan her yerde, ağaçlarla ilgili işlemler için başvuru ve kontrol bizce yapılır. Bu konularda da görevimizi yaptık.
Av. Kemal Kil de daha önce gazete röportajında sadece birkaç taze meyve ağacı kesildiğini söylemişti...
Gördünüz mü, ben ağaçlar konusunda ortalığı boşuna velveleye vermişim!... Tüh!… Çok utandım şimdi. Oysa tarihi ağaçlar saksıda bekliyorlarmış inşaat bitsin de yerimize geri dikilelim diye… Olur da kurursa zaten aynısından aynı yere dikilecekmiş. Bence dahiyane bir çözüm olmuş. Baksanıza ADALAR POSTASI'nda yayımlanan resimlere (eski ve yeni), sizce mümkün mü? 400 küsur ağaç, inşaat bittiğinde aynı yerinde kalacak mı?
_____________________________________________
From: İAKTVKD
Subject: Seferoğlu Korusu
Date: March 13, 2012 5:58:32 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Seferoğlu Korusu...
Aslında 'Devlet malı niteliğinde'ki* Büyükada Seferoğlu Korusu'nun, bazı müteşebbis bezirgânların tasallutuyla ve de Adaları, kanuni selâhiyyetle korumaya muvazzaf olanların gafleti sonucu tabiî dokusunun tahribi ve kıyı şeridinin tebdil ve tadiliyle tağyir edilmesi üzerine İAKTVKD amacı doğrultusunda üzerine düşen görevi ifa ile gerekli yerlere gerekli müracaatlartını yapmaya başlamıştır. Buralardan gelen cevabi karşılıkları Adalar halkının değerlendirmelerine ve hemşehrilik hukuku açısından bilgilerine ihtiramla takdim ediyoruz.
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Sayı: 117
Konu: Seferoğlu mevkii topografisinde ağır fiziki tahribat, denizin doldurması ve kaçak iskele
Büyükada, 4 Mart 2012
ADALAR KAYMAKAMLIĞI’na,
İstanbul Adalar İlçesi, Büyükada Nizam Mahallesi, Nizam Cad., 29 pafta, 127 ada, 1 parsel sayılı yerdeki hafriyat ve inşaat faaliyetinin ve sorumlularının yürürlükteki Nazım İmar Planı ve Koruma Bölge kurulu kararlarına uymadığı ve ayrıca Kıyı Kanunu’nu da ihlâl ettikleri görülmektedir.
1. grup eski eser binanın koruma alanı ve korusunu teşkil eden arazinin topografyasını ağır fiziki tahribatla değiştirerek korunması gerekli olan tabiatı ve tabii halini tahrip ve tadil eden bu eylemin bir inşaat ruhsatnamesiyle yapılıp yapılmadığı hususu ekteki fotoğraflardan da anlaşılabileceği gibi çok şüphe çekicidir.
Dolayısıyla yukarıda adresi verilen arsada derin hafriyat ve kıyının ve denizin işgali ve talanıyla tahribine cüret eden mülk sahibi ve sorumlu fen işleri yetkilileriyle müdahaleye vazifeli kılınmış ancak vazifelerini ihmal eden kamu görevlileri hakkında başlatılacak hukuk safahatına delil ve belge olması amacıyla Kadastro Müdürlüğü’nüzün kıyıdaki kamu malına işgal ve tecavüzü tesbit ederek tarafımıza bilgi verilmesini, ayrıca Kıyı Kanunu 15. maddesi gereğince bu tecavüzcüler hakkında yasal işlemlerin başlatılmasını emir ve müsaadelerinize saygılarımızla arz ederiz.
Arif Çağlar
(Başkan)
Ek: Dernek mühürlü ağır fiziki tahribat ve kaçak yapılaşmaya ait fotoğraflar
Adres:
İSTANBUL ADALARI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA DERNEĞİ
Güzeller Sokağı No: 30 Büyükada 34970 İstanbul
e-posta: adalarkoruma@adalarkoruma.org
elektronik ağ: www.adalarkoruma.org
From: DENİZ TOPRAK
Subject: Arşiv...
Date: March 13, 2012 6:47:54 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Soru soruyoruz ya,
rahatsız mı ediyoruz acaba?
[...] SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar'da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor [...]
Adalar’ın bunca sorununa, artan teneke tıngırtıları da eklenmedi (!), eklenmiyor (!), eklenmeyecek (!). Yok yani…
Perde ardında ikiyüzlü kimse var mı, varsa kimmiş bakalım onlar diyenler, merak edip aydınlık görünen karanlıklardan ses bekleyenler, belki de türlü yollarla tehdit edilecek, pisliklerin gündeme gelmesinden rahatsız olanlar çomak sokanları susturmak için her yolu deneyecek.
Tahmin (!!!) tabii ki bunlar. Ama ben olsam, kirli tekere çomak sokan ben olsam, çıkarmam o çomağı oradan. Kirli teker varsa, kime denk gelirse gelsin sokulmalı o çomak oraya.
Hele ki yasadışı yollarla, kanun tanımaz tehditlere, üstü kapalı telkinlere müracaat olursa, önce güvencemiz tabii ki hukuk, adalet… Bu süreçte de ağzı rant pisliğiyle dolu olan görürsek pisliği tabii ki çiğneyip geçmek…
Yok tabii ki böyle bir şey, kanunsuz, pislik kokan, kötü bir senaryo sadece benimki, ama olsa, nafile çabalar olsa… Olunca düşünürüz ya da olan düşünmüştür zaten, bize ne, değil mi?
Soru soruyoruz ya, rahatsız mı ediyoruz acaba?
Yoo… Sanmam. Kim, neden rahatsız olsun ki?
Bak aynı soruları, aynı yazıları çok kısa süre önce de yazanlar, gönderenler, soranlar olmuş. Onların da başka meseleleri mi var ki başka birileriyle diye sorgulamalı mıyız? Ne dersiniz? Aynı soruları soranlar için türlü yollar deneyenler, bu sorular için acaba neden sessizler?
Haa, bir tek Seferoğlu sordum fazladan, daha önceki bu yazıda sorulmayan!!!
Acaba bunlar mı kimilerinin karnını ağrıtan…
ADALAR POSTASI-2580/14 (28.4.2011):
From: ARİF ÇAĞLAR
Subject: Arşiv'den: Adalar Tükeniyor 20000623
Date: April 25, 2011 10:41:43 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Arşiv'den!
Radikal, 23.6.2000
Oya Er
http://www.radikal.com.tr/2000/06/23/turkiye/ada.shtml
Adalar tükeniyor
İstanbul'un 'sığınağı' Adalar'dan imdat çığlığı yükseliyor. Kıyılarına duvarlar örülen, ormanlarına molozlar dökülen Adalar'dan kötü kokular yükseliyor
İSTANBUL - Prens adaları... Sokakları, denizi, ormanıyla, İstanbul'un huzur köşeleri; şehrin karmaşasından kurtulmak isteyenler için yeşil birer sığınak. Ancak Adalar, İstanbul'un birçok nadide köşesi gibi giderek 'tükeniyor'. SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar'da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor.
Yıkılan duvar' yerinde
Burgazada Gönüllü Cadde'de Ahmet Selçuker'e ait 49 numaralı Deniz Apartmanı'nın önünde kıyı şeridini kapatan bir duvar bulunuyor. Kıyıların duvarla çevrilemeyeceğine dair mahkeme kararı bulunmasına ve kararın Danıştay'ca onaylanmasına karşın duvar hâlâ yerinde. Zira Adalar Belediyesi, yıkım için bir yıldır iş makinesi bulamamış. Selçuker'in bu konuda yargılandığı Kartal 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin duvarın durumuyla ilgili sorusuna verilen Belediye Başkanı Coşkun Özden imzalı yanıtta, duvarın kaldırıldığı bildiriliyor, ama duvar hâlâ yerinde duruyor!
Denizi işgal
Selçuker'in komşusu Moris Sadioğlu ise hem Kıyı Kanunu kapsamında, hem de SİT alanı içinde olan binasının önüne iskele inşa ediyor. Ada Dostları Derneği Başkanı Perihan Ergun, burada ruhsatsız kazı da yapıldığını söylüyor. Hafriyatın belediyeye ait iş makineleriyle ormana taşındığını, kum ve çakılın yine bu araçlarla getirildiğini anlatan Ergun, "Böylece yasadışı iskeleye, belediye de taşıma suretiyle destek oluyor" diyor.
Bir trafik, bir trafik...
Adalılar'ın en büyük şikâyetlerinden biri de inşaat molozlarının ormana boşaltılması. Her ne kadar Adalar Belediyesi İmar ve Planlama Müdürlüğü, "Molozlar, yerleri evvelce belirlenmiş olan döküm sahalarına yapılmaktadır" dese de fotoğraflar ve tanıklarla tespit edildiği üzere, hafriyat, ormana, hem de ağaçların üzerine dökülüyor.
Çöp dökmek üzere tahsis edilen bir alanın da bulunmadığı Adalar'da çöpler ormana, zaman zaman kıyılara dökülürken, motorlu araç yasağı da bir türlü gereği gibi uygulanamıyor. Koruma kurulunun geçen yıl yürürlüğe giren 'motorlu taşıt yasağı'nı belediye ve kaymakamın tanımadığını anlatan Burgazada Kalkındırma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mukaddes Orçun, "Onlar, motorlu araç izni verme yetkisi tanıyan Trafik Komisyonu kararını uyguluyor. Habuki Adalar SİT alanı olduğu için kurul kararı, komisyon kararını otomatikman geçersiz kılıyor" diye konuşuyor.
Özden: İddialar asılsız
Çöplük görüntülerinin kendisini de rahatsız ettiğini belirten Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden, çöpleri dışarıya taşıma ya da ada içinde arıtma çalışmalarının bir yıldır sürdüğünü anlattı. Özden, belediyenin 800 milyar lira yıllık geliri olduğunu, çöpleri dışarıya taşıma işinin ise 650 milyar liraya mal olduğunu anımsattı. Orman içine dökülen hafriyat iddialarının 'karalama' amaçlı olduğunu belirten Özden, "Keşke imkân olsa da başka yerlere taşısak" dedi. Moris Sadioğlu'nun villasının önündeki iskelenin lodostan yıkılan iki iskelenin yerine, halka açık olarak belediye tarafından yaptırıldığını, iddiaların iftira olduğunu anlatan Özden, Ada Dostları Derneği'nin ne elde etmek istediğini bilmiyorum. Şimdiye dek faydalı herhangi bir şey yaptıklarını da görmedim" diye konuştu.
_____________________________________________
UKOME'den
at fışkısına radikal çözüm!...
UKOME'NİN KARARI: Adalar İlçesinde faatiyet gösteren fayton taşımacılığındaki mevcut sorunların ortadan kaldırılması, ulaşım hizmetlerinin çevresel duyarlılığı yüksek, koruma-kullanma bütünlüğü içinde sürdürülebilir hale getirilmesi amacıyla 86 faytonun kamulaştırılmasının uygun olduğuna; Kamulaştırma işleminin, Büyükada'da kayıtlı 226 adet faytondan öncelikle 1'den fazla faytona sahip fima/şahısların 1 fayton dışındaki toplam 51 faytonundan başlanılmasına 86 adet faytonun geriye kalan 35 (86-51=35) adetinin ise, gönüllülük veya noter huzurunda yapılacak kura çekimi şeklinde yapuılmasına, atlı fayton taşımacılığının uzun vadede uygun ölçekte sürdürülebilir olması için ilk aşamada 40 adet elektirikli araçla (fayton vb) taşımacılığa geçiş yapılmasına ve elektrikli araçlara ilişkin ücret tarifesinin daha sonra UKOME tarafından belirlenmesine karar verilmiştir.
5 para etmez
UKOME KARARI!...
_____________________________________________
Subject: Yıl 1887.. Aya Yorgi Manastırı
Date: March 12, 2012 9:42:49 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Yıl 1887...
Aya Yorgi Manastırı...
Samuel Sullivan Cox, Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887 kitabında Aya Yorgi Manastırı'nı bizlere bakın nasıl anlatıyor.
Sabah beş gibi, eğer sis varsa, benim efsunlu adamdan pus yuvarlanarak kayıp gider. Eğer sis yoksa, çoban yıldızı 'ruhunun tonlaması olmayan küçük şarkısını'[1] söyler ve gider. Sonra bir önceki akşamın tekrarı gelir. Asya tepeleri kızarır ve parıldar. Pembemsi tonlarda ana hatları belirir. Sonra güneş-tanrı arabasının sürücü koltuğuna tam yerleştiğinde minareler şehri Stamboul’dan Bithynia dağlarının eteklerindeki evlere kadar, deniz ve kara üzerinde bir seri resim sergilenir. Pencereler sabah akşam pırlanta ihtişamıyla parıldar. Tıpkı Prens Arthur’un kalkanı gibi; parlaklığı o kadar göz alıcıydı ki sürekli bir tülle örtülürdü. Kayıkların yelkenleri giderek daha beyaz görünüyor. Martılar ışıkların parıldayarak havada ya da dalgaların üstünde eğleniyor. Erkenden kalkan çoban türküsünü söyleyerek, koyun ve keçilerden oluşan karışık sürüsünü otlatma turlarına başlıyor. Yabani çalılar ve çam ağaçları daha taze bir koku salgılıyor. Yaban güllerinin ve kocayemişlerin rengi yerlerin taş renginin yansımasını yok ediyor. Bu ikisi adayı taçlandıran çelengin belkemiğini oluşturuyor. Bağların görünümü, üzerlerinde parıldayan taze kırağının yaydığı prizmatik renklerle, sabahları daha da belirginleşiyor. Tanrı’nın kapanmayan gözü muhteşem manzarayı görüyor ve mutlu oluyor. Geceden ve onun yıldızlı görkeminden yeni bir gün doğuyor!
Cennette gün doğarken yün yumağı bulutlar da gökkubbeye yerleşiyor. Gemi, piknik yapmak üzere adaya gelen Rum ve Ermenilerle dolu, kıyıya yanaşıyor. Eşekler rağbette. Bahçıvanlar en gözde tarhlarını süsleyip su püskürterek güne hazırlıyorlar. Çevrelerinde ağustos böceğinin 'çirp! çirp!'i durmaksızın devam ediyor. Bu mükemmel günü, adanın uzaktaki doğu ucuna bir gezi için ayırıyoruz. Orası Aya Yorgi manastırının hakimiyetinde.
Eski Bizans keşişleri ve zaman zaman keşişe dönüşen imparatorlar manastır yerleşimi olarak hep zirveleri tercih ettiler. Bir tanesi de Olympos dağının zirvesinde, yani Mysian Olympos’u (Uludağ), bir diğeri Athos (Aynaros) zirvesinde kurulmuştu. Antik dönem Yunanistanı’nda, modern Yunanistan’da ve Prens Adaları’nda manastırlar hep yükseltiler üzerindedir. Modern Yunanlılar, mabetlerini zirvelere kuran pagan atalarıyla ayni geleneği sürdürmüşlerdir. Akropolis’e ise her zaman özel bir saygı duyulmuştur. Bugün hem Olympos, hem de İda dağları üzerinde yıkıntı halindeyken bile güzel hücreli manastırlar vardır. Olympos zirvesindeki karlar eridiğinde binalardan arta kalanlar hâlâ görülebilmektedir.
Manastırlardan bazılarının ulaşılmazlığı tarif bile edilemeyecek derecededir. Makara Manastırı olarak adlandırılan bir tanesi ise oldukça ilginç. Nil nehri kıyısında yer alıyor. Kayaların arasından yaklaşıyorsunuz, daha doğrusu birbirinin peşinden Nil’e atlayarak demir atmanıza ve kayalıklara iple bağlanmanıza yardım eden saygıdeğer tarikat üyeleri tarafından karşılanıyorsunuz. Sonra da mavi cübbeli keşişlerin yardımıyla tepeye doğru güçlükle tırmanıyorsunuz.
Manastırlara erişmek için çevrelerindeki haydutların varlığı riskini de hesaba katmak gerekiyor. Bazılarına da ipler yardımıyla, yüzlerce metreyi havadan inerek ulaşılabiliyor. Cennete veya yakınına her an kopabilecek bir kenevir ipiyle asılarak yükselmek bizim ülkemizde de taammüden cinayet işleyenlerin pek yabancı olmadığı bir duygu. Korinth Körfezi’ndeki bir uçurumda, üzerindeki kaya çıkıntısının gölgesinde yerleşmiş bir manastır var. Meteora ve Athos dağı manastırlarının her ikisi de ulaşılmalarındaki zorlukla ünlü.
Suriye’deki ve takımadalardaki manastırların çoğu da yerleşimlerinin güzelliği ve çevrelerinin muhteşemliğiyle Prens Adaları'ndakilerle benzeşir. İnsanların kendilerini hareketli sosyal hayattan soyutlamak için inzivaya çekildikleri o harika çağlardan kalan ilginç anıtlar ayrıca Bulgaristan, Küçük Asya, Sinop ve Karadeniz’deki diğer bölgelerde de görülmekte.
Halen çok okunmakta olan Curzon'un[2] Levant Manastırları kitabında, İran’da bir kaya çatlağının içine yerleşmiş, rahiplerin bahçıvanlık zekasının göstergesi olan, binalara bitişmiş tuhaf şekilli bahçeler ile kayalara oyulmuş bir rölyefi andıran manastır bulduğunu anlatmaktadır. Bu yapıyı koca bir kırlangıç yuvası diye adlandırmış. Ürdün’deki inziva yerleri arasında da benzer tariflerde manastır yapıları görülür. Bu yapıları bu denli ayrıntılı incelemiş olmasının nedeni de Pompei’den sonra rastlanan en eski yerel mimari örnekleri olmalarıdır. Eskilikleri Sina Dağı’ndaki, Kahire’deki, Fırat nehri başlarındaki ve Grek inancının yaşanmış olduğu her yerdeki manastırlarda gözlemlenebilir. Çoğu, çağlarının sanatını yansıtan, nadir el işçiliği gösteren haçlar ve dönemin özelliği olan tuhaf yaratıkların resmedildiği beşinci ve altıncı yüzyıllardan kalmış binalardır.
Bu bağlamda manastırlara, özellikle de Prens Adaları’ndakilere, hem Rum hem de Müslümanlar’ın, boyun eğdirme uğruna pek çok sıkıntı verdiği de belirtilmelidir. Bu kilisenin ihtişamını aşağılara çektiği gibi, sıklıkla binalarının da yerle bir edilmesine yol açmıştır. Manastırların çoğuna zaten kale gözüyle bakılırdı. Curzon’un anlattığına göre bir keresinde kendisi içeride yemek yerken ve papazlar da Aziz Chrysostom’un[3] vaaz kitabını okurken, dışarıdaki düşmanların güçlü sur duvarlarına haykırdığını ve ateş ettiğini duymuş. Bu durum içerideki sakin pederlerin ahengiyle nasıl da tuhaf bir kontrast oluşturuyor.
Prens Adaları’ndaki manastırlar arasında en ünlüsü olan Aya Yorgi manastırını incelemeye başlıyoruz.
Bizi, burada tek başına görevli olan peder Arsenius misafirperver bir şekilde karşılıyor. Manastırın ikametgah bölümünün ikinci katındaki serin dairesine davet ediyor.Geniş penceresinden görülen manzara göz alabildiğine uzanıyor ve muhteşem. Bize eski kiliseden kalma kutsal resimleri gösteriyor. Yüzyıllar boyunca yakılmış olan mumların isi ile kararmışlar. 600 Yılında parşömen üzerine yazılmış bir kutsal kitap çıkarıyor. Onu en çok mutlu eden emanet bu. Oldukça yıpranmış bir cilt. Peder Arsenius Pelopones’deki eski evinden getirmiş. Yazılar Grek alfabesi ile. Kırmızı ve mavi olan süslemeler, eskiliğini ve takiben kutsallığını vurguluyor. Küçük şapelde yarım düzine kadar resim mevcut. Altın varaklar donuklaşmış, resimlerdeki ten renkleri, yakılmış olan mumların kutsal kiri yüzünden sönükleşmiş.
Güzel insan peder bize büyük kibarlık gösteriyor, Amerika hakkında birçok sorular soruyor ve Amerikan elçisine ‘Ekselansları‘diye hitap ediyor. Bizleri kutsal pınarı görmeye davet ediyor (ayazma, ç.n.). Kayaların ortasında derin bir odacıkta. Berrak, serin suyunu içmemiz için bize ikram ediyor. Sonrasında daha da derinde olan kasvetli bir odaya iniyoruz. Bu oda korkutucu taş yüzeylerden oluşuyor. Kayalığın kenarındaki uçurumun da en sarp yamacında yer alıyor. Burası akıl hastaları için bir inziva, veya eskiden öyleymiş. Şu anda tek bir hasta varmış, o da burada değil ; ancak zemine sabitlenmiş, geçen zamanla birlikte paslanmış halkalar, hala orada. Anlamsız yere bunlar hakkında pederi sorguluyoruz. O yalnızca dualarından ve süslerle bezeli ayin kitaplarından haberdar. Bilimin gelişmesi ile hastalıklı zihinlerde kullanılan modern ilaçların onun için hiçbir anlamı yok. Bizim Dalmaçyalı Pedro’nun Ortodoks peder ile konuştuğu modern Rumca sayesinde akıl hastalığı sığınağının ipuçlarını alıp konuyu toparlıyoruz. Bu ipuçlarından yola çıkarak manastırın hikayesini tamamlıyoruz:
Efsaneye göre uzun yıllar önce, sıcak bir öğle sonrası, şu anda manastırın bulunduğu tepede sürüsünü otlatmakta olan bir çoban uyuya kalmış. Uykusunda bir rüya görmüş. Rüyasında kendisine, üzerinde yatmakta olduğu noktayı kazması ve ‘yararına olacak bir şey duyacağı‘ söylenmiş. Kazmış ve boynunun etrafında çanlar asılı çok güzel beyaz bir savaş atı ve üzerindeki süvarisi ile karşılaşmış. Süvari de ona kazma emri vermiş.
Verilen buyruk üzerine uyanarak tarif edilen yeri kazmaya başlamış. Sonunda bir resime ulaşmış. Resimdeki, rüyasında gördüğü süvari imiş. Hatta atın boynunun etrafındaki çanlara varıncaya kadar tüm ayrıntılar varmış.
Çobanın buluşunun yorumlanması bir batıl inanca yol açmış. Daha önceleri bir aptal olduğu ifade edilen çobanın, resme dokunur dokunmaz tüm konularda en olağanüstü bilgiler ile donanmış olması da bu batıl inancı güçlendirmiş. Resimdeki kişiyi hemen tanımışlar. Bu Aziz George (Aya Yorgi, ç.n.) imiş. Atın boynundaki çanların ise boya ile resmedilmiş değil, gerçek çanlar olması nedeniyle resim, çobanın bulduğu günden bu yana ‘Çanlı Aya Yorgi’ diye adlandırılır. Resme dokunduğu andan itibaren çobanın zihinsel yetilerinde oluştuğu öne sürülen değişim nedeni ile bu resmin akıl üzerine şifa sağlayıcı etkisi olduğuna inanılmış ve halen de inanılmakta. Akli dengesi hafif bozuk olanlar, özellikle de hipokondriakların bu manastırda inzivaya çekilmekten büyük yarar sağlamakta olduğu birçok örnekle belirtilmekte. Muhteşem yerleşimi, zindeleştirici havası ve düzenli beslenme ile birlikte her tür heyecandan uzak yaşam, olasıdır ki resimden daha çok iyileştirici özelliklere sahip. Resmin bulunduğu yere ilk olarak bu kilise, daha sonra da manastır inşa edilmiş.
Tepeye tırmanırken görmek istediğimiz resimden ziyade, tertemiz gökyüzünün ve kuvvet ilacı havanın çevrelediği manzara idi. Göz alabildiğine çevreleyen uzak görünüm harcadığımız çabanın karşılığını fazlasıyla verdi. Altımızda ‘tahtın önünde uzanan, kristallerden oluşmuş cam bir deniz‘ mevcuttu. Yakın görünümde ise hayal gücünün arzulayabileceği en çılgın manzara vardı. Çevreme ve aşağı baktığımda üst üste yığılmış kayalar, demir pası ile yer yer kırmızımsı gri granit taşları ile aralarında çeşitli ağaç ve çalı türleri görünmekteydi. Tek bir bakışta tüm kıyılar ve adalar göz önündeydi. Gözlemeye devam ettikçe güney doğu yönünden, Asya üzerinden dolunayın doğmakta olduğunu ve ayni anda güneşin kıpkırmızı ve pembe hareler saçarak, beraberinde uzun gölgeler ve mistik bilgiler taşıyarak, batıdan batmakta olduğunu gördük. Helenler’in yarattığı eski mitlerden kaynaklanan ve doğanın yorumlanması olarak dünyada kabul gören şekli ile Diana gümüş yayı ile ve Apollo oklarının ucundan gül pembesi ışıklar saçarak-ağabey kardeş birlikte- adaları şereflendiriyorlar.
Güzel insan peder bizleri ikinci kattaki kabul salonuna yönlendiriyor. Yukarı çıkarken açık bir kapıdan geçiyor ve bir hole geliyoruz. Burası adeta küçük bir cephanelik. Duvarda asılı olan üç silahı ve büyük boy bir süvari kılıcını işaret ederek Dalmaçyalı tercümanım Pedro vasıtası ile pederi sorguluyorum:
‘Yani siz, ayni zamanda benim uşağımın da adı olan aziz Peter gibi, bu sükunet dolu ibadet yuvasında dünyevi silahlar mı kullanıyorsunuz?‘
O sakin pederin gözlerinde birden şimşekler çaktı. Duvardaki çivide asılı olan Amerikan Martini tüfeğini yerinden indirdi. Arka kapağını açtı: O Rum gözünü kırpıncaya kadar tekrar mandallayıp kapattı. Bana dönüp gülümseyerek cevap verdi:
‘Evet ekselansları. Hazır olmamız gerekir. Bu ıssız yerde ne zaman saldırıya uğrayacağımız hiç belli olmaz.‘
‘Fakat bu kılıç da ne peder Arsenius? Pelopones Savaşları’ndan kalma bir kutsal emanet mi? Yoksa tarihi Spartalı ruhunuzu ve cesaretinizi gösteren bir delil mi? Yoksa Arkaik dönemden kalma bir anı veya Arcadia’dan gelme bir peynir bıçağı mı? Yoksa daha yakın dönemlerdeki Türk-Yunan savaşından kalma bir aile yadigarı mı ?‘
İronik konuşmamdaki alaycı tavrı yakaladı. Külüstür kılıcı eline aldı. Onu eski bir Makedon savaşçı gibi kavradı ve Spartalı kestirmeciliği ile cevabı yapıştırdı:
‘Ekselansları! Bu iyi kılıç kötü kelleler içindir. Bithynia*sahilini işaret ederek ekledi;
Eşkıyalar şu ötedeki kıyıdan gelip burayı basmışlardı.‘ Gerçekten de burası pek ıssız bir nokta. Doğu yönünde kalan kayalık burun bir zamanlar ana karadan gelen haydutların sığınağı idi. Şu anda kayalığın en uç noktasında, eskiden Asya dağlarının çok müthiş bir haydudu olan yaşlı bir keşiş, tek başına yaşamakta.
Prens Adaları’ndaki manastırlarda eski keşiş yaşamının modası geçmiş. Öyle zannediyorum ki üzerlerinde Athos dağı keşişlerinin etkisi bir ölçüde devam ediyor. Ancak Prens Adaları’ndaki uygulamada kadınlara karşı oluşturulmuş sıkı yasağın yeri yok. Manastır toplumlarının çoğu tüm dişi yaratıkları yasaklar ama zevksizliklerinin bir örneği olarak dev erkek kediler egemenlik alanlarında gezinir. Pek tabidir ki onlar da dış dünyada çiftleşirler. Topluluklarının devamı dışarıdan yeni eklenen üyelerle sağlanır ve bu üyelerin birçoğu o kadar küçük yaşta aralarına katılır ki yıllar geçtikçe kadın kavramı hafızalarından yavaş yavaş silinir. Aslında dış dünyada bizlerin sorduğu soruyu onlar da içerde sormaktadır: ‘Kadın ne menem bir yaratıktır ki?‘
Athos Dağı’nda kutsal alan hudutları içinde hiçbir türden dişiye, inek ya da kedi, kısrak ya da koyun, izin verilmemektedir. Hiçbir tür dişi buraya giremez derken, seyyahların anlattığına göre dişi pirelere kimse karışmamaktaymış. Pireler burada özgürce çiftleşir ve keşişler için olumlu anlamda işkence unsuru olurlarmış. Bu parazitler hücrelerdeki pislikte özgürce yaşar ve pis görünümlerinden anlaşıldığı üzere keşişler de onların üremelerine katkıda bulunurmuş. Ancak şıklık, temizlik ve güzellik açısından Prinkipo’daki ve çevresindeki manastırlar, özellikle de en süslüsü olan çanların Aya Yorgi’si gibisi, hiç bir yerde görülmemiştir.
*Bithynia: Marmara’nın güneyi
Güzel peder bizi çalışma bölümüne davet ediyor. Burada kadın tertipliliği ve sonsuz temizlik göze çarpıyor. Athos Dağı’ndaki kendine özgü erkeksi havanın tam tersi bu. Sofada, sandalye ve pencerelerde beyaz danteller var. Özel hizmetçisine bize serinletici içecekler getirmesini emrediyor. Bayan bize aşağıdaki kuyudan alınmış serin suyun yanı sıra gümüş bir tepsi içinde gül yapraklarından yapılmış reçeli ikram ediyor. Önce leziz gülden bir kaşık ağzınıza atıyor ve bal benzeri zerrelerin dişlerinizin arasından eriyerek geçtiğini hissediyorsunuz. Sonra buz gibi sudan içiyor ve bunun üzerine de kaçınılmaz olarak gümüş telkari içindeki minik fincanlar ile kahve geliyor. Böylece tazelenmiş olarak etrafa bakınmaya başlıyorsunuz. Beyaz duvarlar bomboş değil. Aya Yorgi ile ejderhanın, Yunanistan kıralı George’un ve kraliçenin, Ortodoks Kilisesi patriklerinin, yirmi küsur yıl önceki yenilikçi padişah Abdülmecit’in resimleri asılı. Oğlu Abdülaziz bile burada; gri bir atın üzerinde askerlerinin önünden geçerken resmedilmiş. Şu anda giyilmeyen, modası geçmiş, son derece bol Türk şalvarını giymiş. Beyaz duvarlarda Rus Çarları da görülmekte. Masa üzerindeki tepsideki tabağın içinde ünlülerin kartları dizili. Tabak iki feet çapında. Çok zarif bir şekilde Mesih ve havarilerin resimleri ile süslenmiş. Ayrıca Matthew XII, 1.ci ayet İngilizce olarak yazılmış. Bir İngiliz ziyaretçinin hediyesi. Gaz veya Amerikan petrol şirketi tarafından sokak aydınlatması yapılmadan önce Stamboul’un karanlık sokaklarında ailelerin dolaşmak için kullandıkları Türk işi şatafatlı bir fener rengarenk avizenin altındaki masada durmakta. İri ve çok güzel bir paskalya yumurtası bakire Meryem’in en sevdiği renk olan mavi bir kurdele ile duvara asılmış. Kabuğunun üzerinde hamilelik ve göğe yükselme ile ilgili cafcaflı bir resim var. Bu da Rusya’dan bir hediye. Duvardaki termometrenin üzerinde de altın varak kaplı bir at nalı asılmış ve bu şekilde bizim uzun siyah cübbesi, al yanaklı çehresi ile hüküm süren saygıdeğer ‘papa’mızın makam odasının eşyası tamamlanmış.
Çanların Aya Yorgi’si manastırına birçok keyifli ziyarette bulunduk. Ancak hiçbirinde de at üzerindeki süvariyi göremedik. Besbelli ki bu aklını yitirmiş bir inançlının, ya da oraya kapatılmış bir delinin sanrısı idi. Aziz her zaman süvari olarak betimleniyor. Adalardaki diğer manastırlarda olduğu gibi burada da çanlar var. Çanların çalınmasının verdiği rahatsızlığa karşı şehirlerde başlamış olan protesto hareketlerinin bu adadaki uzak noktaya yerleşmiş bir manastır için hiçbir geçerliliği yok. Manastır çanlarının titreşimleri ve melodisi hafızamızdaki hassas telleri de titreştiriyor ve doğamızdaki en içten duyguları harekete geçirdiği için buradaki törenlere de çok uygun düşüyor.
Mehmed II. Constantinople’u ele geçirdiğinde Rum kilisesine birçok ayrıcalık tanıdı ancak çan çalınmasını yasakladı. Çan diğer dinlere bağlı olanları rahatsız ediyordu. Ancak Prens Adaları’ndaki manastır ve kiliselerde çan çalınmasına izin verdi. İşte bu halen de devam etmekte. O çağlarda adalarda yalnız Rumlar yaşardı ve çan sesinin rahatsız edebileceği başka dinden insan da yoktu.
Doğu’daki mezhepler arasında çan kullanımı konusunda farklı ön yargılar mevcut. Kudüs’te ağır ve rezonans yapan bir meşe levhaya metal bir tokmakla vurularak müminlerin duaya çağırıldığını bile görmüştüm. Eski Rum manastırlarının avlusunda genellikle bir keşiş, cemaati Müslümanların minareye çıkıp Allah için dua etmeye çağırmasından farklı olarak ve de Adalarda hala izin verilmiş olmasına rağmen, çan çalmak yerine Simandro adı verilen bir tahta parçasına vurarak dua etmeye çağırır.
Güzel pedere küçük bir bağış yaptıktan ve defalarca vedalaştıktan sonra eşeklerimize biniyor ve adaya ışığını yaymış olan mehtap altında evimize dönüyoruz. Diğer manastırı da ziyaret etmek için vakit çok geç. Villamıza çok yakın olduğu için bir dahaki yürüyüşümüzü buna ayıracağız.
_____________
[1] İngiliz romantik şairi John Keats’in (1795-1821) 1819 yılında yazdığı Bir Yunan Vazosu Üzerine Lirik Şiir adlı eserinden bir mısra.
[2] Robert Curzon; 1810-1873, İngiliz diplomat, gezgin ve aktör. (ç.n.)
[3] Aziz Chrysostom; V. yüzyıl Constantinople başpiskoposu. (ç.n.)
_______________________________
@_mizmiz_
Duman helal olsun:
#sevmekzamani sen ne güzel filmdin öyle Büyükada'da çekilen :))
youtu.be/Sz8Ft434dW0
FaceBook, 14.3.2012
Hasan Demir
ADALARDA FAYTONLARA ELVEDA!
DÜNKÜ GAZETEMİZ....
https://www.facebook.com/hakimiyetgzt
EY ADALILAR,
EY BÜYÜKADA HALKI!
EY BÜYÜKADA HALKI!
Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden
imar canavarını
hakikaten "sevinçle" mi karşıladınız?...
27.4.2005
29.2.2012
İstanbul İli, Adalar İlçesi, Nizam Mahallesi, Nizam Caddesi, 29 pafta, 127 ada, 1 parsel sayılı yerde, 1890 yılında Fotiadis’in tasarlayıp Yorgo Simota’nın inşa ettiği Büyükada’nın en güzel Art Nouveau yapılarından, —1989 yılındaki sahipleri Orhan Pekin tarafından ilgili Kurul’a yapılan başvuruyla 1. derece tarihi eser olarak tescillenip 17.8.1999 depreminde zarar görerek tamir edilmekteyken 25.8.1999'da ön cephesi kemerli ve revaklı kagir zemin katı ve terasının döküm korkulukları haricinde tamamıyla yanan ahşap 3 katlı— Azaryan (Zeki Paşa, Seferoğlu) Köşkü'nün vaktiyle yer aldığı Seferoğlu Korusu'nda; sözkonusu köşkle bütünlüklü korunması lüzum eden hemzamanlı kaskat ve havuzlar yanı sıra bahçe set ve kavisli yürüyüş yolları ve dahi envai çeşit 401/2 adet tescilli anıtsal ağaçtan oluşan korusunun ve Doğal SİT kapsamında bulunan sahillerinin topografyasının dahi tahriple tarumar edilmesini Büyükada halkı, hiç şüphesiz ki "sevinç"le değil "üzüntü"yle karşılayıp "kaygı"yla karşı çıkarken; bu tahribata seyirci kalan seçilmiş ve atanmış sorumsuz sorumluların cümlesini de ivedilikle gereğini gereği gibi yapmaya davet etmektedir.
)O(
1. Emine Çiğdem Tugay'ın 23.1.2009 tarihli "SEFEROĞLU KORUSU seferi midir?" başlıklı arzuhaliyle TC Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, TC KTVK Genel Müdürlüğü Kurullar Dairesi Başkanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksel Kurulu'na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne, İstanbul Valiliği'ne, Adalar Kaymakamlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, Adalar Belediye Başkanlığı'na, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu'na, TMMOB Mimarlar Odası Kadıköy Şubesi Yönetim Kurulu'na ve akabinde Adalar Orman İşletme Şefliği'ne başvuruları: ADALAR POSTASI-2228/1(24.1.2009). [Müteakiben Adalar Cumhuriyet Savcılığı'nın başlatmış olduğu soruşturma kapsamında ifade de vermiştir.]
2. İ.Ü Orman Fakültesi'ne 25.12. 2008 tarihinde yapılan başvuruyu değerlendiren İ.Ü. Orman Fakültesi Dekanlığı tarafından görevlendirilen iki öğretim üyesi Doçent tarafından hazırlanan mevcut ağaçlara ait x,y,z koordinatlı, onaylı ve tescilli röleve planı ve raporunda geçen ağaç no'su, türü, gövde çapı, boy, tahmini yaş, taç genişliği ve diğer açıklamaların; Adalar Orman İşletme Şefliği'nce arazide de incelenip karşılaştırılarak tespitiyle röleve listesindeki ağaçların, koordinatları belirtilen yerlerde tamamı metal plakalarla numaralandırılmış olarak mevcut olduklarının tespit raporuyla birlikte ilgili ağaçların fotoğrafları: ADALAR POSTASI-2235/2 (25.2.2009).
4. Emine Çiğdem Tugay'ın 21.3.2011 tarihli "Tescil ve envanteri mevcut bulunan 401/2 adet ağaç yerli yerinde mi?" sorgusuyla Adalar Orman İşletme Şefliği'ne yapmış olduğu cevapsız bırakılan başvurusu: ADALAR POSTASI-2561/11(22.3.2011).
5. Emine Çiğdem Tugay'ın 2.4.2011 tarihli "SEFEROĞLU KORUSU seferi midir?" başlıklı arzuhaliyle TC Cumhurbaşkanlığı’na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, TC KTVK Genel Müdürlüğü Kurullar Dairesi Başkanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'na, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne, İstanbul Valiliği'ne, Adalar Kaymakamlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, Adalar Belediye Başkanlığı'na, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu'na, TMMOB Mimarlar Odası Kadıköy Şubesi Yönetim Kurulu'na, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü Adalar Orman İşletme Şefliği'ne başvuruları.
6. İAKTVD'nin; 4.5.2011 tarihli 93 sayılı "Seferoğlu derin hafriyatı" konulu İstanbul V. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne; 1.11.2011 tarihli 101 sayılı "Seferoğlu derin hafriyatı" konulu Adalar Belediye Başkanlığı'na; 1.11.2011 tarihli 102 sayılı "Denetim" konulu Adalar Belediye Başkanlığı'na; 1.11.2011 tarihli 103 sayılı "Kaçak Yapılaşma" konulu İstanbul V. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne; 4.3.2012 tarihli 117 sayılı “Seferoğlu mevkii topografisinde ağır fiziki tahribat, denizin doldurması ve kaçak iskele” konulu Adalar Kaymakamlığı'na başvuruları: ADALAR POSTASI-2616/1(7.11.2011), ADALAR POSTASI-2641/2(20.1.2012), ADALAR POSTASI-2681/6(14.3.2012).
Nevin Donat, "Ada Sahillerinde 5 Yıldız", Milliyet- Ekonomi (19.2.2012): [...] Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı. [...] demişti ya...
― EY ADALILAR,
EY BÜYÜKADA HALKI!
Seferoğlu Korusu'nu tarumar eden
imar canavarını
hakikaten "sevinçle" mi karşıladınız?
― HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!
O halde haydi adınızı-soyadınızı yazın da yollayın
ADALAR POSTASI'na adalar.postasi@gmail.com
Emine Çiğdem Tugay, Handan Altıneller, Arif Çağlar (Dr.), Nezih Bayraktar, Gürsan Ergil, Hayati Önel, Semiha Baltacı, Baki Nedim Baltacı, Hülya İşbilir Behramoğlu, Uğraş Salman, Mehmet Selim Tugay, Mürsel Polat, Mehmet Tevfik Özkartal, Zafer Ataylan, Cengiz Karataş, Rabia Irmak Tanış, Aki Alfons Gizelo, Ender Eren, Sevil Selin Sezer Aygün, Atilla Özgener (Prof. Dr.), Mahire Tanış, Melek Kızıldağ, Keklik Kızıldağ, Aziz Kızıldağ, Arif Kızıldağ, Deniz Kızıldağ, Abdullah Onay, Semih Aygün, Banu Akçaoğlu, Avni Kurtuldu, Birsen Kurtuldu, Funda Lena, Erendiz Özbayoğlu (Prof. Dr.), Baki Çokneşeli (Dr.), Mehmet Selahattin İnal, Nalan Altınışık, Nesrin Çokneşeli, Ferhan Özenen Salman, Deniz Toprak, Taylan Karaduman, Zeynep Alpar, Bülent Mısırlıoğlu, Meral Çelik, Serap Uzunlar, İlkay Kurdak, Selah Özakın, Ayşe Pakkan, Nazlı Pakkan, Kebir Ünal, Nesibe Günalp Kal, Nükhet İpek Deriş, Yalçın Saner, Nesrin Yazıcı, Mükerrem Atıcı, M. Burak Çetintaş, Irmak Erdem, Nazife Akgün, Nermin Çeliktemel, Dinçer Kaya, Ayşegül Bayraktar, Dikran Dülgeryan, Tunç Üner, Alp Aker (Dr.), Murat Kerimi, Ali Lütfü Yüğnük, Şükrü Abanoz, Süheyl Açıkel, İpek Bozkurt, Osman Bozkurt, Fatma Bozkurt, Cem Dilan, Emre Yalçın, Meltem Toksöz, Orhan Bursalı, Meryem Koray (Prof. Dr.), Altan Kılınç, Sedat Turkan (Prof. Dr.), Güneş Turkan, Esen Çamurdan, Çeli Levent, Nur Çakmak, Neşe Kıldacı, Mehmet Avni Arıduru, Baki Akpolat, Gülten Türkoğlu Akpolat, İlkay Şenoldu, Ahmet E. Şenoldu, Emine Şenoldu, Hatice Karakaş, Şükran Gürpınar, Buket Uzuner, Ayşe Çağlar (Prof. Dr.), Yalım Eralp, Habib Kent, Engin Damcı, Metin Karadağ, Bahar Nergiz, Abdurrahman Küçüksarı, Ugo Antonio Corintio, Ulaş Gürpınar, Pınar Gürpınar, Bilge Özgener (Prof. Dr.), Tarık Konal, Emel Budak, Emir Berker, Davut Berker, Betül Karaca, Nuran Ataylan, İlhan Eksen, Ali Şenalp, İsmail Serdar Demir, C. Sami Yılmaztürk (TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şb. Yön. Kur. Sekr. üyesi), Ali Fuat Tolga, Hilmi Tanık, Halil Çolak, Eser Atalay Ertuğrul, Selen Koca, Zeynel Karataş, Cüneyt Kurtuldu, Nilgün Kurtuldu, Hikmet Eliz, Hamit Serdar Okyay, Gülce Güleycan Okyay, Olcay Başeğmez, Güzin Yılmaz, Yasemin Kökten, Gonca Baviker, Momo Kohoner, Mehmet Fuat Tönük, Erol Özdoğan (y. mimar), Hera Kızılyan, Alev Tersakyan, Selma Bora, Erol Bora, Nusret Elgin, Seda Zobaroğlu, Mustafa Altıneller, ...
_____________________________________________
Nevin Donat, "Ada Sahillerinde 5 Yıldız", Milliyet- Ekonomi (19.2.2012): [...] Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı. [...]
DİNÇER KAYA: "İMAR CANAVARINA HAYIR!..."
Nevin Donat, "Ada Sahillerinde 5 Yıldız", Milliyet- Ekonomi (19.2.2012): [...] Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, "Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı. [...]
beyanatıyla töhmet altında bırakılan
Adalılar da diyor ki...
GÜRSAN ERGİL: "Rant canavarı Adalar'a kadar ulaştı maalesef!... Böyle bir platform oluşturduğunuz için ayrıca binlerce teşekkürler... :)"
HÜLYA İŞBİLİR BEHRAMOĞLU: "Elbette sevinç duymak söz konusu olamaz... Bu kıyımı, tarumarı veya yıkımı durdurmak için ne yapılması gerekirse yapalım. Kendimizi ağaçlara bağlayalım, birbirimize zincirlenelim... Ama bu kara adamları, doğa ve insan düşmanlarını bir şekilde engelleyelim. Ben herşeye varım..."
MÜRSEL POLAT: "Seferoğlu'nda yaşanan doğa katliamını şiddetle kınıyorum. Bu konuda yapılacak her türlü eyleme imzamı atarım... Saygılar..."
MEHMET TEVFİK ÖZKARTAL: "O Ada'da doğup büyümüş yaşamış biri olarak böyle bir kıyıma sessiz kalmamız mümkün mü?! Elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırım."
AKİ ALFONS GİZELO: "Böyle bir kanaate nasıl varılır anlamıyorum. Zaten Adamız her haliyle yok oluyor, sevinmek mümkün mü?..."
HÜLYA İŞBİLİR BEHRAMOĞLU: "Evet ADALAR POSTASI, O nasıl bir soruydu öyle bize yöneltilen? Ben de kırıldım açıkçası... Bizim gibi hayatı mücadeleyle geçen insanlara öyle dankk diye bir soru? Olamadı ya, neyse... Her yere, herşeye bayrak açıp, sesimiz kısılana kadar bağırıyoruz. Adamıza can feda. Memleketimizin her köşesi için feda..."
NESİBE GÜNALP KAL: "Annemin dedesinin, ciğerlerinden rahatsızlanan küçük kızı iyileşsin diye bir yaz kiraladığı o koru için üzülmez miyim hiç? Gönlüm giden ağaçların yerine el birliğiyle fıstık çamları dikebilmemiz için şimdiki mal sahiplerinin bahçelerine girmemize izin vermesini umut etmekte. Eğer bu binaların imar problemi yok diye orda durabilmeleri mümkünse, ağaçlarla kamuflajına olsun elbirliğiyle, öncülüğünle küçücük de olsa bir katkım olabilir. Benim ismimi de o güzel insanların arasına eklemeni rica ediyorum..."
MÜKERREM ATICI: "Tabiatı yok eden inşaat canavarını sevinçle karşılamak mümkün mü? İstanbul’un kalbi olan güzel Adalarımız son yıllarda ne hale geldi. Her geçen gün ağaçlar yok ediliyor. Çirkin yapılaşma —ki inşaat yasağı olmasına rağmen— Adalarımızın görünümünü çok değiştirdi. Hele Büyükada'da yapılan Terrace-Lido ve Seferoğlu’nda yapılmakta olan inşaatlar ???? ne diyeyim bilemiyorum..... ÇOK ÜZÜLÜYORUM. Bu duruma gelmesine neden olanları kınıyorum. Sevgiler..."
Dr. ALP AKER: "Seferoğlu korusunun bütünlüğünün bozulması konusunda üzüntülüyüm; böylesi bir doğal güzelliğin el çabukluğuyla herkesin gözü önünde yok edilebilmesine hayret ediyorum. ADALAR POSTASI'nı destekliyorum..."
MERYEM KORAY (Prof. Dr.): "Merhaba, hiç de sevindirik olmadık, aksine çok üzgünüm( üz). İmzalamak yetiyorsa, ben de imzalarım. Ama... Ama bundan ötesi gerek!..."
MERYEM KORAY (Prof. Dr.): "Merhaba, hiç de sevindirik olmadık, aksine çok üzgünüm( üz). İmzalamak yetiyorsa, ben de imzalarım. Ama... Ama bundan ötesi gerek!..."
NUR ÇAKMAK: "Tabiki hayır da, sanki hazırlanan "imzala gönder" logosunun bağlı olduğu mause'u tıklayınca imzalanacak ayrı bir sayfanın linkine ulaşılabilecekmiş gibi geldi ve onu bekledim! Yani bu defa, başka imza kampanyalarında olduğu gibi bir düzenleme yaptığınızı düşündüm ulaşamayınca da yeni link beklentisine girdim yoksa sevinçle karşılayacağım ne Seferoğlu korusunun tarumarlığı, ne de Lido Teras'ın o muhteşem (!) görünümü! Sevgi ve saygılarımla..."
NEŞE KILDACI: "Sevgili ADALAR POSTASI, Adalı değilim ama Seferoğlu korusunu talan ve tarumar eden imar canavarını sevinçle karşılamadığım gibi bu zihniyeti de ayrıca lanetliyorum. Oradaki flora ve fauna geleceğe mirasımızdı bizim, koru(ya)mayanlara yazıklar olsun. Kabataş sahilinden Adalara dostluk ve sevgiyle..."
BUKET UZUNER: "Seferoğlu Korusu'nun imara açılmasını protesto eden imza kampanyasını destekliyorum..."
BAHAR NERGİZ: "Her ne kadar Adalı olmasam da doğma büyüme İstanbullu bir vatandaş ve Ada'nın doğallığının korunması taraftarı bir doğa sever olarak Seferoğlu Korusu'nun tarumar edilmesine karşıyım..."
UGO ANTONİO CORİNTİO: "Tabiki hayır!..."
TARIK KONAL: "Saygın Arkadaşlarım. Adalar'da betonlaşmaya hayır! diyorum..."
EMEL BUDAK: "Seferoğlu korusu katliamını kınıyorum..."
OLCAY BAŞEĞMEZ: "Seferoğlu'nu yerlebir eden 'Vahşi Kapitalizm'e yüz bin kere hayır!!! Sorumlular yargı önünde ergeç hesap verecekler!!!..."
GÜZİN YILMAZ: "HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!..."
MEHMET FUAT TÖNÜK: "HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!..."
HERA KIZILYAN: "Seferoğlu tesislerinin tahribatına karşı açılmış kampanyayı imzamla destekliyorum. Saygılarımla..."
EROL ÖZDOĞAN: "Seferoğlu'nda yapılmakta olan felaketin Adalılara sevinç kaynağı olduğunu belirten gazete röportajındaki kişi bence Ada'ya gökten tesadüfen düşenlerden. Bütün imar yönetmeliklerine, kurul kararlarına ve mevcut imar planlarına aykırı olarak yapılan bu yapı sinsilesiyle;
1- Adalar'da tabii zemin değiştirilemezken, büyük hafriyatlar yapılarak tabii zemin tamamen değiştirilmiştir.
2- Sanıyorum 15-16 civarında blok hepsi üçer kat olarak yapılmış ve 6.50 iki kat ile sınırlandırılmış olan mevzuat tahrip edilmiştir.
3- Tescilli ağaçların büyük bir kısmı yok edilmiş ve doğal korumanın canına okunmuştur.
4- Sahile oturtulan ve de geri planda yapılan binaların inşaat alanları Adalar'daki bütün inşaat kurallarını hiçe sayıp aşırı bir düzeyde ilerlemektedir.
Bu gerçeklerle bütün Türkiye'yle ve özellikle de Büyükada'yla alay eder gibi ilerleyen bu inşaata [varsa] sevinenlere biraz insaf diliyorum.
[Aslen ADALAR POSTASI-2681'de de yayımlanacak olup bu sayıdaki şimdilik güncel kimi ekler...]
BAHAR NERGİZ: "Her ne kadar Adalı olmasam da doğma büyüme İstanbullu bir vatandaş ve Ada'nın doğallığının korunması taraftarı bir doğa sever olarak Seferoğlu Korusu'nun tarumar edilmesine karşıyım..."
UGO ANTONİO CORİNTİO: "Tabiki hayır!..."
TARIK KONAL: "Saygın Arkadaşlarım. Adalar'da betonlaşmaya hayır! diyorum..."
EMEL BUDAK: "Seferoğlu korusu katliamını kınıyorum..."
OLCAY BAŞEĞMEZ: "Seferoğlu'nu yerlebir eden 'Vahşi Kapitalizm'e yüz bin kere hayır!!! Sorumlular yargı önünde ergeç hesap verecekler!!!..."
GÜZİN YILMAZ: "HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!..."
MEHMET FUAT TÖNÜK: "HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!..."
HERA KIZILYAN: "Seferoğlu tesislerinin tahribatına karşı açılmış kampanyayı imzamla destekliyorum. Saygılarımla..."
EROL ÖZDOĞAN: "Seferoğlu'nda yapılmakta olan felaketin Adalılara sevinç kaynağı olduğunu belirten gazete röportajındaki kişi bence Ada'ya gökten tesadüfen düşenlerden. Bütün imar yönetmeliklerine, kurul kararlarına ve mevcut imar planlarına aykırı olarak yapılan bu yapı sinsilesiyle;
1- Adalar'da tabii zemin değiştirilemezken, büyük hafriyatlar yapılarak tabii zemin tamamen değiştirilmiştir.
2- Sanıyorum 15-16 civarında blok hepsi üçer kat olarak yapılmış ve 6.50 iki kat ile sınırlandırılmış olan mevzuat tahrip edilmiştir.
3- Tescilli ağaçların büyük bir kısmı yok edilmiş ve doğal korumanın canına okunmuştur.
4- Sahile oturtulan ve de geri planda yapılan binaların inşaat alanları Adalar'daki bütün inşaat kurallarını hiçe sayıp aşırı bir düzeyde ilerlemektedir.
Bu gerçeklerle bütün Türkiye'yle ve özellikle de Büyükada'yla alay eder gibi ilerleyen bu inşaata [varsa] sevinenlere biraz insaf diliyorum.
Seferoğlu Korusu tahribatından
ola ki "sevindirik" olan Büyükadalılar
da varsa çıksın ortaya!...
)O(
From: DENİZ TOPRAK
Subject: Gidiyor diye mi bir arada, bir arada diye mi gidiyor?
Date: March 12, 2012 11:17:23 PM GMT+02:00
Gidiyor diye mi bir arada,
bir arada diye mi gidiyor?
Lido’da vardık, Seferoğlunda yokuz. Çünkü; ………………………………….
ve
Lido’da yoktuk, Seferoğlu’nda varız. Çünkü; ………………………………….
Her iki sorunun da ak ile kara gibi, gece ile gündüz gibi farklı muhatapları olmalı(ydı). Bu son derece anlaşılır elbette.
Asıl anlaşılmaz olan, bunların bir arada, kol kola olması, aynı siperde saklanması.
Ne dersiniz? Olabilir mi?
Seferoğlu’ndan sebep, bu kutuplar biraraya gelebilir mi?
Ya da
Bu kutupların bir araya gelmesinden sebep, Seferoğlu gidebilir mi?
…
Çamurla boğuşmaktan korkma, Yıkarsın elini gider.
From: BÜLENT MISIRLIOĞLU
Subject: Seferoğlu tahribatı
Date: March 12, 2012 10:40:13 PM GMT+02:00
Seferoğlu tahribatı...
Söze gerek yok...
Tahribat ortada...
Resimler anlatıyor...
Seferoğlu'nun eski hali...
Seferoğlu'nun yeni hali...
From: SERAP UZUNLAR
Subject: Sizce mümkün mü?
Date: March 13, 2012 8:35:12 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Sizce mümkün mü?
Müjdeeeee!!!!! Duydum ki, Seferoğlu’nda şantiye çalışması sürerken, ağaçlar zarar görmesin diye mevcut koordinatlarından uzaklaştırılıp, aynı alanda başka yere veya saksıya dikilmesine karar verilmiş. Daha sonra bu ağaçlar aynı yerine dikilmek zorundaymış. Bu esnada kuruyan ağaç olursa da kuruyan ağaç yerine aynı koordinata aynı tür ve özellikte ağaç dikilmesi gerekiyormuş…
Orman İşletmesi demiş ki, ağaç olan her yerde, ağaçlarla ilgili işlemler için başvuru ve kontrol bizce yapılır. Bu konularda da görevimizi yaptık.
Av. Kemal Kil de daha önce gazete röportajında sadece birkaç taze meyve ağacı kesildiğini söylemişti...
Gördünüz mü, ben ağaçlar konusunda ortalığı boşuna velveleye vermişim!... Tüh!… Çok utandım şimdi. Oysa tarihi ağaçlar saksıda bekliyorlarmış inşaat bitsin de yerimize geri dikilelim diye… Olur da kurursa zaten aynısından aynı yere dikilecekmiş. Bence dahiyane bir çözüm olmuş. Baksanıza ADALAR POSTASI'nda yayımlanan resimlere (eski ve yeni), sizce mümkün mü? 400 küsur ağaç, inşaat bittiğinde aynı yerinde kalacak mı?
_____________________________________________
From: İAKTVKD
Subject: Seferoğlu Korusu
Date: March 13, 2012 5:58:32 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Seferoğlu Korusu...
12.5.2011
* 2863 sayılı Kanun Madde 5 ;)
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Sayı: 117
Konu: Seferoğlu mevkii topografisinde ağır fiziki tahribat, denizin doldurması ve kaçak iskele
Büyükada, 4 Mart 2012
ADALAR KAYMAKAMLIĞI’na,
İstanbul Adalar İlçesi, Büyükada Nizam Mahallesi, Nizam Cad., 29 pafta, 127 ada, 1 parsel sayılı yerdeki hafriyat ve inşaat faaliyetinin ve sorumlularının yürürlükteki Nazım İmar Planı ve Koruma Bölge kurulu kararlarına uymadığı ve ayrıca Kıyı Kanunu’nu da ihlâl ettikleri görülmektedir.
1. grup eski eser binanın koruma alanı ve korusunu teşkil eden arazinin topografyasını ağır fiziki tahribatla değiştirerek korunması gerekli olan tabiatı ve tabii halini tahrip ve tadil eden bu eylemin bir inşaat ruhsatnamesiyle yapılıp yapılmadığı hususu ekteki fotoğraflardan da anlaşılabileceği gibi çok şüphe çekicidir.
Dolayısıyla yukarıda adresi verilen arsada derin hafriyat ve kıyının ve denizin işgali ve talanıyla tahribine cüret eden mülk sahibi ve sorumlu fen işleri yetkilileriyle müdahaleye vazifeli kılınmış ancak vazifelerini ihmal eden kamu görevlileri hakkında başlatılacak hukuk safahatına delil ve belge olması amacıyla Kadastro Müdürlüğü’nüzün kıyıdaki kamu malına işgal ve tecavüzü tesbit ederek tarafımıza bilgi verilmesini, ayrıca Kıyı Kanunu 15. maddesi gereğince bu tecavüzcüler hakkında yasal işlemlerin başlatılmasını emir ve müsaadelerinize saygılarımızla arz ederiz.
Arif Çağlar
(Başkan)
Ek: Dernek mühürlü ağır fiziki tahribat ve kaçak yapılaşmaya ait fotoğraflar
Adres:
İSTANBUL ADALARI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA DERNEĞİ
Güzeller Sokağı No: 30 Büyükada 34970 İstanbul
e-posta: adalarkoruma@adalarkoruma.org
elektronik ağ: www.adalarkoruma.org
From: DENİZ TOPRAK
Subject: Arşiv...
Date: March 13, 2012 6:47:54 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Soru soruyoruz ya,
rahatsız mı ediyoruz acaba?
[...] SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar'da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor [...]
Adalar’ın bunca sorununa, artan teneke tıngırtıları da eklenmedi (!), eklenmiyor (!), eklenmeyecek (!). Yok yani…
Perde ardında ikiyüzlü kimse var mı, varsa kimmiş bakalım onlar diyenler, merak edip aydınlık görünen karanlıklardan ses bekleyenler, belki de türlü yollarla tehdit edilecek, pisliklerin gündeme gelmesinden rahatsız olanlar çomak sokanları susturmak için her yolu deneyecek.
Tahmin (!!!) tabii ki bunlar. Ama ben olsam, kirli tekere çomak sokan ben olsam, çıkarmam o çomağı oradan. Kirli teker varsa, kime denk gelirse gelsin sokulmalı o çomak oraya.
Hele ki yasadışı yollarla, kanun tanımaz tehditlere, üstü kapalı telkinlere müracaat olursa, önce güvencemiz tabii ki hukuk, adalet… Bu süreçte de ağzı rant pisliğiyle dolu olan görürsek pisliği tabii ki çiğneyip geçmek…
Yok tabii ki böyle bir şey, kanunsuz, pislik kokan, kötü bir senaryo sadece benimki, ama olsa, nafile çabalar olsa… Olunca düşünürüz ya da olan düşünmüştür zaten, bize ne, değil mi?
Soru soruyoruz ya, rahatsız mı ediyoruz acaba?
Yoo… Sanmam. Kim, neden rahatsız olsun ki?
Bak aynı soruları, aynı yazıları çok kısa süre önce de yazanlar, gönderenler, soranlar olmuş. Onların da başka meseleleri mi var ki başka birileriyle diye sorgulamalı mıyız? Ne dersiniz? Aynı soruları soranlar için türlü yollar deneyenler, bu sorular için acaba neden sessizler?
Haa, bir tek Seferoğlu sordum fazladan, daha önceki bu yazıda sorulmayan!!!
Acaba bunlar mı kimilerinin karnını ağrıtan…
ADALAR POSTASI-2580/14 (28.4.2011):
From: ARİF ÇAĞLAR
Subject: Arşiv'den: Adalar Tükeniyor 20000623
Date: April 25, 2011 10:41:43 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Arşiv'den!
Radikal, 23.6.2000
Oya Er
http://www.radikal.com.tr/2000/06/23/turkiye/ada.shtml
Adalar tükeniyor
İstanbul'un 'sığınağı' Adalar'dan imdat çığlığı yükseliyor. Kıyılarına duvarlar örülen, ormanlarına molozlar dökülen Adalar'dan kötü kokular yükseliyor
İSTANBUL - Prens adaları... Sokakları, denizi, ormanıyla, İstanbul'un huzur köşeleri; şehrin karmaşasından kurtulmak isteyenler için yeşil birer sığınak. Ancak Adalar, İstanbul'un birçok nadide köşesi gibi giderek 'tükeniyor'. SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar'da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor.
Yıkılan duvar' yerinde
Burgazada Gönüllü Cadde'de Ahmet Selçuker'e ait 49 numaralı Deniz Apartmanı'nın önünde kıyı şeridini kapatan bir duvar bulunuyor. Kıyıların duvarla çevrilemeyeceğine dair mahkeme kararı bulunmasına ve kararın Danıştay'ca onaylanmasına karşın duvar hâlâ yerinde. Zira Adalar Belediyesi, yıkım için bir yıldır iş makinesi bulamamış. Selçuker'in bu konuda yargılandığı Kartal 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin duvarın durumuyla ilgili sorusuna verilen Belediye Başkanı Coşkun Özden imzalı yanıtta, duvarın kaldırıldığı bildiriliyor, ama duvar hâlâ yerinde duruyor!
Denizi işgal
Selçuker'in komşusu Moris Sadioğlu ise hem Kıyı Kanunu kapsamında, hem de SİT alanı içinde olan binasının önüne iskele inşa ediyor. Ada Dostları Derneği Başkanı Perihan Ergun, burada ruhsatsız kazı da yapıldığını söylüyor. Hafriyatın belediyeye ait iş makineleriyle ormana taşındığını, kum ve çakılın yine bu araçlarla getirildiğini anlatan Ergun, "Böylece yasadışı iskeleye, belediye de taşıma suretiyle destek oluyor" diyor.
Bir trafik, bir trafik...
Adalılar'ın en büyük şikâyetlerinden biri de inşaat molozlarının ormana boşaltılması. Her ne kadar Adalar Belediyesi İmar ve Planlama Müdürlüğü, "Molozlar, yerleri evvelce belirlenmiş olan döküm sahalarına yapılmaktadır" dese de fotoğraflar ve tanıklarla tespit edildiği üzere, hafriyat, ormana, hem de ağaçların üzerine dökülüyor.
Çöp dökmek üzere tahsis edilen bir alanın da bulunmadığı Adalar'da çöpler ormana, zaman zaman kıyılara dökülürken, motorlu araç yasağı da bir türlü gereği gibi uygulanamıyor. Koruma kurulunun geçen yıl yürürlüğe giren 'motorlu taşıt yasağı'nı belediye ve kaymakamın tanımadığını anlatan Burgazada Kalkındırma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mukaddes Orçun, "Onlar, motorlu araç izni verme yetkisi tanıyan Trafik Komisyonu kararını uyguluyor. Habuki Adalar SİT alanı olduğu için kurul kararı, komisyon kararını otomatikman geçersiz kılıyor" diye konuşuyor.
Özden: İddialar asılsız
Çöplük görüntülerinin kendisini de rahatsız ettiğini belirten Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden, çöpleri dışarıya taşıma ya da ada içinde arıtma çalışmalarının bir yıldır sürdüğünü anlattı. Özden, belediyenin 800 milyar lira yıllık geliri olduğunu, çöpleri dışarıya taşıma işinin ise 650 milyar liraya mal olduğunu anımsattı. Orman içine dökülen hafriyat iddialarının 'karalama' amaçlı olduğunu belirten Özden, "Keşke imkân olsa da başka yerlere taşısak" dedi. Moris Sadioğlu'nun villasının önündeki iskelenin lodostan yıkılan iki iskelenin yerine, halka açık olarak belediye tarafından yaptırıldığını, iddiaların iftira olduğunu anlatan Özden, Ada Dostları Derneği'nin ne elde etmek istediğini bilmiyorum. Şimdiye dek faydalı herhangi bir şey yaptıklarını da görmedim" diye konuştu.
_____________________________________________
UKOME'den
at fışkısına radikal çözüm!...
UKOME'NİN KARARI: Adalar İlçesinde faatiyet gösteren fayton taşımacılığındaki mevcut sorunların ortadan kaldırılması, ulaşım hizmetlerinin çevresel duyarlılığı yüksek, koruma-kullanma bütünlüğü içinde sürdürülebilir hale getirilmesi amacıyla 86 faytonun kamulaştırılmasının uygun olduğuna; Kamulaştırma işleminin, Büyükada'da kayıtlı 226 adet faytondan öncelikle 1'den fazla faytona sahip fima/şahısların 1 fayton dışındaki toplam 51 faytonundan başlanılmasına 86 adet faytonun geriye kalan 35 (86-51=35) adetinin ise, gönüllülük veya noter huzurunda yapılacak kura çekimi şeklinde yapuılmasına, atlı fayton taşımacılığının uzun vadede uygun ölçekte sürdürülebilir olması için ilk aşamada 40 adet elektirikli araçla (fayton vb) taşımacılığa geçiş yapılmasına ve elektrikli araçlara ilişkin ücret tarifesinin daha sonra UKOME tarafından belirlenmesine karar verilmiştir.
5 para etmez
UKOME KARARI!...
ADALAR'ın
imar planları dosyası
peşi sıra
ADALAR'da ulaşım dosyasını da
açıp bir bakalım...
Anımsayacaksınız; Kadir Topbaş: "Adalar'daki at arabalarıyla ilgili de İSPARK bir düzenleme yapacak. Orada ulaşım için en uygun formül bulunacak. Bugün buradan bu kadar sözünü veriyorum," demişti ya [ntvmsnbc.com, 4.10.2011] geçenlerde;
işte bu minvalde "Eh! Topbaşımız Kadir, kıymet bilir sözünün eridir, Adalar'a büsbütün çıkartma yapmak üzre nicedir tetikte olan 'trafik canavarı'nın yüzü suyu hürmetine olsa gerektir faytonların sayısını 50-60'a indirip raylı sistemi getirecekmiş Adalar'a!... Kentsel tarihi dokunun bütünlüklü korunmasıymış, SİTmiş kimin umurunda! Varsa yoksa imar-turizm canavarlarının boyunduruğunda, Adalar da bir başka yerleştirilme sevdasında! Tükenişi uğruna!... Bu minvalde olsa gerektir Büyükada at ahırları mevkiinde İBB çalışanları kepçeli, minibüslü kimi çalışmalara başlamışlar bile!..." diye yazmıştık.
Son günlerde sosyal iletişim ağlarında da Adalar'daki ulaşım mevzu türlü önermelerle gündemde!
Böyle gelmemişse de içler acısı bir biçimde böyle gitmekte olan bir nevi akıl-fikir, hak-hukuk kaymasıyla zaar resmi araçlarla türlü adrese yapılan gayrıresmi servislerden, dahası ücreti mukabilinde Aya Yorgi'ye, bilabedel çarşıdan evlere düzenlenen dolmuş seferlerinden aldıkları cesaretle olsa gerektir ki Büyükada'nın kimi sakinleri, Kadıyoran cihetine minibüs seferleri arzuhâliyle imza toplayıp başvurmuşlardı Adalar Belediyesi'ne! Adalar Belediyesi ise şöyle cevaplamış arzuhâllerini:
ADALAR POSTASI'nın, "Adalar'da trafik canavarının usulsüz seyrine seyirci kalmayacağız!" serlevhalı arşivinde mevcut bulunan sayısız arzuhâlinden artık ezberlemiş olmanız olası anayasası besbelli!... Ola ki unutmuş ve/veya zaten anlamamış olanlar için sabrınıza sığınarak bir kez daha işte:
ADALAR'da
TRAFİK CANAVARININ
USULSUZ SEYRİNE
SEYİRCİ KALMAYACAĞIZ!
İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 16.06.1999 tarihli 11012 sayılı kararı uyarınca "[...] Adalar'daki bütün yolların prensipte de yaya yolu olması öngörüldüğünden, motorlu araçların kullanılamayacağı, ancak Belediye ve Kaymakamlığın sağlık, itfaiye, temizlik, orman hizmeti, emniyet hizmetleri için kullanılmak üzere kısıtlı miktarda araç kullanilabileceği [...]" açıkça belirtilmiş olmasına ve "[...] kamuya ait araçların zorunlu olmadıkça trafiğe çıkmaması, trafiğe çıktıklarında yerleşim alanlarında 30 km/saat, yerleşim bölgeleri dışında ise 50 km/saat hızla seyir etmeleri, yasak olan cadde ve sokaklara zorunlu olmadıkça giriş yapılmaması, yolcu ve eşya taşınmaması [...]" kaidesi yanı sıra
ve üstelik http://www.mustafafarsakoglu.com/MakamAraci.htm adresindeki ilgili yazıyı müteakiben ADALAR POSTASI-2253 (28.3.2009)'de de yayımlanan "Belediye Başkanının Makam Aracı Fayton Olacak" başlıklı yazıda, CHP'den Adalar Belediye Başkanı adayı olarak 29.3.2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde 3930 oy alarak seçimi kazanan Mustafa Farsakoğlu'nun, "[...] kendi kaymakamlığı döneminde sadece belediye başkanının değil kaymakamın makam aracının da fayton olduğu [...]" ibaresi geçmekte;
yine bu yazının "Belediye Başkanının Makam Aracı Fayton Olacak" başlığında da açıkça bu konu vaad edilmekte; ayrıca 7.3.2009 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan "Prens Adaları'nda Oy'lar Faytona" başlıklı yazıda da "Farsakoğlu, bu kez de CHP'nin belediye başkan adayı olarak diyor ki:" diye doğrudan Mustafa Farsakoğlu'nun demecinden aktarılan "[...] Makam aracımız yine fayton olacak; Adalar'da motor sesi kesinlikle duyulmayacak, [...]" vaadine;
ve asıl bizzat Mustafa Farsakoğlu'nun Ocak 2009 tarihli "Adalar'da Sorunlar ve Çözüm Önerileri" başlığıyla basılıp seçim propaganda broşürü olarak dağıtılan, bu suretle ADALAR POSTASI-2239 (1.3.2009)'da da yayımlanan raporunun 3.6.2. numaralı "Adalar'ın İç Ulaşımı ve Taşımacılık (Faytonlar-Yük Arabaları) bölümünde: "[...] Adalar, özel motorlu taşıtların dünyada yasak olduğu ender yerleşim alanlarından biridir. Adalar'ı çok özel ve sağlıklı yapan bu durumun, ilgisizlik, plansızlık ve denetimsizlik sonucu Adalar'ın olumsuz imaj edinmesine de neden olduğu görülmektedir. [...]"
ve yine aynı raporun 3.6.3. numaralı "Motorlu Taşıtlar" başlıklı bölümünde de "[...] Adalar'da, son yıllarda kamu kuruluşlarına ait olanların yanı sıra, başta kamyonlar olmak üzere özel motorlu taşıtların sayısında sürekli olarak artış olduğu görülmektedir. Bu durum, Adalılar arasında büyük tepki doğurmaktadır. [...] Bu tehlikeli gidişe son verilecektir. [...] Adalar'da ancak zorunlu bazı kamu hizmetleri için (ambulans, itfaiye, polis, zabıta gibi) motorlu taşıtlara sınırlı sayıda izin verilecektir. Belediye'ye ait çıkarma gemisiyle Adalar'a getirilebilen motorlu taşıtların yalnızca zorunlu gereksinmeler ve hizmetler dışında Adalar'a girmesi ve ancak hizmetin gerektirdiği zorunlu durumlar dışında çalıştırılmaları etkin bir denetim yapılarak kesinlikle önlenecektir. [...]" denilmesine rağmen;
motorlu araçların kullanılmasının yasak olduğu Adalar'da, kamu araçlarının mesai saatleri dahilinde/haricinde, lüzumlu/lüzumsuz bu ve benzeri türlü usulsüz keyfi özel servis için kullanılmasına nasıl göz yumulabilir? Bu minvalde her türlü başvuru ve uyarıya aldırmaksızın tüm bu usulsüzlüklerin görmezden gelinmesi suretiyle gereğinin gereği gibi yerine getirilmediği bu koşullarda "Adalar'da motorlu araçların kullanılamayacağı," hükmünün ne hükmü kalır?
İlgili yasağa rağmen sokaklarında sürekli arabaların turladığı üstelik de eşi benzeri görülmemiş bir aymazlıkla kamu araçlarının özel servis amacıyla kullanıldığı Adalarımız'daki tüm bu usulsüzlüklere göz yuman ve dahası mehtap sefasına dahi kamu araçlarıyla bizzat kendileri de çıkan, yakalarında Atatürk rozeti taşıyan sözde Atatürkçü idareciler için vaktiyle Atatürk'ün Büyükada'yı ziyaretinde geçen aşağıdaki anektod hiç mi bir şey ifade etmemekte hiç mi utanç vermemektedir? Bilmem daha ne diyebiliriz ki: Yazıklar olsun!
/
dün:
Ahmet Niyazi Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı (1933-1937), İstanbul (1974)252'de, Atatürk'ün sofracılarından Cemal Granda'nın bir anısını aktarır: "Bir yaz akşamı Büyükada'ya gitmiştik. 1936 yılıydı. İskele'de Atatürk'ü büyük bir kalabalık karşıladı. İçten gelen sevgi gösterileri yaptı. Splendid Oteli'ne gidilecekti. Vapur iskelesine bir otomobil yanaştırmışlar. Ata'nın binmesi için... Oysa, Adalar'da tekerlekli, motorlu araçlarla gezilmesi yasak... Atatürk, otomobili görünce şöyle sordu: ― Ada'da otomobille dolaşmak yasak değil mi? Sorusunun karşılığını daha beklemeden: ― Kaldırın bu otomobili. dedi. Sonra, iki dizi halinde sıralanıp kendisine yol açan kalabalığın arasından yürüyerek otele geldi. Herkes yolda Atatürk'e çiçek atıyor, kalabalığı yaranlar eğilip elini öpüyorlardı."
/
bugün:
Adalar [eski] Kaymakamı Mevlut Kurban ve Adalar Belediyesi [eski] Başkanı Coskun Özden'in de aralarında bulunduğu zevat-ı mutade, Adalar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü'nün 34 BU 1450 plakalı minibüsüyle 01.06.2006 günü mesai saatleri haricinde Adalar Belediyesi [eski] Başkanı Coşkun Özden'in doğum gününü kutlamaya Aya Yorgi'ye mehtaba çıkmıştı! 29 Ekim 2009 Perşembe günü 17:00 sularında Yüce Tepe'ye çıkan yolda yine sıram sıram araba! Araba konvoyundan yol tıkanmış, görenlerin içi daralmıştı! Evvela Aya Yorgi'ye mum yakacak sonra Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayacak! Usul adap görmemiş kanun kaide tanımaz erkân her nedense Yüce Tepe'ye yayan değil kamu aracıyla çıkacak! [ADALAR POSTASI-2334 (4.11.2009): trafik canavarı bu, otomobille gider yüce tepe'ye...]
"Hasta nakline yakıt yok," diye sızlanacak lakin 2010 yılbaşında da şahit olduğumuz minvalde aslen bu usulsüzlükleri kovuşturmakla sorumlu kaide tanımaz zevat-ı mutade türlü bahaneyle kamu araçlarıyla bizzat kendisi keyfi Yüce Tepe'ye çıkacak! [ADALAR POSTASI-2334/4 (6.2.2010)]
Bunlar sadece tesadüf ettiklerimiz kimbilir daha neler...
İstanbul Adaları'nı benzeri sayfiye yerlerinden ayıran emsalsiz özelliği motorlu araç trafiğinin dolayısıyla gürültüsü ve kirliliğinin olmayışıyDI! Ancak bilinmelidir ki "araba sevdası"ndan muzdarip olanların gidecekleri pek çok yer varken, motorlu tasşıtsız bir yaşantıyı tercih eden bizlerin gidebileceği başka herhangi bir yer yoktur! Haliyle İstanbul Adaları sakinlerinin de Yunanistan'daki Hydra Adası, Almanya'daki Baltrum Adası, Hollanda'daki Schiermonnikoog Adası, Fransa'nın güneyinde Toulon yakınındaki Ile de Porquerolles, Kanada'daki Torino Adaları, ABD'deki Mackinag Adası, Brezilya'daki Paqetá Adası, Çin'deki Gulangyu Adası ve benzeri cağdaş dünyanın motorlu taşıtsız yaşamı tercih eden tüm adalarının [http://www.carfree.com/carfree_places_old.html] mukimleri gibi motorlu taşıta izin vermeye hiç mi hiç niyetleri yoktur! Çağdaş dünyanın motorlu taşıtsız yaşamı tercih ederek cittaslow bayrağı altında birleşen kentleri [http://www.cittaslow.net/sezioni/Rete%20Internazionale] yavaşlarken evvel zemandan beri haliyle cittaslow olan Adalar'da gaza basmanın âlemi yoktur!
Başbakanımızdan önce çıkmıştı Ada'ya ya Mercedesleri! Kılıçdaroğlu'ysa muhalefet mukabilinden —ve asıl gereği gibi— faytonla gitti Adalar Müzesi'nin açılış merasimine!
Adalar'ın KoruMA İmar Planları'nın gündemde olduğu şu günlerde İBB Başkanı'nın "Adalar'daki at arabalarıyla ilgili de İSPARK bir düzenleme yapacak. Orada ulaşım için en uygun formül bulunacak. Bugün buradan bu kadar sözünü veriyorum," demeci peşi sıra Adalar'daki ulaşıma dair kimi önerme yollu söylentilerin dolanması sadece bir tesadüf olabilir mi?
11 Haziran 1996 günü HABITAT Konferansı’nda Büyükada sakinlerinden Korhan Berzeg'in (Doç. Dr.), sunmuş olduğu “Adalar: Motorlu Araçsız Yaşam ve Yapılanmanın Durdurulması” başlıklı bildirisiyle araba sevdasının altında yatan tehlikeye dikkatleri çekmişliği akla geliverdi: “[...] Şurası muhakkak ki, Adalar’ın geri kalan dörtte üçünü yapılanmaya açmanın yarattığı iştah, Adaları motorlu araçlara açma gayretinin altında yatan ana sebeptir. Adaları karşı kıyılardaki taş yığınına çevirecek bu olasılıktır ki herkesi büyük bir azimle —pilli araçlar, dar raylı trenler gibi havayı kirletmeyen araçlar da dahil— tüm çağdaş motorlu taşıtlara karşı koymaya ikna etmelidir. [...]”
Haydi gelin hep birlikte Adalar'ın kentsel SİT dokusuna mugayyir öyle otomobille, akülülerle, tramvayla falan değil atsız ucube faytonumsularla hiç değil Adalar'da geleneksel bir yaşam biçimi olan faytonlarımızla şöyle bir gezinelim Adalar'da ulaşıma dair yakın-uzak geçmişte!...
)O(
Milliyet, 28.5.1960
Adalarda arabaların kaldırılması isteniyor
Adalardaki atlı arabaların kaldırılarak bunların yerine küçük motörlü vasıtalar konulmasının sağlık bakımından daha uygun olacağı söylenmektedir. Adalar'a yaz aylarında şehrin muhtelif semtlerinden getirilen yük arabaları atlarının sıhhi şartlara haiz olmayan yerlerde bırakılmasından Adalar halkı şikâyet ettiği için böyle bir tedbir alınması lüzumlu görülmektedir. Atlar çok defa çamlıklara salıverilmekte ve ağaçların tahribine de sebep olmaktadır.
Atlı arabalar kaldırıldığı takdirde yerlerine açık araba tipinde küçük motörlü vasıta konulması ve bunların azami suratinin 20 kilometre olarak tahdidinin lüzumlu olduğu üzerinde de durulmaktadır.
Milliyet, 2.8.1960
Belediye Zabıtası'na 6 bisiklet alındı
Belediye Zabıta memurları için 6 bisiklet satın alınmıştır.
Teşkilât motörlü vasıtalarla takviye edilmektedir. Motörlü vasıta işletilmesinin yasak olduğu Adalar kazasında Zabıta memurlarının daha rahat vazife görmesi için bisiklet alınması uygun görülmüştür.
Milliyet, 12.8.1963
Adalar'da faytonla ilgili anket yapılıyor
Adalar Kaymakamlığı, Adalar'daki fayton arabalarının kaldırılarak yerine akümülatörle çalışan sessiz ve kokusuz motorlu vasıtaların konulması konusunda bir anket açmıştır.
Dağıtılan anket kâğıtlarıyla halktan, atlı araba mı, yoksa onun yerine konacak akümülatörlü motorlu vasıta mı istendiği sorularak cevap verilmesi istenmektedir.
Yapılan anketle ilgili olarak Vali Niyazi Akı "Adalar Kaymakamı vilâyete arabaların kaldırılması için resmi bir müracaat yapmadı. Herhalde anket sonunda bilgi verecek. Biz de o zaman kararımızı bildiririz," demiştir.
Milliyet, 27.5.1974
Adalar'dan başka ilçede fayton kalmadı
Fayton sürücüleri tek tip lâcivert elbise giyecek
İstanbul'da 19 ilçeden 18'inde fayton kalmadı. Yalnız Adalar ilçesinde çalışma olanağı bulabilen faytonlar da "özelliklerini yitirmemeleri" için belediye tarafından denetim altına alındı. Örneğn, fayton sürücüleri tek tip kıyafetleri olan lâcivert ceket giymeden fayton süremeyecekler. Bu arada faytonun tarihe karıştığı ilçeler de şunlar: Bakırköy, Beşiktaş, Beykoz, Beyoğlu, Eminönü, Fatih, Çatalca, Gaziosmanpaşa, Kadıköy, Kartal, Şişli, Şile, Silivri, Üsküdar, Eyüp, Yalova, Sarıyer, Zeyinburnu". Ayrıca yeni fayton tarifeleri de 1 Haziran'da belirlenecek.
Milliyet, 9.9.1974
Ada'daki
faytonların tarifesi var ama...
Bu köşede yayımlanan "Fayton tarifesi var mı, yok mu?" başlıklı yazı incelenmiştir:
Yazınızda faytonlarda tarife olmadığından ve uygulanmadığından yakınılmaktadır. Adalar'ın turistik yaşantısında arabaların önemli yeri vardır. Bu konuda ilginize teşekkür ederiz.
Adalar'da çalışan tüm arabalarda Belediye Encümeni'nce onaylanmış tarifelerin asılması zorunlu kılınmıştır. Ve buna Büyükada'da olduğu gibi Heybeli'de de riayet edilmesi önemle izlenmektedir.
Ayrıca Adalar Belediye Şube Müdürlüğü'nce bu yıl da diğer konular yanında arabalarda tarife bulundurulması ve tarifelere riayet edilmesi hususu hakkında hazırlanan mektup, halka ve evlere dağıtılarak uyarıda bulunulmuş, tarfeye riayet etmeyenlerin ve uygulamayanların bildirilmesi istenmiştir.
Adalar'da çalışan arabaların sayısı 350'yi aşkındır. Bu konuda vatandaşlarımızın yardımı yanında sürdürülen denetimlerde tarifeyi gizlemek isteyen ve uygulamayan arabacılar haklarında gerekli işlem yapılmaktadır.
Rauf Okay
Basın- Yayın ve Turizm Müdürü
Milliyet, 15.10.1986
Abdullah Öğülmüş
Adalar'a Tramvay
275,5 milyar kredilik anlaşmasını imzalamak için dün İsveç'e giden Dalan, "İstanbul'da ulaşım sorununu çözmek için hükümet ve belediye 1 trilyonluk yatırıma girişti" dedi.
İSTANBUL'da, Fatih, Eyüp, Bakırköy'den sonra Adalar'a da tramvay. Belediye Başkanı Bedrettin Dalan İstanbul'da 275.5 milyar liralık İsveç kredisiyle kurulmaya başlanan tramvay sistemi çalışmalarını incelemek için dün İsveç'e gitt. DAlan'ın gezisine Adalar Belediye Başkanı Recep Koç, Kartal Belediye Başkanı Ali Duranoğlu ile Bakırköy Belediye Başkanı Naci Ekşi de katıldı.
ADALAR'A TRAMVAY
Adalar Belediye Başkanı Recep Koç, "Uygun görülmesi durumunda tramvay sisteminin öncelikle Büyükada'da çalıştırılacağını" belirterek, "Avrupa'nın boğucu ortamından sıkılanlar uçakla Yeşilköy'e geldiklerinde hızlı deniz otobüsüyle 20 dakikada Adalar'a ulaşacaklar ve bir anda güneş, çam ve denizle buluşacaklar. Büyük Şehir Belediyemizin öncülüğünde Adalar'ın çehresini değiştireceğiz" dedi.
Belediye BAşkanı Recep Koç, "Adalar ilçesinde kurmayı amaçladıkları tramvay sisteminin raylar üzerinde giden dizi faytonlar sistemini andıracağını ve bu sistemin kurulmasıyla faytoncu esnafının zarar görmeyeceğini, ayrıca Adalar dokusunun bozulmayacağını" söyledi.
DALAN: "TRAMVAY ANADOLU YAKASINDA DA ÇALIŞACAK"
Büyük Şehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da, "İstanbul'da ulaşım sorununun çözümlenmesi için hükümet ve belediyenin 1 trilyon liralık yatırıma giriştiğini" söyledi.
Milliyet, 28.4.1988
Belediye başkanına makam faytonu...
Günümüz belediye başkanlarından bir çoğu, Mercedes veya benzeri lüks makam arabalarına rağbet ederken, İstanbul Adalar Belediye Başkanı Recep Koç, fayton kullanıyor. Şu anda geçici bir faytonla görev yapan Koç, 3 milyon liraya ısmarladığı, içinde telsizide bulunan özel faytona kavuşacağı günü bekliyor. Ada sakinlerinin "Faytonlu Başkan" adını taktıkları Recep Koç, zabıta memuru Hüseyin Cahit Özdemir ile Engin Demirci'yi de alarak kıyı-bucak dolaşıyor.
Korhan Berzeg, "Prince Islands (No Motorized Vehicles, Stop Ecological Degradation)", Habitat II- İstanbul (11.6.1996).
Milliyet, 13.2.1997
fax
Nilgün Cerrahoğlu
Uygarlık mı, barbarlık mı?
Venedik insanlığa bir tarih ve kültür mirasıdır. O baş döndürücü kültür ve tarih mirası içinde yaşamanın bir bedeli var: Her yere yürümek veya gerekirse, vaporetto adı verilen küçük vapurlara binmek.
Eski yapıların su altındaki temellerini sarsmamak için o vapurlar dahi kağnı hızıyla hareket ederler. Kentin yapısı ve güzelliği uğruna "zamanı hızlandırmak" tutkusundan vazgeçilmiştir, başka deyişle. Vakti dar olan özel motora biner. Avuç dolusu para vererek.
Şimdiye kadar kimse çıkıp da; "21. yüzyıla giriyoruz. Ulaşımı çabuklaştıracak, ucuzlatacak hızlı vapurlar yapalım. Kentin bazı yörelerine akülü araçlar koyalım. Uygarlık bunu icap ettirir," dememiştir. Batı'da "uygarlık" adına hoşgöstermek mümkün değildir. Bunun adı "barbarlık"tır...
Cumhuriyet- Pazar ekinde Murat Ural imzasını taşıyan "Adalar'da Motorlu Araç Kabusu" (2 Şubat) yazıyı okunca aklıma gelen ilk örnek bu oldu. Adalar Belediyesi'nin Büyükada'ya "akülü kılıfı altında motorlu araç sokmaya hazırlandığını," yazan Ural, Belediye'nin savlarını şöyle özetliyor:
"Atlı araba taşımacılığı ekonomik ve pratik değil, 30-40 fayton kalsın. Yerine elektrikle çalışan, 4 kişilik motorlu taşıtlar koyalım. Adalılar da medeniyetin nimetlerinden yararlansın."
Murat Ural, "bunu yapamazsınız" diyenlerin, derhal "Siz medeniyete karşı mısınız? cevabıyla karşılaştığını sözlerine ekliyor...
Başımıza ne gelirse "medeniyet"i, "kültür ve tarih mirası" gibi unsurlardan bir çırpıda soyutlayıp, "teknoloji"ye indirgeyen bu cahil mantığından geliyor.
Kaldı ki, eşe dosta "uygarlık" adı altında yutturulmaya çalışılan mantığın arkasında ayrıca, ellerini oğuşturarak bekleyen bir inşaat sektörü var. Buna hiç şüpheniz olmasın.
Ada'ya bir kez akülü ve motorlu taşıtlar girdikten sonra, kimse İstanbul'da kalan bu son cennetin de Moda, Kalamış ya da bir zamanlar hanımeli ve erguvan kokan Erenköy'ün akıbetinden kurtulmasını engelleyemez. Nitekim Aya Nikola bostanının başına gelenler bunun somut örneği. Bostanlık arazi üzerindeki kuyuları kapatıp; ağaçları kestiren eski belediye başkanı "müteşebbis" Recep Koç'un ardından, o kıyı şeridi şimdi parsel parsel satışa çıkartılıyor. Vızır vızır motorlu taşıtların çalıştığı bir adada, çam ormanları ve hatta eski köşkleri de bekleyen akıbet budur.
"Akülü ya da motorlu taşıtları" bize "medeniyet fırsatları" diye yutturmaya çalışan belediyeciler, 30 yıldan bu yana dünyanın belli başlı şehirlerinde yapılan uygulamalara şöyle bir göz atsınlar.
"Medeniyet" adına yapılan en modern ve en son uygulamalar, araba ulaşımını artırmak için değil azaltmak yönündedir. Şehir merkezleri arabalara kapatılmakta, yayaların kullanımına açılan ve ağaçlandırılan alanlar artırılmaktadır.
Bırakın sayfiye yerlerini, büyük şehirlerde dahi uygulama budur. İtalya'dan bildiğim birkaç örnek; Roma, Bologna, Floransa'da insanlar, trafiğe kapanan meydanlar ve kent merkezlerinde tabana kuvvet yürümektedir.
2000 yılının eşiğinde birilerinin şimdi birden bire uyanıp, "medeniyet" adına insanın içine huzur, sükunet veren İstanbul'un son cennetini de mahvetmek ve kentin gerisi gibi beton yığınına çevirmek dürtüsünü anlamak mümkün değildir.
Büyükada, yalnız özgün mimarisi ve doğa güzellikleriyle değil; Atatürk, Muhsin Ertuğrul, Ekrem Reşit Rey, Cemal Reşit Rey, Fethi Okyar, Hasan Saka, Yahya Kemal, Reşat Nuri Güntekin gibi bu ülkenin tarihine, sanatına, siyasetine damga vurmuş ismlerle de özdeşleşen bir simge. Zamanında Troçki'yi bile konuk etmiş çok renkli bir geçmişi var.
Ada'yı Disneyland'a dönüştürme projesine gönlümüz razı değil. "Adalar'ı korumak için gerekirse" UNESCO gibi uluslararası kuruluş ve örgütleri dahi harekete geçirebilecek bir imza kampanyası düşünebiliriz.
Sahip olduğumuz her kültür mirasını ayak altına almak bu kadar kolay olmamalı. Üstelik bu hoyratlık, gözümüzün içine baka baka "uygarlık" adına zokalandığında...
Milliyet, 27.7.1997
Dünya'da Bugün
Ali Sirmen
Sevgili,
"Yine bu yıl Ada sensiz içime hiç sinmedi
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi."
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi."
Sen bu şarkıyı bilir misin sevgili?
Sakın, bana "benim öyle bir hicranım olmadığı için bu şarkı bana bir şey ifade etmiyor" deme. Belki benim de olmamıştır. Ama, önce şairin, sonra bestekârın ince hüznü hep içime dokunur. Eee ne de olsa "hüznü anlamayan nesle aşina değiliz."
Adaları ve özellikle benim adam dediğim Büyükada'yı tutku derecesinde severim. Salt baba tarafından Büyükadalı olmamdan değil, İstanbul'a bir buçuk saat (şimdi 25 dakika oldu) uzaklıkta, kentle ilgisi olmayan, sokaklarında çiçekler, zakkum ağaçları biten, biraz özenti de olsa, envai çeşit mimarinin etkisiyle, bir yerleşim müzesini andıran, yüzyıllık çam ormanlarıyla, Yörük Ali Plajı, hâlâ İstanbul'un belki de son kır lokantasının bulunduğu, Viranbağları ile elimizin altında bir cennet olduğu için severim Adalar'ı.
Hâlâ ne zaman Ada'ya gitsem, düşlere dalarım, eski günlerimi, Maden Mahallesi'nde oturan rahmetli babaannemin, kafeste duran canlı tavuklardan en semiz olanını alıp, kestirip bana pişirmesini, iskeleden çıkışta sağda, kapısında tahtadan tek boyutlu, bir zenci çocuk heykeli duran pastanede, limonata, vişne suyu içişimi, hemen bitişiğindeki, şimdi Princesse Otel olan binanın altındaki oyuncakçının köşe vitrinindeki oyuncak, alınmadığında, şımarıklıktan kaldırıma yatışımı (Allah'tan ki, annem orada değildi de dayaktan kurtulmuştum), Nizam'a giderken Belediye'den biraz ilerideki Sedefli Köşk'ü, üzerine bindiğimde kendimi kovboy sandığım eşekle gezme sefalarını, İsplandid Oteli'nin yüksek tavanlı salonlarını, eski asansörünü, hemen yanındaki yazlık sinemayı ve de Akasya Oteli'ni, Sümer Palas'ı Dil'de akvaryum adını verdiğimiz kayaların arasından denize girişimizi, ilk gençlik yıllarımda, bisikletten düşerek on beş gün topallamamı, hep anımsıyorum.
Yaşam, Sevgili, çok tuhaf.
Bir yere gittiğinde, kafana anılar üşüşüyor. O sırada, birgün, o günün de anılar arasındaki yerini alacağını hiç düşünmüyorsun. Örneğin, Aydın Emeç, Sevgili Erim karısı Mine, Melih Cevdet Anday ve eşi Suna Hanım ile yaptığımız, Büyükada'ya Cumartesi seferleri, küçük tur, ardından Orman Birahanesi'nde rakı sofrası da artık anı oldu.
O günün Adaları'ndan bugüne, yine de çiçekli sokaklar, ve güzelim arabalar kaldı.
Eğer koruyabilirsek Adalar'ı, eski İstanbul'u çağrıştıran, cennet gibi bir köşenin, orada oturmasalar bile, keyfini çıkarır daha bizden sonra gelen kuşaklar da.
Ama korkarım öyle olmayacak. Rant düşkünleri ile motorlu araç tutkunlarının baskısı her an tehdit ediyor Adalar'ı.
Nitekim son zamanlarda, motorlu kamu araçlarının sayısında işlevleriyle kıyaslanmayacak bir artış var.
Öğreniyoruz ki, şimdi de, elektrikli arabalar geliyormuş.
Anlaşılan Adalar da yavaş yavaş elden gitme sürecine giriyor.
Yazık oluyor, çok yazık.
Adalar'ın eşsiz yazarı Sait Faik "Son Kuşlar" öyküsünü şöyle bitiriyordu:
"Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde, gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak benden hikâyesi."
Ben de diyorum ki, "Biz Adaları ve güzelliklerini çok gördük. Ama sizin için kötü olacak çocuklar, sizin için. Benden söylemesi."
Milliyet, 28.4.1998
Halkın Kürsüsü
Tunca Bengin
Ada'da akıllı araçlar moda
Adalar deyince akla temiz hava, sessiz bir ortam geliyor. Gerçekten de İstanbul için Adalar'ın önemi büyük. Kentin gürültüsünden, araç yoğunluğundan bıkan arkadaşlar öezellikle hafta sonları soluğu Adalar'da alıyor. Hele bahar ve yaz aylarında vapurlar akın akın insan taşıyor. Ama, son zamanlarda Adlılardan oldukça şikayet vardı. Ada'da da sakinliğin bozulduğu, motor gürültüsünün rahatsız edici boyuta ulaştığı yolunda yakınmalar oluyordu. Şikayetlerin bir çoğu da yüzde yüz haklı nedenlere dayanıyor. Ada'da fayton dışında araç kullanımı yasak, ancak resmi kuruluşların tüm hizmetleri sınırlı sayıda da olsa motorlu araçlarla yapılıyor. Ama o kadarcık araç dahi yetiyor. Sessiz ortam, bir anda homurtularla bozuluyor, temiz hava tehdit altında kalıyor. Bunu farkedenlerin başında da belediye başkanı Can Esen geliyor. Başkan o nedenle bu soruna el atmış. Bir ilke imza atarak, makam aracını değiştirmiş. Hemen faytona resmi plaka diyeceksiniz. Ama hayır. Başkanın gönlündeki çevreyi kirletmeyen, huzuru bozmayan akülü otomobil. Güney Kore'den getirttiği araçların ilkini anında makam aracı yapmış. Araç tam bir çevre dostu. Kaza riski de çok düşük. Çünkü sadece 20 kilometre hız yapabiliyor. Yani gaza bassan da gitmiyor. Tam bizim kara yollarına göre. Başkan bu konuda kararlı; "vatandaş bizden daha temiz bir çevre ve sessizlik bekliyor," diyor. Üstelik, diğer resmi kuruluşlara da akülü araçları öneriyor. Hatta, sık sık Kaymakam Mustafa Farsakoğlu'nu alıp adayı turluyor. Aracın yararlarını anlatıyor. Duyduğumuza göre Kaymakam Bey de aracı çok beğenmiş. O da adalar için çok yararlı diye düşünüyormuş. Haydi hayırlısı...
Milliyet, 4.4.1999
Önay Yılmaz
Adalar'da "fayton kalkmayacak" sözü
Adalar'ın DYP'li Belediye Başkan adayı Adnan Demir, kazandığı takdirde "Adalar'da faytondan başka bir aracın kullanılmaması" mesajını vermek için parti bayraklarıyla donattığı bir faytonu seçim aracı olarak kullanıyor. Doğma büyüme Büyükadalı olan Demir, projeleriyle ilgili şunları söyledi: "Maltepe-Dragos hattında süreyi 10 dakikaya indirecek yeni bir ulaşım aksı, kongre merkezi ve lüks bir otel, kara ambulansı içine alabilecek bir deniz aracı. Kısaca kazandığımız takdirde bir siyasi partinin değil herkesin belediye başkanı olmayı düşünüyorum."
Milliyet, 27.5.2000
Atların keyfi yerinde
Baharın gelmesiyle birlikte Adalar'da faytonlar süslendi, atlar ahırlardan çıkarıldı tımar edildi. Faytoncular at arabalarının bakımını yaparlarken Adalar Belediyesi de boş durmadı. Adalar'ın sembolü olan faytonları çeken atlar için otomatik su içme yalakları yaptı.
10 yalak hazır
Şimdilik Büyükada'ya 10 yalak konulduğunu, Aya Yorgi civarına da yakında 10 tane konulacağını belirten Adalar Belediye Başkanı Çoşkun Özden şunları söyledi:
"Merkezi İngiltere'de olan Dünya Hayvanları Koruma Derneği ile birlikte ilk defa atlar için, otomatik su içme yalakları yaparak modern bir hizmete imza attık. Lunapark çevresine konulan yalaklar, atlara ve sahiplerine soluk aldıracak. Böylelkle tur yaparken çok susayan atlar için hayati bir sorunu çözmüş olduk."
Eşekler unutulmadı
Atların burunlarıyla musluğu iterek açıp kapattığı otomatik sistemli yalakların yanı sıra bir başka çalışma da eşekler için yaptıklarını söyleyen Özden, "Adalılar'ın ve çocuklarımızın sevgilisi eşeklerimiz için yaptığımız üstü kapalı barınaklar da bitirildi. Eşeklerimiz bundan böyle çocukları beklerken güneşten pişmeyecekler," dedi.
Mevzuata takıldı
Ahırlar civarındaki görüntü kirliliğini henüz çözemediklerini kaydeden Özden şöyle konuştu:
"En büyük üzüntümüz Ahırlar mevkiinin Adalar'a yakışmayacak bir görüntü vermesidir. Bu durum yıllardır devam ediyor. Burada faytoncularla atların barınakları iç içe geçmiş oldukça kötü bir durum oluşturuyor. Hem sağlıksız hem de görüntü açısından hoş değil. Gerekli yerlerle yazışmalarımızı yaptık. 21. yüzyılda bu görüntülerin ortadan kalkması gerektiğini söyledik. 127 milyar lira ödenek çıktı. Ancak mevzuat yüzünden bir yıldır paramızı alamadık."
Fayton kaç yazar?
Büyükada
Büyük tur 10 milyon, küçük tur 7 milyon, Lunapark 3 milyon, Hastane 1 milyon lira.
Heybeliada
Büyük tur 7 milyon, küçük tur 5 milyon, Deniz Lisesi 2 milyon 350 bin, Senatoryum 2 milyon 350 bin, Çam Limanı 3 milyon 500 bin lira.
Burgazada
Kış Bahçeleri 1 milyon 250 bin, İntoz Mevkii 2 milyon 250 bin, Kalpazankaya 4 milyon lira.
Milliyet, 11.6.2000
Seçkin Şenvardar
Motorlu taşıt isyanı
Ada sakinleri, inşaatlarda kullanılan kamyon, traktör ve dozerlere tepki gösterdi: Geleneklere saygılı olun.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla 1985 yılında SİT alanı ilan edilmesine rağmen çok sayıda motorlu taşıtın girdiği Adalar'da, ilçe halkı gürültü ve çevre kirliliğinin önüne geçilmesini istedi.
Sadece Burgazada'da sağlık, itfaiye, temizlik, emniyet ve orman hizmet araçlarının dışında, çoğu inşaatta kullanılmak üzere 11 aracın bulunduğunu öne süren Burgazada Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mukaddes Orçun, "Adalar'ın gelenekleri bozulmamalı" dedi
SİT alanı
Motorlu taşıtlar konusunda il trafik komisyonu karalarına uyulmasının yanlış olduğunu söyleyen Orçun, "İstanbul 3 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararı ortadadır. Buraya sınırlı sayıdaki hizmet aracı girebilir. Ancak tüm bunlara rağmen, aralarında dozer ve traktörlerin de bulunduğu iş araçları Adalar'ı işgal ediyor," diye konuştu.
Sinan Çetin'e protesto
Yönetmen Sinan Çetin'in Adalar'ı konu alan bir film çekimi için ilçeye bir jeep, bir minibüs ve üç kamyonet getirmesi de eleştirilere neden oldu. Adalar'd daha önce de birçok kez televizyon ve sinema filmi çekimi yapıldığını söyleyen Orçun, "Onşar geleneklere bağlı kalarak sadece fayton kullandılar. Adalar'a, tarihinde ilk defa bir çekim için araç giriyor," diyerek tepkisini dile getirdi.
Milliyet, 5.7.2000
Meral Tamer
Adalar taşıtlara teslim olmamalı
SİT Alanı ve taşıt trafiğine kapalı Burgazada, bu ayın başında 10 motorlu aracın işgaline uğradı. Yönetmen Sinan Çetin'in çekim ekibine ait 4 araç salt film çekimi için kullanılsa, belki kimsenin sesi çıkmayacaktı. Ancak ekibin özel alışverişlerinden lokantaya gereksiz her iş için fayton yerine cip ve minibüse binerek Burgazada'nın yollarını arşınlamaları, özellikle göze battı. Diğer araçlar ise çeşitli inşaat faaliyetleri nedeniyle encümen kararıyla özel mülk sahiplerine tahsis edilmişti.
Adalar'da Belediye Başkanı Coşkun Özden ve Kaymakam Mustafa Farsakoğlu'nun bilgisi olmadan motorlu araçların kullanılması mümkün değil. Burgazada sakinlerinin yoğun tepkisinin nedeni ise Adalar'a taşıt girmesinin sıradan olay haline dönüşeceği endişesi. Yöneticilere güvenleri sarsılmış.
"İstanbul 3 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararı hiçe sayılıyor. Yöneticilerimizin SİT alanı kavramını içselleştirememiş olması yüzünden Adalar'da bu tür istismarların ardı-arkası kesilmiyor," diyorlar.
Endişelerinde pek de haksız sayılmazlar. Konuyu araştırmaya başladığımızda yetkililerin topu nasıl birbirlerine attıklarına ve icabında doğruları çarpıtmakta sakınca görmediklerine tanık olduk.
Burgazada'yı Kalkındırma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mukaddes Orçun tespitlerini şöyle aktarıyor:
"Sinan Çetin'in Plato şirketine ait olan 4 araç (1 cip, 1 minibüs, 2 kamyonet) 30 Mayıs'ta Burgazada'ya belediyenin çıkartma gemisiyle geldiler ve 5 Haziran'a kadar kaldı. Alışverişe, lokantaya bu araçlarla gittiler. Burgazada'da bugüne dek pek çok film çekimi yapılmış, TRT 2, NTV, Show TV belgeseller çekmiş ve hepsi ada kurallarına uygun olarak at arabası kullanmışlardır.
Diğer araçlardan ikisinin (bir kamyon ve traktörün) ev inşaatı yapan özel mülk sahibine encümen kararıyla tahsis edildiği yine belediye başkanı tarafından açıklandı. Oysa Ada'da inşaat molozları yıllardan beri at arabalarıyla taşınır.
Ada'daki diğer araçların Türk Telekom'a ait olduğu söylendiyse de bunların bir kısmının aslında Burgazada'nın kum ve çakıl bayii yap-satçısı aracılığıyla Ada'ya çıkarıldığını biliyoruz."
İzni kim verdi?
Ada sakinlerinin belirttiğine göre Ada yollarında dolaşan araçlar, halk herhangi bir soru soracak olduğunda "Bize İl Trafik Komisyonu izin verdi" diyorlarmış. Ada Dostları Derneği Başkanı Perihan Ergun ise "Trafik Komisyonu'nun tek tek araçlara izin verme yetkisi yok. Onlar izin vermiş olsa bile kaymakamın dur demesi lâzım," diyor.
Zaten Kaymakam Farsakoğlu'nun "Elimde İl Trafik Komisyonu'nun izni var," dediği belge de İstanbul İl Trafik Komisyonu'nun 25.12.1998 tarihli çok genel bir kararı. Ancak o karar dahi Adalar'a tek bir araç girişini bile kaymakamın iznine bağlamış. Kararda aynen şöyle deniliyor:
"Hizmetteki zorunluluklar nedeniyle Adalar'da çalıştırıması zorunlu görülen her araç, ancak kaymakamlık onayıyla çalıştırılabilir."
Demek ki Kaymakam Bey, Plato ekibinin çekimlerini hizmet olarak değerlendirmiş!
Sorularımızı yanıtlayan Kaymakam Farsakoğlu ilk görüşmemizde "Onlara ben izin vermedim. Vilayet'ten izin almışlar. Ayrıca Anıtlar Kurulu'nun kararları tavsiye niteliğindedir," demişti.
Ağır cezaya girer
Kaymakam'ın sözleri üzerine iznin kimin tarafından verildiğini araştırmaya koyulduk. Ancak gerek Emniyet2ten gerekse İl Trafik Komisyonu'ndan görüştüğümüz yetkililer "Bizim böyle bir izin vermemiz sözkonusu olamaz. Zaten görev alanımıza da girmiyor," dediler. "Vilayetten Plato'ya olsa olsa olsa çekim izni verilmiş olabilir," diyen yetkililer, ekibin araçlarıyla Burgazada'ya girebilmesi için mutlaka Kaymakam'ın onayı gerektiği üzerine basa basa vurguladılar.
[çevir kazı yanmasın!
Samsun Vezirköprü'de geleneksel kaz çevirme!
Bu gelişmeler ışığında yeniden görüştüğümüzde Farsakoğlu'nun yanıtı şöyleydi: "Ben izin vermedim, ama görevliler yanlış değerlendirme yapmış ve içeri almışlar. Bazen böyle şeyler oluyor!
İstanbul 3 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarıı Koruma Kurulu ise daha önceki kararlarına ek olarak 3 ay önce Adalar'a acil durumlar dışında —sağlık nedenleri ve yangın gibi— motorlu taşıt giremeyeceğini bir kez daha bildirmiş.
Kaymakam'ın kararı "tavsiye niteliğinde" saymasına karşı çıkan kurul yetkilileri "Bizim kararlarımız doğrudan emirdir, bağlayıcıdır. İhlali de Ağır Ceza'da yargılanmayı gerektirir," hatırlatmasını yapıyorlar.
Burgazada'daki olayla ilgili yorumları ise şöyle: "Burada 'kötü niyet' var. İl Trafik Komisyonu'nun kararındaki hizmet kavramının arkasına sığınılıyor. O zaman patates-soğan satmak da hizmet!"
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ'nin (İAKTVKD)
ADALAR'da KAMYONLAR'a dair mücadelesi...
Devam edecek...
From: ARİF ÇAĞLAR
Subject:
Date: March 12, 2012 9:34:34 PM GMT+02:00
Dikkat!... Dikkat!...
Adalar İlçesi için hazırlanan ve İBB tarafından askıya çıkarılmış olan 1/5000'lik planlara itiraz etmiş ancak ilgili makamdan bu itirazlarına cevap alamamış olanların İstanbul İdare Mahkemesi'nde itirazlarına cevap verilmediği için dava açabilme hakları itiraz dilekçelerini verdikten sonraki 120. gün sona erecektir.
İlgililerin dikkatine...
_______________________________
From: ZEYNEP ALPAR
Subject: Adalar Yönetim Planı İçin Sivil Girişim - 25 mart toplantısı
Date: March 12, 2012 3:05:16 PM GMT+02:00
Adalar Yönetim Planı İçin Sivil Girişim
25 Mart toplantısı...
Sevgili ADALAR POSTASI yolcuları,
Belki duymuşsunuzdur,[*] Adalar Yönetim Planı İçin Sivil Girişim diye bir grup oluşuyor. Biz nasıl bir ada, nasıl adalar istiyoruz, bunun için neler yapabiliriz diye biraraya gelen, açık bir grup bu. Oldukça yeni bir girişim, ama taze bir de web sayfası var: http://adalaryonetimplani.org Girişim hakkında daha fazla bilgiyi burada bulabilirsiniz. 25 Mart 2012 Pazar günü 12:30-19:00 saatleri arasında, Heybeliada'da Halki Palas Oteli'nde girişimi tanıtmak ve çalışma grupları oluşturmak için bir toplantı yapılacak. Katılmak isteyen, merak eden, Adalar'a dair söyleyecek sözü olan herkesi bekliyoruz. Görüşmek, tanışmak üzere... ;)
Zeynep Alpar
*
ADALAR POSTASI-2674/12 (3.3.2012)
Adalar Yönetim Planı için Sivil Girişim: "Nasıl bir ada istiyoruz?..."
ADALAR POSTASI-2675/8 (4.3.2012)
Korhan Gümüş: "Alan Yönetim Planı nedir, ne işe yarar?...
ADALAR POSTASI-2676/9 (7.3.2012)
Sevgi Mutlu: "Alan Yönetim Planları'nda Sivil Girişimlerin Rolü..."
)O(
ADALAR POSTASI-2674/12 (3.3.2012)
Adalar Yönetim Planı için Sivil Girişim: "Nasıl bir ada istiyoruz?..."
ADALAR POSTASI-2675/8 (4.3.2012)
Korhan Gümüş: "Alan Yönetim Planı nedir, ne işe yarar?...
ADALAR POSTASI-2676/9 (7.3.2012)
Sevgi Mutlu: "Alan Yönetim Planları'nda Sivil Girişimlerin Rolü..."
)O(
_______________________________
Eh be salak!...
Elinde tapusu da bulunan
Dönümlük arsana yapmazsan
3,5 katlı konak
Koskoca arsa içinde tek gözlü kaldıysa evin
Derler işte “kondu” senin yerin
Yetmezmiş gibi bir de
Ağaçlar mı dikmişsin içine?
Kovdun demek kapına gelip paralar dökeni
Site yapalım burada diyeni
Parasını alıp güzellikle vermezsen
Çıkar bu sefer bedelsizce almayı deneyen
*Çok sevdiğim dostlar için yazmıştım lütfen kimse üzerine alınmasın...
Subject: Doğaya olan sevginizin, başkalarının çıkarı uğruna kullanılmasına müsaade etmeyin!...
Date: March 12, 2012 10:19:45 AM GMT+02:00
Doğaya olan sevginizin,
başkalarının çıkarı uğruna kullanılmasına
müsaade etmeyin!...
Değerli Adalılar,
Adalarımızda görevlerini yapmayarak huzuru bozan kimseler var. Onları savunanların yazılarından etkilenmeyin.
Adalar için sorumsuz sorumluları savunuyor görünen yazılarıyla, sizlerin çıkarlarının mücadelesini yapıyor gibi davranıyorlar.
Sizlerin de iyi niyetinizi, doğaya olan sevginizi kullanıyorlar.
Ne olur kendinizi istismar ettirmeyin. Buna müsaade etmeyin.
Sizler gerçekten Adalar'a, doğaya aşık insanlarsınız.
Bu mücadele sevgiyle yapılır. Hakaret etmekle, nefretle, hiddetle, şiddetle, gözdağı vermeye çalışmakla yapılmaz.
Gerçek dostlarınızı tekrar düşünün. Onları ılımlı insanlardan seçin.
Gözdağı varsa aklınıza bunlar gelsin ve lütfen oradan kaçmadan, hakla hukukla, dimdik adamızı savunun.
Hepinizi çok seviyorum.
Serap Uzunlar
YalovaÇevre, 13.2.2012
From: SERAP UZUNLAR
Subject: eh be salak...
Date: March 12, 2012 7:12:39 AM GMT+02:00
70 yıldır sülalende olan
From: DENİZ TOPRAK
Subject: bir bilebilsen...
Date: March 12, 2012 11:19:21 PM GMT+02:00
Ey Gafil!
Sen kendi şehvetine Aşk adını koymuşsun.
Şu halinle o namusu ekberi soymuşsun.
Aşkın asıl manasının altını oymuşsun.
Bir bilebilsen küstahlığa nasıl doymuşsun…
Hz. Mevlana
From: SERAP UZUNLAR
YalovaÇevre, 13.2.2012
Sezer Sevinçler
Adalar’a deniz seferleri için imzalar atıldı,
seferler 19 Mayıs’ta...
Yalova Belediyesi’nin Adalar’a başlatacağı deniz ulaşımı için Yalova Belediye Başkanı Yakup B. Koçal, Dentur-Avrasya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Morgül, Dentur-Avrasya Grup Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Şişman ve Mali İşler Müdürü Ünsal Savaş ile vatandaşlar katıldığı tören düzenlendi.
İki gemiyle davetlilerin Yalova kıyılarında gezinti yaptığı yolculukta, Yalova Belediye Başkanı Yakup B. Koçal ile Dentur-Avrasya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Morgül hazırlanan protokolü imzaladılar.
Protokol töreninin ardından açıklama yapan Başkan Koçal, Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmalarıyla eş güdümlü olarak yürütülecek çalışmalar sonucunda Adalar’a deniz seferlerinin 19 Mayıs’ta başlayacağını belirtti. Törene katılan vatandaşlar, kısa bir süre sonra başlayacak olan deniz seferlerini, müzisyenler eşliğinde bol bol eğlenerek kutladılar.
Protokol töreninin ardından açıklama yapan Başkan Koçal, Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmalarıyla eş güdümlü olarak yürütülecek çalışmalar sonucunda Adalar’a deniz seferlerinin 19 Mayıs’ta başlayacağını belirtti. Törene katılan vatandaşlar, kısa bir süre sonra başlayacak olan deniz seferlerini, müzisyenler eşliğinde bol bol eğlenerek kutladılar.
_______________________________
GazeteVatan, 13.3.2012
Bülent Aydoğdu
http://haber.gazetevatan.com/polisinin-buyuk-baskini/436177/1/Gundem
[Heybeliada] Polisinin büyük baskını!
Heybeliada’da bir internet kafeye giden çocuklar, polis tarafından gözaltına alındı
Polisin, çocukları “Böyle yerlerde ne işiniz var, hepinizi hapse attırırım,” denilerek korkuttuğu iddia edildi. Polis ekip otosuna bindirdiği ve karakola götürdüğü çocukların gördükleri muamele nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu belirten aileleri şikâyetçi olacak.
Heybeliada’da 8 Mart perşembe günü 16.15 sıralarında yaşanan olayda, Büyükada Polis Merkezi’ne yapılan bir ihbarda Heybeliada’daki Ada İnternet isimli işyerinde küçük yaştaki çocuklara oyun oynatıldığı iddia edildi. Büyükada polisi durumu Heybeliada Polis Merkezi’ne bildirerek Heybeliada’ya hareket etti. Bu sırada Heybeliada Polis Merkezi’nde görevli başkomiser, dört kişilik ekiple birlikte internet kafeye gitti. İşyerinde bulunan herkese bilgisayarlarını kapattıran polis ekibi, kimlik kontrolü yaptı. Polisler bu sırada içeride bulunan ve üzerlerinde kimlik bulunmayan 7 çocuğu dışarıda bekleyen ekip otosuna bindirerek polis merkezine götürmek istediler ancak çocuklardan dördü polislerin elinden kurtularak kaçtı.
Ağlayarak yalvardı
Kalan üç çocuk P.A. (12), H.B. (13) ve M.A. (13) ise ekip otosuna bindirilerek polis merkezine getirildi. İddiaya göre gitmek istemediğini belirten çocuklardan biri ağlayarak, “Ne olur beni götürmeyin” diye yalvardı ancak polis çocukların isteğini yerine getirmedi. Bir süre polis merkezinde bekletilen çocukları yine iddiaya göre başkomiser, “Sizi hapse attırırım, ders çalışmanız gerekirken böyle yerlerde ne işiniz var” diye bağırarak korkuttu. İşyeri sahibinin araya girmesiyle çocukların herhangi bir işlem yapılmadan polis merkezinden gönderildiği öğrenildi.
Arka kapıdan kaçtılar
Polis merkezinden bunlar yaşanırken Büyükada Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Çocuk Büro Amirliği ekipleri de ihbarda adı geçen internet kafeye geldiler ancak yaptıkları kontrollerde Heybeliada Polis Merkezi ekiplerinin kendilerinden önce gelerek kafedeki çocukları polis merkezine götürdüklerini tespit etti. Bu arada Heybeliada ekiplerinin internet kafe hakkında herhangi bir işlem yapmadığı da öne sürüldü. Çocuk Büro Amirliği ekiplerine, Heybeliada Polis Merkezi’ne gittiklerinde buraya getirilen çocukların arka kapıdan kaçtıklarının söylendiği iddia edildi.
Aileleri şikâyetçi olacak
Çocuklarının gördükleri muamele nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu belirten aileleri, çocukların Çocuk Büro Amirliği ekipleri gözetiminde polis merkezine götürülebileceğini, buradaki işlemlerin de yine çocuk polisi tarafından gerçekleştirileceğini belirterek bugün savcılığa başvuruda bulunacaklarını söylediler.
Çocuklara ‘şahıslar’ diyorlar, kaçma ihtimalleri varmış!
Büyükada Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, “İhbar üzerine Çocuk Büro Amirliği ekipleri hemen adaya hareket etti. Ekiplerin adaya gidişi en az 40-45 dakikayı bulacağı için bölgedeki karakol ekibi buradaki şahısların kaçma ihtimaline karşı hemen belirtilen adrese gitti. Mekanda 12 yaşın altında çocuklar bulunmaktaydı. Çocuklar ekiple beraber polis merkezine getirilerek ağırlandı. Kimlikleri olmadığı için ailelerine ulaşılmaya çalışıldı. Daha sonra ailelerine teslim edilerek polis arkadaşlar kendilerine çikolata vererek polis merkezinden uğurladılar. Çevredeki vatandaşlar da olay sırdsında polis arkadaşlara teşekkürlerini iletmişlerdir. Hafta sonuna denk geldiği için işyeri hakkında işlem yapılamamıştır. Kaymakamlığa gerekli bilgi verilmiştir. Her şey tutanak altındadır. İşyeriyle ilgili gerekli işlemler yapılacaktır” denildi.
Olayın tanığı anlatıyor: Çocuklar ağlarken, komiser ‘İstediğimi götürürüm’ diyordu
Yaşananlara tanık olan bir vatandaş şunları anlattı:“İşyerimin karşısında bulunan internet kafeye Heybeliada Polis Merkezi Komiseri Bilal Bey ve yanında resmi üniformalı dört polis memuru kafeye girerek bütün bilgisayarları kapattırıp kafedeki müşterilerden ve onları izleyen arkadaşlarından yedi çocuğu ‘ihbar var’ gerekçesiyle gözaltına aldılar. Polis arabasına bindirirken dört çocuk koşarak kaçtı, polis peşlerinden gitmedi ve kalan üç çocuğu karakola götürmek üzere arabaya bindirdiler. Çocuklar arabaya bindiklerinde ağlamaya başladılar. Hatta bir çocuk ağlayarak ‘ne olur beni götürmeyin diye yalvardı. Polis çocukların yaşadığı korkuya tepkisiz kaldı. Çocukların yaşlarının 12’nin altında olmadığını ayrıca aile izinlerinin de olduğunu söyleyip çocukları götürmemelerini ya da enazından ailelerine haber verilmesini istedik ancak komiser bey ‘Bana işimi öğretmeyin, alırım, götürürüm istersem de kimseye haber vermem’ dedi.
Resim çekerken saldırdılar
Çocuklar götürüldükten sonra biz de peşlerinden gittik ve ben telefonumla çocukların bir resmini çektim. Resmi çeker çekmez altı polis memuru bana ve yanımdaki arkadaşıma saldırdılar. Telefonumu almaya çalıştılar ancak direndim, darp raporu alacağımızı ve kendilerinden şikayetçi olacağımızı söylediğimizde bizi bıraktılar. Avukat arkadaşımı arayıp konuyu anlattım. Çocukların ailelerine ulaşabileceğimiz numaralarını istedi. Ben internet kafe sahibi arkadaşı hemen karakola göndererek avukatın isim ve telefon bilgilerini istediğini bildirdim, bunun üzerine çocuklar arka kapıdan salındılar. Ağlıyor ve çok korkmuşlardı. Söylediklerine göre kendilerini nezarethanenin yanında bir odaya götürmüşler ve hapise atmakla tehdit etmişler. Çocuklar ertesi gün korkudan evden çıkamadılar.”
12
İnternet kafelere 12 yaşından küçük çocukların girmesi yasak. Ancak ailelerinin yazılı izni olan çocuklar, ödevlerini yapmak amacıyla işyeri sahibinin gözetimi altında internet kafelere girebiliyor.
_______________________________
MedyaRazzi, 13.3.2012
http://www.medyarazzi.com/haber/20120313/481287/3197553/adini-feriha-koydum-52-bolum-fragmani-yayinlandi-16-mart-2012-hazal-yeni%C2%A0-haberler.html
[...] Show TV’nin beğenilen dizisi Adını Feriha Koydum’da, imkânsız gibi görünen bir aşk yaşadıktan sonra herkesten gizli evlenen, ama buna rağmen bir türlü kavuşamayan Feriha ile Emir, bu hafta yayınlanacak yeni bölümde vuslata çok yaklaşacaklar. Sorunlardan uzaklaşmak için Büyükada’ya gidecek olan Feriha’yla Emir kavuşabilecekler mi?
_______________________________
From: BAKİ ÇOKNEŞELİ
GazeteVatan, 13.3.2012
_______________________________
Sorunlardan uzaklaşmak için
Büyükada’ya gidecek olan
Feriha’yla Emir kavuşabilecekler mi?
MedyaRazzi, 13.3.2012
http://www.medyarazzi.com/haber/20120313/481287/3197553/adini-feriha-koydum-52-bolum-fragmani-yayinlandi-16-mart-2012-hazal-yeni%C2%A0-haberler.html
[...] Show TV’nin beğenilen dizisi Adını Feriha Koydum’da, imkânsız gibi görünen bir aşk yaşadıktan sonra herkesten gizli evlenen, ama buna rağmen bir türlü kavuşamayan Feriha ile Emir, bu hafta yayınlanacak yeni bölümde vuslata çok yaklaşacaklar. Sorunlardan uzaklaşmak için Büyükada’ya gidecek olan Feriha’yla Emir kavuşabilecekler mi?
Feriha ve Emir Ada'da bisiklet ile turlarlar...
_______________________________
From: BAKİ ÇOKNEŞELİ
Date: March 12, 2012 9:42:49 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Yıl 1887...
Aya Yorgi Manastırı...
Samuel Sullivan Cox, Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887 kitabında Aya Yorgi Manastırı'nı bizlere bakın nasıl anlatıyor.
Dr. Baki Çokneşeli,
Büyükada
Bir Amerikan diplomatı olan Samuel S. Cox, 1851'de ilk kez geldiği İstanbul'a, Kongre'deki Demokrat Parti temsilciliğinden istifa ederek, diplomatik temsilci sıfatıyla 1885'te tekrar gelir. Yeni Dünya'nın temsilcisi Cox, kadim Osmanlı payitahtında iki yıl görev yaparak ülkesine ve siyasetçiliğe geri döndükten sonra, İstanbul'da geçirdiği bu kısacık dönemi geniş hacimli bir kitaba dönüştürür.
Dönemin İstanbul'u da, sosyal hayatına ve gündelik yaşama dair ayrıntılı gözlemlerle anıların adeta baş rolündedir: harem, köleler, nazırlar, esnaf, arabacılar, çarşı pazar, giyim kuşam ve tabii ki meşhur sokak köpekleri...
Batılı güçlerin var güçleriyle nüfuz etmeye çalıştığı Osmanlı ülkesine ve padişahına beslediği hayranlığı gizlemeyen Cox, bu yüzden uğradığı eleştirileri de açık yüreklilikle bu anılarına katar.
Modern çağın değişimlerinin olanca hızıyla sürdüğü bir dönemde, Yeni Dünya'nın Eski Dünya'ya bakışı, sıra dışı bir kalemden, dilimizde ilk kez yayımlanmaktadır.
Samuel Sullivan Cox (çev. Gül Çağalı Güven), Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887, İstanbul (2010):
BÖLÜM VIII.
PRİNKİPO
AYA YORGİ MANASTIRI
Sabah beş gibi, eğer sis varsa, benim efsunlu adamdan pus yuvarlanarak kayıp gider. Eğer sis yoksa, çoban yıldızı 'ruhunun tonlaması olmayan küçük şarkısını'[1] söyler ve gider. Sonra bir önceki akşamın tekrarı gelir. Asya tepeleri kızarır ve parıldar. Pembemsi tonlarda ana hatları belirir. Sonra güneş-tanrı arabasının sürücü koltuğuna tam yerleştiğinde minareler şehri Stamboul’dan Bithynia dağlarının eteklerindeki evlere kadar, deniz ve kara üzerinde bir seri resim sergilenir. Pencereler sabah akşam pırlanta ihtişamıyla parıldar. Tıpkı Prens Arthur’un kalkanı gibi; parlaklığı o kadar göz alıcıydı ki sürekli bir tülle örtülürdü. Kayıkların yelkenleri giderek daha beyaz görünüyor. Martılar ışıkların parıldayarak havada ya da dalgaların üstünde eğleniyor. Erkenden kalkan çoban türküsünü söyleyerek, koyun ve keçilerden oluşan karışık sürüsünü otlatma turlarına başlıyor. Yabani çalılar ve çam ağaçları daha taze bir koku salgılıyor. Yaban güllerinin ve kocayemişlerin rengi yerlerin taş renginin yansımasını yok ediyor. Bu ikisi adayı taçlandıran çelengin belkemiğini oluşturuyor. Bağların görünümü, üzerlerinde parıldayan taze kırağının yaydığı prizmatik renklerle, sabahları daha da belirginleşiyor. Tanrı’nın kapanmayan gözü muhteşem manzarayı görüyor ve mutlu oluyor. Geceden ve onun yıldızlı görkeminden yeni bir gün doğuyor!
Cennette gün doğarken yün yumağı bulutlar da gökkubbeye yerleşiyor. Gemi, piknik yapmak üzere adaya gelen Rum ve Ermenilerle dolu, kıyıya yanaşıyor. Eşekler rağbette. Bahçıvanlar en gözde tarhlarını süsleyip su püskürterek güne hazırlıyorlar. Çevrelerinde ağustos böceğinin 'çirp! çirp!'i durmaksızın devam ediyor. Bu mükemmel günü, adanın uzaktaki doğu ucuna bir gezi için ayırıyoruz. Orası Aya Yorgi manastırının hakimiyetinde.
Eski Bizans keşişleri ve zaman zaman keşişe dönüşen imparatorlar manastır yerleşimi olarak hep zirveleri tercih ettiler. Bir tanesi de Olympos dağının zirvesinde, yani Mysian Olympos’u (Uludağ), bir diğeri Athos (Aynaros) zirvesinde kurulmuştu. Antik dönem Yunanistanı’nda, modern Yunanistan’da ve Prens Adaları’nda manastırlar hep yükseltiler üzerindedir. Modern Yunanlılar, mabetlerini zirvelere kuran pagan atalarıyla ayni geleneği sürdürmüşlerdir. Akropolis’e ise her zaman özel bir saygı duyulmuştur. Bugün hem Olympos, hem de İda dağları üzerinde yıkıntı halindeyken bile güzel hücreli manastırlar vardır. Olympos zirvesindeki karlar eridiğinde binalardan arta kalanlar hâlâ görülebilmektedir.
Manastırlardan bazılarının ulaşılmazlığı tarif bile edilemeyecek derecededir. Makara Manastırı olarak adlandırılan bir tanesi ise oldukça ilginç. Nil nehri kıyısında yer alıyor. Kayaların arasından yaklaşıyorsunuz, daha doğrusu birbirinin peşinden Nil’e atlayarak demir atmanıza ve kayalıklara iple bağlanmanıza yardım eden saygıdeğer tarikat üyeleri tarafından karşılanıyorsunuz. Sonra da mavi cübbeli keşişlerin yardımıyla tepeye doğru güçlükle tırmanıyorsunuz.
Manastırlara erişmek için çevrelerindeki haydutların varlığı riskini de hesaba katmak gerekiyor. Bazılarına da ipler yardımıyla, yüzlerce metreyi havadan inerek ulaşılabiliyor. Cennete veya yakınına her an kopabilecek bir kenevir ipiyle asılarak yükselmek bizim ülkemizde de taammüden cinayet işleyenlerin pek yabancı olmadığı bir duygu. Korinth Körfezi’ndeki bir uçurumda, üzerindeki kaya çıkıntısının gölgesinde yerleşmiş bir manastır var. Meteora ve Athos dağı manastırlarının her ikisi de ulaşılmalarındaki zorlukla ünlü.
Suriye’deki ve takımadalardaki manastırların çoğu da yerleşimlerinin güzelliği ve çevrelerinin muhteşemliğiyle Prens Adaları'ndakilerle benzeşir. İnsanların kendilerini hareketli sosyal hayattan soyutlamak için inzivaya çekildikleri o harika çağlardan kalan ilginç anıtlar ayrıca Bulgaristan, Küçük Asya, Sinop ve Karadeniz’deki diğer bölgelerde de görülmekte.
Halen çok okunmakta olan Curzon'un[2] Levant Manastırları kitabında, İran’da bir kaya çatlağının içine yerleşmiş, rahiplerin bahçıvanlık zekasının göstergesi olan, binalara bitişmiş tuhaf şekilli bahçeler ile kayalara oyulmuş bir rölyefi andıran manastır bulduğunu anlatmaktadır. Bu yapıyı koca bir kırlangıç yuvası diye adlandırmış. Ürdün’deki inziva yerleri arasında da benzer tariflerde manastır yapıları görülür. Bu yapıları bu denli ayrıntılı incelemiş olmasının nedeni de Pompei’den sonra rastlanan en eski yerel mimari örnekleri olmalarıdır. Eskilikleri Sina Dağı’ndaki, Kahire’deki, Fırat nehri başlarındaki ve Grek inancının yaşanmış olduğu her yerdeki manastırlarda gözlemlenebilir. Çoğu, çağlarının sanatını yansıtan, nadir el işçiliği gösteren haçlar ve dönemin özelliği olan tuhaf yaratıkların resmedildiği beşinci ve altıncı yüzyıllardan kalmış binalardır.
Bu bağlamda manastırlara, özellikle de Prens Adaları’ndakilere, hem Rum hem de Müslümanlar’ın, boyun eğdirme uğruna pek çok sıkıntı verdiği de belirtilmelidir. Bu kilisenin ihtişamını aşağılara çektiği gibi, sıklıkla binalarının da yerle bir edilmesine yol açmıştır. Manastırların çoğuna zaten kale gözüyle bakılırdı. Curzon’un anlattığına göre bir keresinde kendisi içeride yemek yerken ve papazlar da Aziz Chrysostom’un[3] vaaz kitabını okurken, dışarıdaki düşmanların güçlü sur duvarlarına haykırdığını ve ateş ettiğini duymuş. Bu durum içerideki sakin pederlerin ahengiyle nasıl da tuhaf bir kontrast oluşturuyor.
Prens Adaları’ndaki manastırlar arasında en ünlüsü olan Aya Yorgi manastırını incelemeye başlıyoruz.
Bizi, burada tek başına görevli olan peder Arsenius misafirperver bir şekilde karşılıyor. Manastırın ikametgah bölümünün ikinci katındaki serin dairesine davet ediyor.Geniş penceresinden görülen manzara göz alabildiğine uzanıyor ve muhteşem. Bize eski kiliseden kalma kutsal resimleri gösteriyor. Yüzyıllar boyunca yakılmış olan mumların isi ile kararmışlar. 600 Yılında parşömen üzerine yazılmış bir kutsal kitap çıkarıyor. Onu en çok mutlu eden emanet bu. Oldukça yıpranmış bir cilt. Peder Arsenius Pelopones’deki eski evinden getirmiş. Yazılar Grek alfabesi ile. Kırmızı ve mavi olan süslemeler, eskiliğini ve takiben kutsallığını vurguluyor. Küçük şapelde yarım düzine kadar resim mevcut. Altın varaklar donuklaşmış, resimlerdeki ten renkleri, yakılmış olan mumların kutsal kiri yüzünden sönükleşmiş.
Güzel insan peder bize büyük kibarlık gösteriyor, Amerika hakkında birçok sorular soruyor ve Amerikan elçisine ‘Ekselansları‘diye hitap ediyor. Bizleri kutsal pınarı görmeye davet ediyor (ayazma, ç.n.). Kayaların ortasında derin bir odacıkta. Berrak, serin suyunu içmemiz için bize ikram ediyor. Sonrasında daha da derinde olan kasvetli bir odaya iniyoruz. Bu oda korkutucu taş yüzeylerden oluşuyor. Kayalığın kenarındaki uçurumun da en sarp yamacında yer alıyor. Burası akıl hastaları için bir inziva, veya eskiden öyleymiş. Şu anda tek bir hasta varmış, o da burada değil ; ancak zemine sabitlenmiş, geçen zamanla birlikte paslanmış halkalar, hala orada. Anlamsız yere bunlar hakkında pederi sorguluyoruz. O yalnızca dualarından ve süslerle bezeli ayin kitaplarından haberdar. Bilimin gelişmesi ile hastalıklı zihinlerde kullanılan modern ilaçların onun için hiçbir anlamı yok. Bizim Dalmaçyalı Pedro’nun Ortodoks peder ile konuştuğu modern Rumca sayesinde akıl hastalığı sığınağının ipuçlarını alıp konuyu toparlıyoruz. Bu ipuçlarından yola çıkarak manastırın hikayesini tamamlıyoruz:
Efsaneye göre uzun yıllar önce, sıcak bir öğle sonrası, şu anda manastırın bulunduğu tepede sürüsünü otlatmakta olan bir çoban uyuya kalmış. Uykusunda bir rüya görmüş. Rüyasında kendisine, üzerinde yatmakta olduğu noktayı kazması ve ‘yararına olacak bir şey duyacağı‘ söylenmiş. Kazmış ve boynunun etrafında çanlar asılı çok güzel beyaz bir savaş atı ve üzerindeki süvarisi ile karşılaşmış. Süvari de ona kazma emri vermiş.
Verilen buyruk üzerine uyanarak tarif edilen yeri kazmaya başlamış. Sonunda bir resime ulaşmış. Resimdeki, rüyasında gördüğü süvari imiş. Hatta atın boynunun etrafındaki çanlara varıncaya kadar tüm ayrıntılar varmış.
Çobanın buluşunun yorumlanması bir batıl inanca yol açmış. Daha önceleri bir aptal olduğu ifade edilen çobanın, resme dokunur dokunmaz tüm konularda en olağanüstü bilgiler ile donanmış olması da bu batıl inancı güçlendirmiş. Resimdeki kişiyi hemen tanımışlar. Bu Aziz George (Aya Yorgi, ç.n.) imiş. Atın boynundaki çanların ise boya ile resmedilmiş değil, gerçek çanlar olması nedeniyle resim, çobanın bulduğu günden bu yana ‘Çanlı Aya Yorgi’ diye adlandırılır. Resme dokunduğu andan itibaren çobanın zihinsel yetilerinde oluştuğu öne sürülen değişim nedeni ile bu resmin akıl üzerine şifa sağlayıcı etkisi olduğuna inanılmış ve halen de inanılmakta. Akli dengesi hafif bozuk olanlar, özellikle de hipokondriakların bu manastırda inzivaya çekilmekten büyük yarar sağlamakta olduğu birçok örnekle belirtilmekte. Muhteşem yerleşimi, zindeleştirici havası ve düzenli beslenme ile birlikte her tür heyecandan uzak yaşam, olasıdır ki resimden daha çok iyileştirici özelliklere sahip. Resmin bulunduğu yere ilk olarak bu kilise, daha sonra da manastır inşa edilmiş.
Tepeye tırmanırken görmek istediğimiz resimden ziyade, tertemiz gökyüzünün ve kuvvet ilacı havanın çevrelediği manzara idi. Göz alabildiğine çevreleyen uzak görünüm harcadığımız çabanın karşılığını fazlasıyla verdi. Altımızda ‘tahtın önünde uzanan, kristallerden oluşmuş cam bir deniz‘ mevcuttu. Yakın görünümde ise hayal gücünün arzulayabileceği en çılgın manzara vardı. Çevreme ve aşağı baktığımda üst üste yığılmış kayalar, demir pası ile yer yer kırmızımsı gri granit taşları ile aralarında çeşitli ağaç ve çalı türleri görünmekteydi. Tek bir bakışta tüm kıyılar ve adalar göz önündeydi. Gözlemeye devam ettikçe güney doğu yönünden, Asya üzerinden dolunayın doğmakta olduğunu ve ayni anda güneşin kıpkırmızı ve pembe hareler saçarak, beraberinde uzun gölgeler ve mistik bilgiler taşıyarak, batıdan batmakta olduğunu gördük. Helenler’in yarattığı eski mitlerden kaynaklanan ve doğanın yorumlanması olarak dünyada kabul gören şekli ile Diana gümüş yayı ile ve Apollo oklarının ucundan gül pembesi ışıklar saçarak-ağabey kardeş birlikte- adaları şereflendiriyorlar.
Güzel insan peder bizleri ikinci kattaki kabul salonuna yönlendiriyor. Yukarı çıkarken açık bir kapıdan geçiyor ve bir hole geliyoruz. Burası adeta küçük bir cephanelik. Duvarda asılı olan üç silahı ve büyük boy bir süvari kılıcını işaret ederek Dalmaçyalı tercümanım Pedro vasıtası ile pederi sorguluyorum:
‘Yani siz, ayni zamanda benim uşağımın da adı olan aziz Peter gibi, bu sükunet dolu ibadet yuvasında dünyevi silahlar mı kullanıyorsunuz?‘
O sakin pederin gözlerinde birden şimşekler çaktı. Duvardaki çivide asılı olan Amerikan Martini tüfeğini yerinden indirdi. Arka kapağını açtı: O Rum gözünü kırpıncaya kadar tekrar mandallayıp kapattı. Bana dönüp gülümseyerek cevap verdi:
‘Evet ekselansları. Hazır olmamız gerekir. Bu ıssız yerde ne zaman saldırıya uğrayacağımız hiç belli olmaz.‘
‘Fakat bu kılıç da ne peder Arsenius? Pelopones Savaşları’ndan kalma bir kutsal emanet mi? Yoksa tarihi Spartalı ruhunuzu ve cesaretinizi gösteren bir delil mi? Yoksa Arkaik dönemden kalma bir anı veya Arcadia’dan gelme bir peynir bıçağı mı? Yoksa daha yakın dönemlerdeki Türk-Yunan savaşından kalma bir aile yadigarı mı ?‘
İronik konuşmamdaki alaycı tavrı yakaladı. Külüstür kılıcı eline aldı. Onu eski bir Makedon savaşçı gibi kavradı ve Spartalı kestirmeciliği ile cevabı yapıştırdı:
‘Ekselansları! Bu iyi kılıç kötü kelleler içindir. Bithynia*sahilini işaret ederek ekledi;
Eşkıyalar şu ötedeki kıyıdan gelip burayı basmışlardı.‘ Gerçekten de burası pek ıssız bir nokta. Doğu yönünde kalan kayalık burun bir zamanlar ana karadan gelen haydutların sığınağı idi. Şu anda kayalığın en uç noktasında, eskiden Asya dağlarının çok müthiş bir haydudu olan yaşlı bir keşiş, tek başına yaşamakta.
Prens Adaları’ndaki manastırlarda eski keşiş yaşamının modası geçmiş. Öyle zannediyorum ki üzerlerinde Athos dağı keşişlerinin etkisi bir ölçüde devam ediyor. Ancak Prens Adaları’ndaki uygulamada kadınlara karşı oluşturulmuş sıkı yasağın yeri yok. Manastır toplumlarının çoğu tüm dişi yaratıkları yasaklar ama zevksizliklerinin bir örneği olarak dev erkek kediler egemenlik alanlarında gezinir. Pek tabidir ki onlar da dış dünyada çiftleşirler. Topluluklarının devamı dışarıdan yeni eklenen üyelerle sağlanır ve bu üyelerin birçoğu o kadar küçük yaşta aralarına katılır ki yıllar geçtikçe kadın kavramı hafızalarından yavaş yavaş silinir. Aslında dış dünyada bizlerin sorduğu soruyu onlar da içerde sormaktadır: ‘Kadın ne menem bir yaratıktır ki?‘
Athos Dağı’nda kutsal alan hudutları içinde hiçbir türden dişiye, inek ya da kedi, kısrak ya da koyun, izin verilmemektedir. Hiçbir tür dişi buraya giremez derken, seyyahların anlattığına göre dişi pirelere kimse karışmamaktaymış. Pireler burada özgürce çiftleşir ve keşişler için olumlu anlamda işkence unsuru olurlarmış. Bu parazitler hücrelerdeki pislikte özgürce yaşar ve pis görünümlerinden anlaşıldığı üzere keşişler de onların üremelerine katkıda bulunurmuş. Ancak şıklık, temizlik ve güzellik açısından Prinkipo’daki ve çevresindeki manastırlar, özellikle de en süslüsü olan çanların Aya Yorgi’si gibisi, hiç bir yerde görülmemiştir.
*Bithynia: Marmara’nın güneyi
Güzel peder bizi çalışma bölümüne davet ediyor. Burada kadın tertipliliği ve sonsuz temizlik göze çarpıyor. Athos Dağı’ndaki kendine özgü erkeksi havanın tam tersi bu. Sofada, sandalye ve pencerelerde beyaz danteller var. Özel hizmetçisine bize serinletici içecekler getirmesini emrediyor. Bayan bize aşağıdaki kuyudan alınmış serin suyun yanı sıra gümüş bir tepsi içinde gül yapraklarından yapılmış reçeli ikram ediyor. Önce leziz gülden bir kaşık ağzınıza atıyor ve bal benzeri zerrelerin dişlerinizin arasından eriyerek geçtiğini hissediyorsunuz. Sonra buz gibi sudan içiyor ve bunun üzerine de kaçınılmaz olarak gümüş telkari içindeki minik fincanlar ile kahve geliyor. Böylece tazelenmiş olarak etrafa bakınmaya başlıyorsunuz. Beyaz duvarlar bomboş değil. Aya Yorgi ile ejderhanın, Yunanistan kıralı George’un ve kraliçenin, Ortodoks Kilisesi patriklerinin, yirmi küsur yıl önceki yenilikçi padişah Abdülmecit’in resimleri asılı. Oğlu Abdülaziz bile burada; gri bir atın üzerinde askerlerinin önünden geçerken resmedilmiş. Şu anda giyilmeyen, modası geçmiş, son derece bol Türk şalvarını giymiş. Beyaz duvarlarda Rus Çarları da görülmekte. Masa üzerindeki tepsideki tabağın içinde ünlülerin kartları dizili. Tabak iki feet çapında. Çok zarif bir şekilde Mesih ve havarilerin resimleri ile süslenmiş. Ayrıca Matthew XII, 1.ci ayet İngilizce olarak yazılmış. Bir İngiliz ziyaretçinin hediyesi. Gaz veya Amerikan petrol şirketi tarafından sokak aydınlatması yapılmadan önce Stamboul’un karanlık sokaklarında ailelerin dolaşmak için kullandıkları Türk işi şatafatlı bir fener rengarenk avizenin altındaki masada durmakta. İri ve çok güzel bir paskalya yumurtası bakire Meryem’in en sevdiği renk olan mavi bir kurdele ile duvara asılmış. Kabuğunun üzerinde hamilelik ve göğe yükselme ile ilgili cafcaflı bir resim var. Bu da Rusya’dan bir hediye. Duvardaki termometrenin üzerinde de altın varak kaplı bir at nalı asılmış ve bu şekilde bizim uzun siyah cübbesi, al yanaklı çehresi ile hüküm süren saygıdeğer ‘papa’mızın makam odasının eşyası tamamlanmış.
Çanların Aya Yorgi’si manastırına birçok keyifli ziyarette bulunduk. Ancak hiçbirinde de at üzerindeki süvariyi göremedik. Besbelli ki bu aklını yitirmiş bir inançlının, ya da oraya kapatılmış bir delinin sanrısı idi. Aziz her zaman süvari olarak betimleniyor. Adalardaki diğer manastırlarda olduğu gibi burada da çanlar var. Çanların çalınmasının verdiği rahatsızlığa karşı şehirlerde başlamış olan protesto hareketlerinin bu adadaki uzak noktaya yerleşmiş bir manastır için hiçbir geçerliliği yok. Manastır çanlarının titreşimleri ve melodisi hafızamızdaki hassas telleri de titreştiriyor ve doğamızdaki en içten duyguları harekete geçirdiği için buradaki törenlere de çok uygun düşüyor.
Mehmed II. Constantinople’u ele geçirdiğinde Rum kilisesine birçok ayrıcalık tanıdı ancak çan çalınmasını yasakladı. Çan diğer dinlere bağlı olanları rahatsız ediyordu. Ancak Prens Adaları’ndaki manastır ve kiliselerde çan çalınmasına izin verdi. İşte bu halen de devam etmekte. O çağlarda adalarda yalnız Rumlar yaşardı ve çan sesinin rahatsız edebileceği başka dinden insan da yoktu.
Doğu’daki mezhepler arasında çan kullanımı konusunda farklı ön yargılar mevcut. Kudüs’te ağır ve rezonans yapan bir meşe levhaya metal bir tokmakla vurularak müminlerin duaya çağırıldığını bile görmüştüm. Eski Rum manastırlarının avlusunda genellikle bir keşiş, cemaati Müslümanların minareye çıkıp Allah için dua etmeye çağırmasından farklı olarak ve de Adalarda hala izin verilmiş olmasına rağmen, çan çalmak yerine Simandro adı verilen bir tahta parçasına vurarak dua etmeye çağırır.
Güzel pedere küçük bir bağış yaptıktan ve defalarca vedalaştıktan sonra eşeklerimize biniyor ve adaya ışığını yaymış olan mehtap altında evimize dönüyoruz. Diğer manastırı da ziyaret etmek için vakit çok geç. Villamıza çok yakın olduğu için bir dahaki yürüyüşümüzü buna ayıracağız.
_____________
[1] İngiliz romantik şairi John Keats’in (1795-1821) 1819 yılında yazdığı Bir Yunan Vazosu Üzerine Lirik Şiir adlı eserinden bir mısra.
[2] Robert Curzon; 1810-1873, İngiliz diplomat, gezgin ve aktör. (ç.n.)
[3] Aziz Chrysostom; V. yüzyıl Constantinople başpiskoposu. (ç.n.)
_______________________________
Kuşlar Âlemi'nden...
@_mizmiz_
Duman helal olsun:
#sevmekzamani sen ne güzel filmdin öyle Büyükada'da çekilen :))
youtu.be/Sz8Ft434dW0
Twitter, 13.3.2012 19:18
@Seherisko
Yoldayım yine tek başıma ve aklıma Büyükada'daki garsonun "martılar pislik yapıyor," demesi geldi; gülemiyorum da patlayacağım!
Twitter, 13.3.2012 19:25
@gultensalman
Kriton Dinçmen'in Heybeliada'da Tanrı veAdam kitabını okumak biraz da düşünmek lâzım...
Twitter, 7.3.2012 18:09
@UygurDesen
Kilisenin açık olmasını diledim..Açıktı..
Şu an içerde bir kaç dileğim var...
@heybeliada pic.twitter.com/KI9BHcxH
Twitter, 13.3.2012 9:28
@ebrutarhun
Burgazada mimozası..Baktıkça o muhteşem koku burnuma doluyor..En sevdiğim.. pic.twitter.com/QPj1PRDl
@buse_cengiz
Kınalıada yfrog.com/gyw1rdrj
Yüzler Defteri'nden...
FaceBook, 14.3.2012
Hasan Demir
ADALARDA FAYTONLARA ELVEDA!
DÜNKÜ GAZETEMİZ....
https://www.facebook.com/hakimiyetgzt