10 Ocak 2012 Salı

ADALAR POSTASI-2634: heybeliada sakinlerinden saffet tanman hanımefendi'nin aziz hatırasına...

Heybeli'de...

* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

7 Ocak 1911 Cumartesi günlü, Büyükada'da bakkal İspiro'nun dükkânında çıkan yangının sahibi tarafından kasten çıkarıldığına dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Fotoğraf: Ugo Antonio Corintio, Büyükada'da, 2011.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

10 Ocak 2012 Salı
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Yağmurlu
3-7ºC
%60-78 nem
Yıldız, K 22km/sa
Gündoğuşu 07:28... Günbatışı 16:53...


* * *
Cicely Mary Barker, The Snowdrop Fairy.

* * *


1- Saffet Tanman: "Büyükada'yı o kadar sevdik ki..."

2- Baki Çokneşeli: "Sultan'ın Heybeliada ahalisini ödüllendirmesi..."

3- Şükrü Abanoz: "Yarım kalan Ocak ayı Meclis Toplantısı tamamlandı!..."

4- Şükrü Abanoz: "Adalar CHP Başkanlığı tekrar düştü!..."


5- Şükrü Abanoz: "Adalar Belediyesi güvenlik önlemini aldı..."


6- Yalova İl Genel Meclisi'nde, İstanbul'un Adalar ilçesine yeniden deniz ulaşımının sağlanması için Yalova Belediyesi'ne destek verilmesi yönünde temenni kararı alındı.

7- Fenerbahçe Spor Kulübü: "Kulübümüzün efsane futbolcusu ve büyük değeri Lefter Küçükandonyadis, rahatsızlığı nedeniyle Amerikan Hastanesi'ne kaldırıldı..."

8- Adalar Müzesi'nin Adalar, Yazarlar, Şairler… Mitos'tan Edebiyat'a başlıklı sergisinin kitabı yayımlandı...

9- Süleyman.cc: "Sabuncakis Köşkü..."


10- Yüksel Özcan: "Yenilen güreşçi, güreşe doymazmış!..."


11- Deniz Toprak: "Cevap: Cevapsız'a. Cevabı olmayan'a, olamayan'a..."

12- Serap Uzunlar: "Anlayana!..."

13- Yüksel Özcan: "Daldan dala atlamayın!..."

14- Deniz Toprak: "Yine Cevap yok, yine boş laf Yüksel Özcan'dan…"

15- Yüksel Özcan: "Adakule hakkında I. TVBK Kararları son durumu ektedir..."

16- Yüksel Özcan: "Kesinleşmemiş ceza hakkında belgeler burada gazete küpürlerine bakmaya gerek yok!..."

17- Yüksel Özcan: "O davaya ait hükümlerde 7 kişi var. 5 kişi, devlet ormanını işgalden cezalandırıldı. Belgeleri ektedir..."

18- Deniz Toprak: "Yine cevap yok, yine boş laf Yüksel Özcan'dan…"

19- Deniz Toprak: "Teneke tıngırtısı değil, cevap veriyorum!..."

20- Yüksel Özcan: "Ormanci mı? Militan mı? alıntı haberi sahibi tekzibine ek belgeler arka kapak olsun!..."

21- Emine Çiğdem Tugay: "2012'nin mottosu!..."

)O(


_______________________________________________________1


Heybeliada sakinlerinden 
Saffet Tanman Hanımefendi'nin (1912-2012)
aziz hatırasına...


Saffet Tanman, Ilgaz Dağları'ndan Batnas Tepeleri'ne, İstanbul (2008)92-97:

Büyükada'daki Arkadaşlarımız ve 
Mer Elvira'nın "Melekler"i

Bakırköy'deki evimiz bahçe içinde ahşap bir köşk olduğu için yazları sıcağı pek hissetmezdik. Ama babam Adalar'ı çok sevdiğinden yine de Adalar'da yazlık ev kiralar, bizleri götürürdü. Bir iki kere Burgaz ve Kınalı'da kaldık. Heybeliada'da hiç kalamadık. Daha çok Büyükada'da kaldık. Hatta Büyükada'yı o kadar sevdik ki burada iki kış geçirdik. Kar altında adada yaptığımız gezintiler...

Büyükada'da ailece kar topu oyunu 
Sağdan sola: Teyzezâdem ve eniştem Dr. Kemal Önge, babam, küçük kardeşim Şahika Turan, küçük ablam Ayşe Önge, bendeniz, yerde oturan büyük ablam Nedret Atay (1930'lar)

Eskiden beri Büyükada zengin Levantenlerin, yüksek seviyede siyasetçilerin, tanınmış eski soylu ailelerin adası idi. Biz de artık Büyükadalı olmuştuk. Annem Nizam'da büyük köşkleri olan Ziya Paşalarla iyi görüşürdü. Kalabalık bir aile idi. Paşa'nın oğullarından İbrahim Ziya Bey eski hâriciyecilerden idi. Ud çalar, güzel giyinir, ağabeyim ve bizimle iyi görüşürdü. Gençliğinde zengin bir Amerikalı hanımla evlenmiş sonra ayrılmış... Ondan Mihrimah adında bir kızı vardı. Yine Ziya PAşa'nın torunlarından Fatma, Nimet, Celile isminde üç kız kardeş vardı. Ufak tefek ve son derece narin ve güzel olan Celile'ye babam "İpek Böceği" derdi... Biz gençler de onlarla, ayrıca Arap İzzet Paşa'nın kızlarıyla arkadaşlık ederdik. Sadrazam Halil Rıfat Paşa'nın torunu olan Nesterin ise benim en yakın arkadaşımdı. Onun da Gülterin, Bihterin adında iki kız, bir de Metin adında küçük erkek kardeşi vardı. Yıllar sonra Nesterin ile Mihrimah, Kandilli'deki Kıbrıslılar Yalısı'nın iki oğlu Mahid ve Emin Dırvana ile evlenerek elti oldular. Nesterin'ler Anadolu Kulübü'nün yanındaki bir sokakta, bahçesi denize kadar inen bir evi kiralardı. Vapur iskelesine de yakın olmasından memnundular. 

Nesterin'in aneannesi olan, Sadrezam Halil Rıft Paşa'nın kızı Nuhbe Hanımefendi'yi de tanıdım. Annesi Fikriye Hanım gibi o da, Merdivenköyü'ndeki Bektaşî Tekkesi'nin postnişini Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'nın mensuplarındandı. Onu, Nişantaşı'nda kış aylarını geçirdikleri konakta, eski eşyalarla döşeli odasında, sedir gibi geniş bir kanepede, titreyen elmas iğnelerin süslediği hotozu başında, altın marpucu elmas kakmalı küçük ve zarif nargilesini içerken görür gibiyim şu an... Bakışında ve sohbetinde Bektaşîlere has bir nüktedanlık vardı. 

Nuhbe Hanımefendi ile Simavîzade Şükrü Paşa'nın kızı, Nesterin'in annesi Fatma Hanımefendi ise o devrin en tanınan piyanistlerindendi. İstanbul'un kibar ailelerine piyano dersi veren meşhur Macar piyanist Hege'nin en iyi talebelerindenmiş. Ama çocuklarına karşı çok otoriter, çok mesafeli idi. 

Nesterinlerin evinde, sadrazam konağından arta kalmış kalabalık bir "bendegân" kadrosu vardı. Bunlardan birisi olan zenci haremağası, yakışıklı, güzel giyinen, kültürlü bir adamdı. Paşa onu küçük almış, okutmuş, eğitmiş, yetiştirmiş. Biz yürüyüşe çıkınca geriden, biraz uzaktan bizi takip ederdi. Bu Fatma Hanımefendi'nin emri idi herhalde.   

Notre Dame de Sion'da bir sınıf fotoğrafı
(bendeniz en üst sırada sağdan ikinci)

Biz Notre Dame de Sion'a küçük kardeşim Şahika ile yatılı yazılmıştık. Ama kardeşim mektebin havasına alışamadı. İsteyerek ayrıldı ve Alman Mektebi'ne gitti. Ben devam ettim. Büyükada'ya haftasonları eve çıkıyordum. 

Çarşamba günleri yatılı talebelerin aileleri gelir, çocuklarını görürlerdi. Babam da her Çarşamba beni görmeye gelir, bir koca kutu Hacıbekir'in acıbadem kurabiyesiyle aşağıdaki salonda beni beklerken Sörlerle konuşurdu. Babamı çok severler ve sayarlardı. 

Son günlerde mektepte bir havadis dolaşıyordu. Mektebimizin müdiresi Mer (Mère) Elvira'nın erkek kardeşi  Şili'de yaşıyormuş. İki kızı varmış, büyümüşler, liseyi bitirmişler. Babalarının da vaadi üzerine Türkiye'ye gelmeyi, halalrını görmeyi çok istemişler. Aileleri de halalarına bildirmiş, onun daveti üzerine yola çıkmışlar. Küçüklük resimlerinden beri hiç görmediği yeğenlerini sevinçle beklemeye başlamıştı Mer Elvira. "Küçük melekler" dediği yeğenleri için bir şarkı besteliyor, bu şarkıyla onları karşılamamızı istiyordu. Şarkı "Hoş geldiniz melekler, bugün bu güneş sizin için doğdu..." sözleriyle başlıyordu. 

Karşılamak için Mer Elvira'nın seçtiği öğrenci grubu on, on beş kişi kadardı. Marsilya'dan bindikleri vapur iskeleye yanaştı. Mer Elvira ve yanındaki diğer Sörler gözleriyle yolcularını arayan Mer Elvira'ya 

"İşte onlar, size el sallıyorlar..." diye. iki genç kadını gösteriyordu.

"Ama hayır olamaz!" diyordu Mer Elvira, "Olamaz..." Ama onlardı.

Biri kumral, biri kızıl saçlı, bir seksen boyunda olan "Melekler", yüzleri çok makyajlı, çıplak ayaklarındakısa sandallar, kırmızı saçlısının omzunda asılmış bir gitarla merdivenden indiler. Şaşkın halalarının boynuna atıldılar. Biz de şarkıyı söylüyorduk. Hala heyecandan konuşamıyor, ağlıyordu. Etrafımızı meraklılardan bizi kurtarmaya gelen şoförümüz elinde genç kızların bavullarıyla arabaya götürdü. Mektebe girerken yine bir merasimle karşılandık. Biz yine şarkımızı tekrarladık. Ve nihayet yatakları hazırlanmış odalarına götürdük. yanlarına sade halaları girdi.

Mer Elvira birkaç gün sonra beni odasına çağırdı.

"Sana bir şey sormak istiyorum." dedi. Senin aileni tanırım ve sizleri çok severim. Bu Şili'den gelen yeğenlerimi biliyorsun. İstanbul'u tanımak her şeyi görmek istiyorlar. Bizim tanıdığımız sivil öğretmenlerimizden bazıları onları gezdiriyorlar. Burayı çok beğendiler ve seviyorlar. Benim aklıma bir şey geldi. Adaları da görsünler. Ve sen annen, bananla konuş birkaç gün sizde misafir olabilirler mi? Eminim isteyeceklerdir. Ağabeyin de iyi Fransızca bilir. Önümüzde kısa bir tatil var. Sen de evde olursun.

"Tabiî efendim, çok sevindim. Hem bu bizim için büyük bir şereftir, itimattır..." dedim.

Ertesi gün hafta tatili için evlerimize çıkıyorduk. Eve gelince Mer Elvira'nın "Melekleri" için düşündüğünü anneme, babama söyledim.

"Çok sevinerek misafir ederiz. Hoş vakit geçirmek için elimizden geleni yaparız. Bu bizim için şereftir." dedi babam.

Ayrıca Mer Elvira'ya kısa bir mektup yazdı. Ağabeyim Fransızca'ya çevirdi. Ertesi gün mektebe dönünce Mer Elvira'ya götürdüm. Açtı, okudu, gülümsedi.

"Baban ne asil ve zarif adamdır. Böyle insanlar artık pek kalmadı. Kadrini bilin." dedi.

Birkaç gün sonra, tatl başlayınca Ada'ya gittik. Uzun boyları, aşırı yüz makyaları ve değişik tavırlarıyla benim yanımda gördükleri "Melekler"e iskeledeki tanıdıklar şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Misafirlere araba turu yaptırdık. Çamlarda yürüttük. Evde ağabeyimin ve benim arkadaşlarımızla çay partileri düzenledik. Bir gece, azası olduğumuz Anadolu Kulübü'nde bir davet ve konser vardı. Oraya da grup halinde gittik. Dans edilirken "Melekler"e uzun boylu kavalye bulmakta epey zorlandık. Misafirlerimiz çok eğlendiklerini, hoş vakit geçirdiklerini söylüyorlardı.

Bir iki gün sonra teşekkür ederek mektebe döndüler. Mer Elvira beni çağırarak anneme ve babama verilmek üzere, yeğenlerine gösterilen nazik kabulden dolayı bir teşekkür mektubu verdi. "Melekler"le senelerce mektuplaştık. Gazetelerde Türkiye'yi metheden yazıları çıktı.

* * *

Büyükada'daki Dostlarımızdan
Zübeyde Hanımefendi ve Nâci Paşalar

Büyükada'da, Nizam tarafında, yolun sğında, büyük bahçeleri denize kadar inen sırayla köşkler vardır. Ormana girmeden en son ev, Notre Dame de Sion'dan tanıdığım, İstanbul'un en tanınmış ve asil Ermeni ailelerinden Topalyanlar'ın kızı olan Ani Kuyumcuyan'ın evlendiği Ara Kuyumcuyan'ın köşküdür. Buna biitişik olan köşk ise zengin bir tüccar olan Hicabi Bey'e aitti. Hanımı Sadrazam Kıbrıslı Kâmil Paşa'nın kardeşi Şakir Paşa'nın kardeşi Şakir Paşa'ın kızı Zübeyde Hanım idi. 

Annem [Hatice Behire Hanım] ve babam [Mehmed Bahaeddin Bey] 
1930'lu yıllarda

Bazı yazlar, Atatürk'ün hocası, kibarlığıyla meşhur Nâci Paşa, eşi Makbule Hanımefendi ve kızları Perihan'la birlikte köşke misafir gelirlerdi. Sadrazam Kâmil Paşa'nın kızı olan Makbule Hanımefendi, Zübeyde Hanımefendi'nin amcazâdesi oluyordu. Babam ile Naci Paşa ahbaptılar. Böylece biz de ailece görüşürdük. Sonradan öğrendiğime göre Nâci Paşa, Birinci Harp'te Sarıkamış'ta donarak şehit olan amcam İbrahim Ethem Bey'in de Harbiye'den sınıf arkadaşı imiş.

Büyükada'da bir kır gezintisi.
Sağdan sola: Küçük ablam Ayşe Önge, büyük ablam Nedret Atav, ağabeyim Tevfik Arutay ve bendeniz (1930'lar)

Güzel bir kız olan Perihan'ı annesi çok sıkar, yalnız bir yere bırakmaz, hep gözünün önünde olsun isterdi. Nesterin'ler ve Fatma'larla köşke uğrar, akranımız Perihan'ı da bizimle gezmeye çıkarmak isterdik. Ailelerimizi çok iyi tanıyan annesi izin verir Perihan da çamlarda gezintilerimizde ve Yorgoli'de [Bugünkü Yörükali] iştirak ederdi. Sair günlerde Perihan, köşkün rıhtımından denize girer, evin genç oğlu olan Şâdân'la kürek çekerlerdi.

Zübeyde Hanımefendi yeşil gözlü, tek tük kır düşmüş à la garçon kesilmiş siyah saçlı, nce, zarif, çok sade giyinir, kibar birisi idi. Halı ve kilimler üzerine çalışma yapmış, bu işi çok sevmiş, Kapalı Çarşı'da bir halı dükkânı açmış, her gün sabah gider, akşam işten dönenlerin direkt vauruyla gelirdi. 

Bir ikinci tutkusu da sırf kendisinin kullandığı, tek bir atın çektiğigüzel arabası idi. İşe gitmediği güner arabasıyla gezerdi. Bazı bize de uğrar, çok sevdiği annemle oturur, biraz görüşür, sonra bizlerden birisini arabasına davet eder, büyük tur yaptırır, evine bırakırdı.

Çok terbiyeli, kültürlü, asil bir hanımefendinin Kapalı Çarşı'da halıcı dükkânı olması, bir de bu tek atlı faytonu o devir için çok avant-garde bir yaşam tarzı idi. Ama hanımefendi zarafeti ve alçakgönüllülüğüyle herkesi fethetmişti. Hepimiz onu çok severdik.

* * *

Kınalıada'da Mina'yı Ziyaret, Lodos Hikâyesi, Yaz Aylarında Adaya Gelen Misafirler, Heybeli'de Abbas Halim Paşa Ailesi...

Saffet Tanman (1912-2012) 


SAFFET TANMAN 
1912’de İstanbul’da, Bakırköy’de doğdu. Babası ilmiye sınıfından Çerkeş Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey (1873-1952), annesi Hatice Behire Hanım’dır (ö.1961). İki yaşında iken, Temmuz 1914’te, babasının Kastamonu kadılığına tayin edilmesiyle adı geçen kente yerleşen aile burada altı yıl kaldı. M. Bahaeddin Bey’in, Kuvây-ı Milliye’ye katılmasıyla Kastamonu’dan Ankara’ya geldiler. Cumhuriyet’in ilanından az sonra 1924’te İstanbul’a döndüklerinde Saffet Şerife, önce İtalyan rahibelerinin Bakırköy’deki okulunda Fransızca öğrenmeye başladı. Daha sonra Fransız rahibelerinin Kumkapı’daki okuluna devam etti ve sonunda Notre Dame de Sion Lisesi’nden, altı yıl yatılı olarak okuduktan sonra mezun oldu. 1935’te Galatasaray Lisesi’nde olgunluk sınavını geçtikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, Almanya’dan gelmiş olan Prof Spitzer ve Prof. Auerbach’ın ders verdiği Romanologie Bölümü’ne girdi. Esas sertifikası adı geçen bölümden olmak üzere, Türk Edebiyatı ve Felsefe bölümlerinden de yardımcı sertifika alarak 1940’ta mezun oldu. 1937’de Gemi Mak. Yük. Müh. Fahri Tanman ile evlendi. Eşinin görevi nedeniyle uzun süre Hamburg’da ve New York’ta kaldıktan sonra yurda döndü. 1949’dan itibaren hayatının büyük kısmını, eşiyle birlikte, Söke’de, Büyük Menderes Ovası’nda, aileden kalan arazilerin ıslahı ve imarına ayırdı. Saffet Tanman’ın 1940’lı ve 1950’li yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde öyküleri ve edebiyat eleştirileri yayımlanmıştır.


_______________________________________________________2


From: BAKİ ÇOKNEŞELİ 
Subject: Sultan'ın Heybeliada Ahalisini Ödüllendirmesi 
Date: January 4, 2012 4:03:30 PM GMT+02:00 
To: adalar.postasi@gmail.com 

Sultan'ın Heybeliada Ahalisini Ödüllendirmesi... 

Sevgili Ada dostları, 
Heybeliada'da yaşayanlara Osmanlı devleti tarafından 1807 yılından itibaren bir yüzyıldan uzun süre, yani imparatorluk sonlanana değin vergi bağışıklığı tanınmıştır. Sultan’ın bu bağışıklığı niçin tanıdığı konusunda farklı kaynaklarda farklı bilgiler mevcut. Öyle zannediyorum ki en doğru bilgi, tüm ABD arşivi elinin altında olan ve ADALAR POSTASI’nın bir önceki sayısında da adı geçen büyükelçi Samuel Sullivan Cox’un kitabındadır. 1886 Yılında bir yaz boyunca Prens Adaları'nı gezerek, üzerinde yaşayarak ve belgeler elden geçirilerek yazılan eserde Kınalıada’ya İngiliz saldırısında Heybeliadalılar'ın gösterdiği cesaret övülmektedir. İsterseniz önce Kınalıda ve Burgaz’ı onun kaleminden okuyalım ve ardından Heybeliadalılar'ın konuyla ilgisini öğrenelim. 

Op. Dr. Baki Çokneşeli 

* * *


Samuel S. Cox, The Isles of the Pleasures of Prinkipo, Newyork (1887).

BÖLÜM XII.

ANTİGONE VE PROTİ, TARİHİ VE DİĞER OLAYLAR

Antigone adasında çıplak gözle görülebilecek pek fazla bir şey yok. Her ne kadar ismi ona klasik Rum dokunuşu katıyorsa da üzerindeki üç manastırın, seyrek rastlanır şekilde olaysız bir tarihçesi var. Ada'nın eski adı ise Rumca ‘herkesin sığınmasına uygun liman’ anlamına gelen Panormos. Türkler adaya, bir zamanlar tepesinde var olan ancak şimdi kalıntıları bile kalmamış olan kaleden esinlenerek, 'kaleli ada' anlamında Burgazada ismini uygun görmüşler. 

Transfigurasyon manastırı adanın en yüksek tepesinin zirvesinde yer almakta. Bu manastır 1720 yılındaki ‘Kutsal Cuma’[1] nedeniyle manastır çevresinde düzenlenen geleneksel fener alayından sonra Sultan IV. Murat’ın emriyle yıkılmış. Karşı yakadaki Kadıköy’den alevleri ve kalabalığı görenler ürkmüşler. Padişah'tan bu manastırın yerle bir edilmesi konusunda bir ferman talep etmişler ve de bu fermanı çıkarttırmışlar. Iles des Princes[2] kitabında yazılanların aksine çevrede, bu alanda manastır enkazıyla ilişkili çok sayıda kalıntı ve tarihi eser göze çarpmakta. Iles des Princes yazarı affedilemez bir hata daha yapıyor ve küçük Pita adasını Halki ve Prinkipo arasına yerleştiriyor. Kendisi Adalara hiç uğramamış olmalı, yoksa Pita’nın Antigone’nin önünde durduğunu bilmesi gerekirdi. Pita, adanın girişinin hemen önündeki yerleşimiyle limanı korunaklı hale getirme konusunda önemli bir görev üstlenmiş. 

Pita’da yerleşim yok ve tek payandayla ortasından desteklenmiş antik sarnıç dışında kayda değer hiçbir buluntu da mevcut değil. Bu sarnıç eski dönemlerde üzerinde yerleşim olduğunun bir kanıtı. 

Halki ve Prinkipo'yla kıyaslandığında Antigone bir melankoli adası. Acaba bu sebepten mi o kasvetli ismini almış? Zavallı Antigone, Juliet’in bir önceki halidir ve de nişanlısı Haemon da Romeo’nun karşılığıdır. 

Tüm Rum adalarında trajik unsurların yer aldığı mitolojik bir takım sonsuz gelgitler mevcuttur. Antigone’nin kuşları da tepemizde dönüyor ve sonra uzaklaşıp sürüler halinde feryat figan geri gelip bizlere Rum düş gücüyle kederli bir şarkı olarak tercüme edilebilecek çığlıklarını atıyorlar. 

Tepenin yan yüzlerinde, yamaçların altında çalılıklar arasından geçen patikalar (koyun ve keçi yolları) mevcut. Bir burnun önünden geçerken tek direği su dışında kalmış bir batıkla karşılaşıyoruz. Depremlerin ve fırtınaların adayı nasıl da sarstığı ve yaraladığı kıyı boyunca uzanan kaotik kaya oluşumlarının üzerine yazılmış gibi. Kayalıklar muhtelif renklerde. Bir bölümü Yukarı Mısır bölgesindeki porfir kayaları gibi siyah. Bazıları ancak demir tarafından boyandığında ortaya çıkan kırmızı kahverengi tonlarında. Diğerleri ise kar gibi bembeyaz. 


‘Ayak bastı’ durumumuzu adaların her birinde gerçekleştirmeyi görev addettiğimiz için teknemizi yeşillik ve çiçeklerle donatarak bu güzel Eylül sabahında Antigone’ye doğru yola çıkıyoruz. Rüzgâr sıkı. Dalgaların ucundaki zambak kıvrımları bizi uyarıyor ancak denizin huyunu önceden incelediğim için biliyorum ki rüzgâr güneyden değil ve tehlike yok. İki mil boyunca lacivert suda ilerliyoruz ve Halki burnunu dönerken şehirden gelmekte olan vapurdan sallanan beyaz mendil konsolosluk ulağının da güvertede olduğunu bize haber veriyor. Görev her zaman eğlenceden önde geldiği için dümeni çeviriyor ve buharlı vapurun peşi sıra Halki limanına yanaşıyoruz. Kaptanımız biraz da şakacı olduğundan, durumumuzun ciddiyetini sarsmak pahasına teknemiz Sunset'i iskeleye yanaştırmak yerine koca gemiye bordalıyor. Birkaç dilden birden bağrışmalar duyuluyor. Uşağımız Pedro küfür dili olan İtalyancası'nı kullanıyor. Kısa süre sonra ulağı ve posta torbasını alıyoruz. Evden taze gelmiş haberleri ve mektupları okuduktan sonra haydi bakalım! Antigone’ye gidiyoruz. 

Hava biraz sert ve bu da kaptanın canını sıkıyor. Asya kıyılarının tepelerini ancak kaba hatlarıyla görebiliyoruz ama Stamboul yönünde güneş minare ve kubbelerin görkemi üzerine parıldıyor ve bu da bize yetiyor. Antigone epey bir nüfus barındırıyor. Biz adaya yaklaştıkça bu nüfusun çoğu, belki de tamamı rıhtıma toplaşarak bu tuhaf bayraklı geminin gelişini izliyor. Rıhtıma yanaşan tekneler eğer beş dakikadan fazla kalırlarsa bir mecidiye ücret ödemek zorundaymış. Kaptanımız bunun yarı fiyatına bir kayık kiralayarak bize tasarruf ettiriyor. Çalkantılı denizde bu küçük ceviz kabuğuğla karaya varıyoruz. Bayrağımızın farklılığı ve bizim teknemiz benzerlerinin buraya pek sık uğramaması nedeniyle ilgi yüksek. Bir zamanlar burası oldukça işlek bir ticari limanmış. Limanı çevreleyen iri kayalardan surlar, demir içeren kırmızı ve siyah taşlardan sağlam villa duvarları adada bir zamanlar güçlü kişilerin yaşadığının göstergesi. Tüm yollar eşeklerin. Arabalara izin yok. Eşeklere binerek adaya yayılıyoruz ve taraçalarda gezinirken bizi izlemek üzere kıyıya inememiş olan adalılarla da tanışmış oluyoruz. Evlerin çoğu şık bir şekilde teraslandırılmış bahçeler içerisinde. Bazı evler ise sokak üzerine çıkıntı yapan balkonları, köşeleri, açıları, üçgen çatıları ile Amsterdam’ın eski mahallelerindeki antika evlere benziyor. Şehirde biraz gözlem ve tepedeki manastıra kısa bir bakıştan sonra yanımızda kısa süreli bir anı ile adadan ayrılıyoruz. Bu kısa süre bizde kalacak hatıra dev bir karpuz. Bir Rum sanatçı üzerindeki yeşil kabuğu oyarak oluşturduğu iki resim ile karpuzu süslemiş. Birinci resim basit bir desen. İkincisinin ne olduğunu ise okuyucu tahmin edemez. Bu bir itfaiye aracı. Doğu ülkelerinde ve şehirlerinde tulumbacıların yaratıcı sanat şaheseri olarak değerlendirdikleri bir itfaiye aracı. O resmi buraya çizemediğim için üzgünüm. 

Constantinople ve çevresinde yangınlara çok sık rastlanıyor. Binalar ahşap, kuru ve çelimsiz. Sokaklar da çok dar ve bu yüzden yangınlar büyük tahribat yaratıyor. Türkler'de tütün içmek çok yaygın. Odun kömürü ve mangal da her evde kullanılıyor. Sigara veya çubuk içerken dikkatsiz davranıldığında hasır kaplı zeminlerden yangın hemen başlayıveriyor. Constantinople’dan ayrılmadan önce son gördüğüm şefleri yönetiminde tatbikat yapan itfaiye bölüğü idi. Şef bir Macar soylusu. Yangın söndürme konusundaki yeni yöntemleri —özellikle de Pera için— öğretmekte. Tulumbacıların canhıraş feryatlar atarak yangına götürdükleri su dolu pompa aygıtları bizim ülkemizde bahçe sulamakta kullanılan pompalardan daha büyük değiller. Tek bir su odacığından ibaretler ve yirmiye on santim çapındalar. Yangını söndürmeye değil de adeta beslemeye yarıyorlar. İtfaiye erlerinin de gücü kuvveti yerinde olanlardan, ciğeri kuvvetlilerden demek daha doğru olur, seçildiği söyleniyor. Başlarında geniş kenarlıklı bir şapka var ve belden yukarıları çıplak. 

Yangın alarmının nasıl verildiğini sormayacak mısınız? 

Stamboul’daki savaş nezareti seraskerliğinin bahçesinde yer alan kulede yangın izleyen bir gözcü var. Yangını gördüğünde bir yandan kocaman davulunu vuruyor, bir yandan da "Yaan - gınn - vaaar" diye bağırıyor. Bu itfaiyecileri harekete geçiriyor. İnsanları ise paniğe sevk ediyor. Altın Boynuz’un diğer yakasında ise aynı amaçla Galata Kulesi kullanılıyor. Yangın gündüz olmuşsa kulelerin tepesinden dalgalandırılan bayrakların farklı renk ve dizilimleriyle yangın yeri belirtiliyor. Geceleri ise bu amaçla diğer haberleşme araçları kullanılıyor. 


Prinkipo’ya geri dönmeden önce üzerine çıkamasak bile en azından Proti adasına bir göz atabiliriz. Hem adından anlaşılabileceği, hem de haritadan görülebileceği gibi, Constantinople’dan yola çıkınca karşılaşacağınız dokuz adanın ilki Proti’dir. Tarihi ve manastır değeri açısından ise en sonda olduğu söylenemez. Evleri az sayıda ve dağınık. Tepesini süsleyen tek bir ağaç var. Bir kaç ağaç da bir evin çevresinde mevcut. Kız kardeşleri Halki, Antigone ve Prinkipo kadar çekici olmadığı gibi pek uğrayanı da yok. Yangından mı, insandan mı, vergilerden mi, yoksa keçiden mi bilemiyorum ama ormanının tümü kaybolmuş. Güzelliğinin büyük bölümü ve üretkenliğinin tamamı yok olmuş. Doğu’da bu durumla o kadar sık karşılaştık ki! Dr. Stanley[3] de ayni şeyi Filistin için yazmış. Az gelişmişliğinin nedeninin eski dönemlerdeki kıt kaynaklar olduğu fikrine karşı çıkarak, bugün de çökmüş ve per perişan halinin apaçık ortada olduğunu belirtmiştir. Ancak şurası da yadsınamaz ki bölgenin görünümü ve avantajları giderek olumsuzlaşmıştır. Bu durum Asya anakarasını ve Rum adalarını da kapsayan bölgedeki tüm ülkeler için geçerlidir. Küçük Asya ve Suriye bir zamanlar bugünkü üretimlerinin on katını üretirler ve bugünkünün on katı nüfus barındırırlardı. Şu anki durumları Doğu’da herkesin aklına aynı soruyu getirir: Bu kireçli ve taşlık arazide nasıl olur da bir zamanlar süt ve bal akardı? 

Proti bazı güzel hikâyelerde Halki'yle birlikte anılır. Bir zamanlar farklı bir ismi varmış. Hem Türkler hem de Rumlar yer isimlerini akla yakın bazı objelerden seçer. Bazı isimler oldukça şiirsel, diğerleri ise oldukça sıradandır. Benzer şekilde Proti’nin adı da bir zamanlar Acconoe veya Acconitis imiş. Bu isim adada bir zamanlar bolca bulunan biley taşının Rumcası olan accona’dan gelmekteymiş. Türkler ise adaya kırmızı ada anlamında Kınalıada der. Proti’nin daha eski yıllarda doğu yakasında düzgün bir limanı ve kalabalık bir köyü varmış ama daha sonra ortadan kalkmış. Kalıntılardan geriye çok az şey kalmıştır ve bunlar arasında Bizans döneminden kalma iki geniş sarnıç sayılabilir. Sarnıçların yeri bize yerleşim bölgesini de işaret eder. Liman ise deniz tarafından yutulmuştur. Şu andaki yerleşim tamamen farklı bir bölgededir. 

Ada üzerinde üç manastır vardı. Bunlardan en küçüğü bir Anadolu kökenli olan General Vardane tarafından yaptırılmıştı. Sözkonusu manastır 20 Şubat 1807 tarihinde Amiral Sir John Duckworth ve Yardımcı Amiral Lewis komutasındaki Britanya donanması tarafından yok edildi. Filo on gemiden oluşmaktaydı. Aralarında ünlü çift katlı Endymion ve 74 toplu Ajax da vardı. Ajax kazayla ateş aldı ve battı. Dardanelles [Çanakkale] boğazından içeri girip Gallipolis [Gelibolu] sahilindeki Türk donanmasının bir bölümünü de yok ettikten sonra İngiliz filosu gelip Proti limanına demirledi. Burada on bir gün kaldılar. Türkler İngilizler'in adadan su ve yakıt temin etmesini engellemek için altmış adamdan oluşan küçük ama azimli bir müfrezeyi Kadıköy’den yola çıkardılar. Denizle epey bir mücadeleden sonra adaya çıkmayı başaran Türk askerleri kendilerini manastırdaki siperlerde güvenceye aldı. Bunun üzerine İngilizler de karaya asker çıkararak manastıra saldırdı ve sonunda manastırı yaktı. Mevzilerinden sökülen Türkler çok ciddi direnç gösterdiler. Çok sayıda İngiliz’i öldürdüler ve sonunda onları adadan geri çekilmeye mecbur ettiler. İngilizler daha büyük bir kuvvetle geri dönmeden önceyse gece karanlığında kayıklarıyla gelen Halkililer, Türkler'i adadan kaçırdılar. Bu hizmetlerine ve göstermiş oldukları cesarete karşılık olarak Sultan Selim de Halkililer'e bugün de keyfini sürmeye devam etmekte oldukları vergi muafiyetini ihsan etti. 

_____________
[1] Kutsal Cuma; İsa’nın çarmıha gerildiği düşünülen cuma. 25 Mart civarı. (ç.n.) 
[2] Leon Gustave Schlumberger;1844-1929, Fransız tarihçi, 'Iles des Princes'1884 (ç.n.) 

[3]  Dr. Stanley; William Stanley, 1829-1909, İngiliz mucit, astronom, gezgin, ressam. (ç.n.) 


_______________________________________________________3

AdaGazetesi, 3.1.2012
Şükrü Abanoz 


Yarım Kalan Ocak Ayı Meclis Toplantısı Tamamlandı!... 

Hatırlanacağı üzere 02/01/2012 günü saat 14:00'te yapılması gereken Meclis toplantısı Denetim Komisyonu seçimlerinde çıkan tartışmalar nedeniyle 03/01/2012 günü saat 14:00'e  ertelenmişti. Toplantıya, Meclis başkanı Hıdır Uvaçin’in konuşmasıyla başlandı; “Değerli arkadaşlar, yasanın bize söylediği şekilde hareket etmek durumundayız. Dün yapılan seçimde bir sıkıntı yaşandı, bu sıkıntı iki arkadaşımız biri AKP, diğeri bağımsız 6 oy aldı, 3 arkadaşımız 4 oy aldı, 6 oy alan CHP'den Oktay Altın seçilmiştir. Çünkü kanun gereği der ki Meclis'te üye sayısı Meclis üye tam sayısına bölünmesi, neden oluşur der, biz bunu uygulamak durumundayız, etik olarak muhalefetten de bir arkadaşımızı almak durumundayız. 2 tanesi de CHP'den olmak zorunda, o nedenle Oktay arkadaşımız seçilmiş olarak kabul ediyoruz, zaten dün tutanaklara geçti, yanlız 6 oy alan iki arkadaşımız arasında bir kişi için seçim yapacağız, 4 oy alan arkadaşlarımız arasından da bir seçin yapmak durumundayız. 

Söz alan Bülent Mısırlıoğlu, böyle bir oluşumun içinde olmak istemediğini ve ilgili kanunun gerekçelerini açıklayarak seçimden çekildi. 

Söz alan Müslüm Şahin; Bülen Mısırlıoğlu’nun açıklamalarına katılarak seçime katılmayacağını açıkladı. 

Söz alan Ercan Akpolat seçime katılmayacağını açıkladı. 

Üç üyenin çekilmesinden sonra seçime gidildi ve en yüksek oyu alan Akif Şekerci ve Ali Tokdemir üyeliğe seçildi. 

Böylece denetleme komisyonu: 

1-) CHP meclis üyesi Oktay Altın 
2-) CHP meclis üyesi Ali Tokdemir 
3-) AKP meclis üyesi Akif Şekerci ‘den oluştu. 

Toplantı gündemin diğer maddelerinin konuşulmasından sonra sona erdi. 

Toplantı bittikten sonra izleyeciler arasından CHP eski ilçe başkanı Nazife Akgün söz aldı: 

“Sayın başkan, Meclis üyeleri ve Adalı hemşerilerim, vapurda gelirken şahit olduğum bir olayı anlatmak için buradayım yoksa Meclis’e gelmek gibi bir düşüncem yoktu. Buraya gelirken karşımda oturan iki kişinin telefon görüşmelerine şahit oldum, bu şahıslar Murat Özkanca isimli şahsın adamları idi. Bu adamlar hâlâ Kınalıada taşocaklarına moloz dökülmesinden bahsediyorlardı, moloz döke döke yüksekliğin 2 metre olduğunu, giriş yapamadıklarını söylüyorlardı. Hemen adamların üstüne gittim siz ne hakla buraya moloz döküyorsunuz dedim, eğer gelirseniz bu kadın halimde sizi taşlıyacağım dedim. Sayın başkan, bunlar bu cesareti nereden alıyorlar Allah aşkına, tüylerim diken diken oldu bir Kınalıadalı olarak bunları kınıyorum gereğinin yapılmasını istiyorum. Adalar SİT alanıdır, hiçbir şekilde moloz veya çöp dökülemez.” 

Başkan Hıdır Uvaçin, konunun araştırılacağını ve gerekenin yapılacağını söyledi.


_______________________________________________________4


AdaGazetesi, 5.1.2012 
Şükrü Abanoz 


Adalar CHP İlçe Başkanlığı tekrar düştü!...


Bir atanan bir düşen CHP Adalar İlçe Başkanlığı, İsmail Çelik’in istifasıyla tekrar düştü. Hatırlanacağı üzere Nazife Akgün başkanlığındaki İlçe Başkanlığı, iddialara göre Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun baskıları sonucu Nazife Akgün’ün istifa etmesi ve atamayla Mehmet Dündar Tıraş getirilmesiyle sonuçlanmıştı. Daha sonra Mehmet Dündar Tıraş yönetimindeki yönetim, üyeler arasındaki uyumsuzluk sebebiyle bazı üyelerin istifa etmesiyle yeniden düşmüştü. Tekrar yapılan üye atamaları yine sonuç vermedi ve İsmail Çelik’in istifa etmesiyle yönetim yine düştü. 


_______________________________________________________5

AdaGazetesi, 6.1.2012 
Şükrü Abanoz 


Adalar Belediyesi güvenlik önlemini aldı… 


Hatırlanacağı üzere geçen yaz Kınalıada'ya gezmek amacıyla gelen Kağıthane İTO Anadolu Ticaret Meslek Lisesi öğrencilerinden Oğuzhan Batak ve Onur Sarıkan, iki kişinin aynı anda binebildiği bir bisiklet kiralayarak Taşocakları mevkisinde virajı alamayıp 3-4 metre aşağıdaki kayalıkların üzerine düşmüştü. Kayalıkların arasında sıkışan Batak ve Sarıkan, çevredeki vatandaşların ihbarıyla olay yerine gelen itfaiye ekipleri tarafından sıkıştıkları yerden çıkartılıp hastahaneye kaldırılmıştı. Adalar Belediyesi'ne ait ambulans tekneyle Bostancı İDO İskelesi'ne götürülen iki öğrenciden Sarıkan, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastahanesi’ne; durumu daha ağır olan Batak ise Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastahanesi’ne kaldırılmıştı. İşte bu olaydan sonra harekete geçen Adalar Belediyesi çok tehlikeli olan Kınalıada Taş Ocakları virajına komple çit örgü çekerek olası bir can kaybını önlemek için gerekli önlemleri aldı.


_______________________________________________________6

SonDakika, 6.1.2012 
Anadolu Ajansı [3243284]


Yalova İl Genel Meclisi'nde...

Yalova İl Genel Meclisinde, İstanbul'un Adalar ilçesine yeniden deniz ulaşımının sağlanması için Yalova Belediyesi'ne destek verilmesi yönünde temenni kararı alındı. 

İl Genel Meclisi, Ocak ayı 4. Birleşimi, Atalay Beştaş başkanlığında yapıldı. İl Özel İdare Toplantı Salonu'nda gerçekleştirilen birleşimde Yalova'dan İstanbul'un Adalar ilçesine deniz ulaşımının başlatılmasıyla ilgili Yalova Belediyesi'nden gelen yazı görüşüldü. Yazıda, Yalova Belediyesi'nin, seferlerin başlaması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Denizcilik İşletmeleri'ne, Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Defterdarlık'la gerekli görüşmeleri ve başvuruyu yaptığı belirtilerek, bu konuda İl Genel Meclisi'nden destek istendi. Meclis Başkanı Atalay Beştaş, yıllardır Adalar'a olan ulaşımın sekteye uğradığını ifade etti. Deniz ulaşımının yeniden sağlanmasının Yalova'nın menfaatine olduğunu savunan Beştaş, ardından konuyu oylamaya sundu. Meclis, konuyla ilgili deniz ulaşımının sağlanması için temenni kararı alarak ilgili kurumlara gönderilmesini oybirliğiyle kabul etti.


_______________________________________________________7


Fenerbahçe Spor Kulübü, 9.1.2012

http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=27405

Acil Şifalar Diliyoruz


Kulübümüzün efsane futbolcusu ve büyük değeri Lefter Küçükandonyadis, rahatsızlığı nedeni ile Amerikan Hastanesine kaldırıldı. Zatürre teşhisi konulan Efsane futbolcumuz, hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. Fenerbahçe Spor Kulübü'nün ve Türk sporunun Efsane ismi Lefter Küçükandonyadis'e, Kulübümüz, yönetimimiz ve tüm camiamız adına geçmiş olsun der; kendisine acil şifalar dileriz. 

FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ

_______________________________________________________8


Haberler.com, 9.1.2012


http://www.haberler.com/adalar-yazarlar-sairler-mitos-tan-edebiyat-3253087-haberi

"Adalar, Yazarlar, Şairler… Mitos'tan Edebiyat'a" 

Adalar Müzesi'nin en son sergi kitabı, UPM'nin desteğiyle okuyucularla buluşuyor! 


Adalar Müzesi'nin "Adalar, Yazarlar, Şairler… Mitos'tan Edebiyat'a" başlıklı sergisinin kitabı, UPM'nin kâğıt sponsorluğuyla yayımlandı. 

Büyükada'nın ilk yerleşim yerlerinden olan Aya Nikola bölgesinde geçtiğimiz sene açılan Adalar Müzesi, açılışının ardından geçen bir senelik süre içerisinde sergi alanını yüzde elli oranında büyüttü. Ayrıca süreli sergiler için yeni bir sergi alanı da müze bünyesine eklendi. Bu yeni alanın açılışı ise Adalar'a yakışan "Adalar, Yazarlar, Şairler… Mitos'tan Edebiyat'a" sergisi ile yapıldı. Serginin aynı adı taşıyan kitabı da UPM'nin kağıt sponsorluğunda okuyucularla buluşuyor. 

Adaların oluşumunu anlatan efsaneleri, adalara adlarını veren mitolojik kahramanları ve hayal edilen adaları edebiyatçıların gözünden bir araya getiren sergi aynı zamanda dünya edebiyatıyla Türk edebiyatı arasında bir köprü kurarak "adada yaşamak ve yazmak" olgusunu farklı temalar ışığında ele alıyor. 

Sergiden yola çıkarak hazırlanan kitapta adalara edebiyatçıların gözünden bakılıyor. Sait Faik Abasıyanık'tan Hemingway'e, kitapta yer verilen yazarlar geniş bir edebiyat seçkisi oluşturuyor. UPM Türkiye Genel Müdürü Gülay Akkuş, Türkiye'nin kültürel mirasının gelecek nesillere aktarılmasının önemini vurgulayarak "UPM olarak gelecek nesilleri sanatla buluşturacak ve kendi tarihlerini birincil kaynaklardan öğrenmelerini sağlayacak bu çalışmaya destek vermekten mutluluk duyuyoruz" açıklamasını yapıyor.


_______________________________________________________9

From: AYŞE DİLEK DİRESKENELİ 
Subject: Article: Sabuncakis Köşkü -ya da Arılı Ev, Büyükada
Date: January 5, 2012 5:45:08 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Süleyman.cc, 13.7.2009

Sabuncakis Köşkü -ya da Arılı Ev, Büyükada


Büyükada’nın her tarafında dolaşırken gözünüze çarpan güzel yapılar o kadar çoktur ki, insan adeta paralize olur. Bir süre sonra hepsi birbirine benzermiş gibi gelmeye başlar. Ancak Ada’nın arka taraflarında (Maden) ana cadde üzerinde (Yılmaz Türk Caddesi) eski bir yapı vardır ki o güzelliklere alışmış ukala bakışlar bile bu yapıyı gözden kaçıramaz. Gerçek adı Sabuncakis Köşkü olan bu yapı, Büyükada halkı tarafından üzerindeki figürlerden dolayı “Arılı Ev” olarak da anılır. 

Sitemin sembolü olarak kullanacak kadar çok sevdiğim bu binanın hikayesini kısaca anlatmaya çalışacağım. 


Bundan tam 104 sene evvel (1904 yılında) inşa edilen bu binayı tasarlayan mimar, Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi profesörlerinden Prof. Fotiadis’tir. Üç kattan oluşan bu binanın girişi üzerine inşa edildiği arazinin eğiminden (dikliğinden) dolayı en üst kattan. Zaten resimde görünen kısım en üst, aynı zamanda giriş katı. Kapının önündeki ufak köprüden geçerek binanın girişine varıyorsunuz. Eski Yunan tarzı daha kapının önündeki sütunlardan kendini belli ediyor. Girişteki alınlık Antik Yunan mabedi havası vermede belki de en başarılı kısım. Ayrıca keskin dikdörtgenlerden oluşan pencereler ve pencereler üzerindeki oval alınlıklar da bu tarzı desteklemiş. Binanın batı cephelesindeki denize nazır teras ise yanlara doğru birer balkonla uzatılmış. Köşkün eksi birinci katında (alttan ikinci kat oluyor) salon var. Bu salonun hatları da tıpkı kapılarda, pencerelerde olduğu gibi keskin dikdörtgen hatlara sahip. Bu salonda resimler, yazılar ve bir takım işaretler ilk ilgi çeken kısımlar. Onun bir alt katı da bodrum. Bunun dışında kocaman bir bahçesi ve kendine ait rıhtımıyla “♫ ah bir zengin olsam ♫” dedirten bir yapıdır. 

Halk arasında Arılı Ev, Köprülü Ev, Gözlü Ev vs. gibi birçok isimle anılan bu binanın bir Mason locası olduğu söylenir. Bu iddianın aslı var mıdır bilemem ama belki de üzerindeki semboller, işaretler böyle bir intiba bırakmaktadır. 

Köşkü yaptıran Sabuncakisler’den de kısaca bahsedecek olursak, Girit’te bitki köklerinden sabun imal eden bir babanın oğlu İstanbul’a göçer. 1874 senesinde İstari Sabuncakis Efendi, İstiklal Caddesi’nde bir çiçekçi dükkânı açar. Ardından Selânik ve —Cumhuriyet’in ilanından sonra— Ankara’ya da şube açan firma günümüzde yedi şubeyle faaliyetine devam etmektedir. 

Yaşayan bir Antik Yunan yapısı gibi görünen bu köşkü atmosfer olarak zaten Büyükada’dan başka bir yer kaldıramazdı. Nereye yapılırsa yapılsın fazlalık gibi duracaktı. Ama Büyükada’da böyle bir durum yok; köşk, içinde bulunduğu çevreyle gayet barışık bir tablo çiziyor ve yolu Büyükada’ya düşen herkese bu köşkü ziyaret etmesini —hiç değilse önünden geçmesini— tavsiye ediyorum.


_______________________________________________________10


From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject:
RE: ADALAR POSTASI-2632: gökkuşağının sekizinci rengi 2012!... http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/12/31-2632.html
Date: December 30, 2011 11:17:08 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Yenilen güreşçi güreşe doymazmış!... 

Habire soruyor Uzun Serap ile Toprak Deniz, sahte posta yazarları, kimliksizler. Cesaretsizler. Yalancı sahtekâr olduklarını delilleriyle sunduk. Doymadılar. Posta'yı takib eden duyarlı Adalılar dahi bu iki sahtekârdan bıkmış durumda. Cesarete gelse bu uzun serapla toprak deniz sokağa çıkıp deseler ki bu sahte kimlikle yalan çamur yazıları biz yazıyoruz herkes yüzlerine tükürecek. Ama onlarda utanacak yüz olmadıgı için önemli değil. 

Kim oldukları elbet ortaya çıkacak. Yatsıya az kaldı. Kim oldularini tespit ettim. Ne olduklarını da açıklamam. Kendileri zaten sonunda söyleyecekler karın ağrılarını. Yeni yılda ortaya çıkarlar. Çünkü ADALAR POSTASI'nda beklediklerini bulamadıklarından, Kınalıada Şükrü Abanoz imzalı yayını Adakazetesi'ne abone olup aynı yazılarını orada kopyala yapıştırıldı yapıyor bu düzenbazlar. Her iki düzenbazı, fitne fesat yazılarından dolayı daha önce de yazdığım gibi KINIYORUM!...


_______________________________________________________11 

From: DENİZ TOPRAK
Subject: Cevap: Cevapsız'a. Cevabı olmayan'a, olamayan'a...
Date: January 3, 2012 9:22:11 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Cevap: Cevapsız'a. 
Cevabı Olmayan'a, Olamayan'a... 

Yüksel Özcan, şimdi gerçekten acıdım sana. Bu kadar mı çaresiz, bu kadar mı cevapsızsın? Yazık ki çok yazık. Sorduğum sorulara cevap vermek —nasıl olacaksa o— yerine sadece anlamsız satırlarla saldırganlığı seçtin. Yoksa beni vazgeçirebilirsin mi sandın? Yoksa seni eleştirmek için kimlik değiştirdim mi sandın? Sandıysan zavallısın. Bir aynaya bak bakalım, benim sana tuttuğum aynaya bir bak. Herkesin gördüğünü sen neden görmek istemiyorsun. Neden sürekli başka birilerinin, başka bir yerlerin, başka kurumların yanlışlarının arkasına gizleniyorsun? Bak ben haftalardır soruyorum, vatandaş olarak soruyorum, kamu hizmetiyle mükellef olduğun için sana soruyorum, sadece soruyorum ama ısrarla soruyorum; seviyesiz satırlardan, laf kalabalığından başka bir cevap veremiyorsun. Bak ben uydurmuyorum, eklemiyorum, eksiltmiyorum, herkesin görebildiği, herkesin bilebildiği satırları hatırlatıyorum. Ama sen; 

ADALAR POSTASI-2362 (31.12.201)'de
Yüksel Özcan: "CESARETSİZ"
Yüksel Özcan: "YALANCI"
Yüksel Özcan: "SAHTEKÂR"
Yüksel Özcan: "YÜZÜNE TÜKÜRÜLECEK"
Yüksel Özcan: "UTANMAZ"
Yüksel Özcan: "YÜZSÜZ"
Yüksel Özcan: "DÜZENBAZ"
Koskoca Adalar’da, Devlet’in bir kurumunu, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nı temsil etmesi için görevlendirilen Yüksel Özcan’ın satırları bunlar.

Yine sana soruyorum Yüksel Özcan; Yakıştı mı? Bence sana yakıştı, beklenendi zaten, çok yakıştı. O yüzden sende kalsın hepsi.

Benim tuttuğum aynada sen varsın dedim ya. Bak işte, her yerde var bu haber. Yorumsuz, hiçbir şey ilave etmeden tutuyorum aynayı… Sen böyle görünüyorsun. Yoksa habere itiraz ederdin, sildirirdin, değil mi?

İşte bu sebebi,

Ormancı mı, militan mı? 
[...] Baş Rahip Apostolos Dantilidis Kaymakam ve Belediye Başkanı'na başvurarak onarım onayı aldı. Baş Rahip Danilidis onay aldıktan sonra bir firmayla onarım anlaşması yaptı. Ancak adada bulunan ve Büyük Birlik Partisi (BBP) sempatizanı olduğu iddia edilen Orman Bölge Şefi Yüksel Özcan manastıra giderek işçilerden derhal işi durdurmalarını istedi. Yüksel gerekçe olarak çalışmanın onarım değil, yetkisi alanında bulunan alanda kaçak yapılaşma olduğunu ileri sürdü. İşçilerin tehdit edildiği bilgisini alan Baş Rahip Danilidis, Kaymakamlığa ve Belediye'ye başvurdu. Kaymakamlık tarafından yapılan uyarıları dinlemeyen Yüksel Özcan, Orman Şefliği'nin 8 personeliyle birlikte manastıra giderek yapıları yıktı. Ada halkına göre de bu orman şefinin ilk vukuatı değil, daha önce Heybeliada Rum okulunun bahçesindeki çiçekleri ve ağaçları kestiği iddia ediliyor. Ve Kaymakam hakkında "Kaçak kilise yapımına izin verdiği," gerekçesiyle şikâyette bulunduğu biliniyor… 

Bu da sonucu

[...] İnşaatı yıkan Adalar Orman Şefi Yüksel Özcan da "mala zarar vermek"ten 5 ay hapse mahkûm olurken, Patrik Dimitri Bartholomeos Arhondoni'ye herhangi bir ceza çıkmadı. [...] Adalar Kaymakamı Mevlüt Kurban, 'mal zilyetine' tecavüz ettiği gerekçesiyle de Adalar Orman İşletme Şefi Yüksel Özcan'ın "orman alanına girmesini" engelleyen bir karar çıkarttı. [...]

Bunlar benim iddia ya da ithamlarım değil. Bir daha olmaması için unutturmamaya çalıştıklarımdan sadece biri. Ama sen bir yığın saçmalıkla itham etmekten geri kalmadın insanları. Tüm bu itham ve iddialarını ispatlayamazsan dahi ben senin yüzüne tükürmeyeceğim, sana o kadar bile değer vermeyeceğim. Çünkü sen elbet gideceksin buradan, istesen de istemesen de gideceksin ama yinelemediğin her yanlış kâr bizim için, bu yüzden ben yanlışın peşindeyim, senin değil. Yoksa sen kimsin ki, kim olabilirsin? 

Bu arada, merak ediyorsun ya toprak denizi. Korkma, yel değirmeni değilim ben. İstemesen de varım. Cesaretini topladıkça sorularıma cevap ver, sevinirim. 

Yeri gelmişken Eyüp Çiftçi üstadı anmadan geçmek de olmaz. 

Senden, benden sıkılanlara, 

Saygıyla… 

Ben Hiçkimseyim 
Herkes gibi davranma bana,
Yanlış yaparsın, ama anlayamazsın.
Anlam veremezsin, tepkisiz tepkilerime.
Çünkü ben farklı denizlerde yüzmeyi severim.

Farka, fark atmayı severim.
Anlamsızca bakmanı isterim yüzüme.
Sevmem tanınmayı, kıyıda yalnız başıma,
Yalnızca seninle kalmak isterim her fırsatta...

Herkes gibi davranma bana,
Bilmezsin, sana nasıl şekil verdiğimi.
Daha önce aldığın, sonuçları alamazsın,
Tabu olmuş, basit ve sıradan hareketlerden.

Tabuları, yıkmayı severim...
Çünkü bilirsin sevmem sıradan olmayı.
Akıl alma, beni benden başka kimse bilmez,
Dedim ya! sevmem tanınmayı, severim yalnızlığı...

Herkes gibi davranma bana,
Ben daha öncekilerden farklıyım.
Dedim ya! Herkes gibi davranma bana,
Ben herkes değilim güzelim, ben hiç kimseyim...

Eyüp Çiftci

_______________________________________________________12

From: SERAP UZUNLAR 
Subject: Fwd: anlayana! 
Date: January 3, 2012 5:58:39 PM GMT+02:00 
To: adalar.postasi@gmail.com 

Anlayana!...

Sn. Yüksel Özcan Beyefendi, 
Öncelikle terbiye sınırlarını zorlayan ve hakaret içeren sözlerinizi aynen size iade eder, bir daha tekrarı halinde, Adalar Orman İşletme Şefi Yüksel Özcan hakkında 'gerçek kişi Serap Uzunlar' olarak suç duyurusunda bulunacağımı belirtirim. 


Size kendimi ispat yükümlüğülüm yok ama ADALAR POSTASI okurlarının aklında yanlış bir değerlendirme bulunmasın diye kimliğimi gönderiyorum. Size ve kurumunuza sorulan haklı sorulara cevap vermek yerine sahte isim kullanıyorsunuz saçmalığının arkasına sığınıyorsunuz. Birçok okur gibi rumuz kullanarak da yorum yapmakta bir sakınca görmediğim halde başından bu yana gerçek ismimle yazıyorum. 

Bir de belirtmek isterim ki ne sizinle, ne de kurumunuzla şahsi herhangi bir problemim —sizin amiyane tabirinizle, 'karın ağrım'— bulunmadı ve bulunmuyor. 

NELER YAZMIŞTIM, HATIRLAYALIM; 
Özetle; "Ormanlık alanda —siz oranın Orman İşletmesi'ne ait olmayan bir bölge olduğunu belirtiniz— yapılmış olan tahribat, moloz dökülmesi, kesilen ağaç vesaireyi resimlemiş ve demiştim ki: "Ayrıca asli görevi ormanı korumak olan ve bizim ödediğimiz vergilerle, bizim devletimizin maaşını alan görevlilerin, işlerini nasıl ve ne kadar yaptıklarını sorgulamayacak mıyız?

Sonra sizin bu yazıya verdiğiniz bilgilendirici, "Ben bir şey yapmayacağım; buyrun siz istediğiniz yere müracaat edin", "Kustukların yesinler," yanıtınıza yanıt vermiştim; 
no'lu sayıda demiştim ki: "Takdir edilince yüzü gülenler, eleştirilince de dik durabilmeli," ve şahsınızla ya da kurumunuzla sorunum olmadığını belirtmiştim. 

no'lu sayıda; sizin daha önce orman dışı dediğiniz kesik ağaç için yazdığım şiiri paylaşmıştım. 

no'lu sayıda gazetede çıkmış Adalar'la ilgili haberi kopyalamıştım: Gazete haberinde şikayetvar.com sitesinde gönderilen bir şikâyetten, tabelaların ağaçlara çivilendiğinden bahsediliyor ve haberde şu yazıyor: "Uzmanlar, kabuklarının ağaçları dış etkenlerden koruduğunu vurgulayarak, gövdeye kadar çakılan çivilerin geri döndürülemez hasarlara sebep olduğunu, özellikle çivilerdeki paslanmanın öz suyuna geçmesiyle ağacın kurumasına sebep olduğunu vurguluyorlar," 

[Bu resim http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/09/28-2604.html no'lu sayıdan alıntıdır] 

Sizin bu konudaki değerli görüşlerinizi alamadık sanırım... 

ADALAR POSTASI'nda yazdıklarım için ne bir uyarı, ne bir şikâyet, ne de bir sansür var. Olması gerektiği gibi yani. Objektif olarak görüşlere yer veriliyor. Sn. Şükrü Abanoz'un Ada Gazetesi'ne üye değilim ama hemen olayım. Bir de Adalar Kültür Derneği'nin, Ada Gazetesi varmış. Sizi öven yazılar yazılan. Sn. Şükrü Abanoz'un bu dernekle isim hakkı konusunda davası var sanırım. Bu konudaki haberlerde  Sn. ŞİNASİ KARA'nın şu görüşüne katılmamak elde değil: "Hukuka göre, yayında ismi ilk kullananın hak önceliği vardır. Hak önceliğine saygı göstermek aydın olmanın birinci ve vazgeçilmez şartıdır." http://ada-gazetesi.com/wp/?p=776)


_______________________________________________________13

From: YÜKSEL ÖZCAN 
Subject: daldan dala atlamayın 
Date: January 3, 2012 7:07:59 PM GMT+02:00 
To: adalar.postasi@gmail.com 

daldan dala atlamayın...

Ben demedim mi "Bu yüzsüzler kendilerini yeni yılda açığa çıkaracaklar," diye nitekim öyle oldu. Memnun oldum. Ben Yüksel Özcan ya siz?... 

Ben şairden daha çok milli şairimizi, şiirlerden daha çok marşları, marşların da marşı İstiklal Marşı'nı her harfini, özellikle de 3. ve 4. kıtasını daha okuyup yazmadan öğrendim. 
İşte ben buyum, Allahın kuluyum. 

Yüksel Özcan

_______________________________________________________14

From: DENİZ TOPRAK
Subject: Ynt: ADALAR POSTASI-2634'te de yayımlanacak...
Date: January 4, 2012 7:18:06 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Yine Cevap yok, yine boş laf Yüksel Özcan'dan… 
Dinliyoruz boş teneke tıngırtılarını… 

Hâlâ cevap vermiyorsun sorulara, veremiyorsun! :) Ama şaşırmadım. Der ki Hz. Mevlana, "Soru da bilgiden doğar, cevap da..." Ve der ki Hz. Mevlana, "Ey oğul, herkesin ölümü kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost! Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya doğrusu sen, kendinden korkmaktasın. Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer, ölüm onun yaprağıdır. İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş... Gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir."


_______________________________________________________15

From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: Fwd: adakule hakkında 1.TVBK Kararları son durumu ektedir
Date: January 5, 2012 2:50:52 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Adakule hakkında 

I. TVBK Kararları'nın son durumu ektedir...









_______________________________________________________16

From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: kesinleşmemiş ceza hakkında belgeler burada gazete küpürlerine bakmaya gerek yok-1. belgemiz
Date: January 5, 2012 3:44:05 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Kesinleşmemiş ceza hakkında 
belgeler burada
gazete küpürlerine bakmaya gerek yok!...


ADALET BAKANLIĞI CEZA İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NE,  
Gönderilmek Üzere 
ADALAR CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NA, 


KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİNİ SUNAN 
SANIK: Yüksel ÖZCAN (T.C.K: ) Büyükada Orman İşletme Şefliği Lojmanı Büyükada 

DAVACI: K.H. 

DAVAYA KATILAN: 
1- Orman Genel Müdürlüğüne izafeten Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü 
2- Kültür ve Turizm Bakanlığı 
3- Adalar Belediye Başkanlığı 

SUÇ: 2863 sayılı yasaya muhalefet, mala zarar verme, orman alanını işgal ve faydalanma 

SUÇ TARİHİ: 13.11.2007 

BOZULMASI İSTENEN MAHKEME KARARI: Adalar Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/6 E., 2010/126 K. Sayılı ilamı 

KONU: Adalar Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2008/6 E., 2010/126 K. Sayılı ilamının kanun yararına bozulması talebi 

AÇIKLAMALAR: Adalar Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/6E., 2010/126 K. Sayılı ilamı temiyiz incelemesinden geçmeyerek kesinleşmiştir. 

Öncelikle; dava konusu manastırın yıkımına bana verilen idari talimat neticesinde başlanmıştır. İdareme karşı sorumluluğum doğrultusunda emir gereği yerine getirilmiş, Orman Muhafaza Memurlarına gerekli talimatlar verilmiştir. Yetkilerimin ve verilen emirlerin dışına hiçbir suretle çıkılmamıştır. 

Söz konusu kararda davaya konu manastıra müdahale ederek yıkımı gerçekleştirdiğim, fakat aynı alandaki diğer tesislere dokunmadığımdan bahisle kasti davranışta bulunduğum sonucuna varılmıştır. Manastırın yıkımına başlandıktan sonra, kaymakamlıktan gelen emirle yıkım durdurulmuştur. Dolayısıyla diğer yerlerin yıkımına da geçilememiştir. Bu durumda şahsım için özel kasttan bahsedilmesi hukuka ve aykırıdır. 

Söz konusu manastıra asıl zararı onarım yaptığını iddia eden Vasil POLİDİS vermiştir. Kendisi 2863 sayılı yasaya göre cezalandırılmıştır. 

Hakkımda kurulan hüküm Niteliksiz Mala Zarar Vermedir. Oysa ki şikayetçi Patrik BARTHOLEMOUS ibadethane ve mezarlıklara zarar verme nedeniyle şikayetçi olmuştur. Kaldı ki Niteliksiz mala zarar verme suçu şikayete ve uzlaşmaya bağlı suçlardandır. 

Dava konusu olayla ilgili olarak hakkımda görevi kötüye kullanmaktan soruşturmama ve kovuşturmama kararının lehime değerlendirilmemesi de başka bir garipliktir. 

Devlet Ormanlarının her türlü tecavüzden korunması amacıyla, Orman Genel Müdürlüğümüzün genelge, talimat ve yazılarında mahkeme kararını beklemeksizin, idarenin memurlarınca müdahale edilebileceği, her türlü kaçak yapı ve tesislerin yıkılabileceği, bu kabil emirleri yerine getirmeyenler hakkında soruşturma açılacağı hususu çok net bir şekilde ortadayken, bizzat gerçekleştirmediğim yıkım işleminden dolayı ceza almam söz konusu olmamalıdır. Aksi takdirde hiçbir kamu görevlisinden bihakkın görev yapmasını beklemek mümkün olamaz. Dolayısıyla söz konusu karar hakka, adalete, hukuka ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırıdır. 

DELİLLER: Her tür delil. 

HUKUKİ NEDENLER: Olayla ilgili tüm mevzuat. SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle hukuka aykırı nitelikteki Adalar Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/6 E., 2010/126 K. Sayılı ilamının kanun yararına bozulmasını ve lehime olan kanun hükümlerinin uygulanmasını saygılarımla arz ve talep ederim. 20.12.2010 

Kanun yararına bozma isteminde bulunan 
Yüksel ÖZCAN


_______________________________________________________17


From: YÜKSEL ÖZCAN 
Subject: O davaya ait hukumlerde 7 kisi var. 5 kisi. Devlet ormanini isgalden cezalandirildi. Belgeleri ektedir. 
Date: January 5, 2012 7:41:55 PM GMT+02:00 
To: adalar.postasi@gmail.com

O davaya ait hükümlerde 7 kişi var!...

5 kişi, devlet ormanını işgalden cezalandırıldı.
Belgeleri ektedir.

Kararın tam metni kitap olur. Okumak isteyen buyursun gelsin. Karar henüz kesinleşmedi; bu arada itirazlarımız da kesinleşince yollarız Diğer 7 suçu işleyenlere ne diyecek Uzunlar acaba?

Bu da tekzibtir. Biz alıntılarla yazmayız. DAHAsı da olacak. Birileri uzayacak.

Kim militan acaba?

Yüksel Özcan








_______________________________________________________18


From: DENİZ TOPRAK
Subject: Yine Cevap yok, yine boş laf Yüksel Özcandan…
Date: January 6, 2012 4:31:44 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Yine Cevap yok, yine boş laf Yüksel Özcan'dan…

Dinliyoruz boş teneke tıngırtılarını… Hala cevap veremiyorsun sorulara, veremiyorsun :) Ama şaşırmadım. Der ki Hz. Mevlana; Soru da bilgiden doğar, cevap da. Ve der ki Hz. Mevlana; Ey oğul, herkesin ölümü kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost! Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya; doğrusu sen, kendinden korkmaktasın. Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer; ölüm onun yaprağıdır. İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş.. gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir.


_______________________________________________________19


From: DENİZ TOPRAK
Subject: TENEKE TINGIRTISI DEĞİL, CEVAP VERİYORUM…
Date: January 6, 2012 4:53:58 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

TENEKE TINGIRTISI DEĞİL, CEVAP VERİYORUM… 

En başından bu yana, defalarca ifade ettiğim gibi, YANGIN GÖZETLEME KULESİ’ni elbette ki destekliyorum, sonuna kadar EVET. Bu sebeple, ADAKULE sadece yangın gözetleme kulesi olsun, kimlerin (!!!) kullanacağı belli olmayan ya da bilinemeyen (!!!) hafta sonu konaklama tesisi olmasın. Devlet’in parasıyla keyfi uygulama savurganlığına sonuna kadar HAYIR!

YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; 
"Anayasamızın 169. maddesi 6831 sayılı Orman Kanunu, Orman Muhafaza Memurları Kanunu, 3091 sayılı kanun ve diğer kanunlar kapsamında devletin demirbaşının korunması için gerekli tedbirler alınmıştır." 
Ya ne tedbiri?

Aşağıdaki belgede (T.C. İSTANBUL 2. İDARE MAHKEMESİ) Adakule için bak ne diyor? 

Gecekondu olduğunu iddia ettiğin ve bu yolla savunmaya çalıştığın Adakule için alınmış olan yıkım kararında hukuka aykırılık bulunmadığını açıkça söylüyor. Yıkım kararı doğrudur diyor. Temyiz yolu da açıktır diyor. Bu belgeyi sen kendin gönderdin bize… 

Yani yıkım senin aldığın herhangi bir tedbirle durmamış ki. Danıştay kararı beklendiği için durmuş. Bundan bile kendine pay çıkarmaya çalışıyorsun. "Devletin demirbaşının korunması için gerekli tedbirler alınmıştır."mış. 


YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; "ADAKULE'DE DÜĞÜN VB EĞLENCE YAPMIŞ BİR Adalı ya da Adasız varsa. Herhangi bir ücretle Adakule'yi kiralamış veya satın almış bir Adalı veya Adasız varsa kendini açıklasın.

Al işte açıklıyorum. Aşağıdakiler senin sözlerin değil mi yoksa? Senelerdir uğraşmışsın ama kimseye ne satabilmişsin ne de kiralayabilmişsin. Uğraşmışsın ama yapamamışsın. Neyse ki Adalarımız bilinçli ki, kimse talip olmamış böyle bir saçmalığa. Yoksa görüldüğü gibi sen hazırsın yani!

http://www.milliyet.com.tr/buyukada-da-bilimsel-arastirma-tepesi/guncel/haberdetay/04.04.2010/1220374/default.htm 

[...]

TOPLANTI İÇİN KİRAYA VERİLEBİLİR 
Adalar Orman İşletme Şefi Yüksel Özcan, Adakule’nin herkese açık olduğunu, toplantı ve etkinlikler için kiralanabileceğini anlatıyor: “Biz burada zaman zaman toplantılar ve etkinlikler gerçekleştiriyoruz. Ama isteyen kişi ve kuruluşlara da burada toplantı ve etkinliklerini yapabilmeleri için kiralıyoruz. Burada daha başka çevre düzenlemeleri yapmayı planlıyoruz. Örneğin yeraltına bir kuyu açtık. Bir şelale yapacağız. Burayı daha ilginç ve daha çekici bir hale getireceğiz.” 

Adakule yeterince ilginç ve yeterince ilgimizi çekiyor zaten. Burayı daha ilginç ve daha çekici bir hale getirme artık. Hele ki Devlet’in parasıyla… 


YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; Adakule'de yapılan etkinlikler ve ziyaretlerden şikâyeti olanlar varsa onlara da Hayırsızada'yı öneririz. 

Ben şikâyetçiyim ziyaretlerden mesela. İşi olana değil ama eşe dosta açılırsa Adakule kapıları olmaz, değil mi? Bu arada hiç gittin mi bilmem ama belli ki sevmemişsin sen Hayırsızada’yı. Korkuttu mu seni, yoksa gitmeye değer, ilgini çekebilecek bir yer mi değil? Uzmanlık alanına mı girmiyor yoksa? Oysa o da Adalar’a dair. Gitmelisin bence. Sen önermeden çok önce de biz gidiyorduk zaten Hayırsızada’ya. Öneri için teşekkürler, yine gideriz. 


YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; "Gelinler duvaklarıyla yürüyemedikleri için Belediye nikâh kıyamamıştır Adakule'de. Düğün yapılamamıştır Adakule'de."    

Dedim ya! Uğraşmışsın ama yapamamışsın. Duvakla yürüyecek gelin bulsan düğün tamam yani. Aslında aşağıda çözümü de söylemişsin zaten çok önce.

“Helikopteri olan zenginler Adakule’ye yürümeden rahatlıkla varabilsin diye… Dizilere, düğün, nişan gibi organizasyonlara kiralanması planlanan Adakule’nin şimdilik pek talibi çıkmamış. Oysa dileyen Orman Genel Müdürlüğü’nden izin alıp istediği her türlü organizasyonu düzenleyebiliyormuş.” 

Şimdi olmasa da belki ilerde yangın söndürme helikopteri, makam faytonu, kurum aracı falan tahsis edilirse düğün dernek sahiplerine, şimdiden söylemek isterim ki ben yine rahatsız olurum!

Sen çok yaşa emi… Hani bir de çeşitli etkinlikler için Adakule’yi kullananlardan bedel almıyormuşsun ya, Devlet’in malını uygun gördüğün şekilde ücretsiz kullandırdığın için bizden takdir beklemiyorsundur umarım. 


YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; "Termal Kameralı Sistem bulunduğu için rakı-şiş-kebab yapılamamıştır Adakule'de."    

YAPILAMAMIŞTIR mı? YAPIL(A)MADI diyorsun yani. Neyse ki termalmiş kameralar o zaman… 


YÜKSEL ÖZCAN demiş ki; "Yangın nöbeti tutanlar kalmaktadır Adakule'de. Tutacak olan varsa kalabilir Adakule'de!..."

Yani Adakule’de birilerini görürsek bilmeliyiz ki arkadaşlar yangın nöbetinde. Böyle saçmalık olur mu? İşte ben tam da buna karşıyım. Kendi malına mülküne çağırır gibi çağırma insanları Adakule’ye. Adakule’nin nesisin sen? Orası Devlet malı. Nöbeti görevli ormancı tutacak, görevi gereği ormancı tutacak. Yoksa herkes alır eşini dostunu, haydi yangın nöbetine. Anladın değil mi? Yok öyle… Bunlar benim cevaplarım, ya senin cevapların???


_______________________________________________________20


From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: ormanci mi militan mi alinti haberi sahibi tekzibine ek belgeler arka kapak olsun
Date: January 6, 2012 5:58:57 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

"ormancı mı? militan mı?"
alıntı haberi sahibi tekzibine 
ekteki belgeler arka kapak olsun!...









_______________________________________________________21

From: EMİNE ÇİĞDEM TUGAY 
Subject: 2012'nin mottosu!...
Date: January 8, 2012 10:22:04 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

2012'nin mottosu!...


Sevgili Dostlar, 
"2012'nin mottosu ne olsun?" diye düşünüp dururken şu günlerde; 
dün gece geç vakit sanal âlemde 
Sevgili Nezih Uzel'in vaktiyle konuk olduğu TekeTek programının videosuna tesadüfle 
2012'nin 'kendimce' mottosunu da buluverdim böylelikle!


"Gezerken yağmurda rüzgârda karda / İçimde güneşi yakar giderim
ve/veya
"Bağrımı kaplayan karanlıklarda / Ben bir şimşek gibi çakar giderim
 ve/veya 
 "Bana gülmezse de hayatın yüzü / Ben ona gülerek geçer giderim"


Mûnis Fâik Ozansoy'un güftesi, Münir Nurettin Selçuk'un bestesi "Gezerken Yağmurda"yı icra eden Nezih Uzel'in —ilki Murat Bardakçı'nın udu diğeri Kudsi Erguner'in neyi eşliğindeki— her iki yorumunu da dinlemeniz tavsiyesiyle...


Ada sahillerinden sevgiyle selâm ederim,


Çiğdem 
)O(