11 Kasım 2010 Perşembe

ADALAR POSTASI-2511: ben yazları paşa’nın büyükada’da merhum üstad-ı ekrem’in köşküne bitişik evinde geçirirdim...




* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

2 Temmuz 1905 Cumartesi günlü, Karaköy'den hareketle Heybeliadası'na gidiş-dönüş olarak bir eğlence gemisi içinde yapılacak yemekli ve içmeli organizasyon için bilet basıldığı belirtilerek, izin alınıp-alınmadığının araştırılıp neticenin bildirilmesine dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Fotoğraf: Ugo Antonio Corintio, Heybeli'ye bir bakış, Ağustos 2010.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

11 Kasım 2010 Perşembe
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
15/24ºC
% 54-65 nem
Kıble, G 24km/sa
Gündoğuşu 06:46... Günbatışı 16:49...


* * *
Cicely Mary Barker, The Sweet Chestnut Fairy.

* * *

1- İhale uyarınca İDO, Bostancı-Kabataş, Bostancı-Kadıköy-Yenikapı-Bakırköy, Boğaz hattı, Bostancı-Heybeliada-Büyükada-Burgazada-Kınalıada-Kabataş (Adalar hattı), Pendik-Kartal-Maltepe-Bostancı, Büyükçekmece-Avcılar-Bakırköy ve arabalı vapur hattı olarak da Sirkeci-Harem arasında toplu taşıma ruhsatını aldı...

2- Pınar Satıoğlu: "İDO'nun boğaz veya Adalar seyahati için böylesi bir etkinliğe bakışını tahmin edebilir misiniz?..."

3- Esra Boğazlayan: "Çok değil... Bir ay önceydi... Sedef Adası’nı karıştıran yeşil alan sorununu manşetimize taşımıştık. Adalar Belediyesi, Sedef Adası’nın tam tepesinde bulunan ormanlık alanı satmak istemiş, hatta başkana yetki verilmesi için konu belediye meclisinde gündeme getirilmiş, böylece de kıyamet kopmuştu..."

4- Ahmet Kemal: "Ben yazları Paşa’nın Büyükada’da merhum Üstad-ı Ekrem’in köşküne bitişik evinde geçirirdim..."

)O(



_______________________________________________________1

Haberler.com, 10.11.2010

http://www.haberler.com/deniz-toplu-tasima-ruhsat-ihalesi-2361837-haberi/2361837

Deniz Toplu Taşıma Ruhsat İhalesi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin denizde toplu taşıma ruhsat hakkının verilmesine ilişkin ihalesini İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) A.Ş kazandı.

Büyükşehir Belediyesi'nden alınan bilgiye göre, İstanbul'da deniz ulaşımının entegrasyonunu sağlayarak kaliteli, hızlı ve etkin deniz taşımacılığı yapmak, deniz ulaşımının diğer ulaşım türleri arasında payını artırmak amacıyla Ulaşım Koordinasyon Merkezi kararıyla 7 hatta denizde toplu taşıma ruhsat hakkı verilmesi işi için ihale yapıldı.

Açık ihale yöntemiyle yapılan ve tek katılımcının olduğu ihaleyi İDO A.Ş aldı. İhale uyarınca İDO, Bostancı-Kabataş, Bostancı-Kadıköy-Yenikapı-Bakırköy, Boğaz hattı, Bostancı-Heybeliada-Büyükada-Burgazada-Kınalıada-Kabataş (Adalar hattı), Pendik-Kartal-Maltepe-Bostancı, Büyükçekmece-Avcılar-Bakırköy ve arabalı vapur hattı olarak da Sirkeci-Harem arasında toplu taşıma ruhsatını aldı.

İhaleye göre İDO, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yıllık brüt cirodan yüzde 1 pay verecek.

(SER-TUR-YHO) - İSTANBUL (Anadolu Ajansı) 10.11.2010 20:53 [2361837]


_______________________________________________________2

From: PINAR SATIOĞLU
Subject: Fw: 1937 Yılından Bir Reklam
Date: November 9, 2010 12:22:58 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com 

Aydınlanma devrindeki sosyal etkinliklere bakınız... 



Günümüzde, AKP yanlısı bir kanal dışında hiçbir TV yayının açılmasına izin verilmeyen İDO'nun boğaz veya Adalar seyahati için böylesi bir etkinliğe bakışını tahmin edebilir misiniz?





_______________________________________________________3

HaberTürk, 11.11.2010
Esra Boğazlayan

http://ekonomi.haberturk.com/turizm/haber/570802-sedef-adasinda-yesil-kavgasi-kizisti

Sedef Adası'nda yeşil kavgası kızıştı

Ada sakinleri, "Yeşil alan yok edilmek isteniyor" diye ayaklandı...


ÇOK değil... Bir ay önceydi... Sedef Adası’nı karıştıran yeşil alan sorununu manşetimize taşımıştık. Adalar Belediyesi, Sedef Adası’nın tam tepesinde bulunan ormanlık alanı satmak istemiş, hatta başkana yetki verilmesi için konu belediye meclisinde gündeme getirilmiş, böylece de kıyamet kopmuştu... Sedef Adası sakinleri, belediyenin bu kararına şiddetle karşı çıkmış, birbiri ardına itiraz dilekçeleri verilmiş, hatta bölge SİT alanı olduğundan Anıtlar Kurulu’na bile başvurulmuştu.

İşte bu yoğun tepki nedeniyle de satış gerçekleştirilememişti. Evet... Belediye meclisinden satış kararı çıkmadı, proje rafa kalktı, ne var ki araziyle ilgili problemler bitmedi. Bu kez de Adalar Belediyesi’ne ait kamyonların araziye gitmesi, adalıların ağaç dikmek için açtığı çukurların kapatılması ortalığı karıştırdı. Sedef Adalıların aklına ‘Yoksa yeşil doku tahrip mi edilecek, yoksa bu yeşil alanın imara açılması için zemin mi hazırlanıyor’ sorusu takıldı. Ve bu endişelerini Acil Şikayet Hattı’na bakın nasıl anlattılar...

“BİTKİ ÖRTÜSÜNE ZARAR VERİLDİ”

“Adamızın tepesinde, ormanlık hale getirmiş olduğumuz, ama aslen adanın sahipleri tarafından belediyeye hibe edilmiş olan bir arazi var. Belediye, geçtiğimiz aylarda, bu araziyi satmak istedi. Biz adalılar da SİT alanı olan bu arazinin satışıyla ne elde edileceğine anlam veremedik. Doğal olarak da ormanlık alanın imara açılmasından korktuk. Araziyi satın alacak olan kişinin burayı betonlaştırmasından kaygılandık. Belediye başkanı başta olmak üzere tüm yetkililer bu arazinin koruyucusu olduklarını, satılsa bile yeşil alan olarak kalacağını, zaten bölgenin SİT alanı olduğunu söylese de kafamız çok karışmıştı. Satışın durdurulması için yaptığımız girişimler sonuç vermiş, biz de rahat bir nefes almıştık. Fakat geçtiğimiz cumartesi günü olanlar, araziyle ilgili planların devam ettiğini düşündürdü bize... Saat 18.00’de yoğun sise rağmen Adalar Belediyesi tarafından adamıza bir çıkarma gemisi ile kepçe yollandı. Arazide, projektör altında çalışma yapıldı, bitki örtüsüne zarar verildi. Rutin orman bakımı ve yenileme ve geliştirme faaliyetleri kapsamında, adanın bütün orman alanlarında, her yıl sonbahar döneminde yapıldığı gibi, bu arazide de açmış olduğumuz yeni ağaç dikim çukurları, belediye kepçesi ve ekipleri tarafından moloz ve toprakla dolduruldu. Yıllardan beri yarattığımız ve bakımını yaptığımız orman bölgesine verilen bu zarar bizi çok üzdü. Artık, ‘Belediye bu araziye bina diker mi, site yapar mı’ diye düşünmek istemiyoruz. Sürekli ensemizde belediyenin nefesini hissetmeden önemli doğa alanı olarak çok nadir bulunan bir fauna haline gelmiş bir yeri belediyenin de korumasını istiyoruz.”

“PLANSIZ, PROJESİZ AĞAÇ DİKİLMEZ”

İşte Sedef Adalılar, endişelerini bu çarpıcı sözlerle ifade ediyor. Peki ya ada sakinlerinin iddiaları karşısında Adalar Belediyesi ne diyor? Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız başkan yardımcısı Resul Can, şu açıklamayı yaptı: “Geçtiğimiz cuma günü, 5 No’lu Anıtlar Kurulu üyeleriyle birlikte Sedef Adası’na gittik, bölgeyi gezerken söz konusu arazinin çalı çırpıyla dolduğunu, çöplerin bulunduğunu, ayrıca da yüzlerce çukur açıldığını gördük. Hem bu çöplerin toplanması, çalıların temizlenmesi, hem de gelişigüzel açılan bu çukurların kapatılması için ertesi gün, iki kamyon ve çöpleri, hurdaları kamyona yüklemek için bir de iş makinesi gönderdik. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var. Sedef Adalıların zaten bu alandaki çöplerin ve hurdaların toplanması için bize başvurusu bulunuyordu. Cumartesi günü, iki kamyon ve bir iş makinesi hem ağaçlık alanı temizledi hem de çukurları kapattı. Evet... Bu çukurları kapattık. Çünkü bizden kimse buraya ağaç dikilmesi için izin istemedi. Bütün Adalar bölgesi SİT alanıdır. Dolayısıyla kimse kafasına göre hiçbir şey yapamaz. Öyle plan, proje olmadan ağaç bile dikilemez. Araziye ağaç dikmek için çukurları açan kişilerin bize herhangi bir başvurusu olmamıştır. Zaten buraya ağaç dikilmesi, peyzaj çalışmalarının yapılması da kurul kararıyla olur. Biz bu arsaya ağaç dikilmesine karşı değiliz. Ancak ağaçlandırmak belli bir plan çerçevesinde olur. Bize proje getirsinler, üzerinde konuşalım, izinler alalım, sonra elbette ki ağaçlandırma olur...


_______________________________________________________4

Hürriyet, 6.11.2010
Soner Yalçın

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=16236203

‘Şairler hücresi’ kimi öldürecekti

TAKSİM ’de canlı bomba terörü gerçekleştiğini öğrendiğimde elimde “Son Jön Türk Kalesi: Ahmet Kemal Akünal” adlı biyografi kitabı vardı. (Derleyen M. Kayahan Özgül, Kitabevi) Bu kadar tesadüf olmaz; tam da şair Ahmet Kemal’in, Sultan II. Abdulhamid’e düzenleyeceği suikast planıyla ilgili bölümü okuyordum.

Servet-i Fünun yazarı Ahmet Kemal defterine bakın suikastla ilgili neler yazdı:

“Benim Tartaksiyon Cemal Paşa adında bir eniştem vardı. Halamın kocasıydı. Eşi diyemiyorum, çünkü eşi değil, kocasıydı. Sultan Abdulaziz’in mabeyincilerinden Ahmet Bey’in oğlu idi. Harbiye Mektebi’nden çıkınca babasının iltimasıyla Avrupa’ya ataşe militer yolladılar. Oralarda yirmi-otuz sene oturdu. Nüzul isabet etti, ancak bu suretle İstanbul’a döndü.(...)

Kimseye zarar vermeden Abdulhamid’in teveccühünü ve atıfetini kazanmaya çalışırdı. Mesela kötürüm olduğu halde, her cuma selamlığına koşar ve efendisine görünür idi. Abdulhamid buna bir nefer tahsis etmişti. İnişte, yokuşta, kalkışta, oturuşta Paşa’yı bu nefer sırtında taşırdı. Hulasa eniştem Abdulhamid’in emniyet ettiği bir adamdı.”

Hücre toplantısı

Ahmet Kemal 1900 yılında bir gün eniştesinin “güvenilir adam” olma özelliğinden yararlanmak istedi. Suikast planı yaptı ve bunu da defterine şöyle kaydetti:

“Ben yazları Paşa’nın Büyükada’da merhum Üstad-ı Ekrem’in köşküne bitişik evinde geçirirdim. Şeker bayramına bir hafta kalmıştı. Şeytan bana dedik ki, ‘Paşa bu bayram saraya muayedeye (bayramlaşmaya) gidecek. Paşayı arabaya, Dolmabahçe Sarayı’nda merdivenlere bindirip indirecek, koluna girerek muayede salonuna götürecek ve onu salonun kapısında bekleyecek nefer Mustafa’dır. Bu bayram bu işi sen görsen ve iki parmağının ucundan fırlayacak ümmet-i Muhammed’e bir ıyd-i necat ilan etsen olmaz mı?’ Bu fikir yılan gibi beynimi kemirmeğe başladı. İnanınız iki üç gün gözüme uyku girmedi.
İstanbul’a indim. Hemen (Peyami Safa’nın babası, şair-yazar) İsmail Safa’yı, (yazar) Ubeydullah’ı ve bize yakın Ağayokuşu’nda oturan Tevfik Fikret’i Taşkasap’taki evime topladım. Mafiyyü’z-zamari (gönlümden geçeni) bunlara açtım.

Tevfik Fikret ile Ubeydullah, ‘Milletçe bir hazırlık yokken ve ba-husus böyle bir fırsattan memleket için tehlikeli bir surette istifadeye kalkışacak olan Rusya’ya karşı siyasi tedbirler layıkıyla temin edilmemişken, yapılacak bu iş doğru olmaz’ dediler.

İsmail Safa ise, Rusya’nın Türkiye hakkındaki meş’um maksadına zamanın şartları muvafık gelince fırsat ve vesile ihdasını bizden beklemeyeceğini; Abdülhamid’in öldürülmesiyle Türkiye’nin taksimi meselesinin ortaya çıkacağını düşünmenin, devletin onun sayesinde yaşadığına inanmak demek olacağını ve böyle düşünüldüğü takdirde, şimdiye kadar aleyhinde bulunduğumuz için, hemen tövbe ve istiğfar etmemiz lazım geleceğini söyleyerek, ‘Kemal! Kalbinde cesaret, önünde muvafakkiyet görüyorsan bir dakika durma!’ dedi.

Ubeydullah: Ali Süavi vak’asına bir nazire yapılmış olur. Hele onun gibi muvaffakkiyetsizlikle neticelendiği takdirde, idare makinasının ne kadar sıkıştırılacağı, ne kadar hainane işleyeceğini akla getirmek lazım. Bugünki tazyikle Midhat Paşa ve Ali Süavi vak’alarının ehemmiyetli tesirlerini unutmamalı.

Tevfik Fikret: Çok konuştuk. Bence her şeyden evvel bu işin bu dört kişinin vereceği kararla yapılacak kadar iş olmadığını teslim etmelidir. Ahmed Kemal’in anlatışına bakılırsa, padişahın imha-yı vücudu mümkün görünüyor. Gelecek padişah da bu hadiseden foya meydana çıkıncaya kadar korkacak ve kendisine uzatılan metalib (istekler) listesine iltifat edecektir. İşte bu esnada dahili ve harici siyaseti ve bilhassa padişahı idare edecek kabineyi teşkil ettiniz mi ve riyasetine kimi getireceksiniz? Eğer bu zat Said ve Kamil paşalardan biri olacaksa, yapılan fedakârlığın bu iki menhus (uğursuz) herife makam-ı ikbal hazırlamaktan başka bir semeresi görülemez. Böyle bir inkılabı idare edecek yeni bir adam da benim aklıma gelmiyor.

Ubeydullah: Ben Tevfik’in fikrindeyim. Bu işi devlet siyasetinde tecrübe görmüş, namuslu adamlarımızdan biriyle görüşmeliyiz. Mesela İsmail Kemal, Berlin Sefiri Galib, Ali Paşa damadı Ferik Nazım Paşa...”

Galib Bey’e teklif
“Üç saatten fazla süren bu müzakere neticesinde Ubeydullah ile benim milletin en namuslu adamı olan Galib Bey’le görüşmemiz kararlaştırıldı. Merhumun Şehzadebaşı’ndaki konağına ertesi sabah erkenden gittik. Merhum bizi asil, cemil ve beşuş simasıyla kabul etti. Bir saat kadar görüştük. Bize işin bu kadar basit görülemeyeceğini, buna kuvvetli bir tertibatın tekaddüm etmesi (öncelikle) lazım geleceğini beyan ve izah etti. Biz de elini öptük çıktık.

Arkadaşlara anlattık ve işi, iki ay sonra gelecek Kurban Bayramı’na talik ettik.

Ben iki gün sonra eniştemle muayedeye gittim. Paşa benim kolumda olarak muayede salonuna kadar salinen çıktık. Salonunun bulunduğu kat sırmalı adamlarla dolmuştu. Bunların kimi odalarda, kimi sofalarda dolaşıyordu. Ben Paşa’nın yanından ayrılmıyordum. Bir tanıyana rastlarım diye korkuyordum.

(...) Bir kapıdan zat-ı şahane göründü. Çok seri adımlarla kanapenin önüne geldi, durdu, nakibü’l-eşraf tarafından kısa bir dua okunduktan sonra muayedeye başladı.

(...) Muayede bitti. Padişah da çıktığı kapıya doğru çekildi, gitti. İşte muayede bu kadar basit bir şeydi. Eniştem gibi bir vasıtayı bulduktan sonra saraya, muayede salonuna girmek ve Abdulhamid’i öldürmek hatırı sayılır bir iş bile değildi. Fakat eniştem gibi Abdulhamid’in mutemedi, sarayca tanınmış bir zatı bulmak, onu şüphelendirmeden koluna girmek ve haşmetli insan mahşeri içinde kurşunu hedefe isabet ettirmek... İşte bunlar hatırı çok sayılan işlerdendir.

Netice nasıl olurdu? Tarih över miydi, söver miydi, buralarını hâlâ düşünmek istemiyorum.

Fakat işi arkadaşlarıma açtığıma bugün de yanarım. Tercüme-i halimin son sahifesini o intikam sahnesiyle kapayarak huzur-ı ilahiye, Abdulhamid ile gırtlak gırtlağa çıkmak daha iyi olurdu gibime geliyor. Akıllı düşününceye kadar deli köprüyü geçer derler. Ben o deliliği yapamadım. Arkadaşların ukalalığına yandım vesselam.

İşte talik ettiğimiz Kurban Bayramı’nda ben, (yazdıklarından ötürü tutuklanmamak için) hayfa ki Atina’da bulunuyordum.”

Ahmet Kemal’in anılarında beni şaşırtan Tevfik Fikret oldu. Suikasta karşı çıkmış! Oysa 5 yıl sonra Tevfik Fikret, II. Abdulhamid’e suikast düzenleyenleri yazdığı şiiriyle övecekti. Hatta Ermeni komitacılara, “Müslümanları niye öldürüyorsunuz, gidin padişahı öldürün” dediği de bilinir.
5 yıl içinde ne değişmişti? Tevfik Fikret neden suikastçıları över hale gelmişti?
Münevverlerin içine sürüklendikleri çaresizlik olabilir mi?

Osmanlı münevverlerinin dilekçesi:

İNGİLİZLERİ DESTEKLİYORUZ

“Aydınlar Dilekçesi” denilince aklınıza ne gelir?

5 Mart 1984’te Aziz Nesin-Yalçın Küçük önderliğinde 1300 aydının 12 Eylül darbecilerinden demokrasi talep eden dilekçeleri kuşkusuz.

Aydının 12 Eylül darbesine karşı toplu başkaldırısının miladıdır bu dilekçe.

Tevfik Fikret ve arkadaşlarının II. Abdulhamid’e suikast planlamasının nedeni üzerine düşünürken imdadıma yine Ahmet Kemal’in defterlerine yazdığı notlar yetişti. Osmanlı münevverinin ruh halini harika yansıtıyor bu defterdeki bilgiler. Şöyle...

Yıl 1899.
İngilizler Güney Afrika’nın altınına göz dikip bu toprakları 500 bin askeriyle işgal etti. Topraklarını ve altınlarını kaptırmak istemeyen Boer’ler İngilizlere karşı gerilla mücadelesi verdi. Evleri yakılıp yıkıldı; eşleri-çocukları öldürüldü; toplama kamplarında işkenceler gördüler ama Boer’ler geri adım atmadılar.
Tam o günlerde Osmanlı münevverleri ne yaptı dersiniz?
Şu analizi yaptılar:
İngilizler kaybederse bu İngiliz karşıtı bir politika izleyen II. Abdulhamid’in işine gelir. O halde biz İngilizleri destekleyelim!
Ve bu desteği de verdiler. Nasıl mı?
Eski sefirlerden Ali Galib Bey’in Rumelihisarı’ndaki evinde toplantı düzenlediler. Toplantıya, İsmail Kemal, Hüseyin Siret, İsmail Safa, Ubeydullah katıldı.
İngiltere Büyükelçisi Sir Nicholas O’Conor’a hitaben bir mektup kaleme aldılar. Bir de desteklerine kılıf buldular: “İngilizler Kırım Savaşı’nda bizimle birlikte harp ettiklerinden İngiltere’nin bu savaşta muzafferiyetlerini temenni ederiz!”
Fakat gerçek niyetlerini de yazmadan edemediler: “Sultan Hamid’in İngilizlere karşı planladığı hasmane siyasete millet iştirak etmemektedir.”
Hüseyin Cahit Yalçın’a göre metni Tevfik Fikret kaleme almıştı. Kimine göre ise Hüseyin Siret yazdı. Neyse, konumuz bu değil.
Sonuçta dilekçe Osmanlı münevverlerine sunuldu; destek imzası istendi.
Kimler destek vermedi ki: Recaizade Ekrem, Sami Paşazade Sezai, Mehmet Cavid, Mehmet Rauf, Ahmet Kemal, Tevfik Fikret gibi yirmi dokuz münevver.

Tarih: 20 Kasım 1899.
Güney Afrika sömürgesi İngilizler oluk oluk kan akıtırken Osmanlı münevverleri İngiltere Büyükelçiliği’nin kapısını çaldı. On iki kişiydiler.
Dilekçelerini bizzat Sir O’Conor’a elden verdiler.
Kuşkusuz II. Abdulhamid bu girişimi duydu. Korktu. Operasyon başlattı.
İlk önce Hüseyin Siret ve Ubeydullah Beşiktaş Karakolu’na çekildi.
İngilizler bu gözaltında rahatsız oldular. Büyükelçi O’Conor girişimde bulundu; gözaltına alınanlar serbest bırakıldı.
Ancak II. Abdulhamid bu olayı unutmadı. İki ay sonra Hüseyin Siret’i Bitlis’e, İsmail Safa’yı Sivas’a, Ubeydullah’ı Taif’e sürgüne gönderdi.
Tevfik Fikret evinde göz hapsine alındı.
Kimi de yurtdışına kaçtı.
Bunlardan biri Ahmet Kemal idi.
Kaçmasının nedeni birkaç ay önce başına gelenlerdi.
Pul Mecmuası’nın başyazarıydı. Servet-i Fünun’da yazıyordu. Tanınmış biriydi yani.
O dönem Paris’te bulunan Ali Kemal, İstanbul’daki bir dostuna mektup gönderir. Bu hemen Yıldız Sarayı’na jurnal edilir. Ancak “Ali Kemal” yerine yanlışlıkla “Ahmet Kemal” denir.

Eh dolayısıyla Ahmet Kemal evinden alınarak Zaptiye Nezareti’ne götürülür. Burada Nazır Şefik Paşa’nın huzuruna çıkarılır. İki soru sorulduktan sonra Şefik Paşa, “Kemal Bey, sizinle görüşeceğim; lakin şimdi saraydan çağrıldım. Acele gideceğim ve çabuk geleceğim. Siz komiser beyin odasında biraz istirahat buyurun” diyerek gider. Gidiş o gidiştir. Ahmet Kemal, Şefik Paşa’nın gelmesini tam 7 ay bekler!

Başına gelen bu durumu şöyle yazıyor defterine:
“O zamanın hükümeti az çok tanınmış kimseleri güpegündüz, halkın gözü önünde tevkifhaneye götürüp tıkmayı korkak siyasetine muvafık bulmuyordu. Bu sebeple, şunun bunun odasında iltifatlı muamelelerle avutuyor, ortalık kararıp tenhalaştıktan sonra menzil-i maksuda ulaştırılıyordu. Ben de bu suretle komiserin odasında nazırı beklemek üzere yatsı vaktini bulmuş ve ‘Nazır Paşa belki daha geç kalırlar, anlaşılıyor ki sarayda çok mühim bir işi çıkmış, zat-ı âliniz rahatsız olmayınız, Paşa gelince sizi uyandırırız’ sözleriyle tevkifhanede karyolalı hususi bir odaya sevk olunmuştum. İşte o yedi ay tevkifhane müdürüne ait bu odada geçmişti.”

İşte bu olayı iyi bildiği için İngiltere Büyükelçiliği’ne verilen dilekçeyle ilgili gözaltıları duyar duymaz Ahmet Kemal Atina’ya kaçtı. II. Abdulhamid’e Kurban Bayramı’nda yapılacak suikast bu nedenle gerçekleşemedi.