2 Ekim 2011 Pazar

ADALAR POSTASI-2605: fî tarihinde büyükada’nın eski imar planını yapan alman kadastrocular...

Büyükada'da, 1930.

* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

28 Haziran 1910 Salı günlü, Büyükada'da meydana gelen hırsızlık olayı hakkında yapılan tahkikatta böyle bir hırsızlık vakasının olmadığının anlaşıldığına dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada'da, 26.9.2011.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

2 Ekim 2011 Pazar
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
13-23ºC
% 54-83 nem
Poyraz, KD 21km/sa
Günbatısı 07:01... Günbatışı 18:45...
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarınca


* * *
Cicely Mary Barker, The Beechnut Fairy.

* * *

1- Viktor Albukrek: "Anlattıklarına göre fî tarihinde Büyükada’nın eski imar planını yapan Alman kadastrocular..."

2- Arabacılar, seyir halinde faytonlarında neden müzik çalıyorlar acaba?...

3- Osman Bahadır: "Halit Ziya Uşaklıgil'in,  20 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki  Recaizade başlıklı yazısından..."

4- Adalar Belediyesi doktorlarından Erhan Şuben’in annesi Nezahat Şuben, öğle namazı sonrası Büyükada Mezarlığı’nda toprağa verildi.

5- Sibel Akkaşoğlu: "Sevinç Alantar'ın cenazesi 30 Eylül Cuma günü öğlen namazında Büyükada Hamidiye Camii'nden kaldırılacak, Büyükada Mezarlığı'nda defnedilecektir..."

6- Adalar Kültür Derneği: "Değerli Sevinç Alantar'ın vefatını öğrenmiş bulunuyoruz.
Ruhu şad olsun, dostlarının başı sağ olsun..."

7- Adalar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na emanet!...

8- Ayşegül F. Yelkenci: "Binlerce göktaşını karşılamaya hazır olun!..."

9- Haluk Direskeneli: "Pazardan bir ufak mutfak aleti aldım, fasulyeyi boylamasına 5-6 ince dilime bölüyor, yandan kılçıklarını ayıklıyor, pişirmesi kolay rahat güzel bir yemek oluyor..."

10- İsmet Güvenç: "Büyükada İskele Meydanı düzenlemesinin 14 Eylül 2011 itibariyle
durumunu yansıtan kısa filmimi bigilerinize sunuyorum..."

11- Haluk Direskeneli: "Aya Yorgi tepesini Belediye çalışanları herhalde temizleyecekler, yol boyu çözülen binlerce metre ip ne olacak bilemem?..." 

12- Handan Altıneller: "Harika bir şey oldu, iki kişi katıldı bizimle temizlemeye, sonra dört, sonra altı... Öbek öbek ip topladık birlikte..."

13- Adalar'ın metrekaresi kaça?...

)O(


_______________________________________________________1

From: VİKTOR ALBUKREK
Subject: Teşekkür ve yazdıklarım...
Date: September 12, 2011 10:36:45 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com

VİKTOR ALBUKREK’İN BÜYÜKADASI (1931-1961)


[VI]

Anlattıklarına göre fî tarihinde Büyükada’nın eski imar planını yapan Alman kadastrocular, arsaları belirlemek için adamızın doğal kayasını teşkil eden ve özellikle kiremit- sarımtrak karışımı renkte olan demir oksitli taşı kullanmışlar. Adamızın bakir yörelerinde, elli santim eninde ve bir boy yüksekliğinde olan, güneşi yandan aldığında altın gibi parlayan, ‘kaba yonu’ şeklinde örülmüş sarı-kırmızı renk ve siyah damarlı şahane güzellikteki bu tür taş duvarların bir bölümü günümüze kadar kalmıştır.


Biz çocuklar bunların üzerlerine çıkıp, atlamak veya dengede yürümek için yarışırdık. Alıştırma olsun diye çok defa ben, evden iskeleye gitmek için ana yolu takip edeceğime, evimizin karşısındaki Taranto’ların bahçesine girer, yola paralel bulunan dört adet arsayı ayıran bu tür duvarların üzerinden atlaya atlaya Kalipso Oteli'nin çay bahçesinden çıkarak 23 Nisan Caddesi'ne varmayı maharet sayardım. Benimsediğim bu tür spordan dolayı yaz mevsimi boyunca düşüp kalkmaktan dirseklerimde ve diz kapaklarımda kanayan yaralar eksik olmazdı.

(soldan sağa) Rita, Viktor, Nenet, Yılmaz, Musa, ?, Rejin-Reyina, Marko-Ovadya Albukrek, Fortune-Mazalto Aseo Kohen,
Büyükada'da evlerinin arka bahçesinde birarada...

Annemiz, çocuklarının yaptığı bir elişini, bir el becerisini, değerli bir esermiş gibi, tüm aile efradını yanına çağırarak, iftiharla gösterir, sırayla hepimizi yüreklendirirdi. Babamız da, bu temaşaya katılır, sanatın hayatımızı renklendirdiğini, genel kültürü zenginleştirdiğini belirtir ve ileride, ömür boyu karşımıza çıkabilecek, beklenmedik durumlar için okluğumuzda, fazla yedek ok ve yedek yay bulundurmanın önemini, değişik misallerle anlatırdı. “Şans’a inanmayın,” derdi. “Şans’ın sizden yana olacağına hiçbir zaman güvenmeyin. Şans, önünüzde akan derenin sürüklediği mantar parçasını alabilene güler. Bu yüzen parçaya erişmek, onu yakalayabilmek için hazırlıklı olmanız gerekir. Bu hazırlık, okumakla, derslere çalışmakla olur,” diye de ilave ederdi.

Dolayısıyla yaz tatili başlar başlamaz özel derslere önem verilirdi. Öğretmen eve gelmeden bir saat kadar evvel, yarım kalmış bir el işini bitirmek veya hazırlanmamış bir dersi atlatmak için en geçerli bahanemiz “Karnım ağrıyor,” idi. Annemiz, derhal yarım elma yedikten sonra derse girmemizde ısrarlıydı. Babamız ise tatilde olsak da çalışmanın gerekli olduğunu, hayvanlar âleminden İbranice bir misalle açıklardı: “Lo raiti hatul yaşan, şelihnaz ahbar la pe” (Uyuyan kedinin ağzına, farenin girdiği görülmemiştir). Bu deyimi, yaz boyunca tembel tembel oturmamamız için tekrarlardı ve bana da son sözü: “Kemana çalış, bir gün lâzım olur,” idi.

Büyüklerim, “Bırakma kemanı, bir gün lâzım olur,” dediklerinde neyi kastettiklerini sorduğumdaysa annemin cevabı: “Bir gün lâzım olur,” idi. Gece yatağa girdiğimde düş kurardım: “Acaba bu kemandan bana ne zaman fayda gelecek ki? Çiçek Pazarı’nda seyyar çalgıcılar gibi masa masa dolaşıp çalacağım zaman mı, yoksa kullandığım adi kemanın birden bire değerli bir Stradivarius olduğunu keşfederek milyoner olacağım gün mü?”


Yıllarca sonra keman çaldığım değişik amatör orkestralarda alkışlanırken ve bilhassa o günlerden tam 65 yıl sonra 2008'de Atatürk Kültür Merkezi'nde sahnelenen Masada temsilinin orkestrasında keman çaldığım için plaket alırken; anne ve babamın “Bir gün lâzım olur,” seslerini hasret ve içtenlikle duyar gibi oluyorum. Bu tür alkışlardan payıma düşeni, daima annem ve babama gönderirim.

Ada'ya sıklıkla davet ettiğim ilkokul arkadaşım Hananya Abulafya idi. Henüz altı buçuk yaşındayken annem beni okula götürdüğü ilk gün, sırtında bir kamburu olan ve yapayalnız bir köşede sessizce duran bu çocuğa gözünü kestirdi ve: “Bak,” demişti bana, “Bu çocuğun annesi öldü, yani annesi yok! Sen onunla arkadaş olacaksın! Sana bu vazifeyi veriyorum! Onun bir köşede yalnız kalmasına sakın müsaade etme, hep onun yanında olacaksın!” Annem bana bu görevi vermekle, yetim ve özürlüye yardım etme şevkimi kabartıyordu. İstediği de buydu.

Viktor Albukrek 13 yaşında, 1944.

Arkadaşım Hananya, Ada'daki evimize sık gelirdi. Günlerden bir gün, benim yaptığım çatana maketinin aynısını yapmak istedi. Babası ona gereken malzemeyi seve seve satın aldı. Bir yaz boyunca yanımda çalışarak büyük bir gayretle bitirdi teknesini. On iki yaşlarındayken, onunla kaçamak tatiller yapardık. Kışın, Kadıköy’ün Kurbağalıdere etrafındaki Uzunçayır veya Kuşdili’ne gider, oradan beraberce motosiklet kiralar, panayır alanında sürer, eğlenirdik.

Bisiklet meraklısı idi. Ailesi sayfiyeye gitmediğinden, Prediket marka bisikletini, yazın Ada'daki evimizde bırakırdı. Sonraları, ona Barmitzva (on üç yaş töreni) hediyesi olarak yeni bir bisiklet geldiğinde, eskisini bana sattı. Onardım, süsledim, yeşile boyadım ve artık alışveriş için iskeledeki çarşıya koşarak gideceğime, çok kere nisbeten düz yol olan Nizam’daki Pansiyon Venezia altında bulunan sucu-bakkal Marika Veryici’ye bisikletimle gitmeye başlamıştım. Çok kere yolda karşılaştığım tanıdık kızları, bisikletimin sele ile gidon arasındaki şase kısmına oturtarak, büyük bir fiyakayla gezdirirdim. Süratli giderken yüzümü okşayan saçların kokusunu almak için daha da hız yapardım.

Mehmetçik Sokağı'nda araba ve bisikletlere iniş yasaktı. Atatürk’ün silah arkadaşı General Ali İhsan Sâbis'in oğlu Prof. Turgan Sâbis —1953 Türkiye güzeli Ayten Akyol'la evlenmişti— Çankaya’dan aşağıya doğru bisikletle hızla inerken, o zaman 5-6 yaşlarında olan küçük kardeşim Yılmaz’a çarptı ve bisikletiyle üzerine devrildi, ikisi de yaralandı. Biraz sonra Şinasi Bey Eczanesi'nde karşılaştığımızda, benden yirmi yaş büyük olan Prof. Sâbis Bey’e, genç yaşıma rağmen ben, sert ve kızgın bir şekilde o yoldan inişin yasak olduğunu hatırlattım. Cevap verdi, ağız kavgasına giriştik, etraf bizi yatıştırdı. Günlerden sonra evimize gelip özür dilemişti.

Kışın İstanbul’da bol kar yağışı olsa da, rüzgârın devamlı olarak denizden sürüklediği tuz kristallerinden dolayı Adalar'da pek kar tutmaz. Nadiren beyaz bir örtüye bürünürse de kısa zamanda erir, yok olur gider. Uzun zamandan beri beklediğim ve özellikle çok soğuk ve tipi yağışıyla geçen bir haftanın sonunda, elimde yeni satın almış olduğum ve o dönem için fotoğrafçılıkta bir çığır açmış olan 36 milimetrelik Agfa Silette makinemle, sanatsal değerde resimler çekmek üzere Büyükada’ya gittim. Bu defa kar tutmuştu. Bu makineme, geleneksel 6x9 kırmızı astar kağıtlı negatif filmlerden farklı olarak astarsız siyah pelikül film konurdu. Çoğu kez filmin ucunu toplama makarasına uzun sarmadığımız taktirde, 36 resim yerine 38 resim alınırdı. Vapurdan çıkmadan filmi makineye taktım ve Ada'ya çıktım. Şahane bir kar havası ve muazzam manzaralar...

Bu yol benim, bu bayır senin, bu köşe kaçırılmaz, bu görüntü enfes derken 36 yerine 38 resim doldurdum. Çektiğim her bir fotoğraf karesi için “Canımı çıkardım,” desem yeridir. Tümü mekanik olan makinedeki diyafram ayarı, zaman ayarı, mesafe ayarı derken ayaklarım buz kesmişti. İliklerime kadar ıslak bir vaziyette şehre döndüm. Olsun! Sanat eseri yaratmak uğruna canım feda olsun diyerek teselli buldum. Filmi biran evvel banyoya verip neticeyi görebilmek için makinemin arka kapak mandalını açtım: Sürpriz! Filim orijinal kasetinde duruyordu. Meğer filmin ucunu toplama makarasının çengeline az sardığım için film yürümemiş ve hiçbir resim kaydolmamıştı. Film satın alındığı gibi bakirdi!

Musa Albukrek.

Kış mevsiminin soğuğuna rağmen bazı hafta sonu günleri, kardeşim Musa'yla Büyükada’ya gidip yaptığımız maketlere macun, zımpara, boya sürerdik. Tabii ki zamanımızın çoğu yolda geçerdi. Tahtadan yonttuğum bir tekne maketinin iki tarafının simetrikve düzgün olup olmadığını yoklamak için parmak uçlarımla okşadığımda, müthiş bir haz duyardım. ‘Macun zımpara boya’ adını taktığımız bu gezilerde, derslerimizi vapurda tamamlar, deniz havası almış olurduk. Okuldayken fazla spor yapamadığımızdan, Tepebaşı- Karaköy arası ve ada iskelesi ile ev arası yolunu yürümekle ve de buz gibi bulduğumuz ada evinin içinde üşümekle geçirip çoğu kez Beyoğlu’ndaki evimize soğuktan kızarmış yanaklarla dönerdik.

O devirde piyasada şeker bulunmadığı için akıllı bir girişimcinin yanık pekmezden imal ettiği ve yassı tahta kutularda sattırdığı “Abdülvahip Turan Yeni Hayat” karamelalarını çiğneyerek ısınırdık. Üşüttüğümüz zaman da soluklaşan suratımızı fark edip annemizin üzülmemesi ve kış günlerinde adaya gitmemizi yasaklamaması için eve girmeden yüzümüzü sıkıca çimdikler, yanaklarımızı kızartmak için de kendi kendimize şamar atardık.

devam edecek...



VİKTOR ALBUKREK’İN BÜYÜKADASI (1931-1961)'in

I. II.

III.

IV.

V.

bölümlerine de Viktor Albukrek'in Albümü'nden fotoğraflar eklenmiştir!...
)O(


_______________________________________________________2

Arabacılar, seyir halinde faytonlarında 
neden müzik çalıyorlar acaba?...


Eh! Nicedir İstanbul'un bir uzantısı yapılmak istenen Adalar'ın yenilerde 'neonlu' arabacılarının da İstanbul'un taksicilerinden aşağı kalır bir yanı olacak değil ya!... "Yalan dünyaaaa!..."
Sükûnetiyle nam salan Adalar'da zor mudur yoksa yok mudur dur diyecek bu kargaşaya?...
Ne müşterisi ne de önünden geçtiği evlerin mukimleri mecbur mudur bu teraneyi dinlemeye yahu?...
Huuuu! Huuu! Kimse yok mu?
)O(

_______________________________________________________3

From: OSMAN BAHADIR
Subject: Recaizade...
Date: September 30, 2011 3:12:31 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Halit Ziya Uşaklıgil'in, 
20 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki 
"Recaizade" başlıklı yazısından;


Recaizade...

Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914)

[...] Bütün hayatı nefis ve nezih şeylerin taharrisiyle geçmiştir. İstinye yalısında resim yaparak; piyanosunda başka kimsede duymadığım bir sanatla, bir rikkatle şarkılar çalarak vakit geçirir, ne zaman güzel şeyler görmek, tabiatın menazırında şiirlerine ilham almak isterse Kalender'de, Göksu'da, Kanlıca koyunda sandal seyranı yapar ve bu zamanlarda mutlaka senihatına hakim olacak bir perinin tezhir kuvveti altında bulunurdu.


Baharlarını Büyükada'da Karanfil Sokağı'nın [Çınar Caddesi'nde sağdaki ilk sokaktır ki St. Pasifico Kilisesi'nin kapısına varır] küçük evinde geçirirdi ve bu zamanlarda o, evinden ziyade Ada'nın tenha yollarında, tepelerinde, çamların arasında saatlerce dolaşırdı.  

Dolaşmak onun başlıca mutadıydı. Onun da hususi hayatında buhranlar zuhur edince, hele bütün mevcudiyeti bir daha muvazenesini bulamayacak şiddetli bir matemin sarsıntısına hedef olunca, bu dolaşma ihtiyacını Tünel meydanından Şişli'nin son hududuna kadar uzun bir cevelângâhta tatmin ederdi.

Nejad Ekrem (1884-1900).

O matem, oğlu Nejad'ın [1884-1900] vefatı oldu.

Nejad Ekrem'in (1884-1900) mezarı

Oğlu demek kâfi değil, Nejad onun hayatta yegâne gayesi, bütün emellerinin hulyalarının bir züddesiydi [özüydü]. Olanca mevcudiyeti onunla dolu idi ve onu kaybedince birdenbire sanki hüvviyeti havası boşalıvermiş bir balona benzemişti. 

Recaizade Mahmud Ekrem, Nejad Ekrem,  İstanbul (19??)122.

Tesliyetini [avuntusunu] Nejad'ı yazılarında, mersiyelerinde yaşatmakta aradı; ve o Nejad'ı kaybetmekle Türk edebiyatına hiçbir zaman kıymetini kaybetmeyecek olan bediaları vermiş oldu.

Tevfik Fikret (1867-1915)

Birgün bizi, Fikret'le beni, Büyükada'ya evine davet etti. Bunları bize okutmak istemişti.

Halit Ziya Uşaklıgil (1866-1945)

Bugünün hatırası yaşayan bir levha şeklinde gözlerimin önündedir. Eve girince sağ tarafta, küçük odada idik. O masasının başında, Fikret yan tarafta, ben karşısında idik. O, sakin fakat derin bir acıyla dolu, sanki siyah bir bulut içinde mağmum [kederli], müzmahil [çökmüş] okumaya başladı.


Bu yazılarda, o mersiyelerde öyle bir samimi teessür, öyle inleyip sızlayan, coşup haykıran bir matem, bizi yavaş yavaş sararak nihayet müthiş bir heyecan içine atan öyle bir feryat vardı ki, evvela Fikret kollarını, ellerini büküp eğen ihtilaclar [çarpıntılar] içinde kendisini salıverdi; sonra ben, bu oğlunun ölümüne ağlayan babanın karşısında kendisinin de türlü acıları kanayan bir baba sıfatıyla o matemle müstevli oldum; hıçkıra hıçkıra hüngür hüngür ağladık. Bugün müthiş bir matem günü idi. 
[...]


İstnye'yi satmıştı, artık Ada'ya gitmiyordu. Daha evvelden Firuzağa'da aldığı iki küçük evi birbirine ekleyerek burada nefsini adeta zindana mahkum bir hayata soktu. Bir aralık eski "Vakit" sahibi Filip'in Büyükdere sırtındaki malikânesini aldı, yazları o tepeye çekildi. [...]


_______________________________________________________4

HaberHakkı, 30.9.2011


“Tüm tablolarımı vereyim, karımı kurtarın”

 Sevinç Alantar Büyükada'da toprağa verildi

Büyükada aşığı ünlü ressam Erdal Alantar’ın eşi piyanist Sevinç Alantar, Büyükada’da toprağa verildi.

Büyükada doğumlu Sevinç Alantar, Paris’te yaşamını yitirmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında karayolları müteahhidi olarak ün yapan Mahmut Nedim Doral’ın kızı olan Alantar çocukluğunu Yeni Yol’da geçirmiş, sokağa da sonradan babasının adı verilmişti.

Büyükada’da Hamidiye Camii’nde kılınan öğle namazına, sanatçı ailenin dostları, belediye yönetici ve çalışanları ile Ada halkı katıldı. Alantar, Büyükada Mezarlığı’nda toprağa verildi.

TABLOLARIMI VEREYİM, EŞİMİ İYİLEŞTİRİN

Sevinç Alantar'a Fransızca veda mesajı (Fotoğraf: Haberhakki.com)

Sanat hayatını Paris’te sürdüren ünlü ressam Erdal Alantar, dostlarına eşinini sağlık sorunlarını aktarırken, hastanede yaşadıklarını iletti. Çaresizlik içinde çırpındığını söyleyen Alantar, bir ara Fransız doktorlara, “Tüm tablolarımı size hediye edeyim, eşimi yaşatın dedim, ama nafile. Kurtaramadık,” dedi.

Sevinç Alantar eğitim yıllarında tanıştığı ressam Erdal Alantar’la hayatını birleştirdi. Birlikte Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olan çift aynı yıl İtalya’dan burs kazanınca 1 yıl Floransa’da kendi branşlarında eğitim aldılar. 1959 yılında ise Paris’e geçen Sevinç Alantar, Cachan Konservatuarı’nda 30 yıl solfej öğretmenliği yaptı.

Erdal-Sevinç Alantar çifti, bir ömür birlikteydi. Aşkları hiç bitmedi.

Türkiye’nin ilk soyut ressamı olan Erdal Alantar’la birlikte 51 yıl Paris’te yaşayan piyanist, her yıl yaz aylarında İstanbul Büyükada’da sanat çalışmalarını sürdürdü. Erdal-Sevinç Alantar çiftinin, Alp ve Cent isimlerinde iki oğlu bulunuyor.

Erdal Alantar, taziyeleri kabul etti

DOKTOR’UN ANNESİ DE UĞURLANDI
Hamidiye Camii’nde ikinci bir cenaze daha uğurlandı. Adalar Belediyesi doktorlarından Erhan Şuben’in annesi Nezahat Şuben, öğle namazı sonrası Büyükada Mezarlığı’nda toprağa verildi.

* * *

Sayın Erhan Şuben (Dr.) ve Ailesi'ne de sabırlar dileriz.

ADALAR POSTASI
)O(

_______________________________________________________5

From: SİBEL AKKAŞOĞLU
Subject: SEVİNÇ ALANTAR'I KAYBETTİK
Date: September 28, 2011 12:02:31 PM GMT+03:00
To: undisclosed-recipients:;

SEVİNÇ ALANTAR'I KAYBETTİK!...

SEVGİLİ ADAEVİ DOSTLARI,
BÜYÜKADALI, ADA DOSTU, ERDAL ALANTAR'IN EŞİ SEVGİLİ SEVİNÇ ALANTAR'I KAYBETTİK. CENAZESİ 30 EYLÜL CUMA GÜNÜ ÖĞLEN NAMAZINDA BÜYÜKADA HAMİDİYE CAMİİ'NDEN KALDIRILACAK. BÜYÜKADA MEZARLIĞI'NDA DEFNEDİLECEKTİR.

BÖYLE HABERLER VERMEK BİR DAHA NASİP OLMAZ İNŞALLAH!

SELAMLAR,

SİBEL AKKAŞOĞLU
ADAEVİ-BÜYÜKADA


_______________________________________________________6

From: ADALAR KÜLTÜR DERNEĞİ
Subject: [adalarkulturdernegi] başsağlığı
Date: September 30, 2011 10:53:32 AM GMT+03:00
To: adalarkulturdernegi@yahoogroups.com

başsağlığı...

Değerli Sevinç Alantar'ın vefatını öğrenmiş bulunuyoruz.
Ruhu şad olsun, dostlarının başı sağ olsun.

Adalar Kültür Derneği Yönetim Kurulu


_______________________________________________________7

Adalar, 
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na 
emanet!...

http://www.buyukada.org



_______________________________________________________8

Cumhuriyet- Bilim Teknik, 30.09.2011
Ayşegül F. Yelkenci  (Yard. Doç. Dr.)

EJDERHA GÖKTAŞI YAĞMURU

Binlerce Göktaşını Karşılamaya Hazır Olun!...


Halk arasında yıldız kayması olarak bildiğimiz gök olayı aslında Yer’in yörüngesinden geçen kuyruklu yıldız parçalarının atmosferde yanması sonucu oluşan izler. Şanslıysanız bir alev topu gibi renkli ve büyük parlamaları da görmeniz mümkün. Ejderha Göktaşı Yağmuru’nda 8 Ekim 2011 Cumartesi gecesi 23.00 civarında saatte 1000 civarı göktaşı gözlenmesi bekleniyor.

Bilim dünyası 6 yıldır bugünü bekliyordu. Türkiye (ve Avrupa) en iyi izlenecek bölgeler arasında. Kendinize şehir ışıklarından uzak bir yer ayarlayarak bu muhteşem gösteriyi izleyin.. Kapadokya’da Göktaşı kampı oluşturuldu. 

Güneş sisteminin içerisinde, kuyrukluyıldızların parçalanması sırasında ortaya çıkmış mikron boyutlarındaki toz zerrelerinden küçük gezegen artıklarına veya birkaç km. çapındaki kayalara kadar, Güneş etrafında çeşitli yörüngelerde dolanan birçok göktaşı var.

Bu göktaşları, Yer’in yörüngesinden geçerken saniyede 11 ile 72 km’lik hızlarla atmosferimize girerek sürtünmeden ötürü meydana gelen yanma ve iyonize hale gelen atomların ışıması sonucunda kayan parlak birer alev topu olarak görülürler. Çoğunluğu yeryüzüne ulaşmadan eriyip biter.

Akan yıldız olarak da bilinen bu gök olayı, senenin belli zamanlarında gökyüzünün özellikle belli bir bölgesinde daha çok görülürler. Gece gökyüzünde çok sayıda göktaşının belli bir noktadan saçılıyormuş gibi gözlendiği durumlar göktaşı yağmuru olarak adlandırılır. Genellikle, bu saçılma noktasının içinde bulunduğu takımyıldızın adını alırlar.

IAU-Uluslararası Astronomi Birliği tarafından yaklaşık zamanları verilen 21 adet göktaşı yağmurundan biri olan Ejderha (Draconids) Göktaşı Yağmuru çoğunlukla ekim ayının başlarında meydana geliyor.

1900 senesinde keşfedilen 21P/Giacobini-Zinner kuyrukluyıldızının parçalanması sürecinde meydana gelen toz ve kaya parçalarından kaynaklanan göktaşı yağmuru, görsel olduğu kadar bilimsel açıdan da ilgi çekici. 1933 ve 1946’da saatte on bin adet gözlenen göktaşı yağmuru esnasında yapılan analizlerde,kuyrukluyıldızın karbon açısından en fakir, göktaşlarının ise en yavaş ve en kırılgan yapıya sahip parçalar olduğu ortaya çıktı.

6 YILDIR BEKLENİYORDU

Genellikle pek aktif olmayan Ejderha Göktaşı Yağmuru’nun 2005 senesindeki beklenmedik miktardaki ve mikron boyutlarındaki göktaşları bilim insanlarını şaşırttı. Bu durum ana kuyrukluyıldız hakkında daha çok bilgiye ihtiyaç olduğunun bir göstergesi.

Yaklaşık 6 yıldır beklenen 2011 yağmuru esnasında yapılacak bilimsel gözlemlerde, kuyrukluyıldızlar için kullanılan yörünge modelleri test edilebilecek ve Güneş sisteminin fosilleri diyebileceğimiz göktaşlarının analizi sayesinde Güneş sisteminin evrimi hakkında daha çok bilgi elde edilebilecek.

Bu seneki Ejderha Göktaşı Yağmuru’nda 8 Ekim 2011 Cumartesi gecesi saatte 1000 civarı göktaşı kayması gözlenmesi bekleniyor. NASA ve IMO-Uluslararası Meteor Organizasyonu tarafından en iyi görülebilecek bölgeler güneydoğu Avrupa ve Ortadoğu olarak açıklandı.

Bütün dünyadan Türkiye ve yakın ülkelere turistik göktaşı yağmuru turları geçen ocak ayında planlanmaya başladı. Türkiye’den rahatlıkla görebileceğimiz göktaşı yağmuru en yoğun biçimde 8 Ekim akşamı saat 19.00 - 24.00 saatleri arasında gözlenebilecek. 2011 göktaşı yağmurunda 21P/Giacobini-Zinner kuyrukluyıldızının 1900 ve 1907 senelerindeki Güneş’e yakın geçişleri sırasında meydana gelen kuyruk parçaların atmosferimize girmesi bekleniyor. Bu yüzden göktaşı yağmurunun Türkiye’den saat 20.00 ve 23.00 civarında iki maksimum yapması bekleniyor.

Bilimsel gözlemler için birçok Avrupa ülkesinin ve ABD’nin de katılımıyla İsviçre’den yönetilecek bir proje kapsamında 2 adet uçağın içerisinde yerleştirilecek ekipmanlarla havada çift istasyon kurulması planlanıyor. Fransız SAFIRE Falcon 20 uçağına EUFAR uçağı eşlik edecek. ABD kökenli ve NASA destekli SETI (Yerdışı Zeki Yaşam Araştırmaları) Enstitüsü tarafından geliştirilen ve göktaşlarının tayfsal analizini amaçlayan bir cihaz da EUFAR uçağında yer alacak.

Bu görkemli gök olayının keyfine varabilmeniz için kendinize şimdiden şehir ışıklarından uzak bir yer seçmenizi öneriyoruz. Sıcak tutacak kıyafet ve içeceğinizle kurulacağınız görüş alanı açık olan bir doğa alanı uygun olacaktır. Gökyüzünde göktaşlarının daha çok görünmesini beklenen bölge Ejderha Takımyıldızının bulunduğu Kuzey – Kuzeybatı yönü. Kutup yıldızının sol üzerindeki bir noktadan (radyan noktası) saçılıyormuş gibi göktaşlarının kaymasını gözleyebilirsiniz.

[...]

Kaynaklar:





_______________________________________________________9


From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: Prinkipolu Sisyphus'tan e-mektup
Date: September 30, 2011 12:32:02 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Prinkipolu Sisyphus'tan e-mektup...

Dun Prinkipo pazari vardi. Her hafta persembe gunleri Hamidiye camisinin capraz kosesinde kuruluyor, sadece yerliler biliyor geliyor. Butun yaz persembe sabahlari en buyuk keyfim programim saat 08:00'den once pazar yerinde olmak oldu. Saticilarla ahbap oldum onlar benim ismimi sormadilar ama ben onlarin cogunun ismini, geldikleri illeri ogrendim, Artvinli kavuncu, Yalovali teyzeler, Canakkaleli domatesci, Elazigli meyvaci...

Patates ve sogani carsi icindeki sabit dukkandan aliyorum orasi daha iyi hergun her saat musait ordalar. Acik pazardan da sebze, meyva, salata malzemesi aliyorum, bamya, taze fasulye, patlican, domates mutlaka... Sonra seftali uzum bol, cesit cesit uzum, kirmizi, sari, cekirdekli, cekirdeksiz.

Bizim bahcede erik var tum yaz erik yedik pazardan almaya gerek yok!

Salata malzemesini suya sokmadan almak lazim suya sokunca cabuk bozuluyorlar.

Bir tur bunlari Kadiyoran tepesindeki eve cikariyorum sonra kavun, karpuz icin ikinci tur iniyorum.

Kadiyoran yokusunu cikarken genclerden laf yiyorum, umrumda degil!...

Eskiden Kadiyoran tas dosemeydi, dogalgaz sonrasi asfalt oldu tekerlekli pazar arabasiyla kolay cikiliyor. Sonra evde getirdiklerimi yerlestiriyorum, arka bahcede yorgunluk kahvesi, sade,  otomatik makinadan!...

Pazardan bir ufak mutfak aleti aldim fasulyeyi boylamasina 5-6 ince dilime boluyor, yandan kilciklarini ayikliyor, pisirmesi kolay rahat guzel bir yemek oluyor, spagetti gibi...

Bakalim gelecek hafta pazarda neler var, havalar da sogudu!...

Selam ve saygilar,

Prinkipo'lu Sisyphus

Not: Bakalim Editor bu defa kac tane [!?] koyacak -:)


_______________________________________________________10

From: İSMET GÜVENÇ
Subject: Buyukada Iskele Meydani Duzenlemesı 14-09-2011
Date: September 30, 2011 4:03:24 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Büyükada İskele Meydanı Düzenlemesi 14-09-2011...

İyi günler,
Büyükada İskele Meydanı düzenlemesinin 14 Eylül 2011 itibariyle
durumunu yansıtan kısa filmimi bigilerinize sunuyorum.
Saygılarimla,
İsmet Güvenç




_______________________________________________________11

From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: 24 Eylul ertesi Prinkipo...
Date: September 30, 2011 1:59:58 PM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com

24 Eylül ertesi Prinkipo...

24 Eylul Aya Tekla Yortusu sonrasi bana soruyorlar, "Sisyphus ne yaptin, Aya Yorgi tepesini temizledin mi?"diye... Cevap veriyorum: "Aya Yorgi benim kendime koydugum sorumluluk alani degil, Prinkipolu Sisyphos, Hristos (İsa) tepesini sorumluluk alani olarak aldi, benim tepe simdilik nisbeten/ goreceli olarak temiz, AyaYorgi tepesini Belediye calisanlari herhalde temizleyecekler, yol boyu cozulen binlerce metre ip ne olacak bilemem, bu ipleri yol boyu cozenlerin dualari kabul olur mu hic sanmiyorum, her tarafa yazdilar,  "ortaligi boyle kirletirseniz dualariniz kabul olmaz," dediler ama dinleyen kim?

Oturduk yazdik, AyaYorgi manastrina cikan izdirap tepesini konusmadan, arkaniza bakmadan, agir/yavas bir tempoda duraklamadan cikin, inanciniza gore dua edin, kendiniz aileniz sevdikleriniz icin herseyin en iyisini isteyin, gelecek iyi beklentilerle sekillenir, dedik ama dinleyen kim? Ekonomi beklentilerle sekillenir, ayni hayat gibi bu konuda binlerce akademik/ populer arastirma/ makale var, bu konuda Nobel odulu bile verildi, iyi seyler dileyin/ bekleyin, gelecek iyi olsun.

Bizim tepede boyle birsey yok, 365 gun buyrun gelin, piknik yapin, giderken bir zahmet coplerinizi belediye cop kutusuna atin,

Selam ve saygilar,

Prinkipolu Sisyphus

Not: Bu yazi Editor'den en az 10 tane [!?] alir, diyorum.


_______________________________________________________12

From: HANDAN ALTINELLER
Subject:
Date: October 2, 2011 5:10:11 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com

Biz de bugün Ada'nın tadını çıkaralım diye...

Biz de bugün Ada'nın tadını çıkaralım diye orman içinden düştük yollara... Sonra Aya Yorgi'ye de çıkıp Orman İşletme Şefliği'nin yaptırdığı çeşmeleri görelim dedik. Çalılıkların üstü yine iplerle sarılmıştı. İpleri tek tek temizlemeye başladık... İnsanlar merak içinde... Ben de dilim döndüğünce, bu iplerin hem çevre kirliliği yarattığını ama en kötüsü de kuşların ayaklarına dolanarak uçmalarını engelleyip ölmelerine sebep olduğunu anlattım. 



Harika bir şey oldu, iki kişi katıldı bizimle temizlemeye, sonra dört, sonra altı... Öbek öbek ip topladık birlikte. Yumak yumak oldu. Bir de sahtekarlığa kaçmışlar! Hani 'yukarı kadar ip kopmazsa' diye batıl bir inanç var ya, işte onun da önlemini kopmaz naylon ip bağlayarak almışlar. Kaç kere biz dolandık, minicik kuşlar nasıl dolanmasın? Yardım eden hanımlardan biri ilginç bir fikir attı ortaya; "Çıkarken açtığınız ipleri, inerken sararsanız duanız hemen kabul olur," diye yazsınlar dedi. İlginç değil mi?


Daha sonra lokantanın arka tarafından kayaların arasından Viranbağ'a doğru inişe geçtik, muhteşem bir manzara eşliğinde... Uzun bir yolu, kocayemişlerden kalanları yiyip kuşa böceğe bakarak yürüdük. Bu arada muhteşem bir peygamber devesi gördük ve fotoğrafını çektik. 



Sonra iki bebek köpek yavrusu, orda ne arıyorlarsa, daha sonra da maalesef çöp yığınları.. Tam Leandros adasını gören tepede, "Buraya da insan geldi," dercesine!...

Çok güzel bir gün oldu. İnsanların bu kadar duyarlı davranmaları umutlarımı yeşertti yine. Şimdilik hiç iplik kalmadı çalılarda!...


Selam ve sevgilerimle,

Handan Altıneller


_______________________________________________________13


Adalar'ın metrekaresi kaça?


http://www.gib.gov.tr/fileadmin/user_upload/ArsaArazi/istanbul.pdf?sayfa=fileadmin/user_upload/ArsaArazi/istanbul.pdf&test=Göster