17 Mart 2010 Çarşamba

ADALAR POSTASI-2390: prinkipo... voie conduisant à st nicolas...

Prinkipo... Voie conduisant à St Nicolas...

* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

26 Şubat 1899 Pazar günlü Rusya Dersaadet Konsolosu Mösyö Aleksi'nin Büyükada'da mutasarrıf olduğu arsa, bağ, hane, ve sairenin emsali gibi mukataaya rabtıyla Rusya Sefareti adına kaydının tashihine dair...


* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Büyükada, 25.05.2008.


* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

17 Mart 2010 Çarşamba
Büyükada'da HAVA DURUMU*

Yağmurlu
3/9ºC
% 63-76 nem
Karayel, KB 22km/sa

Gündoğuşu 06:12... Günbatışı 18:12

* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca


* * *

Cicely Mary Barker, The Wood-Sorrel Fairy.


* * *

1- Engin Damcı: "Evliya Çelebi Adaları anlatıyor..."

2- Yüksel Özcan: "21 Mart Orman Günü'nde 1000 ağaç kurtarabiliriz! Büyükada Çınar Meydanı’nda Adalar Kültür Derneği önündeki alanda saat 11:00'de buluşup Ekotur'a çıkıyoruz!..."

3- Avedis Hilkat: "2010 Kültür Başkenti İstanbul Adalar Müzesi Açık Hava Sergi Alanı Kınalıada'daki yerimiz Adalar Belediye Başkanı Sn. Mustafa Farsakoglu (Dr.) tarafından geçen yaz restore edilerek resimde de görüldügü gibi sergi alanı olarak kullanılabilir hale getirilmiştir..."

4- Sultan Uçar: "Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce, yöneticisi kalmamış vakıf ilan edilerek, genel müdürlüğe devredilen Büyükada İsa Tepesi'ndeki Erkek Rum Yetimhanesi ile ilgili Patrikhane'nin açtığı davada AİHM'de haklı bulunmasından sonra Türkiye'nin itiraz davasında da sona yaklaşıldı. AİHM'in itiraz dosyasını görüştüğü, davayı kısa sürede değerlendirmesi bekleniyor. Ancak beklentiler, itirazın reddedileceği yönünde..."

5- Mahmut Sami Şimşek: "Dünyânın ikinci en büyük ahşap binâsı olan Büyükada'daki Eski Rum Yetimhânesi paylaşılamıyor. AİHM'ne mürâcaat ederek yetimhâne binâsını isteyen Fener Rum Ortodox Patrikhânesi dâvâyı kazandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ise binânın patrikhâneye değil ancak yetimhâne vakfına devredilebileceğini söylüyor..."

6- Ozan Ayhan: “Ben bir daha adaya gitmem dedim. Her gün gidilir mi adaya! Bir de akşam orada kalıp sabah dönüyoruz. Artık vapurda uyumalar mı dersiniz, telefonu çaldırmalar mı... Benim başıma gelenler bunlar. Uykusuzluk, soğuk, türlü türlü sefillik...”

ADALAR POSTASI'nın 2390. sayısında...

)O(



..........................................................1

From: ENGİN DAMCI
Subject: Tarihte O Gün
Date: March 17, 2010 2:02:25 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


EVLİYA ÇELEBİ ADALARI ANLATIYOR

Heybeli, İstanbul'a on sekiz mildir. Bir manastırı var, yılda bir kere Rumlar kayıklarla gelüb ziyaret ederler. Cezire (ada) halkı hep zengin Rum reisleridir. Âbı hayat gibi suyu ve dilrüba bağları vardır. Hâkimleri Bostancıbaşı ile bir yeniçeri yasakçısıdır.

Heybeli'yi evvelce Bursa'ya giderken anlatmıştım. Oradan Tavşanlı adasına geldik. Mamur değildir. Öbür adaların keçileri buradadır. Alaca tavşanları çok olduğundan tavşanlı ada derler. Oradan kalkıp kürek çekerek Burgaz adasına vardık. Kalesi deniz kenarında yalçın kayalar üzerinde şeddadi (büyük sağlam yapı) bina küçük bir kaledir. Adası mahsuldardır. Üçyüz kadar bağlı bağçeli, âbı hayat kuyulu evleri vardır. Bostancıbaşı hükmünde olup bir yeniçeri yasakçısı vardır. Halkı Rumdur. Keçisi tavşanı gayet çoktur. Dağlarında bağlarının hesabı yoktur. Halkı zengin reislerdir.

Oradan Kınalı adasına geldik. Mamur adadır. Yüz kadar hanesi, dağlarında bağları var. Ekin dahi olur. Bir manastırı vardır.

Andan Kızıl ada (Büyük ada) ya vardık. İki yüz kadar Rum haneleri vardır. Dağları kızıl olduğundan buna Kızıl ada derler. Kilisesi, bağ ve bağçeleri, dört bir tarafında balık dalyanları vardır.

İşte bunlar büyük küçük yedi kadar adalardır. Cümlesi bostancı başı hükmünde olup Kaptan paşanın eyeletidir ki ona has ayrılmıştır. Hakir, bu yedi adaların arasında yedi gün gezüp temâşa ettim. Ahar dokuzuncu gün İstanbul'da odun kapısına dail oldum. Anam babamla buluşup ellerini öperek İzmit hediyelerinden takdim eyledim. Hayır dualarını aldım.



..........................................................2

From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: 21 Mart Orman Günü'nde 1000 ağaç kurtarabiliriz!
Date: March 16, 2010 10:30:44 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


21 Mart Pazar Günü Büyükada Çınar Meydanı’nda Adalar Kültür Derneği önündeki alanda buluşuyoruz!


Dünya Ormancılık Günü Büyükada etkinliklerine katılacak olanlar saat 11:00'de başlayacak özel EKOTUR kapsamında ekolojik denge çalışmalarının merkezi olan GLADYATÖR Böcek Calosoma Sycophanta Laboratuarı'nı görebilecek. Bir böcek bin ağaç kurtarır ilkesinden hareketle laboratuarda üretilen gladyatörler katılımcılara hediye edilecek. Katılanlar Ekosistem hakkında bilmedikleri ve bilmeleri gerekenleri öğrenecek.

Tur yolunu takiben Dilburnu ve Lunapark Meydanı'na varacak olan katılımcılara Orman İdaresi Orman Muhafaza memurları, Adalar Kültür Derneği Yönetimi ile Bülen Şar rehberlik yapacak. Orman temizliği yapılacak.

Orman İşletme Şefi Yüksel Özcan'ın koordine edeceği günde, hediye edilen gladyatörler orman alanlarına bırakılacak, parazit sineklerin ve kuşların ormanları nasıl kurtardığı uygulamalı olarak gösterilecek.

Kutlama pastası 202 Metre rakımdaki ADAKULE Yangın Gözetleme ve Seyir Kulesinde kesilerek ikram edilecek.

Leyleklerin göç saatindeki bu anda bir yandan da LEYLEKLER ÇOK YAKINDAN SEYREDİLEBİLECEK!

Bu özel ekotura sivil toplum kuruluşları ve sanatçılar da katılacaklar. İşte katılacak olan bazı sivil toplum kuruluşu ve sanatçılar:

Şebnem Ferah, Adalar Kültür Derneği, Bisikletçiler Derneği, Özürlüler Derneği, Fotograf Sanatçıları Derneği, Hayvan Severler Derneği...

Katılacak olanlar adadaki sahipsiz hayvanlara bir kilo yem hediye edebilirler!
(Atlar, kuşlar, kediler, köpekler…….)
1 kilo arpa, bir kilo buğday, 1 kilo mama onları sevindirecektir.

Yanınızda 1 eldiven ve çöp torbası getirebilirsiniz.


İRTİBAT TELEFONLARI:
Yüksel Özcan: 0 544 411 18 91
Özer Kangür : 0 533 398 75 20
Orman idaresi: 0 216 382 62 72
İbrahim Kısa: 0 506 541 72 11
Ziya Durmuş : 0 532 512 42 20



..........................................................3

From: AVEDİS HİLKAT
Subject: ADALAR MÜZESİ AÇIK HAVA SERGİ ALANI KINALIADA
Date: March 16, 2010 3:12:34 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com


Sevgili Dostlar,
2010 Kültür Başkenti İstanbul Adalar Müzesi Açık Hava Sergi Alanı KINALIADA'daki yerimiz Adalar Belediye Başkanı Sn. Mustafa Farsakoglu (Dr.) tarafından geçen yaz restore edilerek resimde de görüldügü gibi sergi alanı olarak kullanılabilir hale getirilmiştir. Müzemiz 2010 Temmuzu'nda açılacaktır. Bu yönde inancımız tamdır. Biz Adaseverler her türlü olumsuzlukların bilincindeyiz. Asla yılmayacagız!

Saygılarımızla,

Avedis Hilkat
Adalar Müzesi Kınalıada Oluşum Danışma Gönüllüsü




..........................................................4

HaberTürk- Ekonomi, 28.2.2010
Sultan Uçar / AHT- Özel haber

http://ekonomi.haberturk.com/emlak-mortgage/haber/209736-avrupanin-en-buyuk-ahsap-binasi-kurtuluyor


Avrupa'nın en büyük ahşap binası kurtuluyor

Büyükada'daki Rum Yetimhanesi için açılan davayı Patrikhane lehine sonuçlandıran AİHM'nin, Türkiye'nin itiraz davasını reddetmesi bekleniyor

AİHM, bir kararı daha Türkiye aleyhine sonuçlandırmanın, son aşamasında...


Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce, yöneticisi kalmamış vakıf ilan edilerek, genel müdürlüğe devredilen Büyükada İsa Tepesi'ndeki Erkek Rum Yetimhanesi ile ilgili Patrikhane'nin açtığı davada AİHM'de haklı bulunmasından sonra Türkiye'nin itiraz davasında da sona yaklaşıldı. AİHM'in itiraz dosyasını görüştüğü, davayı kısa sürede değerlendirmesi bekleniyor. Ancak beklentiler, itirazın reddedileceği yönünde...


'İLGİLERİ YOK'

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden üst düzey bir yetkili ise, Yetimhane'nin Ortodoks Rum Patrikhanesi'yle bir ilgisi olmadığını kaydederek, mahkemeden çıkacak karara göre devir işleminin Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı'na yapılacağının altını çizdi. Aynı yetkili, "Rum Yetimhanesi mülk olarak vakfa ait. Yöneticisi kalmamış vakıflar arasından çıkarılırsa, malı da kendisine dönecek. AİHM'in kararı netleşmedi. Mazbut vakıflar arasından çıkarılması yönünde karar vermesi bekleniyor" dedi.


BAŞBAKANLA KONUŞULDU

Fener Rum Patrikhanesi'nin de mahkeme kararını beklemeden İsa Tepesine diyalog merkezi kuracağını Başbakan'a bildirdiği ortaya çıktı. Türkiye'deki ve Atina'daki avukatların süreci hergün takip ettiğini bildiren Ortodoks Rum Patrikhanesi Sözcüsü Peder Dositheos, konunun geçen yıl Başbakan Erdoğan ile Patrik Bartholomeos arasında konuşulduğunu da söyledi.
Geçen yıl Büyükada'daki ikili görüşmede Başbakan Erdoğan'ın, Patrik Bartholemeos'a "Burayı nasıl değerlendireceksiniz?" diye sorduğunu belirten Dositheos, "Patrik, de Başbakana, Hristiyan, Müslüman ve Yahudilerle ilgili dinlerarası diyolog için bir merkez olarak planladığını bildirdi. Başbakan da bu fikri, 'Çok güzel' diyerek karşıladı" dedi.


23 vakıf için emsal olacak

Peder Dositeos dava ile ilgili süreci şöyle değerlendirdi: "AİHM, son kararını verecek. Patrikhanenin Türkiye'de hukuki anlamda bir statüsü yoktur. Bu bina Patrikhaneye verilirse, Patrikhanenin hukuki statüko elde etmesi için için önemli bir sinyal alınmış olacak. Siz aslında yoksunuz. Varken yok olmuş ve yokken var olmak gibi bir durum aslında. Bu gayrimenkulün geriye verilmesi durumunda, nasıl verildiği çok önemli olacak. Cemaatimize ait diğer 23 vakfın ki, -bunların bir kısmı manastırdır- o yönde çalışma yapması gerekecek" dedi.


Patrikhane 1902'de satın aldı

1898'de bir Fransız şirketinin otel olarak inşa ettiği dünyanın ikinci, Avrupa'nın en büyük ahşap yapısı, birinci derece tarihi eser olarak kabul ediliyor. Patrikhane, Büyükada'da Yunanca'da İsa Tepesi anlamına gelen Hiristos Tepesi'nde 23 bin 255 metrekarelik arazide 5 katlı bir ana bina ile iki katlı bir yan binadan oluşan yapıyı 1902'de satın aldı. Yapının kullanım hakkı 1903'de, cemaate ait Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı'na devredildi. 1935'de Vakıflar Kanunu'yla, yetimhanenin tüzel kişiliği tanındı. 1936'da Vakıflar'a beyan edildi. Kıbrıs krizi çıkınca 1964'de, 'güvenlik' gerekçesiyle devlet tarafından boşaltıldı. Yapı, o tarihten sonra kullanılmadı. 1995'de vakıf yönetimi görevden alınıp, mazbut vakıf ilan edildi. Yönetimine ve mallarına el konuldu.




..........................................................5

Yenişafak- Pazar, 14.3.2010
Tarih Sandığı
Mahmut Sami Şimşek


Büyükada yetimhanesi paylaşılamıyor


Dünyânın ikinci en büyük ahşap binâsı olan Büyükada'daki Eski Rum Yetimhânesi, paylaşılamıyor. AİHM'ne mürâcaat ederek yetimhâne binâsını isteyen Fener Rum Ortodox Patrikhânesi, dâvâyı kazandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, binânın patrikhâneye değil, ancak yetimhâne vakfına devredilebileceğini söylüyor.

Dünyânın en büyük ahşap binâsı olan Japonya'daki Todaiji Budist Tapınağı'ndan sonra 2. büyük ahşap binâsı Büyükada'daki Eski Rum Yetimhânesi, İstanbul'un ve hattâ Avrupa'nın en büyük ahşap binâsı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Fener Rum Ortodox Patrikhânesi arasında paylaşılamayan yetimhâne, 1964 senesinden beri 45 senedir boş. Harâbe hâline gelmiş bu gizemli dev binâyı, yıkılmadan ve boş hâliyle görmek için Kabataş'tan kalkan Ada vapurlarıyla Büyükada'ya gittim bu sabah. Evvelâ İsâ Tepesi'ne tırmanmam lâzım. Adanın en yüksek tepesi Yüce Tepe ( 202 m. ), ikinci yüksek tepe İsa Tepesi ( 164 m. ) eski Rum Yetimhânesi de bu ikinci tepede.


ADANIN İKİNCİ YÜKSEK TEPESİ

Büyükada vapur iskelesine gelince, tam karşınızdaki saat kulesi meydanından Kadıyoran Caddesi isimli dimdik caddeyi tırmanarak İsa Tepesi'ne ulaşabilirsiniz.

Benim yaptığım gibi patika Âşıklar Yolu'ndan gitmeyi de tercih edebilirsiniz. Sol tarafınızda Dil Burnu ve Değirmen Koyu Plajı'nın eşsiz manzarası. Sağınız oldukça sık çam ağaçlarıyla dolu bir orman. Sessiz ve ıssız yolda saatlerce yokuş yukarı yürüdükten sonra birden karşınızda devâsâ boyutuyla belirivermesi, karanlık evde küçük çocukların dolabın kapağını ya da odalardan birinin kapısını açar açmaz dev bir öcüyle yahut gulyabâniyle karşılaşması ânındaki hissi veriyor.

Târihin tozlu sayfalarını çeviriyor ve geçmişine gidiyorum hayâlimde şimdi, bu köhne binânın. Dünyanın 2. büyük ahşap binâsı olan Eski Rum Yetimhânesi, Sultan 2. Abdülhamid döneminde, Fransız "Societe des Grandes Hotel Europeens" şirketi tarafından 1898 yılında "Prinkipo Palace" adıyla otel olarak yapılmış. İhtimâl ki Pera Palas'ın yazlığı olacak ve Orient Express yolcularını Büyükada'da ağırlayacaktı. Boyu 102 m. eni 35 m. Yüksekliği ise arâzinin eğilimine göre 22-24 m. Yanına gittiğinizde ne heybetli bir binâ olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.


HAMİYETLİ SULTAN ABDÜLHAMİD HAN

Bu görkemli devâsâ binâ, Meşhur mîmar Alexander Wallaury'in eseri. Fransızlar, dönemin en önemli binâlarından biri olduğu için, hiçbir masraftan kaçmamışlar. Ahşap binânın tahtaları çok özel ve kaliteli ağaçlardan yapılmış, zemini ise az bulunan bir mermerle döşenmiş. Odalar ve salonlar, iç dizayn son derece lüks ve estetik hazırlanmış.Sultan Hamid'in, muhâliflerinin burayı kendisine karşı karargâh olarak kullanabilmeleri endişesinden ötürü, otelin açılışına izin vermemesi sebebiyle, dönemin zengin bankerlerinden Leonidas Zarifi'nin dul eşi Eleni Zarifi ve Andreas Sigrou tarafından satın alınıp yetimhâne olması şartıyla Rum Ortodox Patrikliği'ne bağışlanmış. 1000 altuna tâdilâtı yapılan ahşap binâya mermerli bir yangın kulesi de eklenmiş. Ve bu binânın inşâsından 45 sene önce Patrik 4. Germanos tarafından Balıklı Rum Hastânesi'nde kurulan yetimhâne, Sultan Hamid'in izniyle Büyükada'daki yeni binâsına taşınmış. Yetimhâneye alınacak çocuklarda, Rum Ortodox cemaatine mensup, İstanbul, Bozcaada, Gökçeada gibi bölgelerdeki yetim veya öksüz çocuk olmaları şartı aranmış.


SARAYDAN EKMEK GÖNDERİLİYORDU

21 Mayıs 1903'te açılış gününde, devrin sultânı 2. Abdülhamid Han, şahsî hesâbından ilk 146 yetimin hepsine birer altın hediye etmiş. Ve sultanın emriyle yetimhâne, vergiden muaf tutulmuş. Ayrıca her gün Yıldız Sarayı'ndan yeterli miktarda et ve ekmek de gönderiliyormuş adaya. Sultânın bu kadar ihsânından sonra yetimhâne, artık her alanda gelişme göstermeye başlamış. 206 oda, büyük bir mutfak ve görkemli bir kütüphaneden oluşan yetimhânede 15 kişilik personel hizmet veriyormuş. Sesli sinema makinesinin de bulunduğu büyük tiyatro salonunda, kışın haftada 2, yazın 1 defa film gösterilirmiş. Çam ağaçlarıyla dolu bahçenin arka tarafında ahşap 2 katlı ve 6 sınıflı özel bir ilkokulu da bulunan yetimhânede ayrıca marangozhâne, kundurahâne, terzihâne ve demirci atölyesi de mevcutmuş. Evvelâ idâreciler için inşâ edilen bu 2 katlı binâ, daha sonra ilkokul olarak kullanılmış. İlkokulda 3 Rum, 2 Türk öğretmen ders veriyormuş. Kimsesiz çocuklar ilkokulu bitirdikten sonra, aynı yetimhâne içinde sanat okuluna gidiyor; bir iş bulacak kadar meslek öğreniyorlarmış. Daha sonra ilkokul 1927 senesinde kapatılmış.


YETİMLER HEYBELİ'YE

1. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla 1915'te boşaltılan binâya Kuleli Askerî Lisesi talebeleri yerleştirilmiş. Yetimhânedeki öğrenciler de Heybeliada'daki Ruhban Okulu'na gönderilmiş. 1918'de Kuleli öğrencilerinin binayı boşaltmasıyla önce Alman askerleri, daha sonra da 1. Dünya Savaşı esirleri ve Bolşevik ihtilâlinden kaçan Beyaz Ruslar yerleştirilmiş. Binâ en çok işte bu dönemde zarar görmüş. Zîrâ Beyaz Rus muhâcirleri, kış mevsiminde çok soğuk olan ve her taraftan rüzgâr alan binâda ısınmak için ahşap parke ve döşemeleri sobalarda yakmışlar. Yani içinde oturdukları binâyı yakarak ısınmaya çalışan bir millet kalmış burada. Nihâyet 1915'te boşalttıkları binâya yetim öğrenciler, 1925'te geri dönebilmişler.

1942'de Heybeliada'daki Kız Yetimhânesi kapatılıp öğrencileri de Büyükada Yetimhânesi'ne yerleştirilince 1964 senesine kadar binâda karma eğitim verilmiş. Yetimhâne olarak açılış târihi olan 1903'ten, kapanış târihi 1964'e kadar, fâsılalarla geçen zamanda toplam 5744 öğrenci eğitilmiş burada. Kıbrıs'taki Türk-Yunan geriliminin arttığı günlerde de, yıkılma tehlikesi gerekçe gösterilerek 1964'te boşaltılmış. O tarihte yetimhanede barınan 163 çocuktan 117 erkek çocuk Aya Nikola Kilisesi'ne, 46 kız çocuk da Hristos Manastırı'na sevk edilmiş.

Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Fener Rum Ortodox Patrikhânesi arasında paylaşılamayan yetimhâne, 1964 senesinden beri 45 senedir boş.


İÇERİYE GİRMEK TEHLİKELİ VE YASAKTIR!

26.000 metrekarelik bir bahçe içindeki 6 katlı dev binânın 206 odası var. 111 yaşındaki yetimhâne 50.000 altına mâl olmuş."Adanın Ağlayan Yüzü" isminde, yetimhânenin hikâyesini anlatan bir film de çekilmişti 2004 yılında. Şimdilerde bahçesinde bekçinin koyunları otlasa da, "İçeriye girmek tehlikeli ve yasaktır" levhâsı yüzünden bahçe duvarlarından içeriye girmeniz mümkün değil. Adanın siluetinde en tepeye yerleşmiş hâkim bir binâ olarak görülen Rum Yetimhânesi, o ürkütücü yapısıyla "bu ada benim" der gibi vakarla etrâfı seyrederken, artık yıkılmaya yüz tutmuş hâliyle yaralı bir dev gibi ömrünün son günlerini yaşıyor belkide. Ya da eski görkemli günlerine dönecektir, kimbilir...


[...]

http://yenisafak.com.tr/Pazar/?i=246575




..........................................................6

Radikal 2, 31.01.2010
Erman Ata Uncu


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=977772&Date=17.03.2010&CategoryID=42

Ama yenerek de ölünmez ki!


'Ada: Zombilerin Düğünü'nde ilk defa beyazperdeye çıkan Erol Ozan Ayhan ve Esra Ruşan, filmde ayrılmış sevgilileri oynuyor. Ama ne ki, Ayhan'ın eski kız arkadaşı olan Ruşan'ı “zombiler çıtır çıtır yiyor”

Arkadaşınızın düğünü için Büyükada’ya gidiyorsunuz ve düğün zombiler tarafından istila ediliyor. Sinema yazarları Murat Emir Eren’le Talip Ertürk’ün ilk uzun metrajlı filmleri Ada: Zombilerin Düğünü bu hafta gösterime girdi. Afişinde “Türkiye’nin ilk zombi filmi” ibaresiyle gösterime sunulan yapım, başka ilkleri de barındırıyor. Ada: Zombilerin Düğünü’nün genç kadrosundaki oyuncuların da büyük bir çoğunluğunu ilk kez perdede göreceğiz. Hikâyenin; sürekli didişen, ayrılmış olsalar da aralarındaki meseleleri çözüme kavuşturamamış, dört bir taraflarında zombiler varken hâlâ kavga eden çifti Gamze ve Murat’ı canlandıran Esra Ruşan’la Erol Ozan Ayhan gibi.

1983 doğumlu Esra Ruşan, Aşk Yakar ve Ayrılık dizilerinden tanıdık. Öğretmen anne babanın kızı olarak, biraz gönülsüz de olsa sınıf öğretmenliği bölümünde başlamış üniversite hayatına. Bu bölümde üçüncü sınıfa kadar gelmişken nasılsa kazanamam dediği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı sınavına girmiş. Ama beklediğinin aksine kazanmış okulu. 1981 doğumlu rol arkadaşı Erol Ozan Ayhan’laysa okuldan tanışıyorlar. Ayhan, mezun olduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda halen akademisyen olarak çalışıyor. İkisinin de ilk filmi. Niye sinemada görücüye çıkmak için bu kadar beklediklerini sorduğumuzda sebepler farklı. Esra Ruşan “Denk gelmedi. Seçmelere katıldım, ancak çok içine kapalı bir seçme sistemi var Türkiye’de” diyor. Ozan Ayhan ise “Akademisyen olduğum için projelerde biraz da seçici olmak gerekiyor. Şimdi seçici ola ola zombi filmini mi seçtin diyebilirsiniz...” cevabını veriyor. Zaten sinema dünyasına zombilerle adım atması öğrencilerini çok da güldürmüş. Filmin fragmanında kullanılan “Kız arkadaşımı yediler” repliğini, öğrencilerinin onu her gördüklerinde nasıl tekrarladıklarını anlatıyor gülerek. Söz konusu sahnede bildiğiniz bir rakı masası kuruluyor, erkekler içtikçe efkarlanıyor, işin içine zombiler girince aşk acısının yerini, yenen kız arkadaşlarının matemi alıyor. “İnsan türlü türlü ölebilir. Düşer ölür, kalp krizi geçirebilir, elektrik çarpabilir. Ama yenerek ölünmez. Hoş bir tema olduğu için bunu düşünerek oynadım.”

Bir daha da adaya gitmem

Korku komedi Ada’nın komedisi de böyle tezat durumların biraraya gelmesinden kaynaklanıyor. “Bunca yıllık insanoğlu tarihinde kıyamet geldi beni buldu” diye her şeyi kendine yoran erkekler, etraf zombilerle sarılıyken “Ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali” muhabbetleri, yaşayan ölüye dönmüş nineler vs. Yoksa işin korku cephesinde gülünç hiçbir şey yok. Gerilim yerinde, bir zombi filminin en önemli unsuru makyaj gayet sağlam. Hatta titiz bir çalışma gerektiren bu makyajın yapılmasını beklemek gayet usandırıcı olmuş settekiler için. Esra Ruşan, “Zombilerin çok önceden kalıbını alıyorlar. Sonradan makyaj sanatçıları, o kalıp üzerine çalışıyorlar, tek tek uyguluyorlar oyuncuların suratına o kalıptaki çalışmaları. Çok zaman aldı” diyor. Sadece zombi makyajını beklemek değil, her gün Büyükada’yı tavaf etmenin zorluğu da var işin içinde. Ozan Ayhan anlatıyor. “Ben bir daha adaya gitmem dedim. Her gün gidilir mi adaya! Bir de akşam orada kalıp sabah dönüyoruz. Artık vapurda uyumalar mı dersiniz, telefonu çaldırmalar mı... Benim başıma gelenler bunlar. Uykusuzluk, soğuk, türlü türlü sefillik...”

Film için de olsa, gecenin köründe zombilerle cebelleşmek herhalde ruh durumunu da etkilemiştir diye düşünüyoruz. Zaten Esra Ruşan’ın rüyalarına bile girmişler. “Bir zombinin, insanın bağırsaklarını yediği bir sahne vardı. O beni çok etkiledi, rüyamda gördüm. Ama o sahneleri çekerken korkmak değil de bilinçaltıma işleniyor işte.” Ayhan daha çok bağışıklık kazanmış. Zombi makyajlı oyuncularla çekim aralarında sigara içip muhabbet edince artık korkması kolay değil tabii. Tek irkildiği an, ilk kez yaşayan bir ölünün elinde çay bardağıyla ona doğru geldiği zamanmış. Ama o da bir saniyelik, şaşkınlıkla karışık irkilmelerden.

Sigara, çay içip muhabbet eden zombiler... Yani hikâyedeki tezat unsurların çatışması, filmin çekimlerine de sirayet etmiş sanki. Biz de yurt sathında bir zombi filminde oynamış oyuncuları bir daha kolay kolay bulamayacak olmanın etkisiyle filmin çekim hikâyesine biraz daha ağırlık verdik söyleşi sırasında. Ama Esra Ruşan’la Ozan Ayhan’ın Ada: Zombilerin Düğünü deneyimleri bir başka yönüyle de ilgi çekici. Aynı zamanda sinema yazarı olan iki yönetmenin filminde oynamak da sözü edilesi bir tecrübe. Esra Ruşan’ın anlattığına göre bu sadece daha da güvenli yola çıkmasına sebep olmuş. Zaten Talip Ertürk’le de Murat Erşahin’le de önceden tanışıyor. “İlk filmim zombi filmi mi olacak diyebilirdim ama onları tanıdığım, mizah zekalarının ne kadar yüksek olduğunu, sinemalara hakimiyetini bildiğim için kendimi tamamen teslim ettim.” Ayhan da “Başta korku komediyi duyunca uyduruk bir şey olabilir diye düşündüm. Tanıştıktan sonra fikrimi değiştirdim” diyor. Ancak korku komedi, uydurukluğa izin verdiği kadar kendi çapında şaheserlere de kaynaklık eden bir tür. Zombiler de her ne kadar en talihsiz korku tiplemeleri de olsalar, George A. Romero filmleri başta olmak üzere türlü başyapıta vesile oldular şimdiye kadar. Ama zaten iki oyuncu da bunun farkında. Özellikle zombi filmlerine derin bir hayranlıkları olmasa da Esra Ruşan korku sinemasını seviyor. Ayhan’ın da Yeşilçam’ın B filmlerine yoğun bir ilgisi olması, anaakım dışındaki türleri aşağılamadığının kanıtı. Asıl dertleri bunun becerilip becerilemeyeceği olmalı. Ne de olsa Türkiye’nin ilk zombi filminde oynuyorlar. Bu vesileyle Uğur Vardan’ın basın gösterimi sonrası Türk gencinin zombilerle imtihanına getirdiği esprili yorumu da paylaşmadan olmaz. “Örgütsüz gençlik işte zombilere karşı direnirken bile örgütlenemedi diyor Uğur Vardan, siz ne dersiniz?” diye soruyoruz. İkisi de gülüyor ve Ayhan anlatıyor: “Bunlar çok ekstrem durumlar zaten. Hikâye bir gün içinde geçiyor. Zombi yani öyle kötü patron gibi bir durum da değil. Büyükada’dasınız, ormandasınız ve zombi olduğuna dair bir fikrinizin bile olmadığı şeyler var ortada sürekli gezen. Filmin komik yanı da o. Bütün garip elementlerin yan yana gelmesi. Ve filmde altı çizilecek komik durumlardan çok, böyle bir durum komiği var aslında.”

Bu iki genç oyuncu, ekstrem durumları hem beyazperdede hem de sahnede yaşıyor şu aralar. Ayhan, İstanbul Devlet Tiyatroları’nda George Tabori’nin Annemin Cesareti oyununda rol alıyor. Esra Ruşan da Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda, Kafka’nın Dava’sına Turgay Kantürk tarafından getirilen yorumda sahne almaya hazırlanıyor. Ada: Zombilerin Düğünü gibi sıradışı bir deneyimi kollarının altına alıp yollarına devam ediyorlar.