Büyükada'da, 1930.
http://urun.gittigidiyor.com/fotograf-dans-eden-bayanlar-1930-buyukada_W0QQidZZ23502809
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
4 Eylül 1898 Pazar günlü Heybeliada'ya gelip giden şahıslarla, Ada'daki Ayayorgi Manastırı çamlığında çıkan yangına dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 20.1.2010.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
21 Ocak 2010 Perşembe
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Çok bulutlu
0/4ºC
% 77-86 nem
Yıldız, K 15km/sa
Gündoğuşu 07:23... Günbatışı 17:06
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Holly Tree Fairy.
* * *
1- Emine Çiğdem Tugay: "Yersen! İstanbul 2010 Avrupa Kültür (Mantarı) Başkenti..."
2- Selah Özakın: "Şemsiyeler Altında İnsan Yüzleri (2010 Hrant Anması)..."
3- Volkan ile Maviş... de olmasa bu dünyanın hali mafiş!...
4- 23 Ocak Cumartesi günü saat 15:00'te Büyükada İskelesi Turing Kahvehanesi'nde Büyükada sakinlerinden Nilgün Tercan'ın resim sergisinin açılışına davetlisiniz!...
5- Büyükada'da "Home Mezarınız"da rahat var!
6- Adalar Belediyesi'nden ne haber?: "Personel yemeği düzenlendi..."
ADALAR POSTASI'nın 2377. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: EMİNE ÇİĞDEM TUGAY
Subject: yersen! :)
Date: January 21, 2010 8:52:02 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
yersen!
İSTANBUL 2010
AVRUPA KÜLTÜR (MANTARI) BAŞKENTİ
)O(
.........................................................2
From: SELAH ÖZAKIN
Subject: Bu bir fotoğraf kitabıdır.
Date: January 21, 2010 6:50:57 PM GMT+02:00
To: selah.ozakin@gmail.com
Şemsiyeler Altında İnsan Yüzleri
.........................................................3
Yeni Yol'da yaramazın biri
Kapıya bağlı beygiri kışkırtıyordu ikide bir
Yapma etme dediysek de nafile...
Az ileride Hristos mevkiinde
Volkan ile Maviş...
Volkan önden gidiyor,
Maviş ardından geliyor...
Volkan duruyor,
Maviş de duruyor!
Sohbet ediyoruz hep birlikte!
Volkan sevgiyle bakıyor,
Maviş de sevgiyle bakıyor!
Dostluklarının farkedilmesinden mutlu oluyorlar!
Hele de aynı fotoğraf karesinde yer almaktan!
Gururla devam ediyorlar yollarına...
Hayranlıkla baka kalıyoruz her ikisinin de ardından....
Volkan ile Maviş... de olmasa bu dünyanın hali mafiş!
)O(
.........................................................4
23 Ocak Cumartesi günü saat 15:00'te Büyükada İskelesi TURİNG Kahvehanesi'nde Büyükada sakinlerinden Nilgün Tercan'ın resim sergisinin açılışına davetlisiniz! Sergi 13 Şubat'a kadar gezilebilir...
.........................................................5
Büyükada'da 'Home Mezarınız'da rahat var!
Pek saygıdeğer Ada sakinleri,
İBB Kartal Mezarlıklar Müdürlüğü'ne bağlı Büyükada Mezarlığı'nda, ormanın kıyısında, ulu selvi ağaçlarının altında, deniz manzaralı cennetmekânınız sizi bekliyor!
MezaraKondu Kooperatifi'nden ailecek alacağınız bir kaç parseli birleştirip dünyalık ve ahiretlik 'yuvanızı yaptırmanız' artık mümkün!
Ahiret ayağınızın altında! Hem de ölü fiyatına!
Ömrü billah üst katında oturduğunuz yuvanızın 'Allah gecinden versin" gerçi ya ölür ölmez de alt katına geçirileceksiniz! Böylelikle evladiyelik eviniz de kuşaklar boyu altlı üstlü kullanım görecektir!
Kooperatifin bitimine ömrünüz vefa etmezse de üzülmeyesiniz!
Belli mi olur?
Ölüp ölüp dirilebilirsiniz de!
Her daim Adalı canlı cansız komşularınızla mutlu mesut birarada olacaksınız nasılsa!
24 saat korumalı sitede 'mezar kaçkınları'na da geçit yok asla!
Seyyar Gasil Arabası'yla Aya Yorgi, Çarşı-Pazar seferleri MezaraKondu Sitesi mukimlerine bedava! Cenaze arabasıyla Big Tour Way'de turlamak da!
Bol Fatihalı 'Home Mezarı'nızda rahatı bulacaksınız sonunda!
)O(
...
Fethiye'den de bir "Home Mezar"da uzan-yat örneği...
http://www.posta.com.tr/turkiye/HaberDetay/Mezarinda_yatip_kalkiyor_.htm?ArticleID=9264
.........................................................6
ADALAR BELEDİYESİ'nden ne haber?
http://www.adalar.bel.tr/haberler/hbr69.asp
PERSONEL YEMEĞİ DÜZENLENDİ
15 Ocak 2010
15 Ocak Cuma akşamı Büyükada da yapılan personel yemeği, emekli olan personele hizmet plaketlerinin verilmesiyle başladı. Ayrıca Belediye memur personeli, Başkan Dr. Mustafa Farsakoğlu, Başkan Yardımcısı A.Ercan Akpolat ve Sendika İşyeri Temsilcisi Kemlal Lütfullahoğlu’na kendilerine sağlanan hak ve maddi destekten duydukları memnuniyeti belirtmek amacıyla plaket takdim ettiler. Gece 23.00’a kadar süren yemekte çalışanlar doyasıya eğlendiler.
21 Ocak 2010 Perşembe
20 Ocak 2010 Çarşamba
ADALAR POSTASI-2376: motorcu arkadaşlara kendilerine iyi bakmalarını, fazla geç kalmadan yatmalarını rica ediyorum, zira kalkamıyorlar!
http://www.karamitsos.com/preview.php?img=02592.jpg&item_id=5&auc=346
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
1 Eylül 1898 Perşembe günlü Büyükada'da Hristo Manastırı mevkiinde ruhsatsız inşa olunan büyük bina hususunda gereğini yapacak memurlara lazım gelen tebligatın yapılacağı ve tanzim olunacak haritanın gönderileceğine dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 25.1.2006.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
20 Ocak 2009 Salı
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Hafif kar yağışlı
0/3ºC
% 89-98 nem
Yıldız, K 37km/sa
Gündoğuşu 07:23... Günbatışı 17:06
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Pine Tree Fairy.
* * *
1- Kebir Ünal: "Birkaç gün önceki 05:45 Heybeliada- Bostancı seferinin geç kalış hikayesi, bizim vatandaşların dahi umursamadan unutmalarına bile müsaade etmeyecek derecede kısa bir sürede bugün tekrar etti!..."
2- Övgün Ahmet Ercan: "Adalar belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, 'Adalar'ın İmar Durumu ile Deprem Çekincesi'ni Ulusal TV'de anlatacak..."
3- Büyükada Konuşmaları: "29 Ocak Cuma günü saat: 14:00'te Büyükada İlçe Halk Kütüphanesi Okuma Salonu'nda Yaprak Zihnioğlu 'Tai-Che'..."
ADALAR POSTASI'nın 2376. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: KEBİR ÜNAL
Subject: İyi Uykular
Date: January 20, 2010 8:30:56 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Birkaç gün önceki 05:45 Heybeliada- Bostancı seferinin geç kalış hikayesi, bizim vatandaşların dahi umursamadan unutmalarına bile müsaade etmeyecek derecede kısa bir sürede bugün tekrar etti!
05:35-40 gibi iskelede bekleyen yaklaşık 20 kişilik yolcu grubu oradan oraya bilgi almak veya soğuktan korunmak için savrulup durduk. İskelede bir motor mevcut ancak daha sonraki seferleri yapacağından personeli yoktu. Gelmesi gereken motor ise bulunması gereken Heybeliada da bulunmuyordu. Üstelik motor personeline de hiçbir şekilde ulaşılamadı. Nihayet 06:06 da gelecek seferi bekleyen motorun kaptanı geldiğinde o motorla hareket edebildik. Tabi yine servislerini bekletenler bekletti. Bekletemeyenler yollara bu havada bilmem hangi seçenekle düştü.
Ama en ilginci ise kimsenin pek ses çıkartmadan bu tür gecikmelere de alışır bir görüntü içinde Bostancı'ya indiklerindeki davranışları. Bir grubun aceleyle koşturması, diğer bir grubun bir yerlere yetişme telaşında bile bulunmaması ve son gruptakilerin ise ne yapacağını bilmez bir halde yorgun bir alışkanlıkla aşırı sakin ve bitkin bir halde yürümeleri oldu.
Şimdi sormak lazım noter kanalıyla tutanak tutturarak —ki noteri bu ara 10 gün getirsem birinde nasıl olsa bu olay tekrar eder— kaçırdığım servis nedeniyle uğradığımız parasal zararı sesimizi duyurmak adına karşılanması için kendilerine dava mı açsak diyorum?
Son olarak motorcu arkadaşlara kendilerine iyi bakmalarını fazla geç kalmadan yatmalarını rica ediyorum. Zira kalkamıyorlar!
Kebir Ünal
Büyükada
.........................................................2
From: ÖVGÜN AHMET ERCAN
Subject: SAYIN MUSTAFA FARSAKOĞLU BUGÜN 15:15 DE TV DE--KONU ADALAR
Date: January 19, 2010 11:59:08 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
KAÇIRMAYIN……………..
TV İzlence Adı: DERİN DEPREM
Yapan-Sunan: Prof. Dr. Övgün AHMET ERCAN, Jeofizik Yük. Müh.(İTÜ)
Konu: Adalar'ın İmar Durumu ile Deprem Çekincesi.
Konuk: Sayın Mustafa Farsakoğlu (Dr.), ADALAR BELEDİYE BAŞKANI
Gün: 19 Ocak 2010- Salı 15:15-17:00 arası
İzlence Yinelemesi: 21 Ocak 2010- Perşembe 11:15-13:00
Nasıl İzlersiniz? Ulusal Kanal TV
Ulusal Kanal TV çıktığı yerler; Karasal Yayın (normal anten), D-Smart, Uydu, Bilgisayardan (www.ulusalkanal.com, Ulusal Kanal Canlı Yayın yazıp tıklayın, izleyin)
ULUSAL KANAL Bulunağı (adresi). İstiklal Caddesi, Deva Çıkmazı, Galatasaray-Beyoğlu İstanbul
(Galatasaray Lisesi'nden Tünel'e giderken Oda Kule'den sonra ilk sağ)
İletişim: Canlı yayına görüş ile sorularınızla katılmak için;
0212 251-5090,
SMS ulusal (bir boşluk bırakıp) ileti yazılıp 2353'e atılabilir.
.........................................................3
http://www.istanbulkulturturizm.gov.tr/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFB117F63FC5289091C4A2D2A4E39A6168
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü
KÜLTÜREL ETKİNLİKLER
Ocak 2010 PROGRAMI
29 Ocak Cuma Saat: 14.00
BÜYÜKADA KONUŞMALARI
Büyükada İlçe Halk Kütüphanesi Okuma Salonu
“Tai-Che”
Yaprak Zihnioğlu
Adres: 23 Nisan Cad. 41 Büyükada
Tel: 0 216 382 42 65
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
1 Eylül 1898 Perşembe günlü Büyükada'da Hristo Manastırı mevkiinde ruhsatsız inşa olunan büyük bina hususunda gereğini yapacak memurlara lazım gelen tebligatın yapılacağı ve tanzim olunacak haritanın gönderileceğine dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 25.1.2006.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
20 Ocak 2009 Salı
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Hafif kar yağışlı
0/3ºC
% 89-98 nem
Yıldız, K 37km/sa
Gündoğuşu 07:23... Günbatışı 17:06
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Pine Tree Fairy.
* * *
1- Kebir Ünal: "Birkaç gün önceki 05:45 Heybeliada- Bostancı seferinin geç kalış hikayesi, bizim vatandaşların dahi umursamadan unutmalarına bile müsaade etmeyecek derecede kısa bir sürede bugün tekrar etti!..."
2- Övgün Ahmet Ercan: "Adalar belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, 'Adalar'ın İmar Durumu ile Deprem Çekincesi'ni Ulusal TV'de anlatacak..."
3- Büyükada Konuşmaları: "29 Ocak Cuma günü saat: 14:00'te Büyükada İlçe Halk Kütüphanesi Okuma Salonu'nda Yaprak Zihnioğlu 'Tai-Che'..."
ADALAR POSTASI'nın 2376. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: KEBİR ÜNAL
Subject: İyi Uykular
Date: January 20, 2010 8:30:56 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Birkaç gün önceki 05:45 Heybeliada- Bostancı seferinin geç kalış hikayesi, bizim vatandaşların dahi umursamadan unutmalarına bile müsaade etmeyecek derecede kısa bir sürede bugün tekrar etti!
05:35-40 gibi iskelede bekleyen yaklaşık 20 kişilik yolcu grubu oradan oraya bilgi almak veya soğuktan korunmak için savrulup durduk. İskelede bir motor mevcut ancak daha sonraki seferleri yapacağından personeli yoktu. Gelmesi gereken motor ise bulunması gereken Heybeliada da bulunmuyordu. Üstelik motor personeline de hiçbir şekilde ulaşılamadı. Nihayet 06:06 da gelecek seferi bekleyen motorun kaptanı geldiğinde o motorla hareket edebildik. Tabi yine servislerini bekletenler bekletti. Bekletemeyenler yollara bu havada bilmem hangi seçenekle düştü.
Ama en ilginci ise kimsenin pek ses çıkartmadan bu tür gecikmelere de alışır bir görüntü içinde Bostancı'ya indiklerindeki davranışları. Bir grubun aceleyle koşturması, diğer bir grubun bir yerlere yetişme telaşında bile bulunmaması ve son gruptakilerin ise ne yapacağını bilmez bir halde yorgun bir alışkanlıkla aşırı sakin ve bitkin bir halde yürümeleri oldu.
Şimdi sormak lazım noter kanalıyla tutanak tutturarak —ki noteri bu ara 10 gün getirsem birinde nasıl olsa bu olay tekrar eder— kaçırdığım servis nedeniyle uğradığımız parasal zararı sesimizi duyurmak adına karşılanması için kendilerine dava mı açsak diyorum?
Son olarak motorcu arkadaşlara kendilerine iyi bakmalarını fazla geç kalmadan yatmalarını rica ediyorum. Zira kalkamıyorlar!
Kebir Ünal
Büyükada
.........................................................2
From: ÖVGÜN AHMET ERCAN
Subject: SAYIN MUSTAFA FARSAKOĞLU BUGÜN 15:15 DE TV DE--KONU ADALAR
Date: January 19, 2010 11:59:08 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
KAÇIRMAYIN……………..
TV İzlence Adı: DERİN DEPREM
Yapan-Sunan: Prof. Dr. Övgün AHMET ERCAN, Jeofizik Yük. Müh.(İTÜ)
Konu: Adalar'ın İmar Durumu ile Deprem Çekincesi.
Konuk: Sayın Mustafa Farsakoğlu (Dr.), ADALAR BELEDİYE BAŞKANI
Gün: 19 Ocak 2010- Salı 15:15-17:00 arası
İzlence Yinelemesi: 21 Ocak 2010- Perşembe 11:15-13:00
Nasıl İzlersiniz? Ulusal Kanal TV
Ulusal Kanal TV çıktığı yerler; Karasal Yayın (normal anten), D-Smart, Uydu, Bilgisayardan (www.ulusalkanal.com, Ulusal Kanal Canlı Yayın yazıp tıklayın, izleyin)
ULUSAL KANAL Bulunağı (adresi). İstiklal Caddesi, Deva Çıkmazı, Galatasaray-Beyoğlu İstanbul
(Galatasaray Lisesi'nden Tünel'e giderken Oda Kule'den sonra ilk sağ)
İletişim: Canlı yayına görüş ile sorularınızla katılmak için;
0212 251-5090,
SMS ulusal (bir boşluk bırakıp) ileti yazılıp 2353'e atılabilir.
.........................................................3
http://www.istanbulkulturturizm.gov.tr/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFB117F63FC5289091C4A2D2A4E39A6168
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü
KÜLTÜREL ETKİNLİKLER
Ocak 2010 PROGRAMI
29 Ocak Cuma Saat: 14.00
BÜYÜKADA KONUŞMALARI
Büyükada İlçe Halk Kütüphanesi Okuma Salonu
“Tai-Che”
Yaprak Zihnioğlu
Adres: 23 Nisan Cad. 41 Büyükada
Tel: 0 216 382 42 65
17 Ocak 2010 Pazar
ADALAR POSTASI-2375: ido kış uykusunda...
http://cgi.ebay.com/1910-TURKEY-PPC-PRINKIPO-HARBOUR-20pa-TUGHRA_W0QQitemZ130359259706QQcmdZViewItemQQptZLH_DefaultDomain_0?hash=item1e5a04723a#ht_503wt_1130
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
17 Ağustos 1898 Çarşamba günlü Büyükada Hristos Manastırı'nın arazisine tecavüz ettiği iddia edilen Serkilari Osman Bey'le manastır arasında çıkan anlaşmazlığa dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 3.1.2005.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
17 Ocak 2009 Pazar
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Yağmurlu
5/8ºC
% 63-70 nem
Yıldız, K 32km/sa
Gündoğuşu 07:26... Günbatışı 17:01
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Rush-Grass & Cotton-Grass Fairies.
* * *
1- 'Fıstık' Ahmet Tanrıverdi: "Bugünkü 10:50 Kabataş-Adalar deniz otobüsü seferinde belli oldu. Büyükada'ya yolcusunu boşaltan deniz otobüsü, iskeleden ayrıldıktan sonra yolcular iskelede mahsur kaldı! Kapılar asma kilitle kilitliydi ve iskele memuru görevinin başında değildi..."
2- Melek Merdinyan: "Bugün Adalar'da CHP ilçe kongresi vardı duydunuz mu?.."
3- Çetin Altan: "O nedenle de Ada vapurlarında, erkekler; bir saatten uzun süren yolculuk sırasında ne kabinede değişiklik ihtimalinden söz açarlardı, ne de seçimlerin erkene alınıp alınmayacağından. Zaten seçilen de seçilmişti; kim kimi neden seçecekti? Özellikle Ada vapurlarında, erkeklerin baş sohbet konusu yemek tarifleriydi..."
4- ADA: Zombilerin Düğünü...Varoş zombileri elit vampirlere karşı...
ADALAR POSTASI'nın 2375. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: 'FISTIK' AHMET TANRIVERDİ
Subject: RE: ADALAR POSTASI-2374: 'lanet olsun size' dedi... kaldırım kenarında ezik yatan kedi...
Date: January 16, 2010 3:50:57 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Uyuyan İDO...
İDO'nun, İstanbul'un incisi Adalar'a ne denli ciddi baktığına son delil, bugünkü 10:50 Kabataş-Adalar deniz otobüsü seferinde belli oldu. Büyükada'ya yolcusunu boşaltan deniz otobüsü, iskeleden ayrıldıktan sonra yolcular iskelede mahsur kaldı! Kapılar asma kilitle kilitliydi ve iskele memuru görevinin başında değildi. Yolcular kapının açılıp adaya girmek için on dakika soğukta bekledi. On dakika sonra gelen memur kapıyı açınca yolcular da adaya çıkmış oldu. Nedenini sorduğumuzda uyuya kaldığını söyledi. Uyuyan kim? İDO'nun memuru mu, İDO'nun kendisi mi yoksa bu zihniyete susan biz adalılar mı? Memuru suçlamıyorum, Adalar'ın anakarayla tek ulaşımı olan deniz yoluna çağdaşlığı getirmemekte ısrar eden zihniyet; utanın, utanmanın ne olduğunu biliyorsanız, bilmiyorsanız kış uykusuna devam edin.
Ahmet Tanrıverdi
.........................................................2
From: MELEK MERDİNYAN
Subject: FW: Adalar Kongre Komedyası
Date: January 16, 2010 9:36:33 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Bugün Adalar'da CHP ilçe kongresi vardı duydunuz mu?
Delege seçimlerinin galipleri oyunu sahneye koydular,
Onlar yazdı kendi delegeleri oynadı.
Sahnelenen oyunun iki başrol aktörü vardı.
Beyaz atlı prens Manisa'dan gelmişti Heybeli'yi kurtarmak için.
Esas oğlan diğer adaları ayarlamıştı.
Bu oyundaki bütün aykırı sesler ayıklanmış,
Fikri hür vicdanı hür delegelerin ellerine listeler verilmiş,
Tek ses tek nefes birlik beraberlik nutukları atılmış,
45 delegeyle hani 50'ydi tüzük demokrasi hukuk diyene
Hadi ordan guguk denmiş. Tek perdelik kongre komedyası böylece son bulmuştu.
Bu sırada bunlardan birşey olmaz diyen 200 otobüslük bir grup yeni umutlar için
İstanbul'dan İzmir'e doğru yola çıkmıştı.
.........................................................3
Milliyet, 16.1.2010
Şeytanın Gör Dediği / Çetin Altan
http://www.milliyet.com.tr/uzaktan-atarak-igne-gecirmek-cuvaldizin-deliginden-/cetin-altan/yasam/yazardetayarsiv/16.01.2010/1185410/?ver=86
UZAKTAN ATARAK İĞNE GEÇİRMEK ÇUVALDIZIN DELİĞİNDEN...
Bir siyaset, bir siyaset... Yorumlar, değerlendirmeler, tartışmalar; eskilerin deyimiyle “fikir teatileri”
* * *
Osmanoğullarının adı “Hasta adam”a çıktıktan sonra, içerde başlayan bir doktorluk yarışı; en sonunda yarışı kazanan Gazi tarafından yasaklanmıştı.
Hasta iyi olmuştu, doktorluk yarışına gerek yoktu.
* * *
O nedenle de Ada vapurlarında, erkekler; bir saatten uzun süren yolculuk sırasında ne kabinede değişiklik ihtimalinden söz açarlardı, ne de seçimlerin erkene alınıp alınmayacağından.
Zaten seçilen de seçilmişti; kim kimi neden seçecekti?
* * *
Özellikle Ada vapurlarında, erkeklerin baş sohbet konusu yemek tarifleriydi.
Kuzu dolmasının iç pilavıyla, zeytinyağlı biber dolmasının içini kıyaslayanlara bile rastlanırdı.
* * *
Ada vapurları arasında da, yandan çarklı olanlar henüz seferden kaldırılmamıştı.
Akşam saatlerinde Adalar’a dönüş kolay değildi.
Fazıl Ahmet, Ahırkapı fenerine bakarak çok güzel anlatıyordu bunu:
Vapur pat pat vuruyor,
Yolcu dersen kum gibi.
Yine Fener duruyor,
Karşımızda mum gibi.
* * *
[...]
.........................................................4
Hürriyet- Cumartesi, 16.1.2010
Hakan Gence
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=13494373
VAROŞ ZOMBİLERİ ELİT VAMPİRLERE
Tüm dünyada vampir fenomeni devam ederken, Türkiye zombilerin istilasına uğramaya hazırlanıyor.
İlk Türk işi zombi filmi, Ada: Zombilerin Düğünü, 29 Ocak’ta vizyona girecek. Yönetmenler Talip Ertürk ve Murat Emir Eren, zombi aşkına işlerinden istifa eden iki sinefil. Kenarda köşede ne kadar paraları varsa toplayıp bu işe yatırdılar. İstanbul Büyükada’yı mesken tuttular. Son dönemde gittikleri sıkıcı arkadaş düğünlerinden esinlenerek ilk istilayı düğün gecesinde başlattılar.
Ada: Zombilerin Düğünü, bir grup arkadaşın, düğün davetine katılmak üzere Büyükada’ya gitmesiyle başlıyor. İstanbul’a 45 dakika mesafedeki ada, klostrofobik havası ve tecrit hissiyle yönetmenleri etkilemiş: “Düşünün sert bir lodos estiği zaman adada mahsur kalabilirsiniz. Veya toplumsal bir mesele olsa, adada yaşayan insanlar büyük ihtimalle unutulur” diyor Talip Ertürk.
Karakterlerden Erhan, düğünü ve uzun aradan sonra bir araya gelen arkadaşlarının mutlu anlarını kayıt edebilmek için yanında el kamerası getiriyor. İşte film boyunca izlediklerimiz, bu kameraya yansıyanlar. Düğünün ilerleyen saatlerinde, halaylar çekilip göbekler atılırken salon bir grup zombinin istilasına uğruyor. Ortalık kan gölüne dönüyor. Grup bir yandan adadan kaçmaya çalışırken, diğer yandan mahsur kalan arkadaşlarını kurtarmak için savaşmaya başlıyor. Biz de el kamerasına yansıyanları görüyoruz.
YEMENİLİ ZOMBİ OLUR MU
Peki bu zombiler nereden çıktı, adalı bazı insanlar neden durduk yerde zombiye dönüştü? “Olayın çok küçük ve kameranın izin verdiği bir kısmını gördüğümüz için net bir açıklaması yok. Ama biz kendi aramızda dalga geçiyoruz. Bu insanların sinirlendikleri için zombi olduklarına inanıyoruz” diyor Murat Emir Eren.
Türk zombiler, korkuttukları kadar güldürüyor da. Piknik yapan, çizgili pijama giymiş, beyaz atletli bir zombi, yemenili bir teyzenin zombiye dönüşmüş hali, izleyenlere esprili geliyor. Fakat yapacak bir şey yok. Türkler gerçekten zombiye dönüşse, karşımıza çıkacak görüntü bu.
Yönetmenler, filmin sert bir yanı olduğunu da düşünüyor: “Bir sürü korku filminde en tehlikeli ve korkunç sahne birden kesilir. Film başka bir yerden devam eder. Bizim filmde hiçbir kesinti yok. Her saldırı sonuna kadar izleniyor. Bu da sizi filmin içine çekiyor. Karşısındakinin gövdesini tamamen açmış, bağırsaklarına kadar yerken bir zombi görüyorsunuz.”
GERÇEKLİK İÇİN EL KAMERASI
Hollywood, el kamerasının verdiği gerçeklik hissini sevdi. Blair Cadısı ve Canavar gibi gerilim filmlerinde bu yöntem karşımıza sık sık çıktı. Şimdi yerli zombi filminde bu tekniği görüyoruz. Yönetmenler el kamerasından perdeye yansıyan görüntülerin, Hollywood’a ait bir teknik olmadığını söylüyor: “Onların icat ettiği bir şey değil. Sokaklarda herkes bu kameraları kullanıyor. Yabancı yönetmenler sadece bunu sinemaya uyarlamayı bizden önce akıl etti. Youtube’u açtığınızda karşınıza milyonlarca insanın el kamerasıyla çektiği görüntüler çıkıyor. Bu da, haber görüntüleri gibi izleyenlere gerçeklik hissi veriyor. Bu yüzden el kamerasını tercih ettik. İnsanlar kendilerini saldırıya uğrayan kişilerin yerine koysun ve filmin içine girsin istedik.”
VAMPİRLER PANİK ATAK ZOMBİLER CİNNET GEÇİRİR
İnsanoğlunun kanını son damlasına kadar emen vampirler; beyazperde, edebiyat, bilgisayar oyunları ve televizyon dizilerinde sık sık bize diş gösteriyor. Onlarla ilgili yapıtlar, özellikle gençlerden ilgi görüyor.
Bu sefer zombilerle, kendi topraklarımızda tanışıyoruz. Peki zombi ile vampir arasındaki farklar nedir?
Yönetmen Talip Ertürk, zombilerin halktan birer karakter olduklarını anlatıyor: “Vampirler her şeyi daha bireysel yaşarken zombiler kalabalıklar halinde hareket eder. Vampirlerde tek bir adam sizi ısırır ve size bir şey bahşetmiş olur. Bu da kıymetli bir şey gibi algılanır. Ama zombilerde durum farklı. Herkes ilk refleks birbirini ısırır. Vampirler genç kalır, yıllar geçtikte güçlenir. Zombiler oldukları yaşta ve sahip oldukları enerjide kalırlar. Ayrıca zombiler sinirlidir ve ilk hırsla öldürürler. Bu bizim memlekete biraz daha uygun düşüyor. Toplumsal cinnet gibi düşünün. Bizim halkımızda çok planlı cinayetler işlemez. Tabii bir de vampirler daha elit. Şatolarda veya lüks evlerde yaşıyorlar. İyi bir hayat sürüyorlar. Zombiler varoş. Adamın bağırsağını bile yiyorlar. Vampirlerin sinirli hali panik atak gibi duruyor. Zombilerinki cinnete benziyor. ”
EN AZ 300 BİN KİŞİ İZLER
Yönetmenler Talip Ertürk ve Murat Emir Eren’in arkadaşlıkları, lise yıllarına dayanıyor. İki kafadar, o yıllarda gelecekle ilgili aynı hayalleri kuruyordu. İkisi de tutkuyla bağlı oldukları sinema alanında çalışmaya başladı. Farklı yayın organlarında sinema yazarlığı yaptılar. Talip Ertürk; Cine 5, Akşam Grubu ve Habertürk’te, Murat Eren; Vatan Gazetesi, Haftalık Dergisi ve Sinema Dergisi’nde yazılar yazdı.
Hayalleri; bir gün yerli malı bir korku filmine imza atmaktı. Sıradan bir korku filmi değildi akıllarındaki. Ne alışılmış seri katiller ne de doğaüstü güçler ilgilerini çekiyordu. Onlar, yüzlerce farklı türünü izledikleri ve Türkiye’de eşini görmedikleri zombileri, topraklarımıza sokacaklardı.
Önce iyi bildikleri alandan çalışmaya başladılar. Kâğıdı kalemi alıp senaryoyu yazdılar. Sıra yapımcı bulmaya geldi. Ama görüştükleri şirketlerden istedikleri yanıtı alamadılar: “Yapımcılar daha çok para kazanmak için senaryoya farklı şeyler eklemek istiyorlardı. Bizim filmde çok aksiyon yok, arabalar takla atmıyor. Bütün film el kamerasıyla ilerliyor. Görüntü sürekli sarsılıyor, kamera yere düşüyor. Bütün bu durumlar hikâyeye katkıda bulunuyor. Eğer yapımcı şirketlerin istediklerini kabul etseydik istediğimiz filmi çekemeyecektik.”
Yola kendi paralarıyla, biraz da imece usulü arkadaşlarının desteğini alarak devam etmeye karar verdiler. Aylık sabit gelirleri olan işlerini bıraktılar ve hayallerinin peşinden yola çıktılar. Rakam vermeseler de filmin kendileri için oldukça pahalıya patladığını söylüyorlar. Ama bu parayı kurtaracaklarına eminler: “Daha önce böyle bir şey yapılmadığı için bizce tutacak. Çünkü bu akşam televizyonda izleyebileceğiniz dizi ve filmlere benzemiyor. Şimdiye kadar bizim sinemamızdaki en kanlı yapım oldu. En az 300 bin kişi gelir diye düşünüyoruz. Bu kadar insanın izlemesi de bizim daha iyi bir film yapmamıza vesile olur.”
Peki her sinema yazarı yönetmen olabilir mi? “Bunlar birbirinden farklı iki iş. Ama biz filmleri çok seviyorduk. Senaryoyu yazmak bizim için kolaydı. İşin teknik kısmını bilmiyorduk. Sekiz ay çalıştık ve işi elimizden geldiğince öğrendik” diyorlar.
ÇİLEK AROMALI ORGANİK KANLAR
Filmdeki bağırsak gibi tüm organlar yenilebilir malzemeden üretildi. Kanlar frambuaz ve çilek aromalı, yüzde yüz içilebilir şekilde hazırlandı. Hepsi organik malzeme.
Üç tür makyaj yapıldı
Filmin makyajlarını Dükkan-ül Hayal ekibi yaptı. Zombilere üç tür makyaj tekniği uygulandı. İlki figüranlara sırf boyayla yapılan makyajlar, ikincisi daha ön planda olanlara boya ve küçük protezlerle gerçekleştirilenler. Başrol zombiler içinse yüz kalıpları alındı, üzerine istenilen zombi görüntüsü modellendi, bir kalıp daha alınarak hazırlanan proteze, kas ve sakallar elle ekildi. Bu işlem bir haftada tamamlandı. Protezler sette oyuncuya yaklaşık beş saatte uygulanarak boyayla tamamlandı. Gözlere lensler takıldı. Figüran zombilerin hazırlıklarıysa 15 dakika sürdü.
BİZİM ZOMBİLER AMOK KOŞUCUSU GİBİ
Bizim zombiler biraz da amok hastalığına yakalananlara benziyor. Amok, Malezya kültüründe katletmeye yönelik çılgınlık durumunu tanımlayan bir hastalık türü. Cinnet halinde olma, sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma durumu diye de tanımlanabiliyor. Bireyde kötülüğe uğradığına ya da uğrayacağına dair sanrılar başlıyor. Hastalığa yakalanan, etrafındakileri öldürmeye başlıyor. Toplu öldürme ya da yaralamalarda bulunan kişilere Amok Koşucusu adı veriliyor.
...
http://www.adafilmi.com
Beyin Film sunar
Türkiye’nin İlk Zombi Filmi
ADA: Zombilerin Düğünü
Bir Korku-Komedi
Talip Ertürk ve Murat Emir Eren’in yazıp yönettiği ilk Türk zombi filmi Ada: Zombilerin Düğünü, 29 Ocak 2010’da vizyonda! Filmde Türkiye’nin ilk zombileri İstanbul’da, Büyükada’da bir düğünde ortaya çıkıyor ve bizler de olan biten her şeyi düğünü kaydetmeye çalışan amatör bir kameramanın bakış açısıyla izliyoruz!
“DÜĞÜNE GELDİK YEDİLER!”
Sinopsis
Birbirlerini uzun süredir tanıyan beş kişilik bir arkadaş grubu, ortak bir arkadaşlarının düğününe katılmak üzere Büyükada’ya gider. Erhan, düğünü ve uzun aralıklarla bir araya gelebilen ekibin mutlu anlarını kayda alabilmek için yanında bir kamera getirmiştir ve sürekli çekim yapmaktadır. Film boyunca tüm izlenenler, bu kameraya yansıyanlardır. Düğünün ilerleyen saatlerinde davetlilere saldıran bir grup zombi, ortalığı kan gölüne çevirir.
Künye
Oyuncular:
Esra Ruşan – Gamze
Erol Ozan Ayhan –Murat
Rüya Önal – Selen
Onur Buldu – Ömer
Kaan Keskin – Deniz
Gülüm Baltacıgil –Ekin
Canan Güven - Betül
Biğkem Karavus –Davetli
Tülay Bekret - Sevin
Taner Birsel – Usta
Konuk Oyuncular:
Cansel Elçin
Nihat İleri
Sırrı Süreyya Önder
Yönetmen: Talip Ertürk, Murat Emir Eren
Yapımcılar: Cem Öztüfekçi, Murat Emir Eren, Çiçek Kahraman, Talip Ertürk
Ortak Yapımcılar: Zümrüt Burul, Ali Pınar
Prodüksiyon Amiri: Cesur Akyüz
Görüntü Yönetmeni: Meryem Yavuz
Yardımcı Yönetmen: Ahmet Katıksız
Ses Teknisyeni: Orçin İnceoğlu (Zeplin Sound)
Kurgu: Çiçek Kahraman
Sanat Yönetmeni: Serdar Yılmaz
Kostüm Tasarımı: Tuğba Ataç
Plastik Makyaj: Dükkan-ül Hayal SFX Studio
Işık Şefi: Halil Demir (İstanbul Kamera Işık)
İletişim: zombi@adafilmi.com
ADA: Zombilerin Düğünü from mfa on Vimeo.
...
16 Ocak 2010 Cumartesi
ADALAR POSTASI-2374: 'lanet olsun size' dedi... kaldırım kenarında ezik yatan kedi...
Büyükada, 1974.
http://cgi.ebay.com/Turkey-Prinkipo-Photocard-1974-unused_W0QQitemZ280449910516QQcmdZViewItemQQptZLH_DefaultDomain_0?hash=item414c1e06f4#ht_500wt_924...
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
4 Ağustos 1898 Perşembe günlü Büyükada'da tertip olunan şayiadan dolayı, şayiayı çıkaranlar ve teşvik edenlerin cezalandırılması isteğine dair...
* * *
ADALAR'da DÜN:
Büyükada Çankaya Meydanı'nda, 15/1/2010 20:03
...
motorlu araçların yasak olduğu adalarımızda
otomobiline de kamyonuna da
akülüsüne de motorlusuna da
kullanana da kullandırtana da
tüm bu kanunsuzluklara
göz yumanlara da seyirci kalanlara da
"lanet olsun size" dedi...
çankaya meydanı'nda
kaldırım kenarında ezik yatan kedi...
yerleşim alanlarında kamu araçlarının azami seyir hızı 30km değil miydi?
öyleyse misal çöp kamyonu sokaklarda nasıl yapabiliyor adeta ralli?
)O(
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
16 Ocak 2009 Cumartesi
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Kuvvetli rüzgâr
5ºC
% 65 nem
Yıldız, K 32km/sa
Gündoğuşu 07:26... Günbatışı 17:01
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Yellow Deadnettle Fairy.
* * *
1- Emre Yalçın: "Sakın Bostancı-Adalar hattından alınan vapurların sorumlusu metrobüs olmasın? ;))"
2- manZARA(R)... "Siz hiç zahmet etmeyin! Adalar ayağınıza geliyor!"
3- Fatma Safvet Özdil: "ADALAR POSTASI'na bir duyurum var. Adalılar'ın, Kınalılı komşusu, kaybetmenin acısını hiç dindiremeyeceğimiz sevgili Hrant Dink'in 'İki Yakın Halk İki Uzak Komşu' kitabı Kasım ayında Fransızca'ya çevrilerek Actes-Sud yayınevi tarafından yayımlandı..."
4- Selah Özakın: "İyi etmedin Hrant..."
5- Talin Etyemez: "Fotoğrafta İhap Hulusi'yi tanıyan Kınalıadalı dostlardan birkaçı görülüyor. Sultanahmet'teki Milli Piyango Bayii de, 40 yıl boyunca Milli Piyango biletlerinin tasarımını yapan Görey anısına açılışa davet edilmişti..."
6- Adalar Belediyesi'nden ne haber?: "Kış dönemi hizmet içi eğitimleri, Okan üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğr. Grv. Oruç Kaya’nın “Süreç Yönetimi” dersiyle 13 Ocak’ta başladı.
7- 26 yıldır imar planı çıkmayan ve Belediye binası bile kaçak olan Adalar'ın umudu...
ADALAR POSTASI'nın 2374. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: EMRE YALÇIN
Subject: Bir vapur seferi incisi
Date: January 15, 2010 1:42:59 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Bugün metrobüsle ilgili bir haber okurken kendi kendime epey güldüm. İETT'nin sorumlu zatı, metrobüsten bahsederken bu hat sayesinde bazı vapur seferlerinin kaldırılmış olabileceğini bile söylüyor. Sakın Bostancı-Adalar hattından alınan vapurların sorumlusu metrobüs olmasın? ;))
Haber şöyle bitmiş:
İstanbul'da vatandaşların büyük bir bölümünün artık sabah işe gidip, akşam eve dönerken araçlarını garaja bıraktıklarını, bunun kent trafiğini büyük ölçüde rahatlattığını belirten Baraçlı, ''Deniz taşımacılığı da bu rahatlamaya etki ediyor. Metrobüsle belki bazı deniz seferlerinin bile kalkmasına sebep olmuş olabiliriz'' dedi.
Tamamı da burada: http://www.ntvmsnbc.com/id/25044512
Ellerinize sağlık, sevgiler,
Emre
.........................................................2
manZARA(R)...
Komşum sordu: "Destur bismillah Bostancı'dan yeni geldik Adalar'a daha derken yahu Adalar da ayaklanmış nereye gidiyormuş öyle," diye... :) Meğer bir kaç gündür televizyonda reklâmlarda ha bire "Siz hiç zahmet etmeyin! Adalar ayağınıza geliyor!" diye diye ardı arkası gelmeyen reklamlar yayınlanmaktaymış... En nihayetinde gördük biz de... Allah muhafaza hakikaten Adalar ayaklanmış Maltepe sahiline yanaşmakta... İnanmazsanız izleyin siz de http://www.nishadalar.com/ana_sayfa.php adresinde... Velhasılı melanur Maltepe Süreyya Paşa Tepesi'ni de imar canavarı zaptetmiş de efenim "5 ada 1 salon" diye adeta haraç mezat satılmakta!
Peki ya İstanbul'un sayfiyesi Adalar'ın manzarasından ne haber? Anımsayacaksınız bir dem emlak değerlendirme uzmanları "Issız Adalar kalabalıklara bakar" manşetli "Ordular ilk hedefiniz Adalar" nidalı yazılar yazmaktaydı emlak dergilerinde... Yüzüklerin Efendisi filmindeki o dehşet-engîz savaş sahnesi misali ellerinde mızrakları adeta saldıraya geçmiş o beton kalabalıklarına bakmakta Adalar da biçare! ManZARA(R) velhasılı...
)O(
.........................................................3
From: FATMA SAFVET ÖZDİL
Subject: Merhaba
Date: January 15, 2010 6:59:18 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
ADALAR POSTASI'na bir duyurum var...
Adalıların, Kınalılı komşusu, kaybetmenin acısını hiç dindiremeyeceğimiz sevgili Hrant Dink'in "İki Yakın Halk İki Uzak Komşu" kitabı Kasim ayında Fransızca'ya çevrilerek Actes-Sud yayınevi tarafından yayınlandı. Hem kitabin tanitimi hem de olumunun ucuncu yili nedeniyle Hrant Dink icin Paris 9.bolge belediyesinin duzenledigi geceyi duyurmak istedim.
Ada sahillerine sevgilerimi gonderiyorum.
Fatma Safvet Ozdil
...
Chers amis,
A l’occasion du 3e anniversaire de la disparition de Hrant Dink
et de la parution posthume de son livre
Deux peuples proches, deux voisins lointains. Arménie-Turquie,
Monsieur Jacques Bravo, Maire du 9e arrondissement de Paris,
les éditions Actes Sud, Reporters sans frontières et l’association Pajnel
ont le plaisir de vous inviter à la soirée
Hrant Dink
Une voix libre, toujours vivante
Le mercredi 27 janvier à 19 heures
A la Mairie du 9e arrondissement
Salle Rossini
6, rue Drouot, Paris 9e
.........................................................4
From: SELAH ÖZAKIN
Subject: iyi etmedin Hrant
Date: January 15, 2010 10:43:28 AM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
iyi etmedin Hrant
su üstüne yazmayacağım seni
granit drencine
aklımın ergenine
oralara
oralara alacağım resmini
belki akacaksın usulca bulanıklığıma
susku gibi acıtacaksın
konuş desem olmaz
susmanı içim kaldırmaz
biliyorsun
aklımı deliyor yokluk
ışık yok örneğin
su bulanık
pabucum delik
bir keklik seveceniliği simgeleyen aşk eksik
susup ölüyorsun bir de
üstüne benlik
ölme desem ne
ölüverdin bir kış gününde
ağlıyorum demekten utanıyorum
sen ölüme selam çakarken
ağlamak utanç
ağlamamaksa olmaz
iyi etmedin be hrant
sırtını bana verecektin
iyi etmedin
neden ölüverdin
selah
21/01/2007
http://www.selahozakin.com/Anasayfa/
.........................................................5
From: TALİN ETYEMEZ
Subject: İhap Hulusi Galerisi açılışı...
Date: January 16, 2010 11:54:20 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Sultanahmet'te Marmara Üniversitesi Rektörlük binasında "Cumhuriyet Müzesi - İhap Hulusi Sanat Galerisi" açılışı 15 Ocak Cuma günü saat 16:00'da gerçekleşti.
İlk Türk grafiker İhap Hulusi Görey'e ait koleksiyonu (Görey'in tüm çizimleri, eskizleri ve kişisel eşyaları dahil) müzeye bağışlayan Ender Merter, Üniversite Rektörü Prof. Dr. Necla Pur ile birlikte galerinin açılışını yaptı.
Fotoğrafta İhap Hulusi'yi tanıyan Kınalıadalı dostlardan birkaçı görülüyor. Sultanahmet'teki Milli Piyango Bayii de, 40 yıl boyunca Milli Piyango biletlerinin tasarımını yapan Görey anısına açılışa davet edilmişti.
Büyük ustanın anısına, sanatına ve geçmiş günlerimize hürmeten mutlaka ziyaret edilmesi, görülmesi gereken yerlerden biri. Grafik sanatlarla ilgilenenler İhap Hulusi'nin tüm eskizlerinin, çizimlerinin yer aldığı kitapları da satın alabilecekler.
.........................................................6
ADALAR BELEDİYESİ'nden NE HABER?
http://www.adalar.bel.tr/haberler/hbr68.asp
ADALAR BELEDİYESİ'nde KIŞ DÖNEMİ HİZMETİÇİ EĞİTİMLERİ BAŞLADI
13 Ocak, 2010
Kış dönemi hizmet içi eğitimleri, Okan üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğr. Grv. Oruç Kaya’nın “Süreç Yönetimi” dersiyle 13 Ocak’ta başladı.
Programda Süreç Yönetimi, Demokrasi ve İnsan Hakları, Proje Yönetimi, Devlet Memurlarının Hakları Görev Ve Sorumlulukları, E Devlet – E Belediye, Yeşil Belediyecilik, Toplantı Yönetimi, Katı Atık Yönetimi, Yazışma Kuralları – Protokol Bilgisi, Zabıta Hizmetleri, Kurumsal Kimlik ve Örgüt İklimi Yönetimi Örgüt Kültürü, Kamu Kuruluşlarında Stratejik Planlama Yayılımı, AB Uzmanlık Bilgisi, Türk Kamu Yönetimi, İdare Hukuku, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Motivasyon, Etkin Takım Çalışması, Stres ve çatışma Yönetimi, Beden Dili, Deprem Belediyelerin Yükümlülükleri ve Kurtarma Çalışmaları, Sanat Tarihi açısından şehir estetiği, Tehlikeli ve Zararlı Atıklar, Risk Değerlendirme, İletişim, Duygusal, Zekâ, Etkili ve Doğru Konuşma, Mahalli İdareler Harcama Belgeleri, Sözleşmeli Çalışanlar Özlük Hakları ve Mevzuat, Yerel Yönetimlere Yönelik Fon İmkânları, İlk Yardım Teknikleri, İmar Mevzuatı ve Uygulamaları, Performans Esaslı Bütçe ve karşılaşılan Sorunlar, İmar Mevzuatı ve Uygulamaları, Performans Esaslı Bütçe ve Karşılaşılan Sorunlar, İmar Mevzuatı ve Uygulama Kabahatler Kanunu Gıda Güvenliği ve Halk Sağlığı, Ambalaj Atıkları Kaynağından Ayrıştırma ve Geri Dönüşümde Son Durum, Pil Yağ Lastik ve Elektronik Atıkların Geri Dönüşümü, Yerel Yönetimlerde Taşınır Mal Muhasebe Sistemi, 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun dersleri verilecek.
.........................................................7
HaberTürk, 5.1.2010
http://cgi.ebay.com/Turkey-Prinkipo-Photocard-1974-unused_W0QQitemZ280449910516QQcmdZViewItemQQptZLH_DefaultDomain_0?hash=item414c1e06f4#ht_500wt_924...
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
4 Ağustos 1898 Perşembe günlü Büyükada'da tertip olunan şayiadan dolayı, şayiayı çıkaranlar ve teşvik edenlerin cezalandırılması isteğine dair...
* * *
ADALAR'da DÜN:
Büyükada Çankaya Meydanı'nda, 15/1/2010 20:03
...
motorlu araçların yasak olduğu adalarımızda
otomobiline de kamyonuna da
akülüsüne de motorlusuna da
kullanana da kullandırtana da
tüm bu kanunsuzluklara
göz yumanlara da seyirci kalanlara da
"lanet olsun size" dedi...
çankaya meydanı'nda
kaldırım kenarında ezik yatan kedi...
yerleşim alanlarında kamu araçlarının azami seyir hızı 30km değil miydi?
öyleyse misal çöp kamyonu sokaklarda nasıl yapabiliyor adeta ralli?
)O(
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
16 Ocak 2009 Cumartesi
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Kuvvetli rüzgâr
5ºC
% 65 nem
Yıldız, K 32km/sa
Gündoğuşu 07:26... Günbatışı 17:01
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Yellow Deadnettle Fairy.
* * *
1- Emre Yalçın: "Sakın Bostancı-Adalar hattından alınan vapurların sorumlusu metrobüs olmasın? ;))"
2- manZARA(R)... "Siz hiç zahmet etmeyin! Adalar ayağınıza geliyor!"
3- Fatma Safvet Özdil: "ADALAR POSTASI'na bir duyurum var. Adalılar'ın, Kınalılı komşusu, kaybetmenin acısını hiç dindiremeyeceğimiz sevgili Hrant Dink'in 'İki Yakın Halk İki Uzak Komşu' kitabı Kasım ayında Fransızca'ya çevrilerek Actes-Sud yayınevi tarafından yayımlandı..."
4- Selah Özakın: "İyi etmedin Hrant..."
5- Talin Etyemez: "Fotoğrafta İhap Hulusi'yi tanıyan Kınalıadalı dostlardan birkaçı görülüyor. Sultanahmet'teki Milli Piyango Bayii de, 40 yıl boyunca Milli Piyango biletlerinin tasarımını yapan Görey anısına açılışa davet edilmişti..."
6- Adalar Belediyesi'nden ne haber?: "Kış dönemi hizmet içi eğitimleri, Okan üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğr. Grv. Oruç Kaya’nın “Süreç Yönetimi” dersiyle 13 Ocak’ta başladı.
7- 26 yıldır imar planı çıkmayan ve Belediye binası bile kaçak olan Adalar'ın umudu...
ADALAR POSTASI'nın 2374. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: EMRE YALÇIN
Subject: Bir vapur seferi incisi
Date: January 15, 2010 1:42:59 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Bugün metrobüsle ilgili bir haber okurken kendi kendime epey güldüm. İETT'nin sorumlu zatı, metrobüsten bahsederken bu hat sayesinde bazı vapur seferlerinin kaldırılmış olabileceğini bile söylüyor. Sakın Bostancı-Adalar hattından alınan vapurların sorumlusu metrobüs olmasın? ;))
Haber şöyle bitmiş:
İstanbul'da vatandaşların büyük bir bölümünün artık sabah işe gidip, akşam eve dönerken araçlarını garaja bıraktıklarını, bunun kent trafiğini büyük ölçüde rahatlattığını belirten Baraçlı, ''Deniz taşımacılığı da bu rahatlamaya etki ediyor. Metrobüsle belki bazı deniz seferlerinin bile kalkmasına sebep olmuş olabiliriz'' dedi.
Tamamı da burada: http://www.ntvmsnbc.com/id/25044512
Ellerinize sağlık, sevgiler,
Emre
.........................................................2
manZARA(R)...
Komşum sordu: "Destur bismillah Bostancı'dan yeni geldik Adalar'a daha derken yahu Adalar da ayaklanmış nereye gidiyormuş öyle," diye... :) Meğer bir kaç gündür televizyonda reklâmlarda ha bire "Siz hiç zahmet etmeyin! Adalar ayağınıza geliyor!" diye diye ardı arkası gelmeyen reklamlar yayınlanmaktaymış... En nihayetinde gördük biz de... Allah muhafaza hakikaten Adalar ayaklanmış Maltepe sahiline yanaşmakta... İnanmazsanız izleyin siz de http://www.nishadalar.com/ana_sayfa.php adresinde... Velhasılı melanur Maltepe Süreyya Paşa Tepesi'ni de imar canavarı zaptetmiş de efenim "5 ada 1 salon" diye adeta haraç mezat satılmakta!
Peki ya İstanbul'un sayfiyesi Adalar'ın manzarasından ne haber? Anımsayacaksınız bir dem emlak değerlendirme uzmanları "Issız Adalar kalabalıklara bakar" manşetli "Ordular ilk hedefiniz Adalar" nidalı yazılar yazmaktaydı emlak dergilerinde... Yüzüklerin Efendisi filmindeki o dehşet-engîz savaş sahnesi misali ellerinde mızrakları adeta saldıraya geçmiş o beton kalabalıklarına bakmakta Adalar da biçare! ManZARA(R) velhasılı...
)O(
.........................................................3
From: FATMA SAFVET ÖZDİL
Subject: Merhaba
Date: January 15, 2010 6:59:18 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
ADALAR POSTASI'na bir duyurum var...
Adalıların, Kınalılı komşusu, kaybetmenin acısını hiç dindiremeyeceğimiz sevgili Hrant Dink'in "İki Yakın Halk İki Uzak Komşu" kitabı Kasim ayında Fransızca'ya çevrilerek Actes-Sud yayınevi tarafından yayınlandı. Hem kitabin tanitimi hem de olumunun ucuncu yili nedeniyle Hrant Dink icin Paris 9.bolge belediyesinin duzenledigi geceyi duyurmak istedim.
Ada sahillerine sevgilerimi gonderiyorum.
Fatma Safvet Ozdil
...
Chers amis,
A l’occasion du 3e anniversaire de la disparition de Hrant Dink
et de la parution posthume de son livre
Deux peuples proches, deux voisins lointains. Arménie-Turquie,
Monsieur Jacques Bravo, Maire du 9e arrondissement de Paris,
les éditions Actes Sud, Reporters sans frontières et l’association Pajnel
ont le plaisir de vous inviter à la soirée
Hrant Dink
Une voix libre, toujours vivante
Le mercredi 27 janvier à 19 heures
A la Mairie du 9e arrondissement
Salle Rossini
6, rue Drouot, Paris 9e
.........................................................4
From: SELAH ÖZAKIN
Subject: iyi etmedin Hrant
Date: January 15, 2010 10:43:28 AM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
iyi etmedin Hrant
su üstüne yazmayacağım seni
granit drencine
aklımın ergenine
oralara
oralara alacağım resmini
belki akacaksın usulca bulanıklığıma
susku gibi acıtacaksın
konuş desem olmaz
susmanı içim kaldırmaz
biliyorsun
aklımı deliyor yokluk
ışık yok örneğin
su bulanık
pabucum delik
bir keklik seveceniliği simgeleyen aşk eksik
susup ölüyorsun bir de
üstüne benlik
ölme desem ne
ölüverdin bir kış gününde
ağlıyorum demekten utanıyorum
sen ölüme selam çakarken
ağlamak utanç
ağlamamaksa olmaz
iyi etmedin be hrant
sırtını bana verecektin
iyi etmedin
neden ölüverdin
selah
21/01/2007
http://www.selahozakin.com/Anasayfa/
.........................................................5
From: TALİN ETYEMEZ
Subject: İhap Hulusi Galerisi açılışı...
Date: January 16, 2010 11:54:20 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Sultanahmet'te Marmara Üniversitesi Rektörlük binasında "Cumhuriyet Müzesi - İhap Hulusi Sanat Galerisi" açılışı 15 Ocak Cuma günü saat 16:00'da gerçekleşti.
İlk Türk grafiker İhap Hulusi Görey'e ait koleksiyonu (Görey'in tüm çizimleri, eskizleri ve kişisel eşyaları dahil) müzeye bağışlayan Ender Merter, Üniversite Rektörü Prof. Dr. Necla Pur ile birlikte galerinin açılışını yaptı.
Fotoğrafta İhap Hulusi'yi tanıyan Kınalıadalı dostlardan birkaçı görülüyor. Sultanahmet'teki Milli Piyango Bayii de, 40 yıl boyunca Milli Piyango biletlerinin tasarımını yapan Görey anısına açılışa davet edilmişti.
Büyük ustanın anısına, sanatına ve geçmiş günlerimize hürmeten mutlaka ziyaret edilmesi, görülmesi gereken yerlerden biri. Grafik sanatlarla ilgilenenler İhap Hulusi'nin tüm eskizlerinin, çizimlerinin yer aldığı kitapları da satın alabilecekler.
.........................................................6
ADALAR BELEDİYESİ'nden NE HABER?
http://www.adalar.bel.tr/haberler/hbr68.asp
ADALAR BELEDİYESİ'nde KIŞ DÖNEMİ HİZMETİÇİ EĞİTİMLERİ BAŞLADI
13 Ocak, 2010
Kış dönemi hizmet içi eğitimleri, Okan üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğr. Grv. Oruç Kaya’nın “Süreç Yönetimi” dersiyle 13 Ocak’ta başladı.
Programda Süreç Yönetimi, Demokrasi ve İnsan Hakları, Proje Yönetimi, Devlet Memurlarının Hakları Görev Ve Sorumlulukları, E Devlet – E Belediye, Yeşil Belediyecilik, Toplantı Yönetimi, Katı Atık Yönetimi, Yazışma Kuralları – Protokol Bilgisi, Zabıta Hizmetleri, Kurumsal Kimlik ve Örgüt İklimi Yönetimi Örgüt Kültürü, Kamu Kuruluşlarında Stratejik Planlama Yayılımı, AB Uzmanlık Bilgisi, Türk Kamu Yönetimi, İdare Hukuku, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Motivasyon, Etkin Takım Çalışması, Stres ve çatışma Yönetimi, Beden Dili, Deprem Belediyelerin Yükümlülükleri ve Kurtarma Çalışmaları, Sanat Tarihi açısından şehir estetiği, Tehlikeli ve Zararlı Atıklar, Risk Değerlendirme, İletişim, Duygusal, Zekâ, Etkili ve Doğru Konuşma, Mahalli İdareler Harcama Belgeleri, Sözleşmeli Çalışanlar Özlük Hakları ve Mevzuat, Yerel Yönetimlere Yönelik Fon İmkânları, İlk Yardım Teknikleri, İmar Mevzuatı ve Uygulamaları, Performans Esaslı Bütçe ve karşılaşılan Sorunlar, İmar Mevzuatı ve Uygulamaları, Performans Esaslı Bütçe ve Karşılaşılan Sorunlar, İmar Mevzuatı ve Uygulama Kabahatler Kanunu Gıda Güvenliği ve Halk Sağlığı, Ambalaj Atıkları Kaynağından Ayrıştırma ve Geri Dönüşümde Son Durum, Pil Yağ Lastik ve Elektronik Atıkların Geri Dönüşümü, Yerel Yönetimlerde Taşınır Mal Muhasebe Sistemi, 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun dersleri verilecek.
.........................................................7
HaberTürk, 5.1.2010
15 Ocak 2010 Cuma
ADALAR POSTASI-2373: ablam'ın çocukluk fotoğrafı ilk hatırladığı anılardan biri idi...
http://urun.gittigidiyor.com/BKLV-HEYBELIADA-RUM-MEKTEBI-NADIR_W0QQidZZ22544722
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
3 Ağustos 1898 Carşamba günlü Heybeliada'dan Patrik Nikodom'un Kopenhag'daki Rusya imparatoruna yevm-i mahsusdan dolayı çekmiş olduğu telgrafa dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 6/3/2005
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
15 Ocak 2009 Cuma
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Hafif yağmurlu
5/7ºC
% 74-94 nem
Poyraz, KD 22km/sa
Gündoğuşu 07:27... Günbatışı 16:58
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Burdock Fairy.
* * *
1- Talin Etyemez: "Özellikle Kınalıadalılara müjda! İlk Türk grafik sanatlar ustası İhap Hulusi Görey, Cumhuriyet Müzesi'nde layık olduğu yeri alıyor..."
2- Roz Kohen: "Çocukluğumuzdaki ada ziyaretleri ve ordaki akrabamızin evi ile ilgili. Fotografını eklediğiniz ablam doktor Doa Kohen'i bu son ada ziyaretimizden kısa bir süre sonra kaybettim. Ablam'ın cocukluk fotoğrafı ilk hatırladığı anılardan biri idi..."
3- Talin Etyemez: "[Burgazada sakinlerinden] Ender Merter'in yeni kitabı okurlarla buluştu. Bir dönemin anılarımızda bıraktığı izlerden yola çıkarak ilerliyoruz kitabın sayfaları arasında. Ender Merter'in zengin ve çok renkli bakış açışıyla bize sunduğu yaşamından kesitler görüyoruz. Bunların yanısıra geçmişteki reklam dünyası ve iletişim alanındaki bilgilerini ve deneyimlerini de paylaşıyor yazar bizlerle. Ve son olarak da "Bu arada unutmadan söyleyeyim, artık krizleri de takmıyorum. Bana dokunmuyorlar. Teğet geçeni de çıkalı beri, krizi seviyorum bile diyebilirim," ifadesiyle noktalıyor sözlerini..."
ADALAR POSTASI'nın 2373. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: TALİN ETYEMEZ
Subject: acilis - davet
Date: January 14, 2010 5:22:55 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Özellikle de Kınalıadalılara müjde!
İlk Türk grafik sanatlar ustası İhap Hulusi Görey, Cumhuriyet Müzesi'nde layık olduğu yeri alıyor.
...
BASIN BÜLTENİ
Kültür Başkenti’ne yakışır buluşma…
Kuruluşunun 127. yılını kutlayan Marmara Üniversitesi ile doğumunun 112. yılında grafik tasarımının öncülerinden İhap Hulusi Görey aynı çatı altında buluşuyor.
Marmara Üniversitesi Sultanahmet Rektörlük binası içindeki Cumhuriyet Müzesi’nde “İhap Hulusi Görey Galerisi” açılıyor. Galerinin açılışı, Marmara Üniversitesi’nin 127. Kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende gerçekleşecek. Törenin açılış konuşmasını Rektör Prof. Dr. Necla Pur yapacak.
Türkiye’nin ilk uluslararası afiş ve grafik sanatçısı İhap Hulusi Görey’in eserleri ve bu çalışmalara ilham olmuş kişisel eşyası, koleksiyoner ve iletişimci Ender Merter tarafından Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi’ne bağışlandı.
Törende, önceki dönem rektörlerine şükran plaketleri sunulacak ve 2006-2009 döneminde profesörlük unvanı kazanan 188 öğretim üyesine beratları verilecek. “Özgün Baskı Resim Koleksiyonu’ndan” isimli sergi açılışı yapılacak.
Tarih : 15 Ocak 2010, Cuma
Saat : 16.00 – 18.00 (açılış ve kokteyl)
Yer : Marmara Üniversitesi Sultanahmet Rektörlük Binası, Cumhuriyet Müzesi
.........................................................2
From: ROZ KOHEN
Subject: Re: ADALAR POSTASI-2372: matmazeller'in pastahanesi'nde...
Date: January 15, 2010 6:57:48 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
El enverano de 1947-Prinkipo-Estanbol/En la kaza de Katerine i Rafael Benshuan.
Benim yazıları sanal alemde keşfettiğiniz için teşekkurler. Seçtiginiz yazılar kesinlile ADALAR POSTASI'na uygun. Çocukluğumuzdaki ada ziyaretleri ve ordaki akrabamızin evi ile ilgili. Fotografını eklediğiniz ablam doktor Doa Kohen'i bu son ada ziyaretimizden kısa bir süre sonra kaybettim. Ablam'ın cocukluk fotoğrafı ilk hatırladiı anılardan biri idi. Şimdi Turgut Noyan adlı Ressam Bey'e ait olan aynı ev 4 el değiştirmiş. Sokağın adı Doğan Bey olabilir ama tam olarak emin degilim. Evin önünde çekilmis başka fotoğraflarım da var. Facebook'ta yayınladım. Büyüdüğümüz yerler çok güzel yerlere dönöştü (ben 1968'e kadar Melek apartımanında yaşadım).
Yeni bir ada yazım daha var onu da yakında bloguma ekliyeceğim, ama diğerleri gibi Musevice. Bir yakın arkadaşım, İngilizce'ye çevirdiklerimi Türkçe'ye çevirmeye niyetli. Anilarimin zaten çoğu Galata-Kuledibi'yle ilgili ve en yenisi hariç hepsi blogumda: http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com/
Bundan böyle bloguma kısa İngilizce ve Türkçe özetler eklemeliyim diye düşünüyorum.
İlginiz için tekrar teşekkürler, haberlaşmek üzere.
Roz Kohen
.........................................................3
From: TALİN ETYEMEZ
Subject: burgazadalı kriz seven iletisimciden....
Date: January 14, 2010 6:29:08 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Ender Merter'in yeni kitabı okurlarla buluştu...
Bir dönemin anılarımızda bıraktığı izlerden yola çıkarak, ilerliyoruz kitabın sayfaları arasında. Ender Merter'in zengin ve çok renkli bakış açışıyla bize sunduğu yaşamından kesitler görüyoruz. Bunların yanısıra geçmişteki reklam dünyası ve iletişim alanındaki bilgilerini ve deneyimlerini de paylaşıyor yazar bizlerle.
Ve son olarak da "Bu arada unutmadan söyleyeyim, artık krizleri de takmıyorum. Bana dokunmuyorlar. Teğet geçeni de çıkalı beri, krizi seviyorum bile diyebilirim..." ifadesiyle noktalıyor sözlerini.
Talin Etyemez
...
BASIN BÜLTENİ
KRİZ SEVEN İLETİŞİMCİ; ENDER MERTER
Yayına Hazırlayan: İzzeddin Çalışlar
Ocak 2010,
220 Sayfa
30 yıldır iletişim dünyasının içinde olan Ender Merter’in, meslek yaşamı boyunca yaşadıklarını anlattığı kitabı “Kriz Seven İletişimci Ender Merter” Boyut Yayınları’ndan çıktı.
Darbeli, krizli, kupalı, fark yaratan bir iletişim dönemi…
Renkli bir reklamcılık öyküsü…
İki iletişimcinin deneyimlerini birleştirmeleri sonucu ortaya çıkan bir biyografi.
Tabii böyle olunca, elinizde tuttuğunuz kitap 30 yıllık yaratma sürecine bir saygı duruşu olduğu kadar, onu besleyen, yönlendiren, olgu ve insanlara ait anıların belgesi niteliğinde…
Kitapta Türkiye’nin 1976 ile 2008 yılları arasındaki, sosyal, siyasal ve ekonomik yapısı ele alınıyor. Bu dönemde Ender Merter’in çocukluk ve gençlik günleri, onu usta bir reklamcı yapan çok yönlü kişiliği de anlatılıyor…
Reklamcılık mesleğinin bir dönem tarihçesini de içeren yapıt, sektörle ilgili birçok iz ve ipucunu da taşımakta…
“İlginç insanlardır reklamcılar. Çoğu, mesleğine tutkuyla bağlıdır. Yetileri olan, görmekle bakmak arasındaki farkı bilen, heyecanlı ve entelektüel olurlar. Öncülük yapmayı, sektör için faydalı reklamcı yetiştirmeyi de bunların arasına sığdırırlar. Hani bir laf vardır, aslında hiç de anlamıyorum: “Hepimiz aynı gemideyiz.” Ben onu, “Hepimiz aynı sahnedeyiz ve hep bir oyun oynuyoruz” diye söylüyorum. Senaryolar yazıyor, kimlikler yaratılıyor, kimimiz gülüyor, kimimiz ağlıyoruz. Ama durmuyoruz, durursak oyun biter, perde kapanır. Replikler ya bir pervaza ya da bir duvar kenarına uçup gider. İşte reklamcılık böyle bir şey, hatta yeni tanımlamasıyla; iletişim.”
14 Ocak 2010 Perşembe
ADALAR POSTASI-2372: matmazeller'in pastahanesi'nde...
http://urun.gittigidiyor.com/1949-BUYUKADA-GENCLER-FOTOGRAF_W0QQidZZ20664772
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
3 Ağustos 1898 Carşamba günlü Büyükada'da çeşitli şayialar çıkartarak ahalinin huzurunu bozan polis hafiyelerinden Rasim, Hakkı ve arkadaşlarının hakkında kanuni muamele yapılması istirhamına dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 6/2/2005 12:01
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
14 Ocak 2009 Perşembe
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Hafif yağmurlu
5/9ºC
% 87-96 nem
Yıldız, K 23km/sa
Gündoğuşu 07:27... Günbatışı 16:58
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Spindle Berry Fairy.
* * *
1- Dinçer Kaya: "Matmazeller'in Pastahanesi..."
2- Avedis Hilkat: "Adalar Müzesi Oluşum Komitesi, Patrik vekili Sayın Aram Ateşyan'a teşekkür ziyaretinde bulundu..."
3- Arthur Beylerian est né en décembre 1925, à Buyuk Ada (la plus grande des îles des Princes) d'Istanbul...
4- Roz Kohen: "El enverano de 1947-Prinkipo-Estanbol/En la kaza de Katerine i Rafael Benshuan. Vijitimos la kaza de Rafael Bensuan el primo de mi padre en 8 Noviembre 2007 en la Isla de Prinkipo serka de Estambol..."
ADALAR POSTASI'nın 2372. sayısında...
)O(
.........................................................1
Dinçer Kaya, "Matmazellerin Pastanesi", Yeni Defne Dergisi 255 (Haziran 2003)5-11.
MATMAZELLER'in PASTAHANESİ
Dinçer Kaya
Şehir hatları vapuru düdüğünü öttürdü, gemiyi iskeleye bağlayan halatlar çözüldü. “Yolculuk başladı,” dedi kendi kendine. Eski bir kilim sardığı, içinde yatak ve yorganının bulunduğu denk kenarda duruyordu. Vapur iskeleden ayrılana kadar gözünün önünde tutmuştu, n’olur n’olmaz diye… Gerilerde kalarak gitgide küçülen iskeleye ve köprüye baktı. Hava bugün güzel mi güzeldi, sonbahar geldiği halde gökyüzü de deniz de masmavi! Ayaklarının ucunda duran, içinde birkaç parça çamaşır bulunan eski külüstür valizi kavradı, üst kata çıkan merdivenlere doğru yürüdü. Merdivenleri çıkınca karşıdaki çay ocağının aynasında bir an kendini gördü; yanakları yük taşımaktan kızarmış, bakışları kaygılı ve üzgün… Vapur tenhaydı. Pencere yanında bir yere oturdu. Taa Bağlarbaşı’ndan onca yükü getirmek kendisini yormuştu. Sanki bir daha dönmemek üzere bilinmiyen bir ülkeye gidiyormuş gibi bir gariplik, bir hüzün çökmüştü içine. İskelede aldığı gazeteyi okumak istedi, üşendi. Vapurun penceresinden dışarıda uçan martıları seyrederken bakışları denizin küçük dalgalarına takıldı kaldı…
Yeni işine gidiyordu. İki gün önce evde annesiyle babalığının konuşmalarını anımsadı: Annesi “Çok güzel bir iş… İnsan boş durmamalı, çalışmalı, böyle aylak aylak gez dolaş, sonu var mı bu işin? Yook! İnsan bir baltaya sap olacak, değil mi efendim, yanlış mı söylüyorum acaba?”
Neşesiz bir yüzle, yere bakarak bu konuşmaları dinliyordu. Sözü annesi bitirince babalığı alıyordu: “Gözüm çıksın ki çok güzel bir iş; yemek içmek, yatmak onlardan.” Annesi onaylıyordu: “Ee daha ne olacak? Yalnız verilen emirleri hemen yapmalı, değil mi ama?” Babalığı destekliyordu: “Evlerden telefon ediyorlarmış, iki kutu pasta filanca adrese yollayın. Pasta kutularını sana verecekler, hemen verilen adrese götürüceksin. Yalnız, orada burada oyalanmak yok. Kapıyı çalarsın, saygılı bir şekilde, pastanızı getirdim efendim, dersin. Hemen yüklü bahşiş veriyorlarmış, paraya para demezsin!” Pek burasına inanmıyordu. Nasıl olur da kendisine bu kadar para kazandırırlar! O gün sözü bir annesi bir babalığı aldı… Önceleri böyle bir işte çalışmak istemiyordu, ama sonunda boyun eğdi. Bu iş biraz da kendisine macera gibi geliyordu. Peki ama hiç kimseyi tanımadığı bir adada ne işi vardı? Yoksa Ankara’ya, kendisini bugüne kadar büyütüp bakan dedesinin yanına mı dönseydi? Dedesi onu böyle işlerde çalışmaya zorlamazdı. Çocukluğunun en güzel günleri Ankara’da dedesinin yanında geçmişti. Dedesiyle tatil günlerinde Ankara’nın mesire yerleri olan Gazi Çiftliği’ne, Çubuk Barajı’na, Kayaş’a trenle, otobüsle gezmeye giderlerdi. O günleri özlemle anımsıyordu. Ama bugün seksen yaşına kadar çalışan adam işini bırakmıştı ve yarı hastaydı. Bugüne kadar hiç böyle bir işte çalışmamıştı. Pastahane nasıl bir yerdi acaba? Kimlerle çalışacaktı? Kafasının içinde buna benzer sorular dolaşıp duruyordu. Birden aklına alacağı ücret geldi, babalığıyla bu konuyu hiç konuşmamışlardı! Ne ücret vereceklerdi acaba? Herhalde haftalık, aylık bir ücret verirlerdi. Yoksa boğaz tokluğuna mı çalışacaktı? Ne demişti babalığı; “Evlerden telefonla pasta istiyorlarmış, sen götüreceksin, yüklü bahşişi alacaksın.”
Birden kendisini işe başlamış, elinde pasta kutusuyla adanın bilmediği sokaklarında adres ararken hayal etti. Aradığı adresi buluyor, kapıyı çalıp, pasta kutusunu saygılı bir şekilde teslim ediyordu. Yalnız, verilen bahşişi nasıl alacaktı? Bugüne kadar kimseden bahşiş almamıştı. Kimbilir, belki bir ücret verirlerdi! Bir fotoğraf makinesi alacak kadar para biriktirse ne iyi olurdu! Çocukluğundan beri bir fotoğraf makinesine sahip olmak isterdi. Ankara’da fotoğraf makinesi satan dükkânların önünde dakikalarca durup değişik modelde makineleri imrenerek seyrettiği olurdu. Hem istediği öyle pahalı bir şey de değildi; en ucuzundan bir kutu-makine de olurdu. İçini birden bir sevinç kapladı. Ama bu sevinci uzun sürmedi, elbisesi, ayakkabısı da iyice eskimişti. Keşke Ankara’da kalsaydı da İstanbul’a hiç gelmeseydi. Annesiyle babalığı kendisini düpedüz başlarından atmışlardı.
Vapur adalara uğradıkça aşağıda bıraktığı dengin yanına inip yerinde durup durmadığını kontrol ediyordu. İki saate yakın bir yolculuktan sonra Büyükada İskelesi gözükünce içindeki yalnızlık duygusu daha da arttı.
Vapur iskeleye yaklaşınca valizi alarak aşağıda bıraktığı dengin yanına gitti. Cebinden çalışacağı yerin adresini çıkardı: Ankara Pastahanesi, İskele Caddesi, No: 8. Bu işi kendisine babalığıyla aynı dükkânda çalışan Rum arkadaşı Aleko bulmuştu. Aleko, küçük bir kâğıda bir iki satır karalamış ve kendisine vermişti.
Telaş etmeden yolcuların çıkmasını bekledi. Omzundaki denkle aralarına karışmak istemiyordu. Vapur boşalınca dengi omzuna, valizi de eline alarak yürümeye başladı. İskele binasına gelince gazete gişesindeki kadına elindeki adresi gösterdi. Kadın, omzu üzerinden kâğıda bir göz attıktan sonra “Matmazellerin Pastahanesi, iskeleden çıkınca dosdoğru yürü, sağ tarafta göreceksin,” dedi.
Sağlı sollu dükkânların sıralandığı çarşıda biraz yürüdükten sonra ilerde sağda Ankara Pastahanesi yazılı tabelayı gördü. Küçük meydana açılan yolun sağında güzel bir yerdeydi.
Pastahanenin önüne gelince omzundaki dengi kapının yanına usulca bıraktı, bavulu da üstüne koydu, camdan içeri baktı. Büyükçe sayılacak pastahanede pek kimse yoktu. Sağ tarafta servis yerine doğru tezgâhlar, buzdolapları uzanıyor, sağ tarafta ise masalar sıralanmıştı. Temiz ve güzel bir pastahaneydi burası. İçeride söyleyeceği lafları hızla aklından geçirdi, sonra usulca kapıyı açarak içeri girdi, servis yerinin kapısında gördüğü elli yaşlarındaki kır saçlı bayana doğru yürüdü. Üç adım atmamıştı ki, tezgâhların arkasından fırlayan kendi yaşıtı beyaz önlüklü çocuk önünü kesti:
“Buyrun, ne istediniz?” diye sordu.
“Buraya kim bakıyor?” diyecekti ki... Servis kapısında olup biteni izleyen bayan, araştırıcı gözlerle bakarak:
“Ne istedin pasam?” diye sordu.
“Beni Aleko gönderdi.”
Kadın bir şey anlamamıştı. Yüzü bir şeye kızmış gibi asık suratla sordu:
“Kim Aleko?”
Hemen cebinden Aleko’nun yazdığı pusulayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın, pusulayı okudu, yüz hatları gevşedi, sonra:
“Eşyanı getirdin?” diye sordu.
“Getirdim, kapının önünde duruyor.”
Bu sırada yanlarına, salondaki masada fötr şapkalı bir adamla oturan bayan geldi. Kır saçlı, asık yüzlü bayanla aynı yaşta olan bu bayanın yüzü sakindi. İki kadın Rumca birşeyler konuştular. Yeni gelen bayan sandalyeyi göstererek oturmasını söyledi. Sandalyeye şöylece ilişti. Bayan da masada karşısına oturdu. Yanı başlarında ne olup bittiğini merakla izleyen yaşıtı tezgâhtarı da “Sen işine bak,” diyerek savdı. Tezgâhtar çocuğun yüzünü buruşturmasından, yanlarından pek istemeye istemeye ayrıldığını sezinledi. Bayan, kendisine bazı sorular sordu, kendisi de cevaplandırdı; Ankara’da doğduğunu, 13 yaşında olduğunu, okuldan ayrıldığını, kendisine bugüne kadar dedesinin baktığını, şimdi ise İstanbul’a annesinin yanına geldiğini, daha önce böyle bir işte çalışmadığın anlattı… Bu sorulardan sıkılmıştı. Konuşma bitince iki kadın servis kapısının önünde Rumca bir şeyler konuştular. Birkaç dakika sonra asık yüzlü bayan, omzunda bir pelerin, elinde birkaç anahtarla yanına geldi:
“Gel benimle,” dedi.
Pastahaneden dışarı çıktıklarında Matmazel, kapının yanında duran denge baktı: “Taşıyabilecek misin?” diye sordu.
“Taşırım, taa Bağlarbaşı’ndan buraya getirdim.”
Hemen dengi omzuna yüklendi, eski valizi eline aldı, Matmazel önde, kendisi arkada çarşının içinde yürümeye başladılar. Dükkânların sıralandığı küçük meydanda esnaf yeni güne hazırlanıyordu. Çarşıda sola sapıp biraz yürüdükten sonra tenha bir sokağa girdiler, sonra da bir başka sokağa. Sessiz ve sakin bir sokaktı burası. Bütün yol altı-yedi dakika sürmemişti bile. İki katlı eski, ahşap, kahverengi bir evin önünde durdular. Matmazel elindeki anahtarla kapıyı açtı. Evde kimse yoktu. Tahta merdivenlerden bir kat yukarı çıktılar. Matmazel bir odanın kapısını açtı. Küçük bir odaydı burası. Sokağa bakan iki ufak penceresinden gün ışığı giriyordu. Odada, birisinde yatak serili, ötekisi boş iki somya, bir ufak tahta masa ve iki sandalye vardı. Yatak serili somyanın bulunduğu duvarda naylon torba içinde lâcivert renkli bir elbise asılıydı. Bu eşyalar pastahanede çalışan yaşıtı tezgâhtar çocuğundu herhalde. Matmazel, boş somyayı gösterdi:
“Burada yatarsın.”
Omzundaki dengi somyanın üzerine bıraktı. Serip sermemeyi düşünüyordu ki, Matmazel:
“Akşam gelince serersin,” dedi.
Eski valizi somyanın altına itti. Pastahaneyi ne kadar iyi bulduysa bu evi ve odayı da o kadar sıkıcı bulmuştu.
Yarım saat sonra önüne bir önlük bağlamış, kollarını sıvamış, pastahanenin mutfak kısmında işe başlamıştı. İki basamak merdivenle çıkılan mutfak geniş ve temiz bir yerdi. Bulaşık tezgâhı mermerden yapılmıştı. Kapının yanında tabakların alınıp verildiği servis yeri vardı. Buradan pastahanenin her yeri görülüyordu. Hemen her işe adının Eleni olduğunu öğrendiği matmazel bakıyordu. Öteki Matmazel Fotini ise pek ortalıkta gözükmüyordu. Adının Salih olduğunu öğrendiği tezgâhtar çocuk ise pek mutfak kısmına gelmiyor, salonda tezgâhın arkasında oturuyordu. Pastahanede ayrıca bir garson yoktu. Tek tük müşteriye servisi Matmazel Eleni yapıyordu. Öğleye doğru Matmazel Eleni kendisine soğan doğrattı, sonra da zeytinyağlı kuru fasulye pişirdi.
Öğle yemeğini iki Matmazel ve Salih’le hepbirlikte yediler. Matmazeller’in kendileriyle yemek yemesinden memnun olmuştu. Kuru fasulye de gerçekten çok lezzetliydi. Canı çektiği halde aç gözlü gözükmemek için fazla yemedi. Yemekten sonra Matmazel Eleni bulaşıkları yıkamasını söyledi. Salih yemekten sonra yine salona, tezgâhın arkasına sıvışmıştı. Bir ara Matmazel Eleni, yıkadığı tabaklardan birini aldı, şöyle ışığa tutarak iyi yıkanıp yıkanmadığına baktı. Bulaşıkların yıkanması bitince de Salih’i çağırdı, tabakları kurulamasını söyledi. Ama Salih bu emre “tezgâhta kimse yok,” diyerek itaat etmedi.
Matmazel Eleni kızdı, ayıplamış gibi yüzüne baktı:
“ Ayıp, çok ayıp!” dedi.
Salih’in yüzü asıldı. Hırçın bir sesle:
“Siz birisini alınca ben yalnız tezgâha bakacaktım, öyle demiştiniz.”
Bu arada tartışmayı salondan duyan öteki Matmazel Fotini mutfağa girdi. Ne olup bittiğini öğrenince, sert bir sesle:
“Gel buraya, çok ayıp!”
Salih, yine hırçın bir tavırla kendisini göstererek:
“Bu yapsın, ben yapmıyorum!” diyerek mutfaktan çıktı.
İki Matmazel bakıştılar. Salih’in böyle küstahca konuşması, itaatsizlik etmesi canlarını sıkmıştı. Daha eski olduğunu söyleyerek bulaşık gibi işleri yeni gelene bırakıyordu. İki Matmazel Rumca bir şeyler konuştular. Kendisi bu olup bitenler karşısında sakin ve telaşsız onları izlemişti. Yalnız, Salih’in davranışını beğenmemişti.
Mevsim sonbahara geldiğinden ve hafta arası olduğu için Ada’ya gezmeye gelenler azdı. Tek tük alışveriş oluyordu. Öğleden sonra yapılacak bir iş olmadığından bir tabureye oturarak tabakların alınıp verildiği servis yerinden salonu seyretmeye başladı. Asık yüzlü Matmazel Eleni dışarı çıkmıştı. Öteki Matmazel Fotini ise salonda bir masada yaşlıca bir beyle oturmuş konuşuyordu. Salih yine salonda tezgâhın arkasında oturuyordu. Nedense kendisine pek yakınlık göstermiyordu. Ne garip şimdi buraya müşteri olarak gelip otursa Matmazeller’den birisi yanına gelecek ve “Buyurunuz pasam, ne arzu edersiniz?” diye soracaktı. Ne istiyorsa söyleyecek sonra da tadını çıkararak yiyecekti. Daha sonra da önündeki boş tabağı alıp götürecekler ve tabağı kimin yıkadığını bile bilmeyecekti. Bulunduğu yerle iki adım ötesindeki salon arasında gözle görülmeyen bir duvar örülmüştü sanki.
Bir yerde uzunca bir süre kalınca sıkılırdı; gezmeyi, yeni yerler görmeyi severdi. Gezginlerin, kâşiflerin yaşamıyla ilgili kitapları büyük bir merakla okurdu. Kâşifler Âlemi adlı kitabı defalarca okumuştu. Amerika Kıtası’nı bulan Kristof Kolomb’un, Afrika kâşifleri Doktor Livingston ve Stanley’in, Kutup Kâşifleri Amundsen ile Kaptan Scott’un yaşamları kendisini çok etkilemişti. Bazen başında kolonyal şapkayla Afrika’da keşfe çıktığını düşlerdi. İşe başlayalı altı saat olduğu halde sanki aylardır, yıllardır buradaymış gibi bunalmıştı. Dünyaya hep bu daracık yerden mi bakacaktı? Sanki buradan hiç ayrılamayacakmış gibi, birden içini dehşetli bir sıkıntı kapladı. Birkaç ay önce gördüğü Define Adası adlı filmi anımsadı, filmde olaylar yüz yıl önce geçiyordu. Filmin kahramanı kendi yaşında bir çocuktu. Define bulmak için ıssız bir adaya giden gemiciler adada yıllar önce yapayalnız bırakılan bir gemici buluyorlardı. Uzun yıllar kendisinden başka insan görmemiş, saçı sakalı birbirine karışmış olan adam çocuğu görünce sevincinden deli gibi davranışlarda bulunuyordu. “Böyle şeyleri düşünmekle insanın sıkıntısı daha da artıyor,” dedi. Sanki milyonlarca insanın yaşadığı büyük bir şehirde değil de okyanusların ortasında kaybolmuş ıssız bir adada imiş gibi hissediyordu kendisini.
Akşam olup hava karardığında insanlar işten Ada’ya, eve dönüyorlardı. Bu saatlerde alışveriş biraz canlanmıştı. Gelen müşteriler bir şeyler alıp gidiyorlardı; oturmaya gelenler azdı. Yine her işe Matmazel Eleni bakıyordu.
Hava iyice kararıp akşam olunca içindeki yalnızlık, gariplik duygusu daha da arttı. Bir taburenin üzerinde oturmuş salona, dışarıya özlemle bakıyor, düşünüyordu. Bu düşünceli durgun hali Matmazel Eleni’nin de dikkatini çekmişti. Mutfağa geldiğinde o her zamanki asık yüzüyle durdu, kendisine dikkatle baktı. Durgun, tedirgin hali Matmazel’in gözünden kaçmamıştı. Bir süre gözlerini üzerine dikerek araştıran bakışlarla bakan Matmazel dayanamadı sordu:
“Neyin var, hasta mısın?”
Soruyu geçiştirmek istedi:
“Biraz başım ağrıyor. Optalidon diye bir ilâç var, o iyi geliyor, ama yanımda yok.”
Matmazel, rahatsız edici bakışlarla bir süre daha kendisini süzdü:
“Sen çok akıllı,” dedi.
Sonra mutfaktan çıkarak salondaki kasanın yanına gitti, kasadan biraz bozuk para alarak kendisini yanına çağırdı. Elindeki parayı uzatarak:
“Dışarı çık, sağ tarafa yürü, eczahane göreceksin, söylediğin ilacı al gel,” dedi.
Pastahaneden çıktı, eczahaneyi kolayca buldu. Taneyle açık olarak da satılan pembe renkli ilaçtan beş tane alarak döndü. İlacı Matmazel’e uzattı. Matmazel: “Başın ağrıyor ya, sen içeceksin.”
Eh, bir kere “başım ağrıyor,” demişti ilacı da yutmak gerekiyordu, haplardan birini içti.
Akşam yemeğini yine Matmazeller’le birlikte yediler. Gece saat 23:00’te pastahaneyi kapattılar. Salih’le birlikte kapı önünde Matmazeller’e iyi geceler diledikten sonra gündüz eşyalarını bıraktığı eve doğru yürüdüler. Çarşıda dükkânlar kapanmıştı. Gündüz renkli ve canlı olan çarşı insanın içini karartacak kadar karanlık ve ıssızdı.
Eve gelir gelmez hemen dengi çözdü, eski kilimi somyanın üzerine örttü, üzerine de yatağı serdi. Sonra da pijamasını giyip her zamanki alışkanlığıyla elini ayağını, çoraplarını yıkadı. O bu işleri yaparken Salih pijamasını giymiş, yatağın üzerinde kendisini izliyordu. İşlerini bitirince yatağa oturdu, sigara paketini Salih’e uzattı. Ama Salih sigara içmediğini söyledi. Kendisi de içmekten vazgeçti. Salih’in pastahanedeki hırçın tavrı kaybolmuştu. Yüzü güleçti, biraz bönce ama dostça bakıyordu.
“Bu bayanların kocası yok mu?” diye apansız sordu.
Salih güldü,
“Yok, hiç evlenmemişler. Bunlar matmazel.”
“Ne zamandan beri burada çalışıyorsun?”
“Altı ay oldu.”
“Memleket neresi?”
“Kastamonu. Sen nerelisin?”
“Ankaralıyım.”
“Bu işi nasıl buldun?”
Babalığı’nın arkadaşı Aleko’nun bulduğunu anlattı.
Salih’e kaç para ücret aldığını soracaktı vazgeçti. Asıl öğrenmek istediği şu evlere pasta götürmek işiydi.
“Pastaları kim yapıyor?”
“Haftada bir usta gelir yapar. Mutfağın altında atölye var. Çikolata, karamela gibi şeyleri şehirden açık alıyorlar.”
Sonunda merak ettiği konuya geldi:
“Burada evlerden pasta filan istiyorlar mı?”
Salih, bu soruyu yüzünü buruşturarak, yok öyle şey, der gibi başını havaya kaldırdı. Demek annesiyle babalığı yalan söylemişlerdi. Zaten kendisi de buna pek inanmamıştı.
Saat 24:00’ü geçiyordu. Yanında getirdiği gazeteye bir göz atmak istedi. Bir yandan da Salih’e bakıyordu. Aslında kendisi de iyice yorulmuştu. Daha doğrusu yaşamını birdenbire değiştirmekten tedirgin olmuş, gün kendisini yormuştu. Gazeteyi yüksek sesle okumaya başladı. Ama Salih esniyordu.
“Uyuyalım mı?”
“Sen bilirsin. İstersen uyuyalım. Yarın erken kalkacağız,” dedi.
Kalktı, ışığı söndürdü, yatağa girdi. Birbirlerine iyi geceler dilediler.
Başını yastığa koyar koymaz hızlı bir film şeridi gibi gün içinde olanları düşünürken uykuya daldı.
Uykusunda karışık rüyalar gördü, havada uçuyordu. Ama ne kanadı vardı ne bir şey! Saatlerce gökyüzünde uçup yeryüzünü seyrettiği halde, çayırdan, çimenden, ağaçlardan başka hiçbir canlı yaratık göremedi. Sanki dünyadaki tüm canlılar, şehirler, kasabalar, köyler yok olmuştu! Ne bir kuş, ne bir kelebek, ne bir arı, ne bir at, ne de bir medeniyet izi. Her şey yok olmuştu! Korkunç bir yalnızlık duygusu kapladı içini. Artık bu evrende yaşamanın hiçbir anlamı kalmamıştı!
Sabahleyin Salih kendisini uyandırdığında uykusunu alamamıştı, üzerinde hâlâ yorgunluk vardı. Saat altıya geliyordu. Salih’ten geri kalmamak için hemen yataktan kalktı, yüzünü bol suyla yıkadı, üzerindeki sersemliği atmak için hareketlerini hızlandırdı. Çabucak giyindi. Yatakları toplayıp evden çıktılar.
On dakikada pastahanenin önüne geldiler. Matmazeller henüz gelmediğinden pastahane açılmamıştı. Kapının önünde beklemeye başladılar. Çarşıda esnaf kepenklerini açarak yeni bir güne hazırlanıyor, İstanbul’a işe gidecekler ise iskelede toplanıyordu.
Onbeş dakikalık bir bekleyişten sonra Matmazel Eleni omzunda peleriniyle gözüktü. Matmazel’e “günaydın,” dediler.
Hemen iş önlüklerini giyip işe başladılar; büyük çaydanlığı ocağa koyup çayı hazırladılar, kahvaltı ettiler.
Sabah işe gidenlerden alışveriş için tek tük gelenler oluyordu.
Her işe bakan Matmazel Eleni’nin sorgulayan bakışları yine üzerindeydi:
“Nasıl başın ağrıyor?” diye sordu.
“Yok, ağrımıyor geçti,” dedi.
Matmazel Eleni’nin yüzündeki ifade hep aynı, sanki canı bir şeylere sıkılıyor gibi… Ama seziyordu ki Matmazel başının ağrıdığı yalanına pek inanmamıştı.
Salih, kahvaltıdan sonra yine salonda tezgâhın arkasındaki yerini aldı. Kendisi de bulaşıkları yıkadıktan sonra tabureye oturarak yine özlemle dışarıyı seyretmeye başladı. Bazen Ankara’yı, dedesini düşünüyor bazen geçmişteki bazı olaylar belleğinde yeniden canlanıyordu.
* * *
Aradan her günü birbirine benzeyen üç hafta geçti. Bu süre içinde evden kendisini arayıp halini hatırını sormamışlardı. Sanki bütün yakınlarını birdenbire kaybetmiş yeryüzünde tek başına kalmıştı. Bugüne kadar hiç böyle bir yalnızlık duymamıştı. Artık burada daha fazla kalamazdı. En iyisi yine Ankara’ya dedesinin yanına dönmekti. Yalnız, bunu Matmazeller’e nasıl söyleyecekti? Dün gel, bugün git. Onları yüzüstü bırakıyormuş gibi bir duygu vardı içinde. İşten ayrıldığını duyunca ne diyecekti annesi: “Ben demiştim, bu bir yerde çalışmaz. Serseri olacak bu!” Aslında kendisini istemeyen annesiydi. Gerçekten iyi bir adam olan babalığı ise, “ne yaparsanız yapın,” diyecekti! Ama artık annesinin yanında kalamazdı. Ankara’ya döneceğini söylerse pek ses çıkarmazlardı. Annesinin tek istediği başından gitmesiydi.
Saat 11:00’de bir vapur vardı İstanbul’a. O vapura yetişemezse bir daha buradan hiç ayrılamayacakmış gibi geldi. İşin zoru Matmazeller’e işten ayrılacağını nasıl söyleyecekti? Kendisine iyi davranan bu insanlara karşı bir mahcubiyet duyuyordu. En iyisi, “Ben ayrılmak istiyorum. Ankara’ya dedemin yanına gideceğim,” filan gibi birşeyler söylemeli. Ayrıca, vapura bilet alacak para da yoktu cebinde. Vapurun kalkmasına bir saat vardı hâlâ işten ayrılacağını söyleyememişti. Huzursuzluğu daha da arttı. Bu arada Matmazel Eleni telaşlı, huzursuz davranışlarını fark etmiş, bakışlarını üzerinden ayırmıyordu. On dakika daha geçti, artık söylemeliydi. Matmazel Eleni’nin yanına gitti:
“Ben ayrılmak istiyorum. Ankara’ya döneceğim,” dedi.
Hayret! Matmazel bu kararına hiç şaşırmamıştı. Başıyla peki der gibi bir hareket yaptı.
“Bana vapur bileti almam için biraz para verirsiniz değil mi?”
“Tabii,” dedi Matmazel.
Vapura yetişmek için zaman azalmıştı. Anahtarları alarak eve koştu. Aceleyle yatağı, yorganı kilime sarıp denk yaptı. Eşyaları yüklenip, koşar adımlarla pastahaneye geldi. Çabucak vedalaşıp bir an önce gitmek istiyordu. Matmazeller’le ve Salih’le vedalaştı. Matmazel Eleni kasadan bir miktar para alarak kendisine verdi. Matmazeller’e teşekkür etti.
Kapının önünde duran dengi yüklendiği gibi iskeleye geldi. Gişeden bilet aldı. Vapur hareket edene kadar yine dengin yanında bekledi. Sonra üst güverteye çıktı pencere yanına oturdu.
Denizde uçuşan martıları seyrederken bir ferahlık vardı içinde.
.........................................................2
From: AVEDİS HİLKAT
Subject: Adalar Kent Müzesinden Ermeni Patrikhanesine teşekkür Ziyareti
Date: January 13, 2010 4:48:10 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
ADALAR KENT MÜZESİ'nden ERMENİ PATRİKHANESİ'ne TEŞEKKÜR ZİYARETİ...
Adalar Müzesi Oluşum Komitesi, Patrik vekili Sayın Aram Ateşyan'a teşekkür ziyaretinde bulundu.
12 Ocak 2010 saat 13:30'da Serhat Baysan, Avedis Hilkat, Deniz Koç, Korhan Atay, Sosi Cindoyan'dan oluşan Komite, Sayın Ateşyan'a katkılarından dolayı teşekkür ettiler. Çok samimi bir ortamda geçen toplantıda Müze Kordinatörü Sayın Serhat Baysan ve Avedis Hilkat, Büyükada'da İlkokul, Heybeliada'da Hüseyin Rahmi Gürpınar, Burgazada'da Sait Faik Abasıyanık Müzesi olduğunu, Kınalıada'da ise müze bulunmadığını ve bunun eksikliğinin hissedildiğini, amaçlarının Kınalıada'ya müze konumuna müsait yer arayışlarını ifade ettiler.
Adalar Belediye Başkanı Sayın Mustafa Farsakoğlu'nun (Dr.), kendilerine destek olacağını söylediler ve Sayın Patrik vekili Aram Ateşyan'dan destek beklediklerini Ateşyan'ın da bu konuyu düşünecegini bildirdi.
Komite daha sonra Patrikhane'nin alt katında bulunan Sayın Ateşyan'ın yaptırdıgı Müze'yi gezdiler. Muhteşem eserlerin sergilendigi müzedeki şahaser objeler hafızalarda iz bıraktı.
.........................................................3
http://www.acam-france.org/bibliographie/auteur.php?cle=beylerian-arthur
Arthur BEYLERIAN (1925 - 2005)
Arthur Beylerian est né en décembre 1925, à Buyuk Ada (la plus grande des îles des Princes) d'Istanbul.
Il a effectué ses études secondaires à l'école Mérametdjian, au Collège des Pères Mekhitaristes de Pangalti et à l'Ecole Guetronagan. Puis, il fréquente la Faculté de Littérature et d'Archéologie de l'Université de Beyazit et obtient les diplômes suivants : Histoire des arts d'Europe (1952), Archéologie (1953), Géographie générale (1955), Histoire de l'art turc islamique (1956).
Pendant une courte période, il a assumé la direction du Séminaire "Sourp Khatch Tbrevank" (Sainte Croix) d'Istanbul.
En 1959, il émigre en France et suit des cours à la Sorbonne. En 1972, il soutient sa thèse de Doctorat de 3e cycle "Origine de la question arménienne, du traité de San-Stefano au Congrès de Berlin" (non publiée). Il a réuni et publié les archives du Quai d'Orsay dans un volume "Les Grandes puissances, l'Empire ottoman et les Arméniens dans les archives françaises (1914-1918)" et est l'auteur de très nombreux articles en arménien et en français dans les revues spécialisées et dans les journaux généralistes. Quatre ouvrages, dont sa thèse remaniée, ainsi que de nombreuses articles sont restés inédits. A Paris, il a assuré pendant de nombreuses années le secrétariat de l'Association Arménienne d'Aide Sociale (AAAS) à son siège, au 77 rue Lafayette - 75009 Paris.
C’était un spécialiste de la Question arménienne, de l'Histoire ottomane, de l'Histoire turque des XIXe et-XXe siècles et un des rares connaisseurs de la langue turque ancienne.
.........................................................4
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com
Judeo-Spanish Memories, Illustrations, Photos and Live Readings
I have retold my earliest childhood memories in the language they existed. Judeo-Spanish and Turkish were the two languages I learned to speak simoulaneously, yet the the very first words I heard from my parents were in Judeo-Spanish. My father, the first time he saw me said: "Esta tiene cara de melon caldudo".These were joyous words. If you knew the language and culture you would know why. I will be adding either English or Turkish translations to some of the existing memoirs.
...
ROZ KOHEN
I was born and raised in Istanbul-Turkiye. I graduated from the American College for Girls-Arnavutkoy. My most recent degree is in Information Technology-MLS in Library Science. Currently I am the assistant manager of one of the St. Louis County Library branches.
...
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com/2009/08/mi-ermana.html
Saturday, August 1, 2009
Mi Ermana
El enverano de 1947-Prinkipo-Estanbol/En la kaza de Katerine i Rafael Benshuan.
Vijitimos la kaza de Rafael Bensuan el primo de mi padre en 8 Noviembre 2007 en la Isla de Prinkipo serka de Estambol. Mi ermana se akodro de la fotografia tomada antes 60 anyos en el mizmo lugar. Eya me konto ke esta kaza i el enverano ke pasaron aya antes ke you nasi era una de suz primeras memorias.
Oy, los abitantes de la misma kaza son Turgut Noyan, artisto famoso i su famiya.
...
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com/2009/03/prinkipo.html
PRİNKİPO
Roz Kohen Drohobyczer
Es a la fin de la invyernada ke los djudyos de Estambol aziyan la primera vijita del anyo a la isla de Prinkipo, kon la entansyon de tomar un poko de aver de mar fresko.
Prinkipo syempre tuvo un atmosfer sereno i diferente de la sivdad. Esta isla era muy espesyala kon la arshitektura diferente de sus batimientos kon sus guertas.
El paseyo empesava en el debarkader. Las zinganas, ke era posible de konoserlas kon sus vestimientas de kolor, anchas i eskuriyendo, vendian flores. Las mujeres ke saliyan del vapor, vistidas a la moda de alkavo i kon guantes blankas, las merkavan a estas flores, ke eran lo mas, buketos chikos de yasemin.
Mi padre korriya al orno en la entrada de la isla ande las golores de los kurulakis i de los kurabyes se repandiyan en el aver. Madam Mariola, la ornera kon su prostela, saliya a resivirmos:
"Musyu Izak, posi se kala ise?"(1)
Una konversasyon en grego se alargava entre eyos i la gregaya del orno apuntava a mi i a mi ermana dizyendo kozas ke no entendiyamos:
"Ti naftos? Poli omorfo.. sto pedya kala ise?"(2)
Las pogachas i los biskochos en la papelera en la bolsa de mi madre, kontinuavamos verso el Otel Splendid enturado de arvoles de mimoza. Esta vijita era tambien el primer kontakto del anyo kon la aristokrasiya de la isla.
Splendid era un otel muy luksuozo dekorado kon pinturas klasikas, kon siyas de estera, tiestas de kada modo, i balkones mirando a la mar. Musyu Djivre, el patron de mi padre ke uzava d'envezes en vezes de kedarse en este otel en esta sezon mos resiviya kon muncha jantiyes i reveransas. Empesava la konversasion en grego, i despues kontinuavan en fransez. Kon mas hadras i baranas en abokandosen i ekskuzandosen.
"Je vous remercie mille fois et je m’excuse parce-que la petite, elle est timide. Monsieur Djivre, et nous ne voulons pas vous déranger."(3) Estavamos aya unos kuantos puntos i davamos la fuyida para kontinuar kon el paseyo.
La estilo de la vida grega de la isla, los muestros no eskapavan de alavarlo:
"Los gregos de Estambol i espesyalmente akeyos de Prinkipo saven todo, tyenen muncho guste i son todos muy ermozos, de kayer las bavas. Suz kazas son dekoradas kon muncho hen, son kebares(4) i hatishinases(5). Tyenen biblos i kristales evropeos."
En Prinkipo, la isla de los prenses egzilados de la aristokrasiya bizantina, kontinuavamos a sintirmos i mozotros los "aristokrates" del dia.
El primo Rafael Benshuan ke era kazado kon Madam Katerina, la grega, bivia en una kaza en Prinkipo ke era komo un palasyiko kon una vista de mar maraviyoza. Esta kaza, komo munchas kazas en la isla, teniya unos tablos muy egzotikos, tiestas ermozas, espejos i kristales, i perdes de dantela sovre las puertas anchas de las tarasas.
En la entrada de la kaza, los arvoles de agranada ,de mimoza i las ortansas eran el orgoliyo de Madame Katerina. Es estas kuryozidades ke no viyamos en muestras kazas ke me davan la empresyon ke los abitantes de la isla eran personas muy valorozas.
Las konversasyones en la kaza de Madam Katerina se azian en grego i en fransez. Los atadijos de mis paryentes kon estos primos eran muy diferentes de akeyos kon los otros myembros de famiya. Estos atadijos eran markados de una grande admirasyon kon muncho respekto.
A la tornada de la vijita en Prinkipo, los avladeros, mesklados kon munchos byervos i dichos en grego, kontinuavan kuaji toda la semana. Entre estos, "kathiyem bodi ya kalo"(6) era el mas popular.
La vida aristokrata de de Prinkipo reflektava a muestras vidas, rayos de optimismo. Estos rayos kontinuavan a aklaresermos fista ke las mimozas ke aviamos eskojido, empesavan a fanarsen en los vazos.
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
3 Ağustos 1898 Carşamba günlü Büyükada'da çeşitli şayialar çıkartarak ahalinin huzurunu bozan polis hafiyelerinden Rasim, Hakkı ve arkadaşlarının hakkında kanuni muamele yapılması istirhamına dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 6/2/2005 12:01
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
14 Ocak 2009 Perşembe
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Hafif yağmurlu
5/9ºC
% 87-96 nem
Yıldız, K 23km/sa
Gündoğuşu 07:27... Günbatışı 16:58
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Spindle Berry Fairy.
* * *
1- Dinçer Kaya: "Matmazeller'in Pastahanesi..."
2- Avedis Hilkat: "Adalar Müzesi Oluşum Komitesi, Patrik vekili Sayın Aram Ateşyan'a teşekkür ziyaretinde bulundu..."
3- Arthur Beylerian est né en décembre 1925, à Buyuk Ada (la plus grande des îles des Princes) d'Istanbul...
4- Roz Kohen: "El enverano de 1947-Prinkipo-Estanbol/En la kaza de Katerine i Rafael Benshuan. Vijitimos la kaza de Rafael Bensuan el primo de mi padre en 8 Noviembre 2007 en la Isla de Prinkipo serka de Estambol..."
ADALAR POSTASI'nın 2372. sayısında...
)O(
.........................................................1
Dinçer Kaya, "Matmazellerin Pastanesi", Yeni Defne Dergisi 255 (Haziran 2003)5-11.
MATMAZELLER'in PASTAHANESİ
Dinçer Kaya
Şehir hatları vapuru düdüğünü öttürdü, gemiyi iskeleye bağlayan halatlar çözüldü. “Yolculuk başladı,” dedi kendi kendine. Eski bir kilim sardığı, içinde yatak ve yorganının bulunduğu denk kenarda duruyordu. Vapur iskeleden ayrılana kadar gözünün önünde tutmuştu, n’olur n’olmaz diye… Gerilerde kalarak gitgide küçülen iskeleye ve köprüye baktı. Hava bugün güzel mi güzeldi, sonbahar geldiği halde gökyüzü de deniz de masmavi! Ayaklarının ucunda duran, içinde birkaç parça çamaşır bulunan eski külüstür valizi kavradı, üst kata çıkan merdivenlere doğru yürüdü. Merdivenleri çıkınca karşıdaki çay ocağının aynasında bir an kendini gördü; yanakları yük taşımaktan kızarmış, bakışları kaygılı ve üzgün… Vapur tenhaydı. Pencere yanında bir yere oturdu. Taa Bağlarbaşı’ndan onca yükü getirmek kendisini yormuştu. Sanki bir daha dönmemek üzere bilinmiyen bir ülkeye gidiyormuş gibi bir gariplik, bir hüzün çökmüştü içine. İskelede aldığı gazeteyi okumak istedi, üşendi. Vapurun penceresinden dışarıda uçan martıları seyrederken bakışları denizin küçük dalgalarına takıldı kaldı…
Yeni işine gidiyordu. İki gün önce evde annesiyle babalığının konuşmalarını anımsadı: Annesi “Çok güzel bir iş… İnsan boş durmamalı, çalışmalı, böyle aylak aylak gez dolaş, sonu var mı bu işin? Yook! İnsan bir baltaya sap olacak, değil mi efendim, yanlış mı söylüyorum acaba?”
Neşesiz bir yüzle, yere bakarak bu konuşmaları dinliyordu. Sözü annesi bitirince babalığı alıyordu: “Gözüm çıksın ki çok güzel bir iş; yemek içmek, yatmak onlardan.” Annesi onaylıyordu: “Ee daha ne olacak? Yalnız verilen emirleri hemen yapmalı, değil mi ama?” Babalığı destekliyordu: “Evlerden telefon ediyorlarmış, iki kutu pasta filanca adrese yollayın. Pasta kutularını sana verecekler, hemen verilen adrese götürüceksin. Yalnız, orada burada oyalanmak yok. Kapıyı çalarsın, saygılı bir şekilde, pastanızı getirdim efendim, dersin. Hemen yüklü bahşiş veriyorlarmış, paraya para demezsin!” Pek burasına inanmıyordu. Nasıl olur da kendisine bu kadar para kazandırırlar! O gün sözü bir annesi bir babalığı aldı… Önceleri böyle bir işte çalışmak istemiyordu, ama sonunda boyun eğdi. Bu iş biraz da kendisine macera gibi geliyordu. Peki ama hiç kimseyi tanımadığı bir adada ne işi vardı? Yoksa Ankara’ya, kendisini bugüne kadar büyütüp bakan dedesinin yanına mı dönseydi? Dedesi onu böyle işlerde çalışmaya zorlamazdı. Çocukluğunun en güzel günleri Ankara’da dedesinin yanında geçmişti. Dedesiyle tatil günlerinde Ankara’nın mesire yerleri olan Gazi Çiftliği’ne, Çubuk Barajı’na, Kayaş’a trenle, otobüsle gezmeye giderlerdi. O günleri özlemle anımsıyordu. Ama bugün seksen yaşına kadar çalışan adam işini bırakmıştı ve yarı hastaydı. Bugüne kadar hiç böyle bir işte çalışmamıştı. Pastahane nasıl bir yerdi acaba? Kimlerle çalışacaktı? Kafasının içinde buna benzer sorular dolaşıp duruyordu. Birden aklına alacağı ücret geldi, babalığıyla bu konuyu hiç konuşmamışlardı! Ne ücret vereceklerdi acaba? Herhalde haftalık, aylık bir ücret verirlerdi. Yoksa boğaz tokluğuna mı çalışacaktı? Ne demişti babalığı; “Evlerden telefonla pasta istiyorlarmış, sen götüreceksin, yüklü bahşişi alacaksın.”
Birden kendisini işe başlamış, elinde pasta kutusuyla adanın bilmediği sokaklarında adres ararken hayal etti. Aradığı adresi buluyor, kapıyı çalıp, pasta kutusunu saygılı bir şekilde teslim ediyordu. Yalnız, verilen bahşişi nasıl alacaktı? Bugüne kadar kimseden bahşiş almamıştı. Kimbilir, belki bir ücret verirlerdi! Bir fotoğraf makinesi alacak kadar para biriktirse ne iyi olurdu! Çocukluğundan beri bir fotoğraf makinesine sahip olmak isterdi. Ankara’da fotoğraf makinesi satan dükkânların önünde dakikalarca durup değişik modelde makineleri imrenerek seyrettiği olurdu. Hem istediği öyle pahalı bir şey de değildi; en ucuzundan bir kutu-makine de olurdu. İçini birden bir sevinç kapladı. Ama bu sevinci uzun sürmedi, elbisesi, ayakkabısı da iyice eskimişti. Keşke Ankara’da kalsaydı da İstanbul’a hiç gelmeseydi. Annesiyle babalığı kendisini düpedüz başlarından atmışlardı.
Vapur adalara uğradıkça aşağıda bıraktığı dengin yanına inip yerinde durup durmadığını kontrol ediyordu. İki saate yakın bir yolculuktan sonra Büyükada İskelesi gözükünce içindeki yalnızlık duygusu daha da arttı.
Vapur iskeleye yaklaşınca valizi alarak aşağıda bıraktığı dengin yanına gitti. Cebinden çalışacağı yerin adresini çıkardı: Ankara Pastahanesi, İskele Caddesi, No: 8. Bu işi kendisine babalığıyla aynı dükkânda çalışan Rum arkadaşı Aleko bulmuştu. Aleko, küçük bir kâğıda bir iki satır karalamış ve kendisine vermişti.
Telaş etmeden yolcuların çıkmasını bekledi. Omzundaki denkle aralarına karışmak istemiyordu. Vapur boşalınca dengi omzuna, valizi de eline alarak yürümeye başladı. İskele binasına gelince gazete gişesindeki kadına elindeki adresi gösterdi. Kadın, omzu üzerinden kâğıda bir göz attıktan sonra “Matmazellerin Pastahanesi, iskeleden çıkınca dosdoğru yürü, sağ tarafta göreceksin,” dedi.
Sağlı sollu dükkânların sıralandığı çarşıda biraz yürüdükten sonra ilerde sağda Ankara Pastahanesi yazılı tabelayı gördü. Küçük meydana açılan yolun sağında güzel bir yerdeydi.
Pastahanenin önüne gelince omzundaki dengi kapının yanına usulca bıraktı, bavulu da üstüne koydu, camdan içeri baktı. Büyükçe sayılacak pastahanede pek kimse yoktu. Sağ tarafta servis yerine doğru tezgâhlar, buzdolapları uzanıyor, sağ tarafta ise masalar sıralanmıştı. Temiz ve güzel bir pastahaneydi burası. İçeride söyleyeceği lafları hızla aklından geçirdi, sonra usulca kapıyı açarak içeri girdi, servis yerinin kapısında gördüğü elli yaşlarındaki kır saçlı bayana doğru yürüdü. Üç adım atmamıştı ki, tezgâhların arkasından fırlayan kendi yaşıtı beyaz önlüklü çocuk önünü kesti:
“Buyrun, ne istediniz?” diye sordu.
“Buraya kim bakıyor?” diyecekti ki... Servis kapısında olup biteni izleyen bayan, araştırıcı gözlerle bakarak:
“Ne istedin pasam?” diye sordu.
“Beni Aleko gönderdi.”
Kadın bir şey anlamamıştı. Yüzü bir şeye kızmış gibi asık suratla sordu:
“Kim Aleko?”
Hemen cebinden Aleko’nun yazdığı pusulayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın, pusulayı okudu, yüz hatları gevşedi, sonra:
“Eşyanı getirdin?” diye sordu.
“Getirdim, kapının önünde duruyor.”
Bu sırada yanlarına, salondaki masada fötr şapkalı bir adamla oturan bayan geldi. Kır saçlı, asık yüzlü bayanla aynı yaşta olan bu bayanın yüzü sakindi. İki kadın Rumca birşeyler konuştular. Yeni gelen bayan sandalyeyi göstererek oturmasını söyledi. Sandalyeye şöylece ilişti. Bayan da masada karşısına oturdu. Yanı başlarında ne olup bittiğini merakla izleyen yaşıtı tezgâhtarı da “Sen işine bak,” diyerek savdı. Tezgâhtar çocuğun yüzünü buruşturmasından, yanlarından pek istemeye istemeye ayrıldığını sezinledi. Bayan, kendisine bazı sorular sordu, kendisi de cevaplandırdı; Ankara’da doğduğunu, 13 yaşında olduğunu, okuldan ayrıldığını, kendisine bugüne kadar dedesinin baktığını, şimdi ise İstanbul’a annesinin yanına geldiğini, daha önce böyle bir işte çalışmadığın anlattı… Bu sorulardan sıkılmıştı. Konuşma bitince iki kadın servis kapısının önünde Rumca bir şeyler konuştular. Birkaç dakika sonra asık yüzlü bayan, omzunda bir pelerin, elinde birkaç anahtarla yanına geldi:
“Gel benimle,” dedi.
Pastahaneden dışarı çıktıklarında Matmazel, kapının yanında duran denge baktı: “Taşıyabilecek misin?” diye sordu.
“Taşırım, taa Bağlarbaşı’ndan buraya getirdim.”
Hemen dengi omzuna yüklendi, eski valizi eline aldı, Matmazel önde, kendisi arkada çarşının içinde yürümeye başladılar. Dükkânların sıralandığı küçük meydanda esnaf yeni güne hazırlanıyordu. Çarşıda sola sapıp biraz yürüdükten sonra tenha bir sokağa girdiler, sonra da bir başka sokağa. Sessiz ve sakin bir sokaktı burası. Bütün yol altı-yedi dakika sürmemişti bile. İki katlı eski, ahşap, kahverengi bir evin önünde durdular. Matmazel elindeki anahtarla kapıyı açtı. Evde kimse yoktu. Tahta merdivenlerden bir kat yukarı çıktılar. Matmazel bir odanın kapısını açtı. Küçük bir odaydı burası. Sokağa bakan iki ufak penceresinden gün ışığı giriyordu. Odada, birisinde yatak serili, ötekisi boş iki somya, bir ufak tahta masa ve iki sandalye vardı. Yatak serili somyanın bulunduğu duvarda naylon torba içinde lâcivert renkli bir elbise asılıydı. Bu eşyalar pastahanede çalışan yaşıtı tezgâhtar çocuğundu herhalde. Matmazel, boş somyayı gösterdi:
“Burada yatarsın.”
Omzundaki dengi somyanın üzerine bıraktı. Serip sermemeyi düşünüyordu ki, Matmazel:
“Akşam gelince serersin,” dedi.
Eski valizi somyanın altına itti. Pastahaneyi ne kadar iyi bulduysa bu evi ve odayı da o kadar sıkıcı bulmuştu.
Yarım saat sonra önüne bir önlük bağlamış, kollarını sıvamış, pastahanenin mutfak kısmında işe başlamıştı. İki basamak merdivenle çıkılan mutfak geniş ve temiz bir yerdi. Bulaşık tezgâhı mermerden yapılmıştı. Kapının yanında tabakların alınıp verildiği servis yeri vardı. Buradan pastahanenin her yeri görülüyordu. Hemen her işe adının Eleni olduğunu öğrendiği matmazel bakıyordu. Öteki Matmazel Fotini ise pek ortalıkta gözükmüyordu. Adının Salih olduğunu öğrendiği tezgâhtar çocuk ise pek mutfak kısmına gelmiyor, salonda tezgâhın arkasında oturuyordu. Pastahanede ayrıca bir garson yoktu. Tek tük müşteriye servisi Matmazel Eleni yapıyordu. Öğleye doğru Matmazel Eleni kendisine soğan doğrattı, sonra da zeytinyağlı kuru fasulye pişirdi.
Öğle yemeğini iki Matmazel ve Salih’le hepbirlikte yediler. Matmazeller’in kendileriyle yemek yemesinden memnun olmuştu. Kuru fasulye de gerçekten çok lezzetliydi. Canı çektiği halde aç gözlü gözükmemek için fazla yemedi. Yemekten sonra Matmazel Eleni bulaşıkları yıkamasını söyledi. Salih yemekten sonra yine salona, tezgâhın arkasına sıvışmıştı. Bir ara Matmazel Eleni, yıkadığı tabaklardan birini aldı, şöyle ışığa tutarak iyi yıkanıp yıkanmadığına baktı. Bulaşıkların yıkanması bitince de Salih’i çağırdı, tabakları kurulamasını söyledi. Ama Salih bu emre “tezgâhta kimse yok,” diyerek itaat etmedi.
Matmazel Eleni kızdı, ayıplamış gibi yüzüne baktı:
“ Ayıp, çok ayıp!” dedi.
Salih’in yüzü asıldı. Hırçın bir sesle:
“Siz birisini alınca ben yalnız tezgâha bakacaktım, öyle demiştiniz.”
Bu arada tartışmayı salondan duyan öteki Matmazel Fotini mutfağa girdi. Ne olup bittiğini öğrenince, sert bir sesle:
“Gel buraya, çok ayıp!”
Salih, yine hırçın bir tavırla kendisini göstererek:
“Bu yapsın, ben yapmıyorum!” diyerek mutfaktan çıktı.
İki Matmazel bakıştılar. Salih’in böyle küstahca konuşması, itaatsizlik etmesi canlarını sıkmıştı. Daha eski olduğunu söyleyerek bulaşık gibi işleri yeni gelene bırakıyordu. İki Matmazel Rumca bir şeyler konuştular. Kendisi bu olup bitenler karşısında sakin ve telaşsız onları izlemişti. Yalnız, Salih’in davranışını beğenmemişti.
Mevsim sonbahara geldiğinden ve hafta arası olduğu için Ada’ya gezmeye gelenler azdı. Tek tük alışveriş oluyordu. Öğleden sonra yapılacak bir iş olmadığından bir tabureye oturarak tabakların alınıp verildiği servis yerinden salonu seyretmeye başladı. Asık yüzlü Matmazel Eleni dışarı çıkmıştı. Öteki Matmazel Fotini ise salonda bir masada yaşlıca bir beyle oturmuş konuşuyordu. Salih yine salonda tezgâhın arkasında oturuyordu. Nedense kendisine pek yakınlık göstermiyordu. Ne garip şimdi buraya müşteri olarak gelip otursa Matmazeller’den birisi yanına gelecek ve “Buyurunuz pasam, ne arzu edersiniz?” diye soracaktı. Ne istiyorsa söyleyecek sonra da tadını çıkararak yiyecekti. Daha sonra da önündeki boş tabağı alıp götürecekler ve tabağı kimin yıkadığını bile bilmeyecekti. Bulunduğu yerle iki adım ötesindeki salon arasında gözle görülmeyen bir duvar örülmüştü sanki.
Bir yerde uzunca bir süre kalınca sıkılırdı; gezmeyi, yeni yerler görmeyi severdi. Gezginlerin, kâşiflerin yaşamıyla ilgili kitapları büyük bir merakla okurdu. Kâşifler Âlemi adlı kitabı defalarca okumuştu. Amerika Kıtası’nı bulan Kristof Kolomb’un, Afrika kâşifleri Doktor Livingston ve Stanley’in, Kutup Kâşifleri Amundsen ile Kaptan Scott’un yaşamları kendisini çok etkilemişti. Bazen başında kolonyal şapkayla Afrika’da keşfe çıktığını düşlerdi. İşe başlayalı altı saat olduğu halde sanki aylardır, yıllardır buradaymış gibi bunalmıştı. Dünyaya hep bu daracık yerden mi bakacaktı? Sanki buradan hiç ayrılamayacakmış gibi, birden içini dehşetli bir sıkıntı kapladı. Birkaç ay önce gördüğü Define Adası adlı filmi anımsadı, filmde olaylar yüz yıl önce geçiyordu. Filmin kahramanı kendi yaşında bir çocuktu. Define bulmak için ıssız bir adaya giden gemiciler adada yıllar önce yapayalnız bırakılan bir gemici buluyorlardı. Uzun yıllar kendisinden başka insan görmemiş, saçı sakalı birbirine karışmış olan adam çocuğu görünce sevincinden deli gibi davranışlarda bulunuyordu. “Böyle şeyleri düşünmekle insanın sıkıntısı daha da artıyor,” dedi. Sanki milyonlarca insanın yaşadığı büyük bir şehirde değil de okyanusların ortasında kaybolmuş ıssız bir adada imiş gibi hissediyordu kendisini.
Akşam olup hava karardığında insanlar işten Ada’ya, eve dönüyorlardı. Bu saatlerde alışveriş biraz canlanmıştı. Gelen müşteriler bir şeyler alıp gidiyorlardı; oturmaya gelenler azdı. Yine her işe Matmazel Eleni bakıyordu.
Hava iyice kararıp akşam olunca içindeki yalnızlık, gariplik duygusu daha da arttı. Bir taburenin üzerinde oturmuş salona, dışarıya özlemle bakıyor, düşünüyordu. Bu düşünceli durgun hali Matmazel Eleni’nin de dikkatini çekmişti. Mutfağa geldiğinde o her zamanki asık yüzüyle durdu, kendisine dikkatle baktı. Durgun, tedirgin hali Matmazel’in gözünden kaçmamıştı. Bir süre gözlerini üzerine dikerek araştıran bakışlarla bakan Matmazel dayanamadı sordu:
“Neyin var, hasta mısın?”
Soruyu geçiştirmek istedi:
“Biraz başım ağrıyor. Optalidon diye bir ilâç var, o iyi geliyor, ama yanımda yok.”
Matmazel, rahatsız edici bakışlarla bir süre daha kendisini süzdü:
“Sen çok akıllı,” dedi.
Sonra mutfaktan çıkarak salondaki kasanın yanına gitti, kasadan biraz bozuk para alarak kendisini yanına çağırdı. Elindeki parayı uzatarak:
“Dışarı çık, sağ tarafa yürü, eczahane göreceksin, söylediğin ilacı al gel,” dedi.
Pastahaneden çıktı, eczahaneyi kolayca buldu. Taneyle açık olarak da satılan pembe renkli ilaçtan beş tane alarak döndü. İlacı Matmazel’e uzattı. Matmazel: “Başın ağrıyor ya, sen içeceksin.”
Eh, bir kere “başım ağrıyor,” demişti ilacı da yutmak gerekiyordu, haplardan birini içti.
Akşam yemeğini yine Matmazeller’le birlikte yediler. Gece saat 23:00’te pastahaneyi kapattılar. Salih’le birlikte kapı önünde Matmazeller’e iyi geceler diledikten sonra gündüz eşyalarını bıraktığı eve doğru yürüdüler. Çarşıda dükkânlar kapanmıştı. Gündüz renkli ve canlı olan çarşı insanın içini karartacak kadar karanlık ve ıssızdı.
Eve gelir gelmez hemen dengi çözdü, eski kilimi somyanın üzerine örttü, üzerine de yatağı serdi. Sonra da pijamasını giyip her zamanki alışkanlığıyla elini ayağını, çoraplarını yıkadı. O bu işleri yaparken Salih pijamasını giymiş, yatağın üzerinde kendisini izliyordu. İşlerini bitirince yatağa oturdu, sigara paketini Salih’e uzattı. Ama Salih sigara içmediğini söyledi. Kendisi de içmekten vazgeçti. Salih’in pastahanedeki hırçın tavrı kaybolmuştu. Yüzü güleçti, biraz bönce ama dostça bakıyordu.
“Bu bayanların kocası yok mu?” diye apansız sordu.
Salih güldü,
“Yok, hiç evlenmemişler. Bunlar matmazel.”
“Ne zamandan beri burada çalışıyorsun?”
“Altı ay oldu.”
“Memleket neresi?”
“Kastamonu. Sen nerelisin?”
“Ankaralıyım.”
“Bu işi nasıl buldun?”
Babalığı’nın arkadaşı Aleko’nun bulduğunu anlattı.
Salih’e kaç para ücret aldığını soracaktı vazgeçti. Asıl öğrenmek istediği şu evlere pasta götürmek işiydi.
“Pastaları kim yapıyor?”
“Haftada bir usta gelir yapar. Mutfağın altında atölye var. Çikolata, karamela gibi şeyleri şehirden açık alıyorlar.”
Sonunda merak ettiği konuya geldi:
“Burada evlerden pasta filan istiyorlar mı?”
Salih, bu soruyu yüzünü buruşturarak, yok öyle şey, der gibi başını havaya kaldırdı. Demek annesiyle babalığı yalan söylemişlerdi. Zaten kendisi de buna pek inanmamıştı.
Saat 24:00’ü geçiyordu. Yanında getirdiği gazeteye bir göz atmak istedi. Bir yandan da Salih’e bakıyordu. Aslında kendisi de iyice yorulmuştu. Daha doğrusu yaşamını birdenbire değiştirmekten tedirgin olmuş, gün kendisini yormuştu. Gazeteyi yüksek sesle okumaya başladı. Ama Salih esniyordu.
“Uyuyalım mı?”
“Sen bilirsin. İstersen uyuyalım. Yarın erken kalkacağız,” dedi.
Kalktı, ışığı söndürdü, yatağa girdi. Birbirlerine iyi geceler dilediler.
Başını yastığa koyar koymaz hızlı bir film şeridi gibi gün içinde olanları düşünürken uykuya daldı.
Uykusunda karışık rüyalar gördü, havada uçuyordu. Ama ne kanadı vardı ne bir şey! Saatlerce gökyüzünde uçup yeryüzünü seyrettiği halde, çayırdan, çimenden, ağaçlardan başka hiçbir canlı yaratık göremedi. Sanki dünyadaki tüm canlılar, şehirler, kasabalar, köyler yok olmuştu! Ne bir kuş, ne bir kelebek, ne bir arı, ne bir at, ne de bir medeniyet izi. Her şey yok olmuştu! Korkunç bir yalnızlık duygusu kapladı içini. Artık bu evrende yaşamanın hiçbir anlamı kalmamıştı!
Sabahleyin Salih kendisini uyandırdığında uykusunu alamamıştı, üzerinde hâlâ yorgunluk vardı. Saat altıya geliyordu. Salih’ten geri kalmamak için hemen yataktan kalktı, yüzünü bol suyla yıkadı, üzerindeki sersemliği atmak için hareketlerini hızlandırdı. Çabucak giyindi. Yatakları toplayıp evden çıktılar.
On dakikada pastahanenin önüne geldiler. Matmazeller henüz gelmediğinden pastahane açılmamıştı. Kapının önünde beklemeye başladılar. Çarşıda esnaf kepenklerini açarak yeni bir güne hazırlanıyor, İstanbul’a işe gidecekler ise iskelede toplanıyordu.
Onbeş dakikalık bir bekleyişten sonra Matmazel Eleni omzunda peleriniyle gözüktü. Matmazel’e “günaydın,” dediler.
Hemen iş önlüklerini giyip işe başladılar; büyük çaydanlığı ocağa koyup çayı hazırladılar, kahvaltı ettiler.
Sabah işe gidenlerden alışveriş için tek tük gelenler oluyordu.
Her işe bakan Matmazel Eleni’nin sorgulayan bakışları yine üzerindeydi:
“Nasıl başın ağrıyor?” diye sordu.
“Yok, ağrımıyor geçti,” dedi.
Matmazel Eleni’nin yüzündeki ifade hep aynı, sanki canı bir şeylere sıkılıyor gibi… Ama seziyordu ki Matmazel başının ağrıdığı yalanına pek inanmamıştı.
Salih, kahvaltıdan sonra yine salonda tezgâhın arkasındaki yerini aldı. Kendisi de bulaşıkları yıkadıktan sonra tabureye oturarak yine özlemle dışarıyı seyretmeye başladı. Bazen Ankara’yı, dedesini düşünüyor bazen geçmişteki bazı olaylar belleğinde yeniden canlanıyordu.
* * *
Aradan her günü birbirine benzeyen üç hafta geçti. Bu süre içinde evden kendisini arayıp halini hatırını sormamışlardı. Sanki bütün yakınlarını birdenbire kaybetmiş yeryüzünde tek başına kalmıştı. Bugüne kadar hiç böyle bir yalnızlık duymamıştı. Artık burada daha fazla kalamazdı. En iyisi yine Ankara’ya dedesinin yanına dönmekti. Yalnız, bunu Matmazeller’e nasıl söyleyecekti? Dün gel, bugün git. Onları yüzüstü bırakıyormuş gibi bir duygu vardı içinde. İşten ayrıldığını duyunca ne diyecekti annesi: “Ben demiştim, bu bir yerde çalışmaz. Serseri olacak bu!” Aslında kendisini istemeyen annesiydi. Gerçekten iyi bir adam olan babalığı ise, “ne yaparsanız yapın,” diyecekti! Ama artık annesinin yanında kalamazdı. Ankara’ya döneceğini söylerse pek ses çıkarmazlardı. Annesinin tek istediği başından gitmesiydi.
Saat 11:00’de bir vapur vardı İstanbul’a. O vapura yetişemezse bir daha buradan hiç ayrılamayacakmış gibi geldi. İşin zoru Matmazeller’e işten ayrılacağını nasıl söyleyecekti? Kendisine iyi davranan bu insanlara karşı bir mahcubiyet duyuyordu. En iyisi, “Ben ayrılmak istiyorum. Ankara’ya dedemin yanına gideceğim,” filan gibi birşeyler söylemeli. Ayrıca, vapura bilet alacak para da yoktu cebinde. Vapurun kalkmasına bir saat vardı hâlâ işten ayrılacağını söyleyememişti. Huzursuzluğu daha da arttı. Bu arada Matmazel Eleni telaşlı, huzursuz davranışlarını fark etmiş, bakışlarını üzerinden ayırmıyordu. On dakika daha geçti, artık söylemeliydi. Matmazel Eleni’nin yanına gitti:
“Ben ayrılmak istiyorum. Ankara’ya döneceğim,” dedi.
Hayret! Matmazel bu kararına hiç şaşırmamıştı. Başıyla peki der gibi bir hareket yaptı.
“Bana vapur bileti almam için biraz para verirsiniz değil mi?”
“Tabii,” dedi Matmazel.
Vapura yetişmek için zaman azalmıştı. Anahtarları alarak eve koştu. Aceleyle yatağı, yorganı kilime sarıp denk yaptı. Eşyaları yüklenip, koşar adımlarla pastahaneye geldi. Çabucak vedalaşıp bir an önce gitmek istiyordu. Matmazeller’le ve Salih’le vedalaştı. Matmazel Eleni kasadan bir miktar para alarak kendisine verdi. Matmazeller’e teşekkür etti.
Kapının önünde duran dengi yüklendiği gibi iskeleye geldi. Gişeden bilet aldı. Vapur hareket edene kadar yine dengin yanında bekledi. Sonra üst güverteye çıktı pencere yanına oturdu.
Denizde uçuşan martıları seyrederken bir ferahlık vardı içinde.
.........................................................2
From: AVEDİS HİLKAT
Subject: Adalar Kent Müzesinden Ermeni Patrikhanesine teşekkür Ziyareti
Date: January 13, 2010 4:48:10 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
ADALAR KENT MÜZESİ'nden ERMENİ PATRİKHANESİ'ne TEŞEKKÜR ZİYARETİ...
Adalar Müzesi Oluşum Komitesi, Patrik vekili Sayın Aram Ateşyan'a teşekkür ziyaretinde bulundu.
12 Ocak 2010 saat 13:30'da Serhat Baysan, Avedis Hilkat, Deniz Koç, Korhan Atay, Sosi Cindoyan'dan oluşan Komite, Sayın Ateşyan'a katkılarından dolayı teşekkür ettiler. Çok samimi bir ortamda geçen toplantıda Müze Kordinatörü Sayın Serhat Baysan ve Avedis Hilkat, Büyükada'da İlkokul, Heybeliada'da Hüseyin Rahmi Gürpınar, Burgazada'da Sait Faik Abasıyanık Müzesi olduğunu, Kınalıada'da ise müze bulunmadığını ve bunun eksikliğinin hissedildiğini, amaçlarının Kınalıada'ya müze konumuna müsait yer arayışlarını ifade ettiler.
Adalar Belediye Başkanı Sayın Mustafa Farsakoğlu'nun (Dr.), kendilerine destek olacağını söylediler ve Sayın Patrik vekili Aram Ateşyan'dan destek beklediklerini Ateşyan'ın da bu konuyu düşünecegini bildirdi.
Komite daha sonra Patrikhane'nin alt katında bulunan Sayın Ateşyan'ın yaptırdıgı Müze'yi gezdiler. Muhteşem eserlerin sergilendigi müzedeki şahaser objeler hafızalarda iz bıraktı.
.........................................................3
http://www.acam-france.org/bibliographie/auteur.php?cle=beylerian-arthur
Arthur BEYLERIAN (1925 - 2005)
Arthur Beylerian est né en décembre 1925, à Buyuk Ada (la plus grande des îles des Princes) d'Istanbul.
Il a effectué ses études secondaires à l'école Mérametdjian, au Collège des Pères Mekhitaristes de Pangalti et à l'Ecole Guetronagan. Puis, il fréquente la Faculté de Littérature et d'Archéologie de l'Université de Beyazit et obtient les diplômes suivants : Histoire des arts d'Europe (1952), Archéologie (1953), Géographie générale (1955), Histoire de l'art turc islamique (1956).
Pendant une courte période, il a assumé la direction du Séminaire "Sourp Khatch Tbrevank" (Sainte Croix) d'Istanbul.
En 1959, il émigre en France et suit des cours à la Sorbonne. En 1972, il soutient sa thèse de Doctorat de 3e cycle "Origine de la question arménienne, du traité de San-Stefano au Congrès de Berlin" (non publiée). Il a réuni et publié les archives du Quai d'Orsay dans un volume "Les Grandes puissances, l'Empire ottoman et les Arméniens dans les archives françaises (1914-1918)" et est l'auteur de très nombreux articles en arménien et en français dans les revues spécialisées et dans les journaux généralistes. Quatre ouvrages, dont sa thèse remaniée, ainsi que de nombreuses articles sont restés inédits. A Paris, il a assuré pendant de nombreuses années le secrétariat de l'Association Arménienne d'Aide Sociale (AAAS) à son siège, au 77 rue Lafayette - 75009 Paris.
C’était un spécialiste de la Question arménienne, de l'Histoire ottomane, de l'Histoire turque des XIXe et-XXe siècles et un des rares connaisseurs de la langue turque ancienne.
.........................................................4
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com
Judeo-Spanish Memories, Illustrations, Photos and Live Readings
I have retold my earliest childhood memories in the language they existed. Judeo-Spanish and Turkish were the two languages I learned to speak simoulaneously, yet the the very first words I heard from my parents were in Judeo-Spanish. My father, the first time he saw me said: "Esta tiene cara de melon caldudo".These were joyous words. If you knew the language and culture you would know why. I will be adding either English or Turkish translations to some of the existing memoirs.
...
ROZ KOHEN
I was born and raised in Istanbul-Turkiye. I graduated from the American College for Girls-Arnavutkoy. My most recent degree is in Information Technology-MLS in Library Science. Currently I am the assistant manager of one of the St. Louis County Library branches.
...
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com/2009/08/mi-ermana.html
Saturday, August 1, 2009
Mi Ermana
El enverano de 1947-Prinkipo-Estanbol/En la kaza de Katerine i Rafael Benshuan.
Vijitimos la kaza de Rafael Bensuan el primo de mi padre en 8 Noviembre 2007 en la Isla de Prinkipo serka de Estambol. Mi ermana se akodro de la fotografia tomada antes 60 anyos en el mizmo lugar. Eya me konto ke esta kaza i el enverano ke pasaron aya antes ke you nasi era una de suz primeras memorias.
Oy, los abitantes de la misma kaza son Turgut Noyan, artisto famoso i su famiya.
...
http://judeo-spanishmemoires.blogspot.com/2009/03/prinkipo.html
PRİNKİPO
Roz Kohen Drohobyczer
Es a la fin de la invyernada ke los djudyos de Estambol aziyan la primera vijita del anyo a la isla de Prinkipo, kon la entansyon de tomar un poko de aver de mar fresko.
Prinkipo syempre tuvo un atmosfer sereno i diferente de la sivdad. Esta isla era muy espesyala kon la arshitektura diferente de sus batimientos kon sus guertas.
El paseyo empesava en el debarkader. Las zinganas, ke era posible de konoserlas kon sus vestimientas de kolor, anchas i eskuriyendo, vendian flores. Las mujeres ke saliyan del vapor, vistidas a la moda de alkavo i kon guantes blankas, las merkavan a estas flores, ke eran lo mas, buketos chikos de yasemin.
Mi padre korriya al orno en la entrada de la isla ande las golores de los kurulakis i de los kurabyes se repandiyan en el aver. Madam Mariola, la ornera kon su prostela, saliya a resivirmos:
"Musyu Izak, posi se kala ise?"(1)
Una konversasyon en grego se alargava entre eyos i la gregaya del orno apuntava a mi i a mi ermana dizyendo kozas ke no entendiyamos:
"Ti naftos? Poli omorfo.. sto pedya kala ise?"(2)
Las pogachas i los biskochos en la papelera en la bolsa de mi madre, kontinuavamos verso el Otel Splendid enturado de arvoles de mimoza. Esta vijita era tambien el primer kontakto del anyo kon la aristokrasiya de la isla.
Splendid era un otel muy luksuozo dekorado kon pinturas klasikas, kon siyas de estera, tiestas de kada modo, i balkones mirando a la mar. Musyu Djivre, el patron de mi padre ke uzava d'envezes en vezes de kedarse en este otel en esta sezon mos resiviya kon muncha jantiyes i reveransas. Empesava la konversasion en grego, i despues kontinuavan en fransez. Kon mas hadras i baranas en abokandosen i ekskuzandosen.
"Je vous remercie mille fois et je m’excuse parce-que la petite, elle est timide. Monsieur Djivre, et nous ne voulons pas vous déranger."(3) Estavamos aya unos kuantos puntos i davamos la fuyida para kontinuar kon el paseyo.
La estilo de la vida grega de la isla, los muestros no eskapavan de alavarlo:
"Los gregos de Estambol i espesyalmente akeyos de Prinkipo saven todo, tyenen muncho guste i son todos muy ermozos, de kayer las bavas. Suz kazas son dekoradas kon muncho hen, son kebares(4) i hatishinases(5). Tyenen biblos i kristales evropeos."
En Prinkipo, la isla de los prenses egzilados de la aristokrasiya bizantina, kontinuavamos a sintirmos i mozotros los "aristokrates" del dia.
El primo Rafael Benshuan ke era kazado kon Madam Katerina, la grega, bivia en una kaza en Prinkipo ke era komo un palasyiko kon una vista de mar maraviyoza. Esta kaza, komo munchas kazas en la isla, teniya unos tablos muy egzotikos, tiestas ermozas, espejos i kristales, i perdes de dantela sovre las puertas anchas de las tarasas.
En la entrada de la kaza, los arvoles de agranada ,de mimoza i las ortansas eran el orgoliyo de Madame Katerina. Es estas kuryozidades ke no viyamos en muestras kazas ke me davan la empresyon ke los abitantes de la isla eran personas muy valorozas.
Las konversasyones en la kaza de Madam Katerina se azian en grego i en fransez. Los atadijos de mis paryentes kon estos primos eran muy diferentes de akeyos kon los otros myembros de famiya. Estos atadijos eran markados de una grande admirasyon kon muncho respekto.
A la tornada de la vijita en Prinkipo, los avladeros, mesklados kon munchos byervos i dichos en grego, kontinuavan kuaji toda la semana. Entre estos, "kathiyem bodi ya kalo"(6) era el mas popular.
La vida aristokrata de de Prinkipo reflektava a muestras vidas, rayos de optimismo. Estos rayos kontinuavan a aklaresermos fista ke las mimozas ke aviamos eskojido, empesavan a fanarsen en los vazos.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)