Büyükada'da...
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
17 Eylül 1910 Cumartesi günlü, Büyükada'da bulunan Amerikan Sefareti'nde memur vapur mürettebatının uygunsuz davranışlarının meni için komutanlarınca gerekli tedbirin alındığına dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Fotoğraf: Ugo Antonio Corintio, Büyükada'da, 2011.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
26 Kasım 2001 Cumartesi
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
4-10ºC
%64-76 nem
Poyraz, KD 29km/sa
Gündoğuşu 06:56... Günbatışı 16:48...
* * *
1- Safvet Özdil: "Birkaç ay önce manevi kızım İpek, eşi ve küçük kızıyla Paris'ten gelip Heybeli'ye yerleşti. Onun bir hafta önce gönderdiği mesajı ADALAR POSTASI'na göndermek istiyordum lakin..."
2- İpek Thevenon: "Sevgili Halkidaşlar, Ada'da yaşamanın ayrıcalıklarını ve keyfini hepimiz biliyoruz, paylaşıyoruz. Lâkin, dört yanımızı saran deryânın bize sunduğu mütevazı mucizeler kadar, dayattığı envai mağduriyet/mahrumiyet de yok değil elbet..."
3- LUZ Cafe: "27 Kasım 2011 Pazar günü saat 14:00'te, tabii ki LUZ'da, birlikte kendi dünyalarımızı yaratmaya başlayacağız. 7'den 70'e her yaştan çocuğu kukla yapmaya bekliyoruz..."
4- Marie-Amélie Carpio: "Les îles des Princes, dernières traces de cosmopolitisme en Turquie..."
5- Yüksel Özcan: "Bu kadarı da olmaz dedirten bir yazı!.."
6- Avni Kurtuldu: "Lido'nun bedeli!..."
7- Adalar Müzesi son bir yılda üç kat büyüdü!...
8- Kılıçdaroğlu Adalar'da!...
9- Kemal Kılıçdaroğlu, Büyükada’ya gelişinde partililer tarafından karşılandı...
10- Kemal Kılıçdaroğlu: "Kentli olmak, haksızlıklara karşı direnmek demektir. Kendi yöneticilerini seçmesi demektir. Kentli olmak Adalar Belediye başkanı gibi baskılara direnmektir," dedi.
11- Türk afiş sanatının ilk temsilcilerinden İhap Hulusi Görey’in doğumunun 113. yılı anısına yapılan rölyef anıt, 27 Kasım 2011 Pazar günü, 13.30’da Kınalıada’da açılacak...
12- Haluk Direskeneli: "Bugünlerde Büyükada yollarında çok sayıda terk edilmiş; sokağa bırakılmış, asil ev köpekleri var..."
13- Mehmet Tevfik Özkartal: "Behice, İffet öğretmenlerimizden diplomamı aldığım yıl çekilmişti..."
14- Haluk Direskeneli: "Prinkipo'da bir kış günü..."
15- Şükrü Abanoz: "Büyükada’daki kaçak iskelenin inşaatına son sürat devam!..."
16- Selah Özakın: "Çocuklar açlıktan ölüyor van'da!..."
17- Rhythm Of The Universe: "Bizim Eller Ne Güzel Eller..."
18- HABERe HAKKInı vermeyen HABER HAKKI'ya hakkını bildiriyoruz!...
11- Türk afiş sanatının ilk temsilcilerinden İhap Hulusi Görey’in doğumunun 113. yılı anısına yapılan rölyef anıt, 27 Kasım 2011 Pazar günü, 13.30’da Kınalıada’da açılacak...
12- Haluk Direskeneli: "Bugünlerde Büyükada yollarında çok sayıda terk edilmiş; sokağa bırakılmış, asil ev köpekleri var..."
13- Mehmet Tevfik Özkartal: "Behice, İffet öğretmenlerimizden diplomamı aldığım yıl çekilmişti..."
14- Haluk Direskeneli: "Prinkipo'da bir kış günü..."
15- Şükrü Abanoz: "Büyükada’daki kaçak iskelenin inşaatına son sürat devam!..."
From: SAFVET ÖZDİL
Subject: Merhabalar
Date: November 25, 2011 2:04:35 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Merhabalar!...
ADALAR POSTASI'na bir gecikmiş duyuru gönderiyorum. Gecikme nedeni maalesef benim. Birkaç ay önce manevi kızım İpek (Thevenon), eşi ve küçük kızıyla Paris'ten gelip Heybeli'ye yerleşti. Onun bir hafta önce gönderdiği mesajı ADALAR POSTASI'na göndermek istiyordum lakin biraz ihmal ettim. Şimdi gönderiyorum. Heybeli'de birşeyler yapıp Ada hayatına katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Diğer adalarda yaşayanların da ilgisini çekeceğini düşünüyorum. İlk duyurularını aşağıya kopyalıyorum. Diğer duyuru mesajlarını da ADALAR POSTASI adresine 'forward'lıyacağım, uygun görurseniz ADALAR POSTASI'na ekleyebilirsiniz. [...]
_______________________________________________________2
From: İPEK THEVENON
Sevgili Halkidaşlar,
Ada'da yaşamanın ayrıcalıklarını ve keyfini hepimiz biliyoruz, paylaşıyoruz. Lâkin, dört yanımızı saran deryânın bize sunduğu mütevazı mucizeler kadar, dayattığı envai mağduriyet/mahrumiyet de yok değil elbet.
Cümle ada evlerinin rutubet sorununa köklü bir çözüm bulmuş falan değiliz maalesef. Hayır. Ama hayıflanmalar yumağını başka bir ucundan tutmaya niyetlendik biz. Çok yeni Adalı olmamıza karşın, oldum olası eski ve yeni Adalı dostlarımın anlattıklarından edindiğim izlenimlere göre, biz nevi Adalılar'ın hayıflanmalarının başlıca kalemlerinden biri, kendi kendimizi mağdur ettiğimiz bir dert: insan ilişkileri, daha doğrusu insan ilişkisizliği! Heybeli'de malûm okuyan/yazan/çizen/düşünen/izleyen/gülen/oynayan/ağlayan/içen/...can/çok çeşitli merakları ve becerileri olan her yaştan 'genç' bir 'takım' ikâmet etmekte. Fakat havasından mıdır suyundan mı, lodosundan mı poyrazından mı, mavisinden mi yeşilinden mi bilinmez, bu hemşehriler bir türlü bir elin parmaklarını aşar sayıda tanışıp, buluşup, konuşup yarenlik edemiyorlar.
«LUZ» namlı ('ışık' mealli) bir mekân var 'anacadde' üzerinde, inerken sol, çıkarken haliyle sağ kolda. Bazılarımızın şimdiden tanıdığı/sevdiği, bazılarımızın hani bir süre umuma açık bir yer mi değil mi anlayamadığı, bazılarımızın hep uğramak isteyip de denk getiremediği, bazılarımızın ' demlenemedikten sonra...' diye girmediği... ufacık tefecik lâkin içi sevgi, şevk, ince zevk ve lezzet dolu sıcacık bir mekân. Tıpkı bu mekâna hayat verme cesaretini gösteren gencecik Buket dostumuzun kendisi gibi, tıpkı adı gibi tevazuyla ışıldayan bir fener hissi...
İşte, henüz yarım yıllık Adalı olmanın da canlı tuttuğu, sayısız tırtıl gezinirken, durup bir kuytuda koza örerken zihnimizde, LUZ'la tanıştık. Brunchlardan, akıl oyunları ikindilerine, film gösterimlerinden, çocuklara sanat atölyelerine, nefes workshoplarından, okuma günlerine binbir heves uçuşuyor şimdi. Çünkü LUZ bütün bunları küçükten, minicikten hayata geçirmeye başlayabileceğimize dair bir umut ışığı düşürdü içimize.
İlk yeşertmeye çalışacağımız ise has organik bir tohum! Ada'da yaşamayı seçmişsek, soluduğumuz havaya, içimize dolan binbir rayihaya, gözümüze/elimize değen yeşile/mora, 'ev' denilenin üstüste yığılmıs kibrit kutularından ziyade iyi kötü eve benzemesine, 'deniz'in sade seyirlik bir kirli maviden ziyade iyi kötü denize benzemesine, sessizliğe, sessizlikte duyulan seslere... velhasılı hayata değer veriyoruzdur diye düşünüyorum. Hayata değer veriyorsak, yemek de başlı başına kıymetlidir bizim için sanıyorum. Yemek dediğimiz sofraysa, sohbetse, evvelâ malzemedir ister istemez. Ve malzemenin taze olması yetmiyorsa bazılarımıza, taze ve güvenilir olduğu kadar ekolojik de olsun, yani hem vücudumuzun hem dünyamızın dengelerine saygı ilkesiyle üretilmiş olsun istiyorsak, organik ürünlere çıkar yolumuz. Ama Heybeli'de yaşıyor ve her pazarımızı Kartal Pazarı'na feda etmeyi göze alamıyorsak, organik ürünlerden mahrum kalacağımız kesindi şimdiye dek. Artık değil!
Kendisi de eski Adalı olan —'yazlıkçı' ama olsun— Memo —ki Halki sınırları dışında Mehmet Gökmen olarak anılıyor— uzun yıllardır Ekolojik İmece kuruluşuyla, organik ürünlerin dağıtımı konusunda cansipârâne hizmet vermekte. Ekolojik İmece, organik ürünlerin, Buğday Derneği'nin organize ettiği Feriköy'deki organik pazardan başlamak üzere, anaokullarından lüks otellere, evlerden restaurantlara çok geniş bir yelpazeye yayılmasında sessiz ama derinden kayda değer rol oynamış bir kuruluş. Sen ben bizim oğlan "ah keşke, vah maalesef" diye hayıflanmaya koyulunca yine, sağolsun Memo dedi ki: "Niye yapmıyoruz? Gönderelim listeleri; verin siparişleri; atalım kasaları pazar sabahı motora; indirelim LUZ'a; gelsin herkes afyonu patladıkça; bir sakızlı türk kahvesi, vakti ve keyfi olanlar belki bir brunch, dolduralım fileleri, haydi afiyet olsun! Var mısınız?". "Varız valla!"
Dedik ve kolları sıvadık. Duyurabildiğimiz kadar duyurduk. Son derece destekleyici, hayli çoşkulu mailler aldık. Birkaç da sipariş geldi bile. Cuma akşamı ben listelerimizi birleştirip Memo'ya gönderdikten sonra sepetlerimizi, filelerimizi doldurmak, birer pazar kahvesi içip sohbet etmek üzere, pazar günü saat 11'den itibaren LUZ'da buluşmak kalacak hepimize.
Eğer sizler de önümüzdeki haftalarda aramıza katılmayı arzu ederseniz, ister bana ipekthevenon@gmail.com ister LUZ Cafe'nin adresine luzcafe@hotmail.com bir haber uçuruverin klavyenizden.
"Organik iyi hoş da bütçemizi aşar," diyorsanız iyi haber: İmece Ekolojik evlere sepet fiyatlarından %15 indirim yapıyor bize. Üstelik toplamlar aşağıya doğru yuvarlanacak, her türlü kolaylık sağlanacaktır. Çaylar da müessesedendir.
Ayrıca, "Ben bu organik mevzuuna pek girmem. Ama Adamız'ın velhasıl şahsımızın sosyal/kültürel hayatını zenginleştirmeye hayhay. Hattâ şu ve şu fikirlerim vardır/olabilir..." baabından düşünüyorsanız da buyrun. Hem pazar günü buyrun müsaitseniz, değilse fikirlerinizi maille zikredin.
Yani hereketlenelim! Kış geliyor. Haydi!
İpek Thevenon
_______________________________________________________3
From: FATMA SAFVET ÖZDİL
Subject: Fw: LUZ - 27 KASIM Pazar KUKLA Atölyesi
Date: November 25, 2011 2:07:56 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
From: LUZCAFE
Subject: LUZ - 27 KASIM Pazar KUKLA Atölyesi
LUZ - 27 KASIM Pazar KUKLA Atölyesi
Kozalaklar kat kat bir eski zaman eteğini mi anımsatıyor size; meşe palamutunun kabuğu minik bir orman cücesi şapkasına mı dönüşüyor baktıkça; evdeki kumaş parçacıklarının renkleri gözünüzü mü alıyor; çöpe gidecek kartonlar pandoranın kutusuna evrilmek için yanıp tutuşuyor mu; kuru dallar kol/bacak olup dansa mı koyuluyor? Hayır delir miyorsunuz! Kukla atölyesine katılmanın tam zamanı yalnızca! 27 Kasım 2011 Pazar günü saat 14:00'te, tabii ki LUZ'da, birlikte kendi dünyalarımızı yaratmaya başlayacağız. 7'den 70'e her yaştan çocuğu kukla yapmaya bekliyoruz. 'Kukla' eşyaya can vermenin yeni adı artık dünyada. Bakalım nesneler bizi hangi maceraya sürükleyecek... Sevgili Evrim Kavcar'ın mihmandarlığında çıkacağız bu serüvene. Evrim, anayurdu heykelden yola koyulup, güzel sanatlar âleminin 1001 diyarını, bu diyarları birbirine bağlayan patikaları epeyi arşınlamış; yaban ellerde senelerce ihtisaslar yapmış dönmüş; halihazırda, sınıfındaki, eğitim sistemimize kurban gitmiş üniversite öğrencilerini kendi yaratıcılıklarıyla tekrar tanıştırma/barıştırma mücadelesi veren, pek kıymetli bir dostumuz. Yani rehberimize güvenip, ardımıza gizlice çakıl taşları serpme gereği duymadan dalabiliriz ormanın derinlerine. Yola çıkmadan önce yanımıza almamız gerekenleri ise şöyle tembihliyor Evrim: "Daha rahat çalışabilmek için getirebilecekleriniz: kâğıt ya da kumaş kesmek için makas, farklı parçaları birleştirmek/yapıştırmak/bağlamak için tutkal/zımba/iğne-iplik/ip vs., boyamak için elinizde ne tür boya varsa (guaj, akrilik, oje:)); birkaç fırça-sünger de olur dilerseniz vernik ya da tırnak parlatıcısı. Kuklaya dönüştüreceğimiz malzemeler kişisel seçimlere bağlı olmakla birlikte bazı fikirler: artık kumaşlar, kağıtlar, kuru yapraklar, minik dallar, minik taşlar, kozalak, yün, ip, kurdele, düğme, fermuar, çengelli iğneler, teki kalmış eldiven/çorap, kaçmış çorap, kırık oyuncak parçaları, eski diş fırçası, eski anahtarlar, boncuk, vs. Tamirat sevenler için: tel, karatel, aliminyum tel, minik makina parçaları, vida, çivi, pense, çekiç, vs. (daha metalik bir kukla için). Yüz için kullanabileceğimiz: eski fotoğraflar, dergilerden kesilmiş imajlar..."
Katılmayı düşünüyorsanız luzcafe@hotmail.com adresine maille ya da 0532 608 85 74 numaralı telefondan Buket'i ve ya 0530 245 89 08'den İpek'i arayarak haber verebilirsiniz.
Katılmayı düşünüyorsanız luzcafe@hotmail.com adresine maille ya da 0532 608 85 74 numaralı telefondan Buket'i ve ya 0530 245 89 08'den İpek'i arayarak haber verebilirsiniz.
* Bütün etkinliklerimiz "Serbest Fiyat" ilkesiyle gerçekleştirilecektir. İyi niyetli, sorumlu, saygılı, görgülü/bilgili bireyler olarak, bu ilkeyi birlikte konuşup, sindirip, hakkıyla uygulayabileceğimize yürekten inanıyoruz.
_______________________________________________________4
From: SAFVET ÖZDİL
Subject: Merhabalar
Date: November 25, 2011 2:04:35 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Bir başka haber de...
[...] Bir başka haber de, geçen baharda Ada'ya gelirken yanımda Paris'ten bir gazeteci ve bir de fotoğrafçı arkadaş geldi, Adalar üzerine bir roportaj yapmak uzere... Le Monde gazetesinin de içinde olduğu grupta çalışıyorlar. Bugün o hazırladıkları roportaj, hem ayni gruba ait Courrier International dergisinde yayımlandi, Hem de Le Monde gazetesinin web sayfasinda yayımlandı. Linkini size gonderiyorum.
http://www.lemonde.fr/voyage/article/2011/11/24/les-iles-des-princes-dernieres-traces-de-cosmopolitisme_1607967_3546.html
http://www.lemonde.fr/voyage/article/2011/11/24/les-iles-des-princes-dernieres-traces-de-cosmopolitisme_1607967_3546.html
Paris'ten sevgi ve selâmlarımı gönderiyorum.
F. Safvet Özdil
* * *
Le Monde.fr- Voyage
Marie-Amélie Carpio
http://www.lemonde.fr/voyage/article/2011/11/24/les-iles-des-princes-dernieres-traces-de-cosmopolitisme_1607967_3546.html
Les Turcs les appellent familièrement “adalar”, autrement dit “les îles”. Sur la carte, neuf bouts de terre posés en mer de Marmara, à seulement quelques encablures d'Istanbul. Et déjà un autre monde, une échappée belle, loin de la promiscuité et du tumulte affairé de la capitale. Après une demi-heure de “vapur” au milieu des tankers et des frêles esquifs de pêcheurs, les îles des Princes surgissent de la brume.
Retraite des mystiques byzantins puis, au XIXe siècle, des élites ottomanes, elles sont devenues le refuge des Stambouliotes fuyant les chaleurs estivales.
Mille ans d'histoire y contemplent le voyageur, dans une atmosphère de temps suspendu. Sur les quatre îles habitées de l'archipel, Kinaliada, Burgazada, Heybeliada [ou Heybeli] et Büyükada, les voitures sont bannies ; les déplacements s'effectuent à pied, à vélo et en calèche. La vie s'y écoule paresseusement, entre les monastères byzantins perchés à flanc de pinèdes, et les somptueuses villas en bois Belle Epoque, enveloppées dans les effluves de jasmins et de bougainvilliers.
Dès les premiers temps de l'Empire romain d'Orient, l'âpre solitude des îles a attiré les ermites, avant que les princes byzantins n'y bâtissent couvents et monastères, ce qui valut aux îles le surnom de Panadanisia, “îles des Prêtres”. Dans le silence des cloîtres, les mystiques côtoyèrent bientôt les exilés politiques, alors que les monastères devenaient des lieux d'emprisonnement au gré des intrigues de cour, dont Byzance foisonnait. Une bastille insulaire pour empereurs déchus, princes écartés du trône, généraux ou ministres à l'ambition trop menaçante. Dans ce terminus des illusions perdues furent un temps exilées les impératrices Zoé, Irène et Théodosia, comme le patriarche Méthodius, confiné dans une crypte pendant sept ans, tandis que l'empereur Romain IV Diogène y connut une fin ignominieuse, une révolution de palais le laissant les yeux crevés, enfermé dans un monastère où il mourut en peu de temps. Une tradition tenace. En 1960, les membres du gouvernement du Parti démocrate, renversés par un coup d'État militaire, furent emprisonnés sur la petite île de Yassiada.
De ces geôles monacales, il ne reste que quelques ruines, et le nom d'“îles des Princes” en référence aux illustres prisonniers. La vocation religieuse des îles est, elle, toujours présente dans les nombreuses églises et les quelques monastères orthodoxes qui se dressent encore au sommet des collines boisées, en particulier celui de la Sainte-Trinité. Construit au IXe siècle sur l'île d'Heybeliada, il abritait depuis 1844 la grande école de théologie des orthodoxes, qui forma tout le clergé grec de l'Empire ottoman, puis de la Turquie, jusqu'en 1971. Les autorités turques l'ont fermé à la suite des affrontements entre Grecs et Turcs à Chypre. A ce jour, le séminaire est toujours clos, hypothéquant le renouvellement du clergé orthodoxe turc malgré les pressions de l'Union européenne, qui a fait de sa réouverture un test du respect de la liberté religieuse par Ankara.
“C'était une école de théologie unique. Tous les patriarches de l'Empire sont sortis d'ici, et au XXe siècle le clergé orthodoxe d'Amérique, d'Europe, d'Australie et des Balkans y était formé”, explique Sotirios Varnalidis, professeur de théologie à l'université Aristote de Thessalonique, en Grèce, qui s'occupe aussi de la magnifique bibliothèque du monastère, que des chercheurs du monde entier continuent à fréquenter.
Elle abrite près de 60 000 livres, dont une partie du fonds Métrophane, du nom du patriarche de Constantinople qui le constitua au XVIe siècle. On y trouve quelques-uns des plus vieux livres imprimés de l'Histoire. Joyau de la collection, un exemplaire des comédies d'Aristophane daté de 1484. Exception faite des visiteurs temporaires, seuls un évêque et un diacre veillent en permanence sur le monastère de la Sainte-Trinité. “De temps en temps, des prêtres viennent de Grèce pour assurer les fonctions liturgiques avec un visa de tourisme, valable trois mois seulement, mais ce n'est pas une solution durable. Nous ne pouvons pas dépendre de l'extérieur, nous avons besoin de nos propres prêtres.”
Dans le monastère de Saint-Georges, sur Heybeliada, le rôle de gardien du temple est tenu par l'archidiacre Nectarios Selalmazidis. L'édifice a été construit il y a mille ans, et plusieurs fois rebâti au gré des tremblements de terre et des incendies successifs. Les derniers moines sont partis au début du siècle dernier. “Le monastère était quasiment vide quand je suis arrivé, il y a sept ans. J'ai alors commencé à restaurer et à acheter des meubles et des objets anciens”, se souvient l'archidiacre. Avec la patience du collectionneur, il a donné des allures de musée à ce monastère déserté. Dans les enfilades de pièces, des poêles, des services à thé et des coffres de l'époque ottomane voisinent avec les photos en noir et blanc des anciens patriarches, et une précieuse relique, la robe d'ordination de Nicodème, patriarche de Jérusalem à la fin du XIXe siècle.
Les îles furent souvent la proie des pillards, des pirates ou des croisés. L'antique porte d'entrée de Saint-Georges porte les stigmates de ces luttes anciennes : on y voit les traces d'une rigole où s'écoulait l'huile bouillante que les moines destinaient aux corsaires. Aujourd'hui encore, le monastère garde l'allure d'une forteresse assiégée. Et les barbelés qui l'entourent et les terrains qui lui ont été confisqués pour construire l'Ecole navale turque témoignent des estocades politiques contemporaines, indexées sur les relations entre la Grèce et la Turquie concernant la question chypriote. Des antagonismes qui n'en finissent pas d'exaspérer Nectarios Selalmazidis. “Nous avons des différences politiques, mais nous sommes un même peuple. Nous avons vécu tant de siècles ensemble ! Nous avons la même nourriture, la même musique, les mêmes coutumes. Si les gouvernements grec et turc décidaient de faire des tests ADN, ils seraient bien en peine de nous différencier.”
Sous l'Empire ottoman, les minorités jouissaient d'une tradition de tolérance. C'est sans doute les îles des Princes qui incarnent le mieux ce que fut cette coexistence des communautés au temps de la Sublime Porte. Au milieu du XIXe siècle, la création de la première ligne de bateaux à vapeur entre Istanbul et les îles entraîna un développement spectaculaire de ce qui n'était alors que de petits villages de pêcheurs. Brusquement arrachées à leur isolement, les îles devinrent le dernier lieu de villégiature à la mode. Les grands négociants grecs, arméniens et juifs et les riches ottomans y firent bâtir de somptueuses résidences d'été en bois, les kösk (entourés d'un jardin) et les yali (situés sur le rivage).
Ces vastes manoirs aux vérandas et aux colonnades savamment ouvragées se dressent toujours sur les îles des Princes. Vestiges plus ou moins branlants de la grandeur passée, certains s'épanouissent encore orgueilleusement dans un encadrement de glycines, de jasmins et de lauriers-roses, tandis que d'autres sont réduits à l'état de ruines. Plus que les errements d'une urbanisation anarchique, qui bétonna une partie des îles dans les années 1980, c'est surtout le coût d'entretien des villas qui rend leur préservation difficile.
Avec sa façade écaillée, dévorée par le lierre, ses poutres branlantes et son parquet vermoulu, la vaste demeure de Constantine Pingo n'est plus que le fantôme de l'ancienne opulence familiale. Le sémillant vieillard grec ne la quitterait pourtant pour rien au monde. Il égrène ses souvenirs depuis le balcon du deuxième étage, devant une vue imprenable sur Heybeli. Des nuages de pollen s'élèvent dans l'air du soir, enveloppant les collines environnantes d'une brume dorée. Sa famille, qui travaillait dans le commerce des bijoux au grand bazar d'Istanbul, a acheté la villa à des aristocrates en 1944, séduite par la tranquillité de l'île. “Quand j'étais enfant, on était ravitaillé par des ânes, et on montait jusqu'ici sur leur dos, se souvient-il. Un espace leur était réservé dans le jardin, à côté du bassin à poissons, où l'on avait coutume de jeter de la résine de pin pour parfumer les lieux.”
C'est à Büyükada que l'on trouve les plus beaux vestiges de ces riches heures. Cette “Trouville fashionable”, selon le mot de l'écrivain français Gustave Schlumberger au XIXe siècle, était sans doute l'île la plus cosmopolite de l'archipel. “Les habitants et les visiteurs estivaux appartiennent à toutes les nations, à toutes les races et à toutes les religions”, décrit l'écrivain grec Chasiotes. “Partout ce ne sont que divertissements, concerts, excursions, courses d'ânes, de bateaux, danses…” Vers 1850, le romancier français Louis Enault renchérit : “Pendant le jour, Prinkipio [l'ancien nom grec de Büyükada] semble un désert brûlant. La vie commence quand descend la fraîcheur du soir. Il est alors fait assaut de luxe, sinon d'élégance, et les femmes en folles toilettes, robes décolletées et fleurs dans les cheveux, se promènent suivies d'un cortège d'adorateurs.”
Construit en 1908 sur le front de mer, le Splendid Palas Hotel a gardé l'atmosphère de la Belle Epoque. Avec sa façade de bois blanc aux volets rouges et ses deux coupoles argentées, c'est l'un des bâtiments les plus emblématiques de Büyükada. “C'est un devoir familial et national de le restaurer”, insiste Münir Hamamcioglu, le petit-fils du fondateur, qui fut le dernier maréchal des armées ottomanes. Dans le salon de l'hôtel, un portrait de l'aïeul en grand uniforme voisine avec plusieurs photos d'Atatürk, qui y séjourna quand il n'était encore que général. Münir Hamamcioglu, lui, a passé toute sa jeunesse à Büyükada et connu ses heures fastes et insouciantes. “Quand j'étais petit, au début des années 1950, il y avait une très large communauté grecque. Elle organisait toujours un bal de bienfaisance. C'était un bal masqué qui avait chaque année un thème différent, avec des orchestres italiens et des lanternes chinoises. Nous n'avions pas le droit de quitter nos chambres, alors nous regardions d'en haut. Nous avons grandi au milieu de cette ambiance.” Les souvenirs sont beaux. Les descendants des anciens habitants grecs reviennent parfois passer leurs étés sur l'île, tout comme quelques veuves juives que
Münir Hamamcioglu a connues jeunes filles. “Elles continuent de passer l'été à l'hôtel. Elles ont gardé les mêmes chambres, s'amuse-t-il, et portent toujours trois habits différents dans la journée.” Pour autant, le cosmopolitisme des îles des Princes n'est plus qu'un souvenir. Les politiques discriminatoires à l'égard des minorités, et en particulier des Grecs, ont fait partir la population traditionnelle des îles. Et dans le même temps, les îles ont accueilli une population croissante de Turcs.
Des traces du cosmopolitisme d'antan subsistent, il est vrai. A Burgaz, Grecs, Arméniens, Juifs, Turcs sunnites et alévis, une minorité musulmane non reconnue par les autorités, continuent de cultiver les anciennes traditions d'échange entre communautés. “Quand un chrétien meurt, sa dépouille est exposée soit dans la cour de la mosquée, soit dans le jardin du cemevi [le lieu de culte des alévis] avant les funérailles”, explique Metin Tüzün, un ancien député installé à Burgazada depuis trente-six ans. “Nous nous souhaitons mutuellement les fêtes religieuses, Pâques, l'Aïd. Nous sacrifions le mouton ensemble, Grecs, juifs et musulmans.” A Büyükada, derrière les établissements à la mode du front de mer, les anciens se retrouvent au café Malatya : Grecs, Arméniens, Juifs, Turcs et Kurdes y jouent chaque jour aux cartes ensemble. Dans les rues, l'appel du muezzin se mêle au son des cloches des églises, tandis que les conversations de rue, d'où s'élèvent des mots grecs, turcs et arméniens, font flotter un parfum de babélisme. On entend même encore du ladino, cette langue parlée par les Juifs espagnols au XVe siècle et qu'ils ont continué à utiliser dans l'Empire ottoman, où ils avaient fui l'Inquisition des Rois Catholiques.
Pourtant, à Heybeli comme à Büyükada, l'ambiance a changé. “La fête est finie”, résume, lapidaire, Constantine Pingo. Aujourd'hui, on ne compte plus que cinq ou six familles grecques. A Büyükada aussi, l'exil a été massif. Et si les nouvelles populations turques coexistent encore avec quelques représentants des anciennes minorités, les antiques habitudes d'échange se sont en partie évanouies. “Avant, nous vivions ensemble. Nous ne savions pas qui était grec, turc, juif. La vie sur les îles était très moderne, très ouverte. Aujourd'hui, même s'il n'y a pas d'actes de violence, on ressent davantage d'intolérance”, regrette Nafi Haleva, frère du grand rabbin de Turquie, qui est né à Burgazada et s'est installé à Büyükada il y a vingt-cinq ans. Le renouveau viendra-t-il de la nouvelle municipalité sociale-démocrate récemment élue ? Celle-ci s'est en tout cas fixé pour programme de renouer avec le passé cosmopolite des îles des Princes.
“Pendant des dizaines d'années, il y a eu tellement de nationalisme que le racisme s'est développé. Nous avons du travail à faire pour arranger les choses”, résume Raffi Hermon, l'un des conseillers municipaux, d'origine arménienne. Pour y parvenir, la nouvelle équipe mise sur la culture. “Quand on parle de cohabitation des communautés, il y a plusieurs étapes, poursuit-il. La première étape est celle d'une simple coexistence, et la deuxième réside dans la réalisation d'une sorte d'harmonie. Lorsqu'un musicien turc commence à chanter une chanson chrétienne, qu'un chrétien se met à chanter en hébreu et qu'un juif entreprend une danse turque, on atteint cette harmonie. Cette ancienne coutume avait été oubliée et on commence à la réhabiliter. A Büyükada, nous avons ainsi organisé un festival de musiques et de chants grecs, et un concert avec un orchestre symphonique composé de jeunes Arméniens et de jeunes Turcs… Si nous réussissons ici, le reste de la Turquie parviendra aussi à trouver un modus vivendi entre communautés.”
Les îles des Princes, dernières traces de
cosmopolitisme en Turquie
Les Turcs les appellent familièrement “adalar”, autrement dit “les îles”. Sur la carte, neuf bouts de terre posés en mer de Marmara, à seulement quelques encablures d'Istanbul. Et déjà un autre monde, une échappée belle, loin de la promiscuité et du tumulte affairé de la capitale. Après une demi-heure de “vapur” au milieu des tankers et des frêles esquifs de pêcheurs, les îles des Princes surgissent de la brume.
Le "vapur" en provenance d'Istanbul, au loin. Le "vapur" en provenance d'Istanbul, au loin. MARIE DORIGNY
Retraite des mystiques byzantins puis, au XIXe siècle, des élites ottomanes, elles sont devenues le refuge des Stambouliotes fuyant les chaleurs estivales.
A bord du "vapur" vers les îles aux Princes. A bord du "vapur" vers les îles aux Princes. MARIE DORIGNY
Mille ans d'histoire y contemplent le voyageur, dans une atmosphère de temps suspendu. Sur les quatre îles habitées de l'archipel, Kinaliada, Burgazada, Heybeliada [ou Heybeli] et Büyükada, les voitures sont bannies ; les déplacements s'effectuent à pied, à vélo et en calèche. La vie s'y écoule paresseusement, entre les monastères byzantins perchés à flanc de pinèdes, et les somptueuses villas en bois Belle Epoque, enveloppées dans les effluves de jasmins et de bougainvilliers.
Le transport des hommes et des marchandises se fait en calèche, appelée "Fayton". Le transport des hommes et des marchandises se fait en calèche, appelée "Fayton". MARIE DORIGNY
Dès les premiers temps de l'Empire romain d'Orient, l'âpre solitude des îles a attiré les ermites, avant que les princes byzantins n'y bâtissent couvents et monastères, ce qui valut aux îles le surnom de Panadanisia, “îles des Prêtres”. Dans le silence des cloîtres, les mystiques côtoyèrent bientôt les exilés politiques, alors que les monastères devenaient des lieux d'emprisonnement au gré des intrigues de cour, dont Byzance foisonnait. Une bastille insulaire pour empereurs déchus, princes écartés du trône, généraux ou ministres à l'ambition trop menaçante. Dans ce terminus des illusions perdues furent un temps exilées les impératrices Zoé, Irène et Théodosia, comme le patriarche Méthodius, confiné dans une crypte pendant sept ans, tandis que l'empereur Romain IV Diogène y connut une fin ignominieuse, une révolution de palais le laissant les yeux crevés, enfermé dans un monastère où il mourut en peu de temps. Une tradition tenace. En 1960, les membres du gouvernement du Parti démocrate, renversés par un coup d'État militaire, furent emprisonnés sur la petite île de Yassiada.
De ces geôles monacales, il ne reste que quelques ruines, et le nom d'“îles des Princes” en référence aux illustres prisonniers. La vocation religieuse des îles est, elle, toujours présente dans les nombreuses églises et les quelques monastères orthodoxes qui se dressent encore au sommet des collines boisées, en particulier celui de la Sainte-Trinité. Construit au IXe siècle sur l'île d'Heybeliada, il abritait depuis 1844 la grande école de théologie des orthodoxes, qui forma tout le clergé grec de l'Empire ottoman, puis de la Turquie, jusqu'en 1971. Les autorités turques l'ont fermé à la suite des affrontements entre Grecs et Turcs à Chypre. A ce jour, le séminaire est toujours clos, hypothéquant le renouvellement du clergé orthodoxe turc malgré les pressions de l'Union européenne, qui a fait de sa réouverture un test du respect de la liberté religieuse par Ankara.
“C'était une école de théologie unique. Tous les patriarches de l'Empire sont sortis d'ici, et au XXe siècle le clergé orthodoxe d'Amérique, d'Europe, d'Australie et des Balkans y était formé”, explique Sotirios Varnalidis, professeur de théologie à l'université Aristote de Thessalonique, en Grèce, qui s'occupe aussi de la magnifique bibliothèque du monastère, que des chercheurs du monde entier continuent à fréquenter.
Sotirios Varnalidis, l'ancien directeur de la bibliothèque du monastère de la Sainte-Trinité, parti enseigner à Thessalonique. Sotirios Varnalidis, l'ancien directeur de la bibliothèque du monastère de la Sainte-Trinité, parti enseigner à Thessalonique. MARIE DORIGNY
Elle abrite près de 60 000 livres, dont une partie du fonds Métrophane, du nom du patriarche de Constantinople qui le constitua au XVIe siècle. On y trouve quelques-uns des plus vieux livres imprimés de l'Histoire. Joyau de la collection, un exemplaire des comédies d'Aristophane daté de 1484. Exception faite des visiteurs temporaires, seuls un évêque et un diacre veillent en permanence sur le monastère de la Sainte-Trinité. “De temps en temps, des prêtres viennent de Grèce pour assurer les fonctions liturgiques avec un visa de tourisme, valable trois mois seulement, mais ce n'est pas une solution durable. Nous ne pouvons pas dépendre de l'extérieur, nous avons besoin de nos propres prêtres.”
Messe dominicale à St-Nicolas. Le faste du rituel grec-orthodoxe a pour seuls spectateurs une poignée de fidèles locaux et quelques touristes de passage. Messe dominicale à St-Nicolas. Le faste du rituel grec-orthodoxe a pour seuls spectateurs une poignée de fidèles locaux et quelques touristes de passage. MARIE DORIGNY
Dans le monastère de Saint-Georges, sur Heybeliada, le rôle de gardien du temple est tenu par l'archidiacre Nectarios Selalmazidis. L'édifice a été construit il y a mille ans, et plusieurs fois rebâti au gré des tremblements de terre et des incendies successifs. Les derniers moines sont partis au début du siècle dernier. “Le monastère était quasiment vide quand je suis arrivé, il y a sept ans. J'ai alors commencé à restaurer et à acheter des meubles et des objets anciens”, se souvient l'archidiacre. Avec la patience du collectionneur, il a donné des allures de musée à ce monastère déserté. Dans les enfilades de pièces, des poêles, des services à thé et des coffres de l'époque ottomane voisinent avec les photos en noir et blanc des anciens patriarches, et une précieuse relique, la robe d'ordination de Nicodème, patriarche de Jérusalem à la fin du XIXe siècle.
L'archidiacre Nectarios Selalmazidis veille seul depuis sept ans sur le monastère de St-Georges. L'archidiacre Nectarios Selalmazidis veille seul depuis sept ans sur le monastère de St-Georges. MARIE DORIGNY
Les îles furent souvent la proie des pillards, des pirates ou des croisés. L'antique porte d'entrée de Saint-Georges porte les stigmates de ces luttes anciennes : on y voit les traces d'une rigole où s'écoulait l'huile bouillante que les moines destinaient aux corsaires. Aujourd'hui encore, le monastère garde l'allure d'une forteresse assiégée. Et les barbelés qui l'entourent et les terrains qui lui ont été confisqués pour construire l'Ecole navale turque témoignent des estocades politiques contemporaines, indexées sur les relations entre la Grèce et la Turquie concernant la question chypriote. Des antagonismes qui n'en finissent pas d'exaspérer Nectarios Selalmazidis. “Nous avons des différences politiques, mais nous sommes un même peuple. Nous avons vécu tant de siècles ensemble ! Nous avons la même nourriture, la même musique, les mêmes coutumes. Si les gouvernements grec et turc décidaient de faire des tests ADN, ils seraient bien en peine de nous différencier.”
Sous l'Empire ottoman, les minorités jouissaient d'une tradition de tolérance. C'est sans doute les îles des Princes qui incarnent le mieux ce que fut cette coexistence des communautés au temps de la Sublime Porte. Au milieu du XIXe siècle, la création de la première ligne de bateaux à vapeur entre Istanbul et les îles entraîna un développement spectaculaire de ce qui n'était alors que de petits villages de pêcheurs. Brusquement arrachées à leur isolement, les îles devinrent le dernier lieu de villégiature à la mode. Les grands négociants grecs, arméniens et juifs et les riches ottomans y firent bâtir de somptueuses résidences d'été en bois, les kösk (entourés d'un jardin) et les yali (situés sur le rivage).
Ruelle bordée de "kösk", les maisons en bois traditionnelles. Ruelle bordée de "kösk", les maisons en bois traditionnelles. MARIE DORIGNY
Ces vastes manoirs aux vérandas et aux colonnades savamment ouvragées se dressent toujours sur les îles des Princes. Vestiges plus ou moins branlants de la grandeur passée, certains s'épanouissent encore orgueilleusement dans un encadrement de glycines, de jasmins et de lauriers-roses, tandis que d'autres sont réduits à l'état de ruines. Plus que les errements d'une urbanisation anarchique, qui bétonna une partie des îles dans les années 1980, c'est surtout le coût d'entretien des villas qui rend leur préservation difficile.
Avec sa façade écaillée, dévorée par le lierre, ses poutres branlantes et son parquet vermoulu, la vaste demeure de Constantine Pingo n'est plus que le fantôme de l'ancienne opulence familiale. Le sémillant vieillard grec ne la quitterait pourtant pour rien au monde. Il égrène ses souvenirs depuis le balcon du deuxième étage, devant une vue imprenable sur Heybeli. Des nuages de pollen s'élèvent dans l'air du soir, enveloppant les collines environnantes d'une brume dorée. Sa famille, qui travaillait dans le commerce des bijoux au grand bazar d'Istanbul, a acheté la villa à des aristocrates en 1944, séduite par la tranquillité de l'île. “Quand j'étais enfant, on était ravitaillé par des ânes, et on montait jusqu'ici sur leur dos, se souvient-il. Un espace leur était réservé dans le jardin, à côté du bassin à poissons, où l'on avait coutume de jeter de la résine de pin pour parfumer les lieux.”
C'est à Büyükada que l'on trouve les plus beaux vestiges de ces riches heures. Cette “Trouville fashionable”, selon le mot de l'écrivain français Gustave Schlumberger au XIXe siècle, était sans doute l'île la plus cosmopolite de l'archipel. “Les habitants et les visiteurs estivaux appartiennent à toutes les nations, à toutes les races et à toutes les religions”, décrit l'écrivain grec Chasiotes. “Partout ce ne sont que divertissements, concerts, excursions, courses d'ânes, de bateaux, danses…” Vers 1850, le romancier français Louis Enault renchérit : “Pendant le jour, Prinkipio [l'ancien nom grec de Büyükada] semble un désert brûlant. La vie commence quand descend la fraîcheur du soir. Il est alors fait assaut de luxe, sinon d'élégance, et les femmes en folles toilettes, robes décolletées et fleurs dans les cheveux, se promènent suivies d'un cortège d'adorateurs.”
Au fond à gauche, le Splendid Palas Hotel, fondé en 1911 sur l'île de Büyükada. Au fond à gauche, le Splendid Palas Hotel, fondé en 1911 sur l'île de Büyükada. MARIE DORIGNY
Construit en 1908 sur le front de mer, le Splendid Palas Hotel a gardé l'atmosphère de la Belle Epoque. Avec sa façade de bois blanc aux volets rouges et ses deux coupoles argentées, c'est l'un des bâtiments les plus emblématiques de Büyükada. “C'est un devoir familial et national de le restaurer”, insiste Münir Hamamcioglu, le petit-fils du fondateur, qui fut le dernier maréchal des armées ottomanes. Dans le salon de l'hôtel, un portrait de l'aïeul en grand uniforme voisine avec plusieurs photos d'Atatürk, qui y séjourna quand il n'était encore que général. Münir Hamamcioglu, lui, a passé toute sa jeunesse à Büyükada et connu ses heures fastes et insouciantes. “Quand j'étais petit, au début des années 1950, il y avait une très large communauté grecque. Elle organisait toujours un bal de bienfaisance. C'était un bal masqué qui avait chaque année un thème différent, avec des orchestres italiens et des lanternes chinoises. Nous n'avions pas le droit de quitter nos chambres, alors nous regardions d'en haut. Nous avons grandi au milieu de cette ambiance.” Les souvenirs sont beaux. Les descendants des anciens habitants grecs reviennent parfois passer leurs étés sur l'île, tout comme quelques veuves juives que
Münir Hamamcioglu a connues jeunes filles. “Elles continuent de passer l'été à l'hôtel. Elles ont gardé les mêmes chambres, s'amuse-t-il, et portent toujours trois habits différents dans la journée.” Pour autant, le cosmopolitisme des îles des Princes n'est plus qu'un souvenir. Les politiques discriminatoires à l'égard des minorités, et en particulier des Grecs, ont fait partir la population traditionnelle des îles. Et dans le même temps, les îles ont accueilli une population croissante de Turcs.
Des traces du cosmopolitisme d'antan subsistent, il est vrai. A Burgaz, Grecs, Arméniens, Juifs, Turcs sunnites et alévis, une minorité musulmane non reconnue par les autorités, continuent de cultiver les anciennes traditions d'échange entre communautés. “Quand un chrétien meurt, sa dépouille est exposée soit dans la cour de la mosquée, soit dans le jardin du cemevi [le lieu de culte des alévis] avant les funérailles”, explique Metin Tüzün, un ancien député installé à Burgazada depuis trente-six ans. “Nous nous souhaitons mutuellement les fêtes religieuses, Pâques, l'Aïd. Nous sacrifions le mouton ensemble, Grecs, juifs et musulmans.” A Büyükada, derrière les établissements à la mode du front de mer, les anciens se retrouvent au café Malatya : Grecs, Arméniens, Juifs, Turcs et Kurdes y jouent chaque jour aux cartes ensemble. Dans les rues, l'appel du muezzin se mêle au son des cloches des églises, tandis que les conversations de rue, d'où s'élèvent des mots grecs, turcs et arméniens, font flotter un parfum de babélisme. On entend même encore du ladino, cette langue parlée par les Juifs espagnols au XVe siècle et qu'ils ont continué à utiliser dans l'Empire ottoman, où ils avaient fui l'Inquisition des Rois Catholiques.
Costa le Grec (à gauche) et Duran le Turc (à droite) sont amis depuis quarante ans. Tous les soirs, à son retour de la pêche, Duran vient commenter les nouvelles du jour avec Costa sur le balcon de son "kösk". Costa le Grec (à gauche) et Duran le Turc (à droite) sont amis depuis quarante ans. Tous les soirs, à son retour de la pêche, Duran vient commenter les nouvelles du jour avec Costa sur le balcon de son "kösk". MARIE DORIGNY
Pourtant, à Heybeli comme à Büyükada, l'ambiance a changé. “La fête est finie”, résume, lapidaire, Constantine Pingo. Aujourd'hui, on ne compte plus que cinq ou six familles grecques. A Büyükada aussi, l'exil a été massif. Et si les nouvelles populations turques coexistent encore avec quelques représentants des anciennes minorités, les antiques habitudes d'échange se sont en partie évanouies. “Avant, nous vivions ensemble. Nous ne savions pas qui était grec, turc, juif. La vie sur les îles était très moderne, très ouverte. Aujourd'hui, même s'il n'y a pas d'actes de violence, on ressent davantage d'intolérance”, regrette Nafi Haleva, frère du grand rabbin de Turquie, qui est né à Burgazada et s'est installé à Büyükada il y a vingt-cinq ans. Le renouveau viendra-t-il de la nouvelle municipalité sociale-démocrate récemment élue ? Celle-ci s'est en tout cas fixé pour programme de renouer avec le passé cosmopolite des îles des Princes.
“Pendant des dizaines d'années, il y a eu tellement de nationalisme que le racisme s'est développé. Nous avons du travail à faire pour arranger les choses”, résume Raffi Hermon, l'un des conseillers municipaux, d'origine arménienne. Pour y parvenir, la nouvelle équipe mise sur la culture. “Quand on parle de cohabitation des communautés, il y a plusieurs étapes, poursuit-il. La première étape est celle d'une simple coexistence, et la deuxième réside dans la réalisation d'une sorte d'harmonie. Lorsqu'un musicien turc commence à chanter une chanson chrétienne, qu'un chrétien se met à chanter en hébreu et qu'un juif entreprend une danse turque, on atteint cette harmonie. Cette ancienne coutume avait été oubliée et on commence à la réhabiliter. A Büyükada, nous avons ainsi organisé un festival de musiques et de chants grecs, et un concert avec un orchestre symphonique composé de jeunes Arméniens et de jeunes Turcs… Si nous réussissons ici, le reste de la Turquie parviendra aussi à trouver un modus vivendi entre communautés.”
Le débarcadère de Büyükada, construit à l'époque de l'Empire ottoman. Le débarcadère de Büyükada, construit à l'époque de l'Empire ottoman. MARIE DORIGNY
_______________________________________________________5
From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: RE: ADALAR POSTASI-2623: şehir plancıları odası'nın da adaları koruMA planına itirazı var!... http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/23-2623.html
Date: November 23, 2011 7:33:43 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Adakule'de ağaç mağaç kesilmedi!...
Merhaba,
ADALAR POSTASI-2623/6 (23.11.2011)'nda http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/23-2623.html
yayımlanan Deniz Toprak imzalı "Adakule'de Kesilen Ağaçlar!..." başlıklı haberi şimdi okudum. Bu yazıyı şefliğimiz hakkında şikâyet olarak kabul ediyoruz. Konuyla ilgili tüm ADALAR POSTASI okur-yazarlarını ve Adalıları bu şikâyeti incelemeleri için Adakule'ye davet ediyoruz. Eğer Sn. Deniz Toprak'ın 'keskin zekâ'yla yazdıkları ve yorumladıkları doğruysa tüm ADALAR POSTASI ailesinin hakkımızda Cumhuriyet Savcılığı'na, bakanlıklara ve başbakanlığa suç duyurusunda bulunmasını istiyoruz.
Bu kadarı da olmaz dedirten bir yazı!
Çünkü haberdeki fotoğrafı bir yerden kesmiş; fotoğraftaki kütükleri Adakule'nin çevre düzenlemesini yapmadan önce Aşıklar Yolu civarında devrilmiş olan ağaçlardan bölümleyip yoluna koymuştuk evvelce, oturak olarak kullanılsın diye ancak bazı yabaniler bu kütükleri yoldan aşağıya yuvarladılar. Biz de bu kütükleri alıp Adakule'nin etrafında doğal görüntü olsun diye bırakmıştık. O sırada yolu düşen bir vatandaş çekmiş bu fotoğrafı ya da bizim adakule.org sitemizdeki detay panodan kopyalamış. Kulenin etrafı 1980 yıllarında yanmış yani çevresinde bir tane dahi 10 'kuturu'nda yani 'gövde çapı'nda bir ağaç yoktu hepsi çalıydı ve biz çalıları da koruduk çünkü rüzgârı kesiyordu. Kule'nin etrafına da 30 adet zeytin ağacı diktik ki gölge yapsın, meyvelerini kurtlar kuşlar yesin hem de rüzgârı kessin diye.
Eğer yazdıkları ve yorumladıkları küllün yalan çıkarsa Sn. Deniz Toprak hakkında ADALAR POSTASI'nda sadece bir kınama yayımlanmasını arz ve talep ediyoruz.
Selamlar,
Yüksel Özcan
_______________________________________________________6
From: AVNİ KURTULDU
Subject: LİDO'nun bedeli!
Date: November 24, 2011 12:19:55 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
LİDO'nun bedeli!
Son günlerin en çok tartışılan konusu 'Bedelli Askerlik'. Bir çok tartışmayı beraberinde getiren bu yasa bazı kişilere de ticari fırsat imkânları sağlamıştır. Böylesine ulvi bir meseleyi ticari çıkarlara alet etmek ne kadar etiktir? Bir daire alana askerlik bedeli bizden promosyonu, AKP hükümetinin çıkardığı sakat yasayı parlatmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi Kanal İstanbul projesine sahip çıkma mantığıyla paralellik göstermektedir. Şirin gözükme ve çaktırmadan destek olmanın beklentisi kaçak olarak yapılan ve yıkımı için mahkemelik olan LİDO TERRACE'ın affı olabilir mi?
200.000 TL'lik daire alana İnanlar İnşaat'tan 30.000 TL'lik 'Bedelli Askerlik' promosyonu! Demek ki LİDO'dan bir daire alırsak sevabına en az beş yakınımızı askerlikten kurtarmış olacağız. Dairelerin tamamı satılırsa uzun bir süre Adalar'dan asker uğurlayamayacağız! LİDO'lu hemşerilerimiz hiç asker elbisesi giymeden ve kışla görmeden "Bedelli Askerlik" yapabilecek. Bir ABD projesi olan Bedelli Askerliğin amacı, milletiyle bağları kopmuş ve halkın ordusu olmaktan çıkmış emperyalizmin emrinde profesyonel bir ordu yaratmaktır. Toplum içinde eşitsizliği körüklemek ve toplumu Bedelliler-Bedelsizler olarak ikiye bölmekten başka hiçbir işe yaramayacak olan bu sistemi benim vicdanım reddediyor! Ama bazı vicdansızlar "Vicdanı Red"in peşinde.
Bir de oturdukları koltukların bedeli (100.000 TL) başkaları tarafından ödenen 'Asker'ler var ki, bunların reddedeceği vicdanları bile kalmamış. Bu kişiler bir ömür boyu birilerinin askeri olmaya mahkumdurlar. Herkesin askerliği biter bunların askerliği bitmez. Burda da amaç 'Asker'in örgütle, halkla bağını koparmak kendine bağlı kapıkulu haline getirmektir.
Bedelinizi ister kendiniz ödeyin isterseniz başkası sizin için ödesin, bu utanç bir ömür boyu alnınıza yapışıp kalacaktır.
200.000 TL'lik daire alana İnanlar İnşaat'tan 30.000 TL'lik 'Bedelli Askerlik' promosyonu! Demek ki LİDO'dan bir daire alırsak sevabına en az beş yakınımızı askerlikten kurtarmış olacağız. Dairelerin tamamı satılırsa uzun bir süre Adalar'dan asker uğurlayamayacağız! LİDO'lu hemşerilerimiz hiç asker elbisesi giymeden ve kışla görmeden "Bedelli Askerlik" yapabilecek. Bir ABD projesi olan Bedelli Askerliğin amacı, milletiyle bağları kopmuş ve halkın ordusu olmaktan çıkmış emperyalizmin emrinde profesyonel bir ordu yaratmaktır. Toplum içinde eşitsizliği körüklemek ve toplumu Bedelliler-Bedelsizler olarak ikiye bölmekten başka hiçbir işe yaramayacak olan bu sistemi benim vicdanım reddediyor! Ama bazı vicdansızlar "Vicdanı Red"in peşinde.
Bir de oturdukları koltukların bedeli (100.000 TL) başkaları tarafından ödenen 'Asker'ler var ki, bunların reddedeceği vicdanları bile kalmamış. Bu kişiler bir ömür boyu birilerinin askeri olmaya mahkumdurlar. Herkesin askerliği biter bunların askerliği bitmez. Burda da amaç 'Asker'in örgütle, halkla bağını koparmak kendine bağlı kapıkulu haline getirmektir.
Bedelinizi ister kendiniz ödeyin isterseniz başkası sizin için ödesin, bu utanç bir ömür boyu alnınıza yapışıp kalacaktır.
İnanlar inşaattan 300.000 TL'ye kat alana askerlik yok! Eskiden kat karşılığı arsa aranırdı, şimdiyse "Kat karşılığı askerlik" var !
Büyükada LİDO'ya Asker selâmı'
Avni KURTULDU
_______________________________________________________7
AdalarMüzesi, 22.11.2011
http://www.adalarmuzesi.org/cms/component/content/article/3-flas-haberler/213-adalar-muzesi-son-bir-ylda-uckat-buyudu
Adalar Müzesi Son Bir Yılda Üç Kat Büyüdü!
Geçtiğimiz yıl açılan müzenin genişleyen yapısının yanı sıra süreli sergiler salonunun ilk sergisi "Adalar, Yazarlar, Şairler – Mitostan Edebiyata", 25 Kasım 2011 Cuma günü saat 12:30’da yapılacak resmi törenle ziyarete açılacak.
10 Eylül 2010 tarihinde açılan Adalar Müzesi, İstanbul’un ilk kent müzesi olarak bir yıl içinde hızlı bir büyüme gösterdi. Kalıcı koleksiyonlarının sergilendiği Büyükada Aya Nikola Hangar yarı yarıya büyüdü ve süreli sergilerin yapılabileceği yeni bir salona kavuştu. Müzenin yeni galerileriyle birlikte, süreli sergiler salonunun ilk sergisi olan “Adalar, Yazarlar, Şairler - Mitostan Edebiyata” 25 Kasım 2011 Cuma günü açılıyor.
Kuruluşu Adalar Vakfı ve Adalar Belediyesi ortaklığıyla gerçekleşen ve Büyükada'da iki mekanın restorasyonu sonucunda 2010 yılı içinde açılan Adalar Müzesi, 2011 içinde yapılan çalışmalar sayesinde üç kat büyüdü. Böylece, müzenin kalıcı koleksiyonlarının sergilendiği Büyükada Aya Nikola mevkiindeki hangar yapılar genişledi. Müzenin kalıcı bölümü yarı yarıya büyüdü, yeni galeriler eklendi ve eski galeriler de yenilendi.
Yeni eklenen yapılardan biri, yıllık sergilere ev sahipliği yapacak süreli sergiler salonu. Müzenin genişleyen kalıcı galerileriyle birlikte, süreli sergiler salonunun ilk sergisi "Adalar, Yazarlar, Şairler – Mitostan Edebiyata", 25 Kasım 2011 Cuma günü saat 12.30’da yapılacak resmi törenle ziyarete açılacak. Açılışı yapılacak müze yapıları arasında, Adalar Arşivi, İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencilerinin 2010- 2011 dönemi bitirme ödevi çıktılarının sergilendiği Atölye Alanı, aynı anda beş yüz kişinin müze ve kültür etkinliklerini izleyebileceği müze bahçesi ve müze dükkanı da bulunuyor.
Adalar Müzesi resmi açılış törenine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Ermeni, Rum, Süryani Patrikleri ile Hahambaşı’nın da katılacağı açıklandı.
İlgili Kişi
Eda Yiğit
Hangar Müze Binası, Aya Nikola Mevkii Büyükada, Adalar / İstanbul
Tel: 0216 382 52 80 - 0216 382 64 30 - 0507 202 81 79
_______________________________________________________8
CihanHaberAjansı, 25.11.2011
video.mynet.com
video.mynet.com
KILIÇDAROĞLU ADALAR'DA!...
_______________________________________________________9
CHP, 25.11.2011
http://www.chp.org.tr/?manset=genel-baskan-kilicdaroglu-“bu-cifte-standarttir-bu-cifte-standardin-adi-ahlaksizliktir-yargilamaysa-herkes-icin-esit-olmali”
Genel Başkan Kılıçdaroğlu: “Bu çifte standarttır. Bu çifte standardın adı ahlâksızlıktır. Yargılamaysa herkes için eşit olmalı”
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na yönelik soruşturmaya ilişkin ”Önce savcıyı değiştirdiler, oraya birisini getirdiler, sabahın 6′sında baskın yaptılar, yöneticilerini aldılar. Yandaşlara gelince sabahın 6′sında alınmaz. Hatta polis nezaretinde gidip rapor alması gerekirken kendisi gider, raporunu alır, götürür yargıca. Bu çifte standarttır. Bu çifte standardın adı ahlaksızlıktır. Yargılamaysa herkes için eşit olmalı ” dedi.
Kılıçdaroğlu, Adalar Müzesi’nde yaptığı konuşmada, törenin başında konuşan şair Ataol Behramoğlu’nun yeni şiirler yazacağını ifade ettiğini dile getirerek, Behramoğlu’nu ”Dikkatli olun. Yazarken bir gün kendinizi Silivri’de bulabilirsiniz,” diye uyardı.
İzmir Belediyesi'nin taşeronu kaldırmaya çalıştığını belirten Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
"Vay sen misin kaldıran? Önce savcıyı değiştirdiler, oraya birisini getirdiler, sabahın 6′sında baskın yaptılar, yöneticilerini aldılar. Yandaşlara gelince sabahın 6′sında alınmaz. Hatta polis nezaretinde gidip rapor alması gerekirken kendisi gider raporunu alır götürür yargıca. Bu çifte standarttır. Bu çifte standardın adı ahlaksızlıktır. Yargılamaysa herkes için eşit olmalı. Kişiler gözaltına alınacaksa herkes için eşit olmalı. Kelepçe vurulacaksa herkes için eşit olmalı. Birileri için ayrıcalık, birileri için baskı. Bu doğru değil.”
Konuşmasının ardından Kılıçdaroğlu, Adalar Müzesi’nin resmi açılışını gerçekleştirdi ve sergiyi gezdi.
Kemal Kılıçdaroğlu, daha sonra Rum Yetimhanesi'ne giderek, burada incelemede bulundu.
Ardından, Adalar Belediyesi Eğitim, Kültür ve Gönüllü Merkezi’nin de açılışını yaparak gezdi.
Kemal Kılıçdaroğlu, daha sonra Rum Yetimhanesi'ne giderek, burada incelemede bulundu.
Ardından, Adalar Belediyesi Eğitim, Kültür ve Gönüllü Merkezi’nin de açılışını yaparak gezdi.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, Büyükada’da ikâmet eden Fenerbahçeli efsanevi futbolcu Lefter Küçükandonyadis’i de evinde ziyaret etti.
Kılıçdaroğlu, Heybeliada Ruhban Okulu ve Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi ziyaretlerini ise iptal etti.
Kılıçdaroğlu, dini temsilcilerle görüştü
Bu arada, Kılıçdaroğlu, Büyükada’ya gelişinde partililer tarafından karşılandı.
Adalar Belediye Başkanlığı da ziyaret eden Kılıçdaroğlu, burada Türkiye Hahambaşısı İshak Haleva’nın da aralarında bulunduğu dini temsilcilerle görüştü.
Adalar Belediye Başkanlığı da ziyaret eden Kılıçdaroğlu, burada Türkiye Hahambaşısı İshak Haleva’nın da aralarında bulunduğu dini temsilcilerle görüştü.
Kılıçdaroğlu, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, ruhani liderlerle görüştüklerini ve Türkiye’nin dirliği ve birliği konusunda görüş birliğini ifade ettiklerini söyledi.
_______________________________________________________10
DHA, 25.11.2011
Özgür Altuncu, Ozan Ural
'Salı gününü bekleyin'
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Büyükada'yı ziyaret etti. Gazetecilerin gündeme ilişkin sorularına yanıt vermeyen Kılıçdaroğlu, "Salı gününü bekleyin," demekle yetindi. Adalar Müzesi'nin açılışını yapan Kılıçdaroğlu burada yaptığı konuşmada İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik operasyonları eleştirerek, "Baskılara direnen bütün İzmirliler'e Adalardan selamlarımızı gönderiyoruz," diye konuştu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Büyükada'yı ziyaret etti. Sabah saat 11:00'de Maltepe'den Büyükada'ya geçen Kılıçdaroğlu, önce Adalar Belediyesi'ne uğradı. Burada dini cemaat liderleriyle biraraya gelen Kılıçdaroğlu çıkışta, Musevi Cemaati'nin Lideri İshak Haleva'yla birlikte basın mensuplarına poz verdi. Kılıçdaroğlu belediye önünde kısa bir açıklama yaparak, Adalar'da farklı inanç mensuplarının bir arada barış içinde yaşadığını söyledi. Kılıçdaroğlu ardından yürüyerek Eğitim Gönüllüleri Merkezi'nin açılışına gitti. Kılıçdaroğlu açılışın ardından faytona bindi. Faytonla Adalar Müzesi'ne gelen Kılıçdaroğlu, müzenin açılışını gerçekleştirdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Büyükada'yı ziyaret etti. Sabah saat 11:00'de Maltepe'den Büyükada'ya geçen Kılıçdaroğlu, önce Adalar Belediyesi'ne uğradı. Burada dini cemaat liderleriyle biraraya gelen Kılıçdaroğlu çıkışta, Musevi Cemaati'nin Lideri İshak Haleva'yla birlikte basın mensuplarına poz verdi. Kılıçdaroğlu belediye önünde kısa bir açıklama yaparak, Adalar'da farklı inanç mensuplarının bir arada barış içinde yaşadığını söyledi. Kılıçdaroğlu ardından yürüyerek Eğitim Gönüllüleri Merkezi'nin açılışına gitti. Kılıçdaroğlu açılışın ardından faytona bindi. Faytonla Adalar Müzesi'ne gelen Kılıçdaroğlu, müzenin açılışını gerçekleştirdi.
ŞAİRE SİLİVRİ UYARISI
Açılış töreninde konuşan şair Ataol Behramoğlu, şiir yazmaya devam edeceğini, Adalar'ın kendisine ilham verdiğini söyledi. Kılıçdaroğlu da konuşmasına bu sözlere atıfta bulunarak, "Yazarken birgün kendinizi Silivri'de bulabilirsiniz?" diye konuşmasına başladı.
DİRENEN İZMİR'E SELAM
İBB'nin Adalar'a hizmeti kestiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, "Kentli olmak, haksızlıklara karşı direnmek demektir. Kendi yöneticilerini seçmesi demektir. Kentli olmak Adalar Belediye başkanı gibi baskılara direnmektir," dedi. Direnmenin yöneticilerin görevlerinden biri olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle sürdürdü: "İzmir Anakent Belediyesi direniyor. Bütün baskılara direniyor. İzmirliler de destekliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi, 'Ben taşeronlaşmayı kaldıracağım' dedi. Erdoğan diyordu ya 'kaldırın taşeronlaşmayı'. Sen misin kaldıran. Savcıyı değiştirdiler. Oraya birini getirdiler. Sabaha karşı yöneticileri aldılar. Yandaşlara gelince, sabaha karşı basmazlar. bu çifte standardın adı ahlaksızlıktır. İş ve yargılanma herkes için eşit olmalı. Nasıl oluyor da, bu birileri için ayrıcalık, birileri için baskı. Bu doğru değil. Bu tip haksızlıkları direnen bütün İzmirlilere, Adalardan selamlarımızı gönderiyoruz. Oralardaki yöneticiler de morallerini bozmasınlar. Onlar kendilerini yalnız hissetmesinler. Mücadeleyi beraber yapacağız. O mücadelenin adresi Türkiye'de CHP olacaktır."
KILIÇDAROĞLU'NUN TİTRETEN SOĞUK
Kılıçdaroğlu soğuk hava yüzünden konuşmasını kısa kesti. Tören sırasında Kılıçdaroğlu'nun soğuk yüzünden titremesi kameralara yansıdı. Kılıçdaroğlu programının devamında harebe haldeki Rum Yetimhanesi'ni ziyaret etti. Yetimhanenin bahçesinde partililerle birlikte fotoğraf çektiren Kılıçdaroğlu çıkışta kendisine soru sormak isteyen gazetecilere kısa bir açıklama yaparak, "Salı gününü bekleyin" dedi.
LEFTER'İ ZİYARET ETTİ
Kılıçdaroğlu programının darlığı nedeniyle Aya Yorgi kilisesi ve Heybeliada ziyaretini iptal etti. Büyükadada yaşayan Fenerbahçenin efsane futbolcusu Lefter'i evinde ziyaret etti. Kılıçdaroğlu ziyaretinin ardından Adalar Belediyesine ait bir tekneyle Bakırköy'e geçti. Kılıçdaroğlu'nun akşam saatlerinde Brüksel'e gitmesi bekleniyor.
_______________________________________________________11
EurActiv, 24.11.2011
Yavuz Çengel / İAHA
Yavuz Çengel / İAHA
Ender Merter ile İhap Hulusi üzerine
Türk afiş sanatının ilk temsilcilerinden İhap Hulusi Görey’in doğumunun 113. yılı anısına yapılan rölyef anıt, 27 Kasım 2011 Pazar günü, 13.30’da Kınalıada’da açılacak.
Projenin önderliğini üstlenen Ender Merter, İhap Hulusi Görey, çalışmaları ve adına açılacak anıtı İAHA'ya anlattı.
[...]
Sizin İhap Hulusi ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Bazı çalışmalarımın ışığında kendisiyle 1984 yılında tanışma fırsatı buldum. O zamanlar Kınalıada’da yaşardı. Ben de Burgazada’da yaşayan biri olarak gidip gelmeler sırasında onunla tanışmış oldum. İhap Hulusi aynı zamanda meslektaşım olur. Ben de reklam sektörüne girdikten sonra onun çalışmalarıyla yakından ilgilenmeye başladım. İhap Hulusi ile tanıştıktan yaklaşık on yıl sonra onun işlerini bir sahafta gördüm. Sahafta görünce yapıtların hepsini almaya niyetlendim ve o tarihten bu güne kadar bütün işlerini toparladım. Çalışmalarını tek tek kronolojik olarak düzenledim ve bir arşivde korudum. [...]
[...]
Hazırlanan bu rölyef anıt nereye ve ne zaman konulacak?
Bunu yaşadığı Kınalıada’da tam meydanda bir yere koymaya karar verdik. Bu konuda Adalar Belediyesi Başkanı Sayın Dr. Mustafa Farsakoğlu, Marmara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Zafer Gül, sahibi olduğum Espas İletişim ve İstanbul Maçka Rotary Kulübü’nün desteklerini aldık. 28 Kasım 2011 İhap Hulusi’nin doğum günü. Biz de 27 Kasım’da, 13.30’da adada bu rölyef anıtı kamuoyuna açıyoruz.
[...]
[...]
Sizin İhap Hulusi ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Bazı çalışmalarımın ışığında kendisiyle 1984 yılında tanışma fırsatı buldum. O zamanlar Kınalıada’da yaşardı. Ben de Burgazada’da yaşayan biri olarak gidip gelmeler sırasında onunla tanışmış oldum. İhap Hulusi aynı zamanda meslektaşım olur. Ben de reklam sektörüne girdikten sonra onun çalışmalarıyla yakından ilgilenmeye başladım. İhap Hulusi ile tanıştıktan yaklaşık on yıl sonra onun işlerini bir sahafta gördüm. Sahafta görünce yapıtların hepsini almaya niyetlendim ve o tarihten bu güne kadar bütün işlerini toparladım. Çalışmalarını tek tek kronolojik olarak düzenledim ve bir arşivde korudum. [...]
[...]
Hazırlanan bu rölyef anıt nereye ve ne zaman konulacak?
Bunu yaşadığı Kınalıada’da tam meydanda bir yere koymaya karar verdik. Bu konuda Adalar Belediyesi Başkanı Sayın Dr. Mustafa Farsakoğlu, Marmara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Zafer Gül, sahibi olduğum Espas İletişim ve İstanbul Maçka Rotary Kulübü’nün desteklerini aldık. 28 Kasım 2011 İhap Hulusi’nin doğum günü. Biz de 27 Kasım’da, 13.30’da adada bu rölyef anıtı kamuoyuna açıyoruz.
[...]
_______________________________________________________12
From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: Beni terk etme
Date: November 24, 2011 12:48:35 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com http://www.haytap.org/index.php/201102183123/kampanyalar/haytap-kampanyasi-beni-terk-etme-yollarda
Bugünlerde Büyükada yollarında çok sayıda terk edilmiş; sokağa bırakılmış, asil ev köpekleri var. Sokak köpeği oluvermişler. Durumları hakikaten pek hüzünlü, çok acıklı. Bu konuda hazırlanan poster pek güzel, çok çarpıcı. Tepede bir yerde solda bir güzel köpek iskeleden yeni ayrılmış ana kıtaya giden bir şehirhatları vapuruna bakıyor. Büyükada, Kumsal bölgesinde çok sayıda güzel ev köpeği gördüm sokağa bırakılmış çöpleri karıştırıyorlar. Çocuklar yaz ayında heves ediyorlar. Aileler, köpek alıyor ancak yaz bitince bakamıyorlar, kışa girerken köpekler sokağa bırakılıyor Bir çözüm üretmeli köpekler için barınak var ama çok dolu!
Selam ve saygılar,
Prinkipolu Sisyphus
_______________________________________________________13
From: MEHMET TEVFİK ÖZKARTAL
Subject: [60' ların Büyükadasında yaşamış şanslılar] Behice, İffet Öğretmenlerimiz diplomamı aldığım...
Date: November 24, 2011 11:45:11 PM GMT+02:00
Date: November 24, 2011 11:45:11 PM GMT+02:00
To: 60'ların Büyükadasında yaşamış şanslılar <5831396841@groups.facebook.com> 60' ların
60'ların Büyükadası'nda Yaşamış Şanslılar'ın Fotoğrafları'ndan...
Behice, İffet öğretmenlerimizden diplomamı aldığım yıl çekilmişti. 1961mi, 1962 mi unttum beyler sizler hatırlatın...
Behice, İffet öğretmenlerimizden diplomamı aldığım yıl çekilmişti. 1961mi, 1962 mi unttum beyler sizler hatırlatın...
_______________________________________________________14
From: HALUK DİRESKENELİ
Subject: Prinkipo bigun carsamba
Date: November 23, 2011 2:43:29 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Prinkipo'da bir kış günü...
Gece Kadıyoran'daki fakirhanede kaldım. Klima ısıtmadı, battaniyeleri üst üste koydum. Sabah kuş sesleriyle uyandım. Kahvaltı Dolci'de. Öğle yemeği Konak'ta, self servis bol kepçe. Kıyıda Belediye'nin önündeki rıhtımda mavna içinde yaşlı atlar vardı. Ana kıtaya kış dinlenmesine gidiyorlarmış. Herhalde pek dinlenmeye zamanları olmayacak, çok yaşlılar. Çarşı sakin, yerliler çok, Ada'daki Ev benzeri roman yazacak entel hanımlar dolu. Bir de ressam bir hanım var. Yaptıklarıyla yaz aylarında herhalde sergi açar. Hava açık ve çok serin, deniz dalgalı hâlâ Arap-İran Ortadoğu çıkışlı turistler var.
ADALAR POSTASI'nda "rüzgâr-güneş bize yeter," muhabbeti yapan yazılar okudum. Büyükada'da rüzgâr turbini olmaz, göçmen kuşlar konmak isteyince telef olurlar, rüzgâr turbinleri bozulur. Gece güneş yoktur, üretim yoktur. Bize her türlü elektrik üretimi makul oranda/ payda şarttır.
Selâm ve saygılar,
Haluk Direskeneli
_______________________________________________________15
AdaGazetesi.com, 23.11.2011
Şükrü Abanoz
http://ada-gazetesi.com/wp/?p=1596
Büyükada’daki Kaçak İskelenin
İnşaatına Son Sürat Devam!...
Sayın okuyucular,
Belediye Meclis üyesi Sn. Oktay ALTIN tarafından Ağustos ayında verilen, daha sonra Kasım ayı meclis toplantısında soru önergelerinin yanıtlanmadığı gerekçesiyle söz alarak soruların yanıtlanmasını ısrarla talep edilen konulardan birini hatırlatarak haberimize başlıyoruz.
Sn Oktay ALTIN’ın soru önergesinin ardından durdurulan, planlara aykırı, izinsiz, kıyı kanununa açıkça aykırı olan yük iskelesi, çok çalışkan kişilerce gece tamamlanmaya başlanmıştır. Bu çalışmalara ilişkin 23 Kasım 2011 Çarşamba sabahı saat 07:00 saatlerinde çekilen fotoğraflar görülmektedir.
Anlaşılacağı üzere gece boyunca devam eden inşaat faaliyetiyle birileri bir şeyleri oldu bittiye getirmek niyetindedir. Ardından "Kim sorumlu?" sorusunu daha önce yaşadığımız Kınalıada, Burgazada örneklerdeki gibi soracağız ancak kimse sorumluluğu kabul etmeyip, kafaları karıştırmaya yönelik açıklamalara devam edeceklerdir.
Aslında cevap çok açık olup, İstanbul İmar Yönetmeliği yetki paylaşımını tarif etmektedir. İBB'nin tartışılmaz bir denetim yetkisi bulunmaktadır.
Sayın Adalılar, kamu kurumları yasa tanımaz, yetkilerini kullanıp takipçi olmazsa yönetimlerine ne kadar güvenebiliriz?
Hakkaniyet duygumuzu yok eden bu uygulamalar ile güven duygumuz yok edilmekte, saygı ve sevgi esasına dayalı adalılık bilincimize saldırılmaktadır.
Kamu Hizmetinde görev başında olanlar, şu anda sorumluluklarını yüklenerek, açıkça kaçak olan iskele inşasın müsaade edenleri ve uygulamayı yapanların tespiti ile yasalar önünde hesap vermelerini sağlamak durumundadırlar.
Bu vazifenizi yerine getirmeniz vicdanlarımızın rahatlaması ve örnek teşkil etmesi bakımından Adalıların beklentisi olacaktır.
Soru Önergesi,
Büyükada sahil kesiminde halen Mavi Marmara Kooperatifi tarafından kullanılmakta olan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından adı geçen kooperatife kiralandığı ifade edilen bir iskele mevcuttur. Bu iskele kısa zaman öncesi seyir terası halinde küçük bir alan iken,önce iskele olarak tadil edilmiş,şimdilerde ise yaz başında yapılan faaliyetlerle, üzerinde bir de gündüz kondu sıfatını yakıştırdığım bir yapı ile faaliyet gösterilmektedir.
Bu alan kiralandığında üzerinde yapı olmaması ve alan büyüklüğü itibarıyla,bu günkü halinden 7 kat küçük olması nedeniyle o zamandaki rayiç değere sahip iken,şu anda bu koşullar değişmiştir.Bu nedenle kira şartlarının yapıldığı durum göz önünde tutulduğunda alan içi kamu gelirinde eksiklik durumunun ortaya çıktığı aşikardır.
BU AÇIKLAMALAR DOĞRULTUSUNDA;
1. Bu alanda yaz başında yapılan inşa faaliyetleri için Adalar Belediye Başkanlığının onarım işine dair bir tabela asılmıştır. Bu onarım işi için verilen iznin yasal mesnedi nedir? Onarım için verilen izinle iskelenin 7 kat büyütülmesine göz yumulmasının nedeni nedir?
2. Bu iskele üzerinde yapılan yapıya kim tarafından, hangi yasal sürece istinaden izin verilmiştir?
3. Kıyı kanununa göre bu tür alanlarda 1/1000 lik koruma uygulama planlarında yer verilmesi ve Bayındır Bakanlığı tarafından onanması gereken iskele inşasının yasal olduğunu ifade edebilir misiniz? Ayrıca iskele ile yük iskelesi arasında inşa edilen iskele de aynı yasal duruma uygun mudur?
4. Adalarda iskele enflasyonu yaşandığını açıkça izlerken ve şehir hatları iskelesi atıl durumda iken ilave iskeleler yapılmasında kamu yararı görüyor musunuz? Şehir hatları iskelesinin etkin kullanımı için kurumsal girişimlerde bulunulmuş mudur?
5. Kiralama bedelinin yeni oluşan fazla yapılaşma ile artması gerektiğini, kamu gelirleri açısından kiralama bedelinin de bu gelişmelere bağlı olarak yükseltilmesini kiralayan kuruma bildirecek misiniz?
6. Kıyılara yapılan her yapı,her iskele ile adalıların deniz görünümünden görsel, fiziksel bir şeylerin kopartıldığını görebiliyor musunuz? Adalı hemşerilerimiz adına sorduğum soruların cevaplarının Belediye Başkanı tarafından yazılı olarak yanıtlanması maksadıyla önergemin başkanlık makamına havale edilmesini arz ederim.
Oktay ALTIN
Adalar Belediyesi Meclis üyesi
_______________________________________________________16
From: SELAH ÖZAKIN
Subject: Van "minute" bile yok!
Date: November 23, 2011 8:09:38 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
çocuklar açlıktan ölüyor Van'da
çadırlar çatır çatır yanıyor içindeki insanlarla
kemik kıran soğuklar da cabası
Vanlılar
toplayıp üç beş parça pırtıyı
geçmişini gömüp enkazlara
artık neresi olursa
göçüyor göz yaşlarıyla
peki tam da bunlar olmaktayken
Ankara'ya uzak olan o coğrafyada
siyaset denen çirkef
neyi konuşmakta
her şeyi
her bir şeyi
Van felaketinden başka
“one minute!”
“just a minute!” ey hükumet
“a little mercy!”
“a little honesty!”
çocuklar ölürken Van'da
utanın
“one minute” bile zamanı yokken Van'ın hayatta kalmaya
kahrolun gündeme taşıdıklarınızla
selah
19:47
23 11 2011
çadırlar çatır çatır yanıyor içindeki insanlarla
kemik kıran soğuklar da cabası
Vanlılar
toplayıp üç beş parça pırtıyı
geçmişini gömüp enkazlara
artık neresi olursa
göçüyor göz yaşlarıyla
peki tam da bunlar olmaktayken
Ankara'ya uzak olan o coğrafyada
siyaset denen çirkef
neyi konuşmakta
her şeyi
her bir şeyi
Van felaketinden başka
“one minute!”
“just a minute!” ey hükumet
“a little mercy!”
“a little honesty!”
çocuklar ölürken Van'da
utanın
“one minute” bile zamanı yokken Van'ın hayatta kalmaya
kahrolun gündeme taşıdıklarınızla
selah
19:47
23 11 2011
_______________________________________________________17
Rhythm Of The Universe - Bizim Eller Ne Güzel Eller (Van Türküsü)
_______________________________________________________18
KINAMA!
HABERe HAKKInı
vermeyen
HABER HAKKI'ya
hakkını bildiriyoruz!...
hakkını bildiriyoruz!...
"HAKKI ki hakkından bihaber, hakkıdır haksızın bu haber,"
Anımsayacaksınız, 3.10.2011 tarihli HABER HAKKI'nın, 'Ada'dan Haberler' bölümünde yayımlanan "Skandal: İDO, görevli yok diye iskeleye yanaşamadı," başlıklı haberde ADALAR POSTASI arşivinden bir fotoğrafın izinsiz ve künyesiz dahası hatalı —zira deniz otobüsüne dair bir haberde, ADALAR POSTASI'ndan çalıntı Demokan adlı deniz motoru fotoğrafının— kullanılması üzerine;
ADALAR POSTASI-2607/5(9.10.2011)'te
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/10/9-2607.html
sözkonusu haber beraberinde şu tashih ve uyarıyı yayımlamıştık:
ADALAR POSTASI-2607/5(9.10.2011)'te
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/10/9-2607.html
sözkonusu haber beraberinde şu tashih ve uyarıyı yayımlamıştık:
[Öyle anlaşılıyor ki; HABER HAKKI, ADALAR POSTASI'nın http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com adresinde okuyucuların daimi surette dikkatine sunulup asılı bulunan
"TÜM YAYIN HAKLARI SAKLIDIR!
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com adresli bu sayfada yayımlanan yazı ve resimlerin tüm hakları saklıdır; tamamı ya da bir bölümü yayıncı ve yazarından izin alınmadan, fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz." ibaresi dolayısıyla da telif hakkını yok saymış!
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com adresli bu sayfada yayımlanan yazı ve resimlerin tüm hakları saklıdır; tamamı ya da bir bölümü yayıncı ve yazarından izin alınmadan, fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz." ibaresi dolayısıyla da telif hakkını yok saymış!
Aslen ADALAR POSTASI-2520 (1.12.2010)'de http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2010/12/1-2520.html yayımlanan bu fotoğrafı,
3.10.2011 tarihli "Skandal: İDO, görevli yok diye iskeleye yanaşamadı" başlıklı haberinde http://www.haberhakki.com/genel/skandal-ido-gorevli-yok-diye-iskeleye-yanasamadi.html kullanabilmek için gereken izni ADALAR POSTASI'ndan almadığı gibi lütfedip kaynak da belirtmemiş!
Dahası fotoğrafa da bakmış ama görememiş zira sözkonusu fotoğraf, habere konu olan 1.10.2011 Cumartesi günlü 10:50 sefer saatli 'denizotobüsü'nün değil, 29 Kasım 2010 Pazartesi günü 15:35 Büyükada'dan hareketle Heybeliada-Bostancı seferini yapacak olan "İDO’nun genel kriterleri ve kalite anlayışıyla tamamen örtüşen deniz araçları"ndan Demokan 'motoru' ve yolcularının başına gelenlerin resmidir! Fotoğrafta 15:47:19'da hafif bir Lodos çalkantısında yolcu tahliyesi esnasında iskeleden uzaklaşıp tekrar yanaşmaya çabalayan Demokan motoru görülmektedir. )O(]
HABERin HAKKInı veremeyip telif haklarından da bihaber olan HABER HAKKI, gördüklerini de okudukları misali yarım yamalak anladığından olsa gerektir; "TÜM YAYIN HAKLARI SAKLIDIR! http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com adresli bu sayfada yayımlanan yazı ve resimlerin tüm hakları saklıdır; tamamı ya da bir bölümü yayıncı ve yazarından izin alınmadan, fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz," uyarısını da okuyup anlayamamış olacak ki; bu defa da bahsi geçen fotoğrafı hakkıyla yayımlamaya dair ADALAR POSTASI'ndan izin alma gereği duymadan; az sonra sözkonusu haberin altına "Fotoğraf: Adalar Postası arşivi" yazmakla yetinivermişti!
Dahası Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında HABER HAKKI'dan olduğu izlenimi veren Atilla Güner'le tanıştırılır tanıştırılmaz da haklıymış-hakkıymış gibi kendiliğinden konuyu açıp gayri-medeni bir üslupla "Bize yazsaydınız, acemi bir arkadaşın haberi," neviinden bin dereden su getirerek nereden geldiği nereye gideceği arap saçına dönen konuşması çerçevesinde, bir de üst perdeden basın-yayın öğrencilerine zaten bunları öğretiyor oldukları masalını anlatmaya başlayınca, zaten eksik kalan özürü kabahatinden büyük bu adama "siz en iyisi mi o acemi arkadaşınıza söyleyin de bir dahaki sefere daha dikkatli olsun," deyip olay mahallinden uzaklaştıktan neden sonra davetten ayrılırken de hak etmediğinden görmezden gelinip vedalaşılmadığından haksızlığa uğradığını düşünmüş olacak ki hızını alamayıp bir öncekinden aşağı kalmaz bir biçimde oturduğu yerden yeniden sataşınca "Ne dediğinin, ne istediğinin hakikaten hiç anlaşılmadığı," söylenip kesilip atılmıştı!
Dahası Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında HABER HAKKI'dan olduğu izlenimi veren Atilla Güner'le tanıştırılır tanıştırılmaz da haklıymış-hakkıymış gibi kendiliğinden konuyu açıp gayri-medeni bir üslupla "Bize yazsaydınız, acemi bir arkadaşın haberi," neviinden bin dereden su getirerek nereden geldiği nereye gideceği arap saçına dönen konuşması çerçevesinde, bir de üst perdeden basın-yayın öğrencilerine zaten bunları öğretiyor oldukları masalını anlatmaya başlayınca, zaten eksik kalan özürü kabahatinden büyük bu adama "siz en iyisi mi o acemi arkadaşınıza söyleyin de bir dahaki sefere daha dikkatli olsun," deyip olay mahallinden uzaklaştıktan neden sonra davetten ayrılırken de hak etmediğinden görmezden gelinip vedalaşılmadığından haksızlığa uğradığını düşünmüş olacak ki hızını alamayıp bir öncekinden aşağı kalmaz bir biçimde oturduğu yerden yeniden sataşınca "Ne dediğinin, ne istediğinin hakikaten hiç anlaşılmadığı," söylenip kesilip atılmıştı!
İşte bu akıllara ziyan diyaloğun üzerinden 1 ay dahi geçmeden, HABER HAKKI bu defa da ADALAR POSTASI-2622/5 (20.11.2011)'nda
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/20-2622.html
yayımlanan "Neoklis Sarris Uzun'a veda" başlıklı haberi kopyalayıvermiş ve elbette tahmin edeceğiniz üzere onu da hakkıyla başaramamış!
bir haberin evrimi!
ya da
habercilikte
intihal devrimi!
From: STATHİS ARVANİTİS
Subject: Date: November 19, 2011 3:25:35 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
ADALAR POSTASI-2622/5 (20.11.2011)
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/20-2622.html
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/20-2622.html
yayımlanan "Neoklis Sarris Uzun'a veda" başlıklı haberi kopyalayıvermiş ve elbette tahmin edeceğiniz üzere onu da hakkıyla başaramamış!
bir haberin evrimi!
ya da
habercilikte
intihal devrimi!
I.
Stathis Arvanitis'in ADALAR POSTASI'na yolladığı mektup!
From: STATHİS ARVANİTİS
Subject: Date: November 19, 2011 3:25:35 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
SAYIN ADALAR POSTASI UYELERI VE ARKADASIM EMINE
BUGUN SABAH 19/11/2011 ATINA'DA YUNANISTAN'DA YASIYAN UNLU
UNIVERSITE PROFESORU HEYBELI ADALI NEOKLIS SARRIS
UZUN BIR SURE HASTALIKTAN SONRA VEFAT ETTI.
KENDISI HEYBELIADA DOGUMLU
VE ATINADA COK SENEDEN GOC ETTIKTEN SONRA
PANTIOS UNIVERITESINDE TOPLUBILIMCILIK DERSI PROFESORLUGU YAPTI.
ESKIDEN TURKIYEDE POLITIKACI OLARAK ONCE ILE HALK PARTISI ILE
VE SONRA YUNANISTANDA GELDIGINDEN GENE
BURADAKI ENOSI KENTRU PARTISI ILE ILGILENDI.
HAFTADA BIR KEZ BU SON YILARDA TELEVIZYONDA
YUNAN POLITIKA VE TURKIYE TARIHI VE YUNAN TURK ILISKELERI ILE
ICIN YORUM YAPTIGI BIR PROGRAMDA KATILIYORDU.
KENDISI HEYBELI ADA ILK OKULU SONRA FENER RUM LISESISINDE OKUDU
VE SONRA UNUVERSITE MEZUNUDUR.
GECEN EYLUL AYINDA 2010 BUYUKADAYA BELEDIYESINDEN VE ADALAR MUZESINDEN
BUYUKADAYA BIR HAFTA ICIN DAVETLI OLARAK GELDI, VE ADALAR MUZESI ACILIS TORENINDE KATILDI.
KENDISI BELEDIYE BASKANINDAN DR MUSTAFA FARSAKOGLUDAN VE ADALAR VAKFI
BASKANINDAN B. HALIM BULUTOGLUDAN ORADA OLANLARA KONUSTU. CENAZESI SALI GUNU ATINADA OLACAK VE SONRA TOPRAGA VERILECEK. HEPIMIZIN BASINA SAGLIKLAR
VE ONU KAPLIYACAK TOPRAK HAFIF OMASINI DILERIM.
ATINA'DAN STATIS ARVANITIS
EMINE BIRAZ DUZELT TURKCEMI HER ZAMAN YAPTIGIN GIBI SENI VE ESINI SELAMLARIM
II.
Edisyon sonrasında ADALAR POSTASI'nda yayımlandığı hali!
ADALAR POSTASI-2622/5 (20.11.2011)
http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com/2011/11/20-2622.html
From: STATHİS ARVANİTİS
Subject:
Date: November 19, 2011 3:25:35 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
NEOKLİS SARRİS UZUN'a veda...
SAYIN ADALAR POSTASI ÜYELERİ,
ATİNA'DA YAŞAYAN HEYBELİADALI PROF. DR. NEOKLİS SARRİS UZUN BİR SÜRE HASTALIKTAN SONRA 19 KASIM 2011 CUMARTESİ SABAHI VEFAT ETTİ.
HEYBELİADA DOĞUMLU OLAN UZUN, HEYBELİADA İLKOKULU'NDAN SONRA FENER RUM LİSESİ'NDE OKUDU, ÜNİVERSİTE MEZUNİYETİNİN ARDINDAN HALK PARTİSİ'NDE ÇALIŞMALARDA BULUNDU. ATİNA'YA GÖÇ ETTİKTEN SONRA DA ENOSI KENTRU PARTİSİ'NDE GÖREV ALDI. PANTIOS ÜNİERSİTESİ'NDE TOPLUBİLİM PROFESÖRLÜĞÜ YAPTI. SON YILARDA YUNAN POLİTİKASI, TÜRKİYE TARİHİ VE YUNAN TÜRK İLİŞKELERİ HAKKINDA, HAFTADA BİR KEZ YAYINLANAN BİR TELEVİZYON PROGRAMINA YORUMLARIYLA KATILIYORDU.
2010 YILININ EYLÜL AYINDA ADALAR BELEDİYESİ VE ADALAR VAKFI'NIN DAVETİYLE BİR HAFTALIĞINA BÜYÜKADA'YA GELEREK ADALAR MÜZESİ'NİN AÇILIŞ TÖRENİNE KATILMIŞ; ADALAR BELEDİYE BAŞKANI DR. MUSTAFA FARSAKOĞLU VE ADALAR VAKFI BAŞKANI HALİM BULUTOĞLU'NUN AÇILIŞ KONUŞMALARININ ARDINDAN KENDİSİ DE BİR KONUŞMA YAPMIŞTI.
22 KASIM 2011 SALI GÜNÜ ATİNA'DA YAPILACAK CENAZE MERASİMİNİN ARDINDAN TOPRAĞA VERİLECEKTİR.
HEPİMİZE BAŞSAĞLIĞI YANI SIRA ONU KAPLAYACAK TOPRAĞIN HAFİF OLMASINI DİLERİM.
ATİNA'DAN STATİS ARVANİTİS
* * *
Neoklis Sarris Uzun'un ailesi ve yakınlarına sabırlar dileriz.
ADALAR POSTASI
)O(
ADALAR POSTASI
)O(
III.
Haberin HABER HAKKI tarafından ADALAR POSTASI'ndan 'apartılmış' hali!
Haber Hakkı, 21.11.2011
Heybeliadalı Prof.Dr.Neoklis Sarris Uzun’a veda…
Statis Arvantis-Atina
Atina’da yaşayan Heybeliadali Prof. Dr. Neoklis Sarris, uzun bir süre hastaliktan sonra 19 kasim 2011 cumartesi sabahi vefat etti.
Heybeliada doğumlu olan uzun, Heybeliada İlkokulu’ndan sonra Fener Rum Lisesi’nde okudu, üniversite mezuniyetinin ardindan Cumhuriyet Halk Partisi’nde çalişmalarda bulundu. Atina’ya göç ettikten sonrada Enosi Kentru Partisi’nde görev aldi. Pantios Üniversitesi’nde Toplu bilim Profesörlüğü yapti. Son yilarda Yunan politikasi, Türkiye tarihi ve Yunan Türk ilişkeleri hakkinda, haftada bir kez yayinlanan bir televizyon programina yorumlariyla katılıyordu.
2010 yilinin Eylül ayinda Adalar Belediyesi ve Adalar Vakfi’nin davetiyle bir haftalığına Büyükada’ya gelerek Adalar müzesi’nin açiliş törenine katilmiş; Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu ve Adalar Vakfi Başkani Halim Bulutoğlu’nun açiliş konuşmalarinin ardindan kendisi de bir konuşma yapmıştı.
Sarrakis’in cenazesi 22 kasim 2011 Sali günü Atina’da yapilacak cenaze töreninin ardindan toprağa verilecek
HABER HAKKI'dan
"HAKSIZ HABER nasıl yapılır?"
dersleri...
1. Halihazırda yayımlanan ADALAR POSTASI, http://adalar-postasi-guncel.blogspot.com takibe alınmalıdır.
2. Haber itinayla "itinasız" bir biçimde yanlışlarıyla ("yılarda", ileşkeleri") birlikte birebir kopyalanmalıdır.
3. Şayet sözkonusu haber, büyük harfle yazılmışsa bir program marifetiyle hurufatın küçük harflere dönüşümü sağlanır. Sonrasında metnin gözden geçirilmesi falan tamamiyle keyfe kederdir; programın "ı" harflerini "i" yapmış olması, arada kimi başharflerin de küçülmüş olması filan öyle mühimsenecek mevzulardan değildir. Hatta 'aklınızca' düzeltim de yapabilirsiniz! "Atina’ya göç ettikten sonra da Enosi Kentru Partisi’nde görev aldı," yerine "Atina’ya göç ettikten sonrada Enosi Kentru Partisi’nde görev aldı," yazarak engin imlâ bilginizi de açık etmelisiniz ki ne denli iyi bir gazeteci olduğunuz cümle âleme örnek olsun!
4. Size zahmet haberin bu yeni haline 1 cümle (Statis Arvanitis- Atina’dan bildiriyor;), 6 kelime (Heybeliadalı Prof.Dr.; Statis Arvantis-Atina; Cumhuriyet) eklemeyi de ihmal etmeyiniz!
5. Ola ki ADALAR POSTASI'ndan biriyle ada sahillerinde tesadüf ederseniz de HABER HAKKI'nın haksız hakkını üst perdeden gayri medeni bir üslupla savununuz ki özürünüz kabahatinizden büyük olsun!
HABER HAKKI'nın 'Ada'dan Haberler' bölümünü kim yayımlamaktadır? HABER HAKKI'nın hakkını haksız yere savunan Atilla Güner mi? Yoksa HABER HAKKI'nın Kültür Sanat editörü Ayşen Güner mi? Değilse kim? Yine "Acemi bir arkadaş" zaar!...
HABER HAKKI, hakkında şöyle buyurmuş:
[...] Mesleğin evrensel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalarak, sizlerin haber alma hakkını sonuna kadar savunan bir ekip olmayı hedefliyoruz. [...]
Mesleğin Evrensel İlkeleri'nden de anladıkları buymuş meğer! Oysa ki...
Medya Derneği, 31.3.2011
Mesleğin Evrensel İlkeleri'nden de anladıkları buymuş meğer! Oysa ki...
Medya Derneği, 31.3.2011
Türkiyeli Gazeteciler İçin Etik İlkeler
[...]
Haber hırsızlığı / İntihal
İntihalle ilgili kural basittir: Yapmayın.
Haberlerimizde herhangi bir başka mecradan (internet, gazete, televizyon, radyo, kitap ya da dergi) alıntı yapılarak kullanılan özgün ifade, üslup ve fikirlerin kaynağı mutlaka belirtilmelidir. [...]
ADALAR POSTASI adına
Emine Çiğdem Tugay
)O(
_______________________________________________________EK
From: STATHİS ARVANİTİS
Subject:
Date: November 26, 2011 10:40:38 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
ÖZÜR DİLERİM...
MERHABA,
ŞİMDİ BANA HABER HAKKI'dan ADİL [BALİ] YAZDI VE MEYDANA GELEN OLAYI ANLATTI.
SİZDEN ÖZÜR DİLERİM, BÖYLE BİR ŞEY OLACAĞINI ASLA DÜŞÜNEMEDİM.
ADİL'İN BU KONUDA ASLA SUÇU YOK.
PROFESÖR SARİS'İN VEFAT ETTİĞİ GÜN KENDİSİYLE KONUŞURKEN HABERDEN BAHSETTİM VE O DA "HABERİ BANA AKTARSANA," DEDİ. BÖYLELİKLE SENİN YAZDIĞIN VE DÜZELTTİĞİN HABERİ ONA GÖNDERDİM.
NEYSE, SENDEN VE ADALAR POSTASI ÜYELERİNDEN ÖZÜR DİLERİM.
AYRICA ADİL'DEN DE ÖZÜR DİLERİM ÇÜNKÜ SUÇU OLMADAN ONUN BAŞINI BELAYA SOKTUM.
LÜTFEN ARANIZDA BİR SOĞUKLUK VE PROBLEM OLMASINI İSTEMEM.
HEPİMİZ BÜYÜKADALIYIZ, ALLAH AŞKINA SAKİN OLALIM, AYIRACAK BİR ŞEYİMİZ YOK.
HEPİNİZE BENDEN GENE ÖZÜR.
BUNDAN BÖYLE ADALAR'A DAİR HABER GÖNDERECEĞİM ZAMAN HERKESE AYRI VE DEĞİŞİK GÖNDERECEĞİM.
SİZİ SAYGIYLA SELAMLARIM,
ATİNA'DAN STATIS ARVANITIS