3 Aralık 2010 Cuma

ADALAR POSTASI-2522: bizi ada motorlarına emanet etmeyiniz!...



* * *

ADALAR'da TARİHTE O GÜN:

13 Nisan 1906 Cuma günlü, Büyükada'ya gidip gelen zevata dair alınan jurnalin takdimine dair...

* * *

ADALAR'da BİR GÜN:

Fotoğraf: Ugo Antonio Corintio, Büyükada'da, 26 Kasım 2010.

* * *

ADALAR'da HAVA DURUMU:

3 Aralık 2010 Cuma
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Parçalı bulutlu
17-23ºC
% 50-59 nem
Lodos, GB 43km/sa
Gündoğuşu 07:08... Günbatışı 16:37...

* * *
Cicely Mary Barker, The Totter-Grass Fairy.

* * *

1- Seda Zobaroğlu: "Bizi Ada motorlarına emanet etmeyiniz!..."

2- Zeynep Alpar: "Kuzey Kaptan motoru yüksek, binmek için koydukları merdiven alçak kalınca, motora ancak dizlerimi koyup yukarı emekleyerek tırmanabildim. Bu arada motor tayfasından biri de kolumdan çekiştirerek yardımcı olmaya kalkıyordu! Üstelik de 7 aylık hamileyim!..."

3- Erhan Öztürk: "Adalar'da 'kule savaşları' kızıştı..."

4- Avedis Hilkat: "Denizlerimizdeki katliama kim dur diyecek?..."

5- İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencileri, Norveçli bir arkadaşlarının, Büyükada ve Taksim hayatını karşılaştıracağı okul projesi için Taksim Cumhuriyet Anıtı çevresinde piknik yaptı...

6- Erdinç Akkoyunlu: "Yetimhanenin bütün ahşap parçaları tek tek sökülecek..."

7- Sevgiyle El Ele Sanat Festivali öğrencileri Büyükada Sinagogu’ndaydılar...

8- Oktay Ekinci: "Koruma kurullarının ‘tabiat’la ilişkisini kesen tasarı ‘doğal yaşam kültürü’nü göz ardı ediyor... Doğal sitler ve sit kültürü..."

9- Selçuk Aral: "Aya Dimitri Cemaat Kilisesi..."

10- Büyükada'da Büyük Kepçe'de Buluşma!...

)O(



_______________________________________________________1

From: SEDA ZOBAROĞLU
Subject: Ada Motorcusu Doktordur :)))
Date: December 1, 2010 10:28:15 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com


Ada Motorcusu Doktordur!... :)))

Büyükada, 29.11.2010, 15:44:58.

Büyükada, 29.11.2010, 15:45:00.

Büyükada, 29.11.2010, 15:45:03.

Merhaba,
Taze bir Adalı olarak "Adasız" olduğum günlerden beri takip ediyorum ADALAR POSTASI'nı. Bu arada benim de aklıma geldi; yazayım dedim size. Geçen gün de bizim arkadaşlar Ada'dan Bostancı motoruna binmişler lodosta. Denizi tahmin edersiniz; feci dalgalı tabii. İnsanlar kusmaya, bu arada neresinden tam hatırlamıyorum ama motor da su almaya başlamış. Milllet kelle koltukta giderken motor görevlilerinden süper bir tespit gelmiş:

— Mide bulantısı kulak rahatsızlığına işaret eder, soda limon için, doktora gidin!

Elden ne gelir;

— Bizi Ada motorlarına emanet etmeyiniz!

demekten başka... :))))


_______________________________________________________2


From: ZEYNEP ALPAR
Subject: bostancıya ve adalara ulaşım hakkı -mahkeme yolları
Date: December 2, 2010 10:24:09 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

Bostancı'ya ve Adalar'a ulaşım hakkı... 
Mahkeme yolları...


Merhaba,
Adalar'da yaşayan çoğu kişi gibi ben de motorlardan, daha doğrusu Bostancı vapurunun kaldırılmasından dertliyim. Heybeli'den 30 Kasım Salı günü 11:45'te kalkacak Büyükada-Bostancı motoruna emekleyerek (!) binmek zorunda kaldım. Kuzey Kaptan motoru yüksek, binmek için koydukları merdiven alçak kalınca, motora ancak dizlerimi koyup yukarı emekleyerek tırmanabildim. Bu
arada motor tayfasından biri de kolumdan çekiştirerek yardımcı olmaya kalkıyordu! Üstelik de 7 aylık hamileyim!

Herneyse esas meselem bu değil, Ada'ya bu yıl Şubat ayında yerleşmiş biri olarak adalar arası ücretsiz geçiş kartını bir türlü edinemiyorum. Bize önce kartı Şubat'ta alabileceğimizi söylüyorlardı, şimdi artık o kartlardan verilmediğini söylüyorlar. Bu konuda bayramdan önce Büyükada'ya gitmişken Belediye'yle görüştüm, kendilerinin kart talep ettiklerini ama İDOnun onlara cevap vermediğini söylüyorlar. Adalar Belediyesi ile İstanbul Belediyesi arasındaki sürtüşme, inatlaşma, temassızlık adı her neyse, vatandaş olarak ben niye mağdur olayım bundan?

Ben şahsen 15 dakikalık mesafe için git-gel ―indirimli akbil fiyatı― 4.4 lira ödemek istemiyorum. Adalar arası geçişin eskisi gibi ücretsiz olması lâzım, her saatte ve her vapur/motorla. Biliyorsunuz ücretsiz geçiş kartı olanlar için bile Bostancı seferlerinde bu hak kullandırılmıyor artık. Oysaki kış geldi, seferler azaldı, kartım olsa bile adadan adaya geçmek için Kabataş seferlerini kollamak zaman kaybı. Buna itirazım var.

İkincisi, Bostancı-Adalar seferleri, vapur-motor meselesi bir yana, neden çift biletle gidilen bir mesafedir? Uzun mesafe değil o yol. Tek bilet ücreti alınmalı.

Üçüncüsü, motorlar "verimsiz ve güvensiz" olmaktan başka, çirkin ve gürültücüler. Hiçbir sorun çıkmasa bile sırf gürültüsünden yoruluyor insan, içerisi de son derece havasız. "Keyif" ve "güzellik" de
savunulması gereken şeyler değil midir? Motorlar elbette olsun ama Bostancı hattında vapurun "güzelliğini" insanlardan esirgemeye de hakları yok. Burası SİT alanı değil mi? Öyleyse bence vapurlar da korunması gereken kültürel değer kapsamında olmalı!

Adalar Belediyesi'yle konuştuğumda bu konularda dava açılmasını talep ettim. Halkla İlişkiler'deki görevliler ulaşımın temel haklar arasında olduğunu ve dava açılırsa kazanılacağını söylediler. Öyleyse neden Adalar Belediyesi açmıyor bu davayı? Onlar da, insanlar şahsen açsın, hatta daha iyisi toplu dava açsınlar, kampanya yapsınlar diyorlar. Kendi görevini bizden bekliyor yani yine!

Ben hukukçu değilim ama Savcılığa gidip dava açmak için avukata ve paraya gerek olmadığını biliyorum. Dilekçe verip şikâyetinizi yazıyorsunuz gerisi Savcılığa kalmış. Toplu dava nasıl açılır
bilmiyorum ama biz Heybeli'den birkaç kişi bir ara Büyükada'ya yolumuz düşünce bu konularda dava açılması için Savcılığa dilekçe vermek niyetindeyiz. Bu konuda önceden yapılmış başvuru varsa bu da ona destek olsun. Sizin de bilginiz olsun dedim, madem bilgi edinme sorularına cevap vermiyorlar, kampanyaları kaale almıyorlar, hakkımızı dava açma yoluyla aramaktan biz Adalılar'ın bir kaybı olmaz diye düşünüyorum, keşke Adalar Belediyesi de işi sahiplense ama onları bekleyecek değilim.

Herkese sevgiler,

Zeynep


_______________________________________________________3

Sabah, 2.12.2010
Erhan Öztürk

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/12/02/adalarda_kule_savaslari_kizisti

Adalar'da 'kule savaşları' kızıştı


İzinsiz yapıldığı gerekçesiyle yıkılması gündemde olan Orman Yangın Gözetleme Kulesi, Adalar Belediyesi ile Orman Bölge Müdürlüğü'nü karşı karşıya getirdi. Olaya Kaymakamlık el koydu...

Adalar Belediyesi ile Orman Bölge Müdürlüğü arasında süren kule kavgasında sular bir türlü durulmuyor. Belediye'nin, Büyükada'daki Aya Yorgi Tepesi'nde bulunan modern yangın gözetleme ve önleme kulesi Adakule için izinsiz yaptırıldığı gerekçesiyle 12 Kasım'da yıkım kararı alması, Orman Bölge Müdürlüğü'nü harekete geçirdi. Orman Bölge Müdürlüğü'nde 109 nolu demirbaş olarak kayıtlı olan Orman Yangın Gözetleme Kulesi için 3 yıl önce başlatılan bu ilginç yıkım savaşına ise Kaymakamlık el koydu.

ORMAN BÖLGE'DEN KARŞI DAVA
Belediye'nin, hem kulenin hem de kuleye giden yollara izin alınmadan parke taşı döşendiği gerekçesiyle Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'na şikayet edip suç duyurusunda bulunmasıyla başlayan yargı süreci Orman Bölge Müdürlüğü'nün lehine sonuçlandı. Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı ile Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Orman Bölge Müdürlüğü'ne ait olan gözetleme kulesiyle ilgili çalışmaların yasal mevzuatlara uygun olduğu yönünde karar verdi. Ancak Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu bu kez de baz istasyonlarını gerekçe göstererek kuleyi yıkmak için 12 Kasım'da karar aldı. Durumu haber alan Orman Bölge Müdürlüğü, mahkeme kararlarıyla birlikte kuleye ait dosyayı Belediye ve Adalar Kaymakamlığı'na iletti. Yıkımın hukuka aykırı yapılacağını gerekçe gösteren Müdürlük, Kaymakamlık'tan yıkımın durdurulmasını istedi. Bölge müdürlüğünün başvurusu üzerine Adalar Kaymakamlığı, Belediye'nin yıkım kararını işleme koymadı. Orman Bölge Müdürlüğü yargı kararlarını yok sayan Belediye hakkında dava açarak yeni bir süreç başlattı. SABAH'a konuşan Bölge müdürlüğü yetkilileri "Belediye'nin orman alanlarında bulunan yapılara fiziki müdahale yetkisinin bulunmadığını," belirtti.


_______________________________________________________4


From: AVEDİS HİLKAT
Subject: DENİZLERİMİZDEKİ KATLİAMA KİM DUR DİYECEK!!!!!!!!!!
Date: December 2, 2010 7:16:55 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com

DENİZLERİMİZDEKİ KATLİAMA KİM DUR DİYECEK?


Yaşamım boyunca ―net 49 sene― Marmara Denizi'nde, tekmil Adalar, İstanbul Boğazı, Sarayburnu, Ahırkapı (Orta Kanal tabir edilir), Moda, Fenerbahçe ve o sahil Tuzla'ya kadar karış karış amatörce balık avcılığı yaptım. Bana deniz sevdasını, balıkçılığı, Modalı Kaynana Sarkis, Kumkapılı Fran Reis'in oğlu Herman Küçükinciyan, Modalı Stuart Mot tamircisi Pavli Kostantin ve Kınalıadalı Şavo Reis Şavarş Koryan'dan öğrendim. Çok balıklar tuttum hangisini yazayım kısaca Torik, Palamut, Lüfer, envayi çeşit Mercan, Hani, Istakoz, Uskumru, Kolyoz, Kırlangıç, İzmarit, Kalkan, Pisi vs. zira o zamanlar Marmara'da 128 tür balık vardı ve bu avcılığın çok keyfini çıkardım. Birçok amatör balık sevdalısı/avcısı yetiştirdim. Bunlardan en gurur duyduğum rahmetle andığım Kınalıadalı HRANT DİNK'ti ve canım arkadaşımla, "Emekliliğimizi yaşayıp güzel balıklar tutacaktık Adalar'da," olmadı!

Ve Marmara Denizi gözlerimin önünde hızlıca yok edildi; bu sırasıyla çevre kirliliği, evsel atıklar, kimyasal atıklar, trol, aşırı avlanma, gırgırların en son teknolojiyle avcılığı, deniz faunasının en önemli besin kaynağı midye avcılığı, Marmara'da ve özellikle Adalar'da balık neslini yok etti. Şimdi Adalar'da tüketeceğimiz balığı İstanbul balık halinden getiriyoruz, o da ithal ya da kültür balığı Levrek, Çupura ki bunlar da havuzlarda yetiştiriliyor, haliyle de ne yem verildiği meçhul!


Resimde görülen bir çift Kılıç balığı 5 kg. civarı, el insaf günahtır, o balık tutulmasa her biri 400kg olacak.


Ve yine resimde görülen Tekir balığı, trol balığıdır ki boyu 6-7cm arası, yazıktır ve de günahtır, yok olan milli değerlerimiz ve bizden sonraki nesillere kim hesap verecek? Tüm yetkilileri ve özellikle Adalar ilçemiz yerel yöneticilerimizi duyarlı olmaya, bu katliama dur demeye ve 2001 yılında uygulanan Adalar'da Gırgır Avcılığı Yasağı'nın tekrar konularak ülke milli servetimizin korunması, deniz yaşamının tekrar canlanabilmesi için çalışmalara başlanmasını ivedilikle rica ediyoruz.

AVEDİS HİLKAT


_______________________________________________________5

ntvmsnbc.com, 2.12.2010 17:26

http://www.ntvmsnbc.com/id/25156433

Okul projesi için Taksim'de piknik yaptılar


İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencileri, Norveçli bir arkadaşlarının, Büyükada ve Taksim hayatını karşılaştıracağı okul projesi için Taksim Cumhuriyet Anıtı çevresinde piknik yaptı.

İSTANBUL - Taksim Meydanı'na ayrı ayrı gelen öğrenciler, Cumhuriyet Anıtı çevresindeki yeşil alana ve beton zemine piknik sofrası kurdu. Öğrenciler, vatandaşların şaşkın bakışları arasında burada piknik ortamı yarattı.

Öğrencilerden Dilek Esmer, eylem için toplanmadıklarını belirterek, Norveçli arkadaşları Ragnhild Avgustsen'in hazırladığı okul projesi kapsamında piknik yaptıklarını söyledi.

Esmer, İTÜ'de mimarlık, peyzaj mimarlığı gibi alanlarda eğitim aldıklarını belirterek, proje sahibi arkadaşları Avgustsen'in, Büyükada ile Taksim'deki hayatı karşılaştırdığını ifade etti.


GÖZLEM YAPTILAR
Adaya hareketlilik geldikten sonra hayatın nasıl olacağını sorguladıklarını anlatan Esmer, ''Taksim ortamında piknik yaparak, adanın atmosferini buraya getirmeye çalışıyoruz. Taksim Meydanı'na nasıl bir sakinlik, durgunluk geleceğini gözlemlemeye çalışıyoruz'' dedi.

Almanya, Norveç, Hollanda ve Fransa gibi ülkelerden arkadaşları ile bu etkinliği gerçekleştirmeye çalıştıklarını ifade eden Esmer, projede genel olarak tempo, zaman ve Büyükada ile Taksim'in fonksiyonlarını karşılaştırdıklarını ve iki mekan arasındaki farkı görmeye çalıştıklarını dile getirdi.

Esmer, şunları söyledi:

''Bundan sonra da bu farkları değiştirdik mi diye bakıyoruz. O atmosferi bir şekilde elde etmeye çalışıyoruz. Örneğin, Taksim'in bu hızlılığını, temposunu yavaşlatmak, burada oturup dinlenmek nasıl bir reaksiyona yol açabilir? Büyükada'da da koşu yaparak, oraya İstanbul'un temposunu taşımaya çalıştık.''

Öğrenciler, polisin uyarısı üzerine piknik örtülerini kaldırıp, çimlerde oturmaya devam etti.


_______________________________________________________6


Star, 2.12.2010
Erdinç Akkoyunlu

http://www.haberoku.net/haber/112038--yetimhanenin-butun-ahsap-parcalari-tek-tek-sokulecek.html

Yetimhanenin Bütün Ahşap Parçaları 
Tek Tek Sökülecek


50 yıldır kullanılmayan Avrupa’nın en büyük ahşap Yapısı Rum yetimhanesinin tadilatı için 50 milyon dolar gerekiyor

İstanbul Kilisesi’nin kurcusu Aziz Anderas adına düzenlenen yortudan bir gün önce Büyükada’daki Yetimhane’nin tapusuna kavuşan Fener Rum Patrikhanesi şimdi harap durumdaki binayı faaliyete geçirmenin planlarını yapıyor. Rum mimarlar yaptıkları inceleme sonucu binanın restorasyonu için 50 milyon dolarlık bütçe gerektiğini rapor etti. Mimarlar yeniden inşa edilmesi çok pahalıya mal olacak yetimhannin ahşap parçalarını tek tek sökülerek restore edilmesini planlıyor.

DİNLER ARASI DİALOG MERKEZİ

Büyükada’ki Manastır Tepesi’nde yer alan 1898’de bir Fransız şirketi tarafından mimar Alaxsandre Vallaury’e otel amacıyla inşaa edilen Avrupa’nın en büyük ahşap binası ünvanlı Fener Rum Patrikhanesi Yetimhanesi eski günlerine dönmeye hazırlanıyor. Yetimhane’nin 1960’lı yıllardan itibaren kullanılamaması nedeniyle binada herhangi bir tamirat çalışması da gerçekleştirilmemiş. Fener Rum Patrikhanesi Basın Sözcüsü Peder Dositheos Anağnostopulos, bir fikir çalışmasını doğrularken muhtemel beder konusunda resmi bir çalışma yapmadıklarını söyledi. Restorasyon tamamlandıktan sonra binanın hizmet alanlarına ilişkin bilgi veren Peder Dositheos da, yetimhanenin bir bölümünün telojik çevre etüt merkezi diğer bölümü ise dinler ve mezhepler arası dialog merkezi olarak kullanılacağını belirtti.

_______________________________________________________7

Şalom, 1.12.2010

http://www.salom.com.tr/news/detail/17667-11-Sevgiyle-El-Ele-Sanat-Festivali-ogrencileri-Buyukada-Sinagogundaydilar.aspx

11. Sevgiyle El Ele Sanat Festivali öğrencileri 
Büyükada Sinagogu’ndaydılar...


11. Sevgiyle El Ele Sanat Festivali gezisi bu yıl Büyükada’da yapıldı. Öğrenciler, üç semavi dinin ibadethanelerini ziyaret ederek bilgi aldılar.

İstanbul’da dostça yaşayan dört farklı kültürün gençleri arasındaki sevgi, dostluk ve kardeşlik bağlarını pekiştirmek, sosyal ve kültürel ilişkileri güçlendirmek amacıyla düzenlenen 11. Sevgiyle El Ele Sanat Festivali Gezisi bu yıl Büyük Ada’da yapıldı.

Etkinlik kapsamında Ulus Özel Musevi Lisesi, Ted Koleji, Dadyan Ermeni Lisesi ve Fener Rum Erkek Lisesi öğrencileri, öğretmenleri eşliğinde Kasım ayı içinde Büyükada Hesed Le Avraam Sinagogu’nu ziyaret etti.

Söz konusu ziyarette 100 kişiyi aşkın bir grubu Sinagog Vakfı Başkan Vekili Rafi Habib bilgilendirdi. Habib, sinagogun tarihçesinden kısaca bahsettikten sonra üç semavi dinin ortak noktalarına değindi.

Daha sonra söz alan Hahambaşılık Bet- Din üyelerinden Rav Moşe Benveniste ise dinler hakkında konuştu. Rav Benveniste konuşmasında dinlerin insanları iyi yola sevk ettiğini, inançlı olmanın başarıya giden yolda önemli bir faktör olduğunun altını çizdi.

Öğrenciler daha sonra yine Büyükada’da bulunan cami ve kiliseyi de gezdiler.



_______________________________________________________8


Cumhuriyet 02.12.2010
Oktay Ekinci

Koruma kurullarının ‘tabiat’la ilişkisini kesen tasarı ‘doğal yaşam kültürü’nü göz ardı ediyor

Doğal sitler ve ‘sit kültürü’



1- HES’lere ayrılan Rize’nin İkizdere Vadisi geleneksel yapılarıyla doğal sit olunca tasarı gündeme geldi. 2- Muğla-Karabağlar doğal sitinde geleneksel yayla evleri (Göktuğ Vensürel).


Çevre ve Orman Bakanlığı’nca (ÇOB) hazırlanan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı”, -ülkemizde alışılageldiği üzere- “adıyla çelişen” hükümler içeriyor.

Özellikle “doğal sit”lerle “tabiat varlıkları”nın korunması hukukumuzda, adeta “koruMAma”yı hedefleyen düzenlemeler getiriyor. O kadar ki “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun adı ‘Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu’ olarak değiştirilmiştir” denerek, doğal zenginliklerimizi tümüyle ÇOB’ye bağlayan tasarıda, “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yer alan tüm ‘tabiat’ ve ‘doğal sit’ ibareleri kaldırılmıştır” hükmü bile var!..

TBMM’deki tasarı bu yaklaşımıyla yasalaşırsa, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca sadece uzmanlardan oluşan, “özerk” koruma kurullarının “doğal miras” üzerindeki yetkileri de sona erecek.

‘EMİR KULU’ KURUL

Düzenlemede, mevcut sitlerin yeniden belirlenecek tanımlarla “akıbet”lerine karar verme yetkisi 16’sı kamu görevlisi 20 kişilik “bürokrat”lar kuruluna bağlanıyor... böylece, sözgelimi “filan akarsu üzerinde 20 HES kurulsun” diyen siyasal otoriteye “hayır, orası aslında doğal sit olmalı” yanıtını veren bürokratların görevden alınarak yerlerine “başüstüne” diyenlerin getirilmesi, olağan “milli irade” yetkisi sayılacak.

Benzer şekilde “şu ormanlık kıyıya oteller dizilecek” diyen iktidara “mümkün değil; çünkü sit karakterinde” deme “cesaret”ini gösterebilecek bürokratlar da aynı “kıyım”ı baştan göze almak zorunda kalacaklar...

Yeni kurulun iktidara olan bağımlılığı mevcut sitlerde de geçerli olacağından, siyasetin “beğenmedi”ği sit alanları yeniden ele alınarak “korunmalarına gerek yok” bile denebilecek!

Sözün kısası, ister HES’lerde, ister ormanlardaki yatırımlarda ve kıyı yağmasında, koruma kurullarının “sit” kararlarından şikâyetçi olan iktidar, bundan kurtulabilmek için gerçekleştirdiği “anayasa değişikliği” önlemine(!) şimdi de “yasama” gücünü ekliyor. Kültürel ve doğal mirası bir bütün olarak koruyan yüz akımız bir yasayı yok ederek, ülkenin “tabiat”ını doğa düşmanı yatırımlara “memurlarının kararı”yla açmayı hedefliyor?

GÖZ ARDI EDİLENLER

Peki, bu tasarı neleri göz ardı ediyor? Özellikle imzamız bulunan uluslararası sözleşmelerdeki “doğal ve kültürel miras” bütünselliğini yok ederek hangi temel koruma ilkelerini yok sayıyor?

Çevre ve orman yasalarımız dahil, koruma hukukumuzda “milli park”, “tabiat parkı”, “tabiatı koruma alanı”, “özel çevre koruma bölgesi” gibi ÇOB sorumluluğunda bulunan alanların yanı sıra, Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları’nca belirlenen “doğal sit”lerin de bulunması, aslında bir “kargaşa” değil, “sit” kavramının evrensel içeriğinden gelmektedir... çünkü doğal sit, sadece “tabiat varlıklarının zenginliği”ni değil, aynı zamanda korunması gerekli kültür değeri olan “doğayla uyumlu yaşam gelenekleri”ni de barındıran bir “anlam” içeriyor.

Örneğin, Muğla’nın Karabağlar Yaylası ya da Konya’nın Sille’si, Karadeniz yaylaları, Bursa’nın Uludağ etekleri, hatta İstanbul’un özellikle Beykoz ve Sarıyer ilçelerindeki “orman içi köyler”in yoğunlaştığı bölgeler, Toroslar’daki Yörük obaları, Yukarı Fırat Havzası’ndaki “ırmak boyu bahçeler”le kaplı yerleşimler... bütün bu alanlar tarihten bu yana “geleneksel” olarak süren “doğayla uyumlu yaşam kültürü”nü de barındırdıkları için “doğal sit”lerimizdir.

O kadar ki diğer örneklerini saymaya sayfamızın yetmeyeceği bu alanlardaki “yöresel kır mimarisi”; “geleneksel yerleşme dokusu”; “yapı ve arazi kullanım kültürü” gibi özellikler, doğal sit gerekçeleridir. Aynı nedenle “tespit” ve “tescil” edilen mimari ve yaşam karakterleriyle birlikte geleceğe aktarılabilmesi için “Koruma Amaçlı İmar Planları”yla (KAİP) varlıklarını ve kimliklilerini sürdürme ilkesi de yasal zorunluluktur...

Şimdi bu alanlardaki koruma kararları, hatta sit tanımı ve koruma kurullarının öngördüğü kullanım ölçütlerine göre düzenlenmiş KAİP’ler iptal edilirse, Anadolu’nun en yaygın kültürel zenginlikleri arasındaki “doğayla uyumlu yaşam zenginliği”miz tanımsız ve korumasız kalmayacak mıdır?

BAKANIN ÇEKİNCESİ

Nitekim büyük olasılıkla, öncelikle Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da ÇOB’nin düzenlemesine olabildiğince kibarca “çekince”lerini belirtti; yeterli inceleme yapılmadığını söyleyerek tasarının gözden geçirilmeye muhtaç olduğunu anımsattı.

Peki, koruma hukukumuz çok mu yeterlidir? Yeni bir düzenlemeye ihtiyaç yok mudur?

Elbette var ama amacı “doğayı korumaya önlem getirmek” değil, yasaya rağmen korun(a)mamasına karşı daha etkin kuralları düzenlemek olmalıdır. Bunların neler olabileceğini gelecek yazılarımıza bırakarak sözü şöyle noktalayalım:

ÇOB’nin tasarısı, doğal ve kültürel miras birlikteliğini göz ardı eden; doğayla uyumlu yaşam kültürünün önemini unutmuş görünen; yegâne amacının doğal alanları yatırımlara “engelsiz açmak” olduğu izlenimini güçlü olarak veren bir düzenleme; Türkiye’nin koruma konusunda ulaştığı düzeye ve birikimlere ise asla yakışmayan, ülke gerçeklerine yabancı bir tasarı;

...umarız, genel kurula sunulmadan vazgeçilir.


_______________________________________________________9

Kinaliada.net, 3.11.2010

Selçuk Aral

http://www.kinaliada.net/index.php?news-1207


http://www.kinaliada.net/index.php?news-1208

Aya Dimitri Cemaat Kilisesi





 Foto: Selcuk Aral ©

Sevgili Okuyucularim!

Büyükada'da Belediye'deki isimi bitirdikten sonra carsinin icersinden gecerek iskeleye dogru yürürken karsidan olaganüstü büyük bir grubun (küme-küme olmus insanlarin) bana dogru geldiklerini görüyorum.

Yanimdan gecerlerken kendi aralarinda Rumca konustuklarini isitiyorum. Kafamdan acaba bugün bayram da benim haberim mi yok diye geciyor.

Kendi kendime: "Vaktim müsait, yapacak isim yok, olmazsa bir sonraki vapurla giderim," diyorum. Yavasca ortalardaki kadinli-erkekli gruplardan birisinin yanina yaklasiyor ve caktirmadan aralarina katiliveriyorum.

Zaten üc asagi-bes yukari ayni yaslardayiz, üstelik dis görünüsümüz arasinda da büyük bir fark yok. Olsa da bu kadar büyük bir gurupta herkesin birbirini tanimasi mümkün degil. Kimse beni farketmiyor, yadirgamiyor.

Nereye gidiyorlar bilmiyorum. Tekrar belediye binasinin (gerisin-geriye) önünden gecip yürüyüse devam etmek üzereyken bir takim adamlar yolumuzu kesiyorlar. Biraz ötede film cevriliyor. Bütün sokak kapatilmis, giris cikislara izin vermiyorlar.

Sokaga 19. yüzyil havasi verilmeye calisilmis, ellerinde beyaz semsiyeleriyle günesten korunmaya calisan hanimlar, sirtlarinda cakar-almaz tüfekler tasiyan, eski üniformali askerler, baslarindaki fesleriyle kaytan biyikli katipler. Eski zamanin Istanbulu'nda yasiyoruz.

Arkadaki gruplar yaklastikca kalabalik büyüdükce büyüyor. Bas tarafta hararetli-hararetli konusmalar oluyor. Grubun ne yapmak istedigini, nereye gidecegini bilsem (foyamin ortaya cikmasina bakmadan) gidip yardim edecegim.

Allahtan cok uzun sürmüyor. Hep beraber geriye dönerek ara sokaklardan birisine daliyoruz. Ayni gün sahilde Büyükada belediyesinin yikim-cikartmasi var. Ada, belediye zabitasindan gecilmiyor. Istimlaklardan haberdar olan Adali mahalleli bizi (acaba karsit nümayis yapan insanlar mi???) diye büyük merakla takip ediyor.

Iki üc sokak ilerledikten sonra tekrar sola kivriliyoruz ve film cevrilen caddeye bu defa arkadan giriyoruz. Cekime ara vermekten baska careleri yok. Bu kadar insani dövecek halleri yok ya!!! Sonradan ögrendigime göre tam dört otobüs dolusu toplam 200 kisiymisik!

Önümüze cikan bir bahcenin kapisinda bizi karsilayan iki sivil görevlinin arasindan uzaktan bakildigi zaman hemen kilise oldugunu tahmin edemedigim (o zamana kadar hic görmedigim) bir binanin icersine süzülüyorum.

Daha kapidan girer girmez, karsima yepyeni, piril-piril A’dan Z’ye (Alpha-Omega) restore edilmis bir kilise cikiyor. Üstelik ilk defa bu kadar iyi isiklandirilmis bir ibadethaneye giriyorum.

Baska kiliselerde her zaman icersi los (karanlik) oldugu icin benim gibi eli titremeyen birisinin bile fotograf cekmesi mesele olur. Belki de rahip bu kadar kalabalik cemaati uzun zamandir kilisesinde göremedigi icin sevincinden bütün lambalari yakmis olabilir.

Velhasil daha grup kiliseyi doldurmadan (yani hepsi henüz iceriye girmeden) flas kullanmadan, en düsük ASA (ISO) ile pespese deklansöre basmaya basliyorum.

Biraz sonra kiliseyi terkederken (icerde rengimi belli edecek kadar enayi miyim? Hahaha…) gözüme kestirdigim (en cok Türk'e benzeyen) bir adamin yanina yaklasarak: (Türkce biliyor musunuz?) diye soruyorum.

Iyi-kötü anlasiyoruz. Kendisinin söyleyemediklerini, karisi hatirlayarak takviye ediyor. Selânik'ten geliyorlarmis. Illa benim fotograflarimi görmek istiyorlar. Kartvizitimi veriyorum. Digerlerine de anlatiyorlar, onlara da hayir diyemiyorum. Biraz sonra vedalasarak ayriliyoruz.

Onlar nereye gidiyorlar bilmiyorum. Tam yemek zamani. Fakat bu kadar adama sahilde yanyana dizili bütün lokantalar yetse de, balik yetmez.

Hosca ve dostca kalin sevgili arkadaslarim, tabiki sizler de Selânikli dostlar.

Selcuk Aral (3. November 2010, Pforzheim – Germany)


NOT: Eve gelince internette (uzun bir aramadan sonra) gittigimiz yerin Aya Dimitri Cemaat Rum Ortodoks Kilisesi oldugunu ögreniyorum.

Neden cemaat kelimesini ilave oldugunu bir türlü ögrenemiyorum. Cemaat Arapca’da toplum/topluluk anlamina gelir, ibadethaneler her zaman cemaat icin yapilmazlar mi? Belki de dini bayramlarda ve önemli günlerde ayinler burada yapildigi yani cemaat burada toplandigi icin bu ad verilmis olabilir.

Kilise 1856-57 yillarinda Ada ahalisi tarafindan (Fistikos Kalfa‘ya) insa ettirilmis. Bence en önemli özelligi disardan bakilinca (catisi kiremitli bir bina) bir büyük eve benzeyen yapinin icersinin kubbeli olusu.

1999 yilindaki büyük depremde hasar gören bina iki yil süren büyük restorasyon calismalari sonunda bugünkü haline getirilmistir.








_______________________________________________________10


From: BANU AKÇAOĞLU
Subject: 4 Aralık'ta Büyükada'da Büyük Kepçe'de Buluşma!:))
Date: December 2, 2010 9:06:53 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com

4 Aralık'ta 
Büyükada'da 
Büyük Kepçe'de 
Buluşma!... :))

4 ARALIK 2010

Büyük Kepçe ve Arzular / Dilek Ekşi

(Sunum içeriği: Büyük Kepçe takımyıldızının insanlık tarihinde ne gibi anlamları olmuş yaratıcı bir bağlamda görsellerle anlatmak)

Saat: 17:00’de başlıyor, 20-25 dakika surecek. 10 dakika ara sonrası gezi sunumu başlayacak.


Erkan Köktürk/ Fotoğraf gösterisi

Öncelikli Güney Amerika olacak. İstek durumuna göre Hindistan-Nepal de olabilir.

Bir sunum 40 dakika sürecek.

Bilgisayar Mühendisi olarak Eczacıbaşı'nda çalışıyor, tam bir gezgin, tek başına uzun soluklu yolculuklarda Dünya'yı keşfetmeyi seviyor. Web sitesi: http://www.gezipgordukce.com


Yer: Adaevi, Büyükada Cumhuriyet Meydanı
İletişim: Sibel Akkaşoğlu
Tel: 0.216. 382 52 80