Aliye, Büyükada'da Şakir Paşa Köşkü'nün bahçesinde 1909.
http://www.antikalar.com/v2/konuk/konuk0901.asp
* * *
ADALAR'da TARİHTE O GÜN:
16 Temmuz 1897 Cuma günlü Beyrut Valisi Nazım Paşa'nın Kudüs'e gideceğine dair Heybeliada'dan Kudüs Patrik vekiline çekilen telgraf suretine dair...
* * *
ADALAR'da BİR GÜN:
Büyükada, 26/5/2005.
* * *
ADALAR'da HAVA DURUMU:
29 Kasım 2009 Pazar günü
Büyükada'da HAVA DURUMU*
Sağanak yağışlı
12-13ºC
% 66-90 nem
G 18km/sa
Gündoğuşu 07:04 ... Günbatışı 16:38
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarinca
* * *
Cicely Mary Barker, The Lilac Fairy.
(ADALAR POSTASI da iyiden şaştı vaktini demeyin lakin leylaklar açtı bahçede... II. Leylak mevsimi zaar!)
* * *
1- Begüm Yavuz: "Heybeliada sanatoryum yangınında Belediye Baskanımız Mustafa Farsakoglu'nun bütün tespitlerine katılmamak mümkün değil..."
2- Taha Toros: "Büyük ailenin küçük çocuğu Aliye, büyük bir özen ve sevgiyle büyütüldü. Yukarıdaki fotoğraf 1909 yılında Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinde çekilmiş. Küçük Aliye bebeği, koltuğun altında köpeği ve arkasında Habeşiştan’dan getirilen bakıcısı Seyfettin ile poz vermiş..."
3- Aliye ile Ömer...
4- Hatice Ezgi: "Sait Faik' Abasıyanık... Sait Faik'in Adası: Burgazada..."
5- Milliyet Gazetesi Arşivi'nden: "[27.7.1950] Özel İdare malı Heybeliada ve Burgazada ilkokul binalarının tamiri..."
ADALAR POSTASI'nın 2350. sayısında...
)O(
.........................................................1
From: BEGÜM YAVUZ
Subject: Re: ADALAR POSTASI-2349: ada sahillerine mopurkondu!
Date: November 28, 2009 8:11:36 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi.1@gmail.com
Heybeliada sanatoryum yangınında Belediye Baskanımız Mustafa Farsakoglu'nun bütün tespitlerine katılmamak mümkün değil.
2004 yılında Adalar ilcesinden İstanbul İl Genel Meclis üyeligine seçilmiştim (10cu donem) ve ilk önergelerimden bir tanesi (yakinen bildiğim için) ne yazık ki kullanılmadan bir kenarda duran dializ makinesinin ADAlardaki dializ hastaları için kullanıma verilmesiydi..
Saglık İl Müdürü'yle defalaraca konuşmuş önergemi inatla takip etmiştim.
Birçok engeli aştığımda bu makineyi kullanacak hemşire sayısı az o yüzden burada (atıl) beklemek durumunda biz buraya hemsire atayamayız dediler...
Heybeliada sağlık ocağıyla ilgili de önergem vardı ve oraya da ne yazık ki sadece yaz aylarında sağlık ekibi göndereceklerini kış ayları için herşeyin tamam olduğuna karar verdiklerini yazılı olarak bana bildirmişlerdi.
Adalar Sağlık Grup Başkanımız Dr. Gülsen Erçetin'le 4 yıl Kınalıada, Büyükada, Burgazada ve Heybeliada icin bütün sağlık eksiklerimizi tamamlamak üzere canla basla çalıştık ama karar verenlere katlanmak durumunda kalınıyor ne yazık ki!!!
Farsakoğlu o kadar haklı ki bu söyleminde ben de kasıt olduğunu düşünüyorum ve yüreğim parçalanıyor, benim dönemimde tinerci ve sokak çocuklarına bir mekan oluşturulacağı soyleniyordu biz CHP Grup olarak itiraz etmistik...
Bakalım neler yasayacagız?
"Güzel günler bekliyor bizi çocuklar
Güneşli günler bekliyor..."
diyen Nazım'ı daha neler yaparak yanıltacağız çocuklarımıza mahçup olacağız... Ne yazık!!!!
Sevgi ve her zaman dayanışma dileklerimle,
Begüm Yavuz
.........................................................2
http://www.antikalar.com/v2/konuk/konuk0901.asp
ALİYE BERGER (1903-1974)
TAHA TOROS
AİLE GEÇMİŞİNE BİR BAKIŞ
Geçmişleri acı tatlı olaylar ve serüvenler ile dolu Şakir Paşa ailesi, İstanbul’un “kalbur üstü” ve soylu ailesi olarak tanınırdı. Soyağaçları, baba tarafından Türki memleketlerine, anne tarafından Girit’e dayanır. Erkek tarafı göçmen olarak Afyon’un Kabaağaç beldesine, din adamı olarak yerleştirilmişti. Ailenin sürmesini sağlayan Mustafa Asım Bey, asker olarak yetiştirildi. Albaylığa ve “askeri şura azalığı” gibi, o dönemde önemli olan, bir makama kadar yükseldi.
Erken ölümü üzerine, dokuz yaşındaki kızıyla beş ve yedi yaşlarındaki oğulları İstanbul’a getirildi. Cevat ve Şakir adındaki bu çocuklar baba mesleği olan askerliğe yöneltilerek, parasız yatılı okullara yerleştirildi. Her ikisi de pırıl pırıl zekalarıyla, övgüler kazanarak, kurmay subaylığa ve paşalığa kadar yükseldiler. Bu kardeşler askerlik mesleğinden başka, tarihçilik ve sanat alanında da ün yaptıkları gibi siyasi görüşleri ve bilgileriyle de tanınıyorlardı. Bunlardan büyüğü olan Cevat Paşa, Sultan Abdülhamit döneminin en genç sadrazamlarındandı. Fotoğrafçılığa yönelmiş olan Cevat Paşa, sanatçı yönü olan bir kişiydi. Her markadan fotoğraf makinesi toplayıp, koleksiyon yapmıştı.
Ara Güler’in objektifinden Aliye Berger’in çok beğendiği fotoğrafı. Duvardaki resim keman virtüözü Aliye’nin sevgilisi Karl Berger’dir.
Çektiği fotoğrafların banyosunu evinde oluşturduğu karanlık odasında yapar ve kendisi basardı. Bu fotoğraflardan biri, 1901 yılında Paris’te ödül kazandı. Yaklaşık beşbin kitaptan oluşan bir kitaplığı bulunan Sadrazam Cevat Paşa, Osmanlı askeri tarihiyle ilgili yapıtlar da kaleme aldı. Cevat Paşa’nın, Abdülhamit döneminin sert tutumuna karşı kıpırdanmalar ile Paris’te odaklanan “Jön Türkler”e karşı ılımlı yaklaşımından kuşkulanan Padişah, onu görevinden alarak Şam’a sürdü. Ne var ki, sağlığı oranın havasıyla uyuşmadığından, neredeyse sedyeyle İstanbul’a getirildi ve genç denecek bir yaşta öldü. İki evliliğinden de çocuğu olmadığı için ismi, kendi çocuğu gibi sevdiği, yeğenine verildi. Bu çocuk, kardeşi Şakir Paşa’nın oğlu Cevat Şakir Kabaağaçtır ve “Halikarnas Balıkçısı” ismiyle tanınır.
Ailenin ikinci ünlü çocuğu Şakir Paşa’dır. Resim sanatına karşı ilgi duyan Şakir Paşa da ağabeyi gibi bir tarihçiydi ve Jön Türkler’in düşüncelerini benimsemeye eğilimliydi. Bu yüzden Harbiye Mektebi’ndeyken onyedi gün hapsedilmişti. Ağabey’i Cevat Paşa gibi o da yabancı dil bildiğinden, Osmanlı devletini yabancı ülkelerde iki defa elçi olarak temsil etti. Şakir Paşa da iki defa evlendi. İlk eşinden doğan oğlu baba mesleğini seçti. İkinci eşi Girit’ten getirilen Sare İsmet Hanım’dı. Sare İsmet Hanım el işi masa örtüleri yapmakta hünerliydi. İngiltere ve İtalya’da eğitim gören, ailenin büyük oğlu Cevat Şakir, gençlik döneminde başarılı bir ressamdı. Sürgüne gönderildiği Bodrum’u yazarlığıyla dünyaya tanıtıp, ün kazandı.
Aliye Şakir, gençliğinde bir baloya Mimi (LaBohemé operasından) kıyafetiyle katılmıştı.
Büyük ailenin küçük çocuğu Aliye, büyük bir özen ve sevgiyle büyütüldü. Yukarıdaki fotoğraf 1909 yılında Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinde çekilmiş. Küçük Aliye bebeği, koltuğun altında köpeği ve arkasında Habeşiştan’dan getirilen bakıcısı Seyfettin ile poz vermiş.
Aliye kardeşi Cevat Şakir’in eşi Remze Hanım ile.
Şakir Paşa’nın büyük kızı Hakkiye Hanım (seramikçi Füreya Koral’ın annesi) el işlemeleriyle, ikinci kızı Ayşe Hanım ise piyanistliğiyle tanınırdı. Hakkiye Hanım Side’ye yerleşerek oradaki büyük bir konağı otele dönüştürmüştü. Selçuklular döneminden kalan eski yapıların renkli ve oymalı ahşap tavan, kapı vb. öğelerini toplayıp, Side’deki otelinin tavanlarına ve kapılarına monte ederek, bu kalıntılara hayat veren kişiydi. Ailenin üçüncü kızı Fahrünnisa Zeyd, bilindiği gibi bir dünya ressamıydı.1 Ailenin son çocuğu, bu makalemizin konusu olan Aliye Berger’dir.
Aliye Dame de Sion öğrencisiyken
Emin Paşa Eskişehir’de 4.Kolordu Kumandanı olduğu sırada, kızı Füreya ve Şakir Paşa’nın kızı Aliye eski Osmanlı kıyafetiyle (1926)
1964 Viyana Sergisi
ALİYE BERGER İLE TANIŞMA
Aliye Berger’i, Büyükada’da babasının adını taşıyan “Şakir Paşa Köşkü”nde, yazlıkçı olarak oturduğumuz zaman tanıdım. Büyük bahçeli, bol ağaçlı, iki sokağa kapıları olan bu zarif kırmızı köşk, yalnız Şakir Paşa ailesinin değil, Büyükada’nın da simgesi gibiydi. İstibdat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin acı tatlı anıları bu büyük köşkün duvarlarına ve tavanlarına sanki sinmiş gibiydi. Ne var ki, bu tarihi köşk de Ada’daki diğer yaşlı binalar gibi adeta bir yapı kıyımına uğrayarak yok oldu.
Aliye Berger’i köşklerinin bir bölümünde yazlıkçı olarak oturmamız sırasında tanımakla birlikte, adına olan aşinalığımız çok eski yıllara dayanıyordu. Kendisi o zaman sanatçı değildi; ama sanatçı olan kocasına sevdası yüzünden, bir kadına karşı tabancı kullanan bir genç kızdı. İstanbul sosyetesi bu olay ile aylarca çalkalandı. Sanık olarak Sultanahmet’teki Adliye’de yapılan duruşmaları sırasında, boy boy çekilen fotoğrafları, gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı. Olay, aşkın ve kıskançlığın neler yaptırılabileceğini göstermesi açısından ilginçti. Aliye Berger’in hayatına ilişkin yayımlarda bu konuya hiç değinilmemiştir; çünkü bunu bilen ve o dönemden hayatta kalan çok az kimse vardır.
Sözkonusu olayı öykülersek, o dönem sosyetesindeki geleneğe göre, her genç kız bir müzik aleti çalmayı öğrenirdi. Şakir Paşa’nın üçüncü kızı, Fahrünnisa Hanım, İnas Senayi-i Nefisesi’ne devam ederek ressam olmuştu.
Ailenin son kızı Aliye Hanım’ın müzik bilgisi edinmesi için, İstanbul’a yerleşen ünlü Macar virtüözü Karl Berger’e gönderilmesi uygun görüldü. Keman dersleri almaya başlayan küçük Aliye, kısa bir süre sonra ünlü hocasına aşık oluverdi. Karl Berger, cana yakın bir erkek güzeliydi. Türk ve gayrimüslim aile kızlarıyla bu türden ilişkileri vardı. Aliye Hanım’ın ablaları, Hakkiye ve Ayşe Hanımlar, küçük kardeşlerinin Karl Berger ile ilişkisini sezerek, onu uyarmışlardı. Ama Aliye Hanım, bu uyarıları, “Berger benimle evlenecek!” diye cevapladı. İstanbul’un değişik semtlerinde değişik sevgilileri bulunduğu söylenen müzik hocası, gün geçtikçe Aliye’den uzaklaştı, hatta müziğe yeteneği olmadığını ileri sürerek derslere son verdi. Aşkının reddedilmesi anlamına gelen bu olay üzerine, hırçınlığı ve asabiyeti artan Aliye Hanım, onu tehdit girişiminde bile bulundu. Bu durum karşısında Karl Berger, İstanbul’u terk etmeye hazırlanıyordu. İşyerini boşalttı ve geceleri ders verdiği öğrencilerinden Madam Onnig’in Üsküdar’daki evinde kalmaya başladı.
Şiddetli kıskançlık neler yaptırmaz ki!... Ailesinin şiddet ile uyarmasına karşın, bu evi saptayan Aliye Hanım, aşkının da verdiği taşkınlık ile kendisine rakip gördüğü kadına karşı tabanca kullanmayı planladı. Bir gece, eniştesinin tabancasını alarak, Üsküdar yollarına düştü. Karlk Berger’in kaldığı ev, Üsküdar’da Tophanelioğlu yokuşunda otuzdört numaradaydı. Paris’te eğitim görmüş, ünlü hukukçu Hırant Bey oturuyordu. Kendisi Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Babıali’de hukuk müşavirliği sırasında yardımcılığını yapmış, daha sonra da hukuk müşavirliğini üstlenmişti.
Karısı da, kibar bir Ermeni ailesinden olan, Madam Duruhi’ydi. Kızı Matmazel Mani beş-altı yıldan beri Karl Berger’den ders alıyordu. Bu aileyle içli dışlı olan ünlü Macar virtüözü buraya geç saatlerde geliyordu. Aliye Hanım, kıskançlığının verdiği asabiyet ve aşkının dürtüsüyle, bir gece yarısı bu evin kapısına dayandı ve onu yaraladı... Ama gerçekte kapıyı açanı yaralamıştı. Bu kişi de, galiba evde çalışan bir kimse ya da kızın annesiydi... Söylentiye göre Karl Berger bu sırada alt kattan kaçmaya çalışıyormuş.
Sonuç olarak Aliye Şakir, otuzbeş gün hapis cezasına çarptırıldı. Doktor raporlarına göre, bu suç asabiyetle işlenmiş ve suçlu da tanınmış bir aileye mensup olduğundan, aynı zamanda da, böyle bir suçu tekrar işlemeyeceğine kanaat getirildiğinden, cezanın ertelenmesine karar verildi.
Aliye Berger’in Narmanlı Yurdu’ndaki evinin salonunda duvardakiler: Karl Berger, altta son Halife Abdülmecid Efendi’nin Karl Berger’e imzaladığı resmi ve solda Aliye’nin fotoğrafı.
Aliye Berger’in portresi, Fahrünnisa Zeyd.
1973 Pakistan Sergisi.
ALİYE BERGER İLE GEÇEN HAYAT
Bu olaydan sonra Aliye Berger’in Karl Berger ile beraberliği yirmi üç yıl sürdü. Karl Berger’in ölümünden altı-yedi ay önce, beraberlikleri resmileştirilmişti. Aşkın simgesi olan Karl-Aliye Berger evliliği 1947 yılında Karl Berger’in ölümüyle son buldu. Büyükada iskelesinden kalkmak üzere olan Ada vapuruna binmek üzereyken, Karl Berger’in kalbi duruverdi. Bütün adalılar yasa boğuldu. Aliye Berger, zaptedemediği hıçkırıklar içinde, eşini Büyükada’nın tepesindeki müslüman mezarlığında yatan babası Şakir Paşa’nın yanına gömdürdü.
O güne kadar Karl Berger’in müslümanlığı kabul ettiği ve ismini değiştirdiği bilinmiyordu. Aliye Berger’in Cumhuriyet gazetesine verdiği ilan ile bu öğrenilmiş oldu.
17 Eylül 1947 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde şöyle yazıyordu:
“Ömer Baki-Karl Berger’in vefatı şehrimizin sanat mahitinde teessürle karşılanmıştır. Memleketimizin çok iyi tanıdığı keman üstadı Şakir Paşa’nın damadı ve Bayan Aliye’nin eşi Ömer Baki’nin (Karl Berger) cenazesi bugün öğle namazından sonra Büyükada mezarlığına defnedilecektir.
KARL BERGER AŞKINDAN SONRA RESME YÖNELİŞ
Aliye Berger’in gençlik yıllarında, keman çaldığı ve hiç resim yapmadığı bilinir. Karl Berger’in ölümünden sonra, ona olan şiddetli aşkını gravüre adayarak üne kavuştu. Kendisinin anlattığına göre, çocukluk ve gençlik yıllarında üç kez resim ile ilgilenmek istedi. Resme karşı ilk sevgisini babasının kitaplarını karıştırırken, Çin resimlerini gördüğünde duydu. Ağabeyi Cevat Kabaağaç’ın İtalya’dan dönüşünde getirdiği boy boy çıplak kadın resimlerini gördüğündeyse, resim sanatı ikinci kez ilgisini çekmişti. Babası Şakir Paşa, bu resimlere çok kızmış, köşkün her yerinden kaldırtmıştı. Aliye Berger çocukluk yıllarında gizlice tavan arasına çıkarak, o resimleri seyretmesini kendine özgü konuşmasıyla anlatırdı. Üçüncü kez ilgisiyse, ablası Fahrünnisa’nın köşkün bahçesinde resim yaparken bayılmasıyla ortaya çıktı. Aliye Hanım, ablasının içeriye taşınması üzerine onun palet, fırça ve boyalarıyla başbaşa bahçede kalmıştı. Böyle bir anda, içinde resme karşı bir kıpırdanma olmasına karşın, ressamlığa başlaması, Karl Berger’in ölümünden sonra, kaybının acısına dayanamadığını gören ablası Fahrünnisa’nın onu alarak Avrupa’ya götürmesiyle başlar. Artık Karl Berger yoktur! Aliye Berger eşine karşı olan bütün aşkını önce heykele, daha sonra da gravüre yöneltir. Hocası John Buckland Wright’ın atölyesinde üç yıl çalışır. Oymalar, kazımalar ve siyah-beyaz boyalar, Karl Berger’e karşı duyduğu aşkı gibi onu bütün varlığıyla sarar. Onun gravürleri, kendi iç dünyasının dışa yansımasıdır. Sanatçılığında Karl Berger’e karşı duyduğu aşkın mayası vardır. Daha çok siyah ile beyazı yeğler. Bu sanatı Karl’ın acısını unutmak için seçtiğini anlatır. İlk sergisini İstanbul’da 1951 yılında açar ise de, bu meslekteki çabasının ödülünü 1954 yılında alır. Yapı Kredi Bankası’nın Uluslararası Yarışması’nda birincilik ödülü Aliye Berger’e verilir.
İstanbul,-kağıt üzerine karışık teknik, 45x70 cm
Aliye Berger’in yaşlılığı
YURTTA VE DÜNYADA SERGİLER
Yirmi-yirmi beş yıl boyunca, dolu dolu çalışmalarıyla Aliye Berger, resmin en zor dalı gravürcülüğünü doruğa çıkardı. Açtığı oniki özel ve kırksekiz karma sergisi, sanat tarihinde ender görülen olaylardandır.
Özel sergileri Paris, Londra ve Viyana gibi büyük sanat merkezlerinde, katıldığı karma sergiler ise yine ondört yabancı kente açılmıştı. Bu arada, sanatçının İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde dört, Albertina Museum’da da üç yapıtı sergileniyor. Aliye Berger gravür sanatına geç başladı, ama bu sanatıyla yaşadığından, az zamanda rekor denecek sayıda yapıt üretti. Ne var ki, onun bu sanatta doruğa çıkmasını, hayatını uğruna adadağı aşkı, Karl Berger göremedi. Ama Aliye Berger onun şiirlerini derledi ve gravürlerini yaptı. 1974 yılında sanat dolu yüreği duruverdi. O, ölümünden sonra büyük aşkı Karl Berger’e kavuşacağına inanırdı. Belki de öyle olmuştur!... Aliye Berger’in yapıtları ölümünden sonra sergilendi. Bunlar arasında iki büyük sergiye değinmek yerinde olur. 16 Ekim- 1 Kasım 1975 tarihleri arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen sergi bunlardan ilkidir. İkincisi ve sonuncusuysa Yapı Kredi Bankası’nın 11 Şubat-6 Mart 1988 tarihleri arasında düzenlediği Aliye Berger’in seksen kadar yapıtını kapsayan sergidir.
Gecekondu, kağıt üzerine karışık teknik, 78x28 cm
Karl Berger, kağıt üzerine yağlıboya, özel koleksiyon, 30x27 cm
Halikarnas Balıkçısı, gravür baskı resim, 32x23 cm
SABAHA KADAR ÇALIŞAN ÜÇ KAFADAR
Bugün hazin olan bu üç kafadardan ikisinin dünyamızdan ayrılmış olmasıdır. İkisi de sanat dünyamızın ünlü, ünlü olduğu kadar da özgün kişileriydiler. Kendilerine özgü fırçalarıyla ve gerçek dostluklarıyla sanat dünyamızın arslanlarındandılar. Bunlar Aliye Berger ve Cihat Burak’tı...
Artık, Büyükada’daki “Şakir Paşa Köşkü” yitirdiği yaşamıyla insanın içine işleyen bir görünümdedir. Yıkıcıların varisler ile görüşmeleri sıklaştıktan sonra, bir gün köşk yıkıcılara teslim edilir. Aliye Berger, bu eski ve büyük ailenin bir bavul dolusu “evrak-ı metrukesi”ni buraya getirmişti. “Aliye Hanım bu eski zaman hatırası, solmuş, susmuş kağıtların tasfiyesini arzulamaktadır.” Ailenin yakın tarihini ve geçmişini iyi bildiğimden olacak ki, bu konuyla benim ilgilenmemi rica etti. Bir gecede iki işi birden çözümlemeyi amaçladığından, Cihat Burak’ı da çağırdı. Cihat Burak, bir portre ressamı olmamakla birlikte, Aliye Berger’in, saraylıların kıyafetini andıran, ipek giysiler içerisinde portresini yapacak ve biz de aile bavulundaki belgeleri birer birer inceleyecektik. O günlerde ülserim ilerlediğinden bana Markiz’den bol miktarda muhallebi ısmarlama inceliğini göstermişti. Cihat Burak ile karşılıklı içmek üzere de, masaya iki şişe şarap koymuştu. Aliye Berger sık sık yatak odasına girip, ipekli elbisesini değiştirerek, Cihat Burak’a poz veriyordu. O kadar hareketliydi ki, Cihat Burak’ın ricalarına aldırmayıp, gözlerine sürekli değişik kirpikler takıyor ve yakışıp yakışmadığını soruyordu. Bir yandan da kağıtları bavuldan tek tek alıp bana okutuyordu. Çoğu eski dönemden kalan, emlak, işleriyle ilgili mektuplar, elektrik faturaları ya da gereksiz hesap pusulalarıydı. Önce bana okuttuğu belgeyi sonra da kendisi göz atıp, sağdaki çöp sepetine bırakıyordu. Bavuldan çıkan Cevat ve Şakir Paşalar’ın kaleme aldıkları tarihe ilişkin el yazılarından oluşan eserleri, notları, kendilerine verilmiş berat, ferman, şehadetname ve nişan gibi belgeleri sınıflandırarak, özenle dosyalarına yerleştiriyordu. Bavuldan, Karl Berger’in yurtdışı yolculukları sırasında kendisine gönderdiği gezi mektupları da çıkıyordu. Bunlardan bir ikisi vardı ki, Cihat Burak ile yırtmaması için ricada bulunduk, ama Aliye Berger kabul etmeyerek, kendisine gelen mektupları çöp sepetine atmayı sürdürdü. Örneğin, Karl Berger’in bir mektubu, Tahran’dan gönderilmişti. İran Sarayı’nda verdiği konseri anlatıyor, Şah’ın övgü dolu sözlerini aktarıyordu. Okuyup kendisine verdiğim birçok önemli pusula vardı. Bir tanesi tarihi bir mahkumiyetin iç yüzünü açıklayacak nitelikteydi. Bunu yırtmaması için yalvardım ise de kabul ettiremedim. Bu mektup, babasını öldüren Cevat Şakir’in hapishaneden annesine gönderdiği pusulaydı ve inancıma göre, olayın gerçek yüzünü aydınlatabilirdi. Bugünkü gibi belleğimdedir; “Valideciğim...” diye başlıyordu, “Hamil-i mektup, dava vekilimizin arzu ettiği gibi konuşacaktır. Kendisine mahremane üç altın veriniz. “İmza yerinde “C” harfi vardı.
Cevat Şakir’in, İstanbul’dan Afyon’daki Kabaağaç çiftliğine giderek, hizmetkarlarını tehdit edip babası Şakir Paşa’yı tabancayla öldürdüğü ve elbisesiyle hemen orada toprağa gömdürüp İstanbul’a döndüğü bilinir.2
Aliye Berger’in aşkıyla büyük sanatçı olmasına yol açan Macar virtüözü Karl Berger (1894-1947)
Otoportre 3, kağıt üzerine karakalem, 23x15 cm, özel koleksiyon
Ara Güler’in objektifinden Aliye’nin atölyesi
O gece şakalar ve gülüşmeler arasında sabahı bulduk. Güneş doğduktan sonra evlerimize döndük. Füreyya Koral, sevgili Aliye Berger’in vefatından sonra, sınıflandırıp düzenlenen çoğu ferman ve nişanlar ile ilgili belgeleri ve yayımlanmamış nefis ciltli el yazması tarihleri, aynı bavul içerisinde, bir kere de onun evinde gözden geçirmek üzere, bizi davet etti. Fermanların aile fertlerine hatıra olarak dağıtılmasını ve Mısır tarihiyle ilgili, bir cildi eksik olan yirmi dört ciltlik nefis yapıtın Türk Tarih Kurumu’na satilmasını önermem üzerine, konu oraya bildirildi ve oradan gelen bir profesör yapıtı incelendikten sonra, bu değerli yapıt, uygun bir fiyat karşılığında, bu kuruluşun oldu.
SİLAH SESİ KARIŞAN BİR AŞK SERÜVENİ
Aliye Berger’i, gençlik yıllarında çılgına çeviren bu aşk serüvenini çok kimse bilmez, ya da dilden dile kendilerine aktarılanı bilir. Bir tomar tutan mahkeme kararlarıyla, 1929 ve 1930 yıllarının gazetelerindeki yayımlar, bir aşk uğruna sıkılan kurşunun ayrıntılarıyla doludur.
DİPNOTLAR
1- Antik Dekor, Sayı 70
2- Sırası geldiği için bu konuda kendilerini ailenin yakın dostlarındanmış gibi göstererek gerçek dışı yayımlar yapanlar görülmüştür. Örneğin, bunlardan biri, bu olayın İstanbul’da, geçtiğini, mütareke ve işgal dönemlerinde yer aldığını yazmıştır. Bunlar gerçek dışıdır. Olay I. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Afyon’da geçmiştir. Hiçbir tarihi araştırma yapmadan, gerçek dışı yayım yapanlara önerimiz şudur. Zahmet edip Büyükada’nın tepesindeki İslam mezarlığına giderek, Şakir Paşa’nın mezar taşındaki tarihi okusunlar. Üzerinde 1914 Ağustos tarihini göreceklerdir.
.........................................................2
Aliye ile Ömer!
Aliye Berger (1903-1974) ile Charles Berger (?-1948)
Büyükada Mezarlığı.
* Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi, İstanbul (2000)217’de Rezan Yalman anlatıyor:
...bir ara sanki işleri busbutun karistirmak ister gibi, komsu kilisenin katolik papazi da gorundu. Berger’in Musluman oldugunu, cenazesinin Musluman adetlerine gore kaldirilacagi soylendi. Az sonra, sokagin karsisindaki caminin imami geldi ve Berger’in Musluman olduguna dair resmi kagitlari gormeden tepedeki Musluman mezarligina gomulmesine izin veremeyecegini belirtti. Lala, kagitlarin durdugu Hakiye’nin dairesine gidip evraki ertesi sabah getirecegini soyledi. Sehre giden son vapura yetisti ve ertesi sabah ilk vapurla adaya dondu...
* Ayse Kulin, Fureya, Istanbul (2000)195-199:
..."Daha once de soyledim size sanirim, olum denince aklima, ilk once Berger gelir.
Kilic’la iskelede bulusup, Aksam vapuruyla Ada’ya gecmistik. Eve hizli hizli yurumustuk. Kapi acikti. Once ben girdim iceri. On salondan bir inilti geliyordu. Yarali bir hayvanin aglamasini andiran, ic parcalayan ince, uzun, acili bir inilti. Hic bitmeyen bir ciglik. Salona girdim. Dipte, masanin uzerinde duran tabuta egilmis biri vardi. Oda lostu. Iyi goremiyordum.
“Teyze, Ayse teyzecigim” dedim fisildar gibi. Dondu ve bana bakti. Saclari didik didikti. Gozleri insan gozu olmaktan cikmis, derin birer kan kuyusuydu, elinde gumus sapli bir ayna tutuyordu. ALİYE!
“Canlanacak,” dedi bana bakarak. “Bak Fureya, bak, nefes aliyor.”
Tanrim, Berger’mis olen. Berger’mis.
Kilic Ali arkamda durup beni tutmasa yere yikilacaktim. Telasli ayak sesleri duydum. Ayse teyzem, Ahmet eniste, cocuklari Erdem ve Nermidil, birileri dolusuyordu odaya.
“Acisiz, eziyetsiz bir olum,” diyordu Ayse teyze, “Ne kendi cekti ne etrafina cektirdi. Hepimiz ayni yolun yolcusuyuz, kizim, anlatamiyorum ki Aliye’ye.”
“Nasil olmus efendim?” dedi Kilic Ali. Olumun nasil geldigi her nedense pek onemlidir geri kalanlara. En ince ayrintiya kadar sorulur, en ince ayrintiya kadar anlatilir.
“Sabah Budapeste’ye gitmek icin, biletlerini ayirtmaya gideceklerdi. Vapura yetismek icin araba bulamayinca, yol boyu kosmuslar.” Teyzem sesini alcaltiyor, gozuyle Aliye’yi isaret ediyor, “Zamaninda hazirlanamamistir her zamanki gibi. Saraylihanimin (Buyukada iskelesindeki unlu dondurmaci) orada bir sanci girmis gogsune. Hemen iceri girmisler, yere yatirmislar Berger’i. Aliye yakasini cozmus, nefes vermeye calismis. Kollarini oynatip durmus nefes aldirmak icin ama, o coktaaaan...”
Yavas yavas Aliye’nin yanina gidiyorum. Berger’e beyaz bir gomlek giydirip tabuta yatirmislar. Tabutun kapagi acik. Bakiyorum, Berger huzur icinde. Aliye hala elindeki aynayi tutuyor kocasinin agzina.
“Saat on birden beri tabutun basinda. Elinde ayna, Berger’in canlanmasini bekliyor,” diyor Ahmet eniste.
“Kacirdi galiba.” Erdem’in sesi bu. Irkiliyorum. Yok kacirmadi. O her zaman boyleydi asiri duygu yuklu, asiri iyimser ve asiri karamsar.
Simdi Aliye ile yan yana seyrediyoruz Berger’i. Gozyaslarim, cok eski dostumun, enistemin beyaz gomlegine damliyor.
Berger, bana sanatta hem mukemmeliyeti, hem de asla odun verilmemesi gerektigini ogreten sevgili, sevgili hocam... Bes yasindaydim karsisinda durup elime yayimi ilk kez aldigimda.
“Macaristan’da Krala karsi darbe yapanlarin arasindaymis. Istanbul’a kacmis. Saray’da Mecid efendinin cocuklarina ve sultanlara ders vermis zamaninda. Nadir Nadi ile Remzi Pasa’nin cocuklari da ondan ders aliyorlarmis,” demisti anneannem, “Fureya’yi kemana baslatmak istiyorsaniz, Berger’den iyisi olmaz.”
Karsisinda duruyordum ve dizlerim titriyordu. Elimi tutmus, kemanin bir ipegi andiran puruzsuz yuzeyini oksatmisti. Bir tahtanin bu kadar yumusak dokusu olabilecegine sasirmistim. Dizlerimin titremesi gecmisti.
“Fureya, yanagini kemanin uzerine daya ve dinle onu. Bak sana ne guzel seyler anlatacak,” demisti, “Sev onu Fureya, onu sev, onu hisset, onun parcasi ol!”
Sonra Aliye’yi sevmisti, onu hissetmis, onun parcasi olmustu. Dunyanin en muthis filozofu ve en muthis pedagogu...
“Aliye, gel canim, iceri gidelim, beni kirma,” diyorum. Beni duymuyor bile. Sabaha kadar basinda oturacak sevgilisinin, belki uyanir umuduyla.
....
Salondan cikiyoruz. Ince, dokunakli, cigligi andiran inilti hic bitmiyor. Bir kez daha bakiyorum arkami donup salona. Aliye, tabutun basinda, porselenden yapilmis, kirilgan bir biblo gibi oturuyor, elinde aynasi...
....
Berger’in olumu iki kisilikti. O, Ada’daki mezarliga gomuldu. Aliye ise, Ada’daki camlarin arasinda surekli aglayarak dolasan, yasayan bir oluye donustu.
.........................................................3
Hatice Ezgi
Sait Faik Abasıyanık...
http://video.google.com/videoplay?docid=5228822778297660049&ei=fdgPS6PoN5iw2ALq-fGYCQ&hl=en#
...
Sait Faik'in Adası: Burgazada...
http://video.google.com/videoplay?docid=-5726359624008563189&ei=UNsPS8yuKZn42wLvpajWDA&q=burgazada&hl=en&view=2&client=safari#
.........................................................4
MİLLİYET GAZETESİ ARŞİVİ'nden...
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=burgazada&isAdv=false
Milliyet, 27.7.1950
1837 07 137 78
Özel İdare malı Heybeliada ve Burgazada ilkokul binalarının tamiri
Keşif bedelleriyle ilk teminatları yukarıda yazılı işler ayrı ayrı açık eksiltme suretiyle yaptırılacaktır.